Wake Forest Üniversitesi’nde Felsefe Profesörü olarak görev yapan Adrian Bardon, konuyla ilgili kaleme aldığı yazıda insanların gördüklere haberlere inanıp inanmama noktasında kişilerin sahip olduğu dünya görüşlerinin ne kadar etkili olduğunu anlatıyor. Sosyal medya başta olmak üzere çevrimiçi mecralarda dezenformasyon kampanyalarının nasıl ‘çalıştığının’ daha iyi anlaşılması için Bardon’un yazsının sizler için çevirdik:
ABD hükümetinin önde gelen COVID-19 danışmanı Anthony Fauci, pandemiye karşı bireylerin ve eyaletlerin aldığı değişken kamu sağlığı tavsiyelerinden şikayet ederek ülkenin bu etkisiz müdahalesini Amerikalıların bir önyargısına; “bilim karşıtlığı”na bağladı.
Fauci’ye göre bu önyargıyı “akıl almıyor”, zira “bilim gerçektir”; ayrıca maske kullanımını ve sosyal mesafe kurallarını küçümseyenler ile “aşı karşıtları” arasında bilimin sesine kulak vermeme yönünden ciddi bir benzerlik bulunmakta.
Beni şaşırtan ise Fauci’nin tüm bunlara şaşkınlıkla yaklaşması. Korona virüsü biliminde her ne kadar bilgili olsa da, Fauci artık yerleşik bir başka bilim haline gelen “bilim karşıtlığı”, ya da bilimin inkarını gözden kaçırmakta.
Amerikalılar, kişisel bilgi evrenlerini oluşturan son derece kutuplaşmış ve bilgi anlamında izole olmuş ideolojik camialarda yaşamaktalar.
Politik blog dünyasında küresel ısınma asparagas ya da şüpheli bir olgu olarak görülmekte, dolayısıyla da önemsenmemekte. Farklı yerel ya da online camialarda ise aşı güvenliği, florit katkılı içme suyu ve genetiği değiştirilmiş gıdalar gibi konular çarpıtılmakta ya da hepten görmezden gelinmekte. Koronavirüse dair dile getirilen endişelerde ise desteklenen siyasi partiye bağlı olarak değişkenlik gösteren belirgin bir fark var. Bunun nedeni sosyal mesafenin etkililiğine ya da COVID-19’a bağlı ölüm vakalarının gerçek sayısına dair şüphelerin farklılık göstermesi.
Teorik olarak gerçeklere dayanan ihtilafları çözmek kolay olmalı, zira güçlü deliller ya da bilirkişi konsensüsü aslında yeterlidir. Hidrojenin atomik ağırlığı gibi konularda bu tip bir yaklaşım genelde başarı ile sonuçlanır.
Fakat bilimsel bir tavsiye insanların çıkarlarını ya da ideolojik dünya görüşünü tehdit ettiğinde işler bu şekilde yürümez. Teoride az önce anlatıldığı gibi olsa da pratikte insanların politik, dini ya da etnik kimlikleri onların politize edilmiş konulardaki uzman görüşlerine gösterecekleri tepkiyi öngörmektedir.
Sosyal bilimciler, kişilerin olmasını istedikleri sonucu gösteren kanıtları kabul etmesi durumunu “güdülenmiş düşünme” olarak adlandırmaktadır. İnkarın Gerçeği (The Truth About Denial) kitabımda da anlattığım üzere, bu gayet insani eğilim maddi dünya, iktisat tarihi ve güncel olaylar ile alakalı gerçeklere yaklaşımımızı belirlemektedir.
Kolay Erişim
İNKAR HER ZAMAN CEHALETTEN TÜREMEZ
Bu olgunun disiplinlerarası çalışması bir şeyi çok net şekilde ortaya koydu: Çeşitli grupların iklim değişikliği gibi gerçekleri kabul edememesi ortak bilimsel görüşten bihaber olmaları ile alakalı değildir. Tartışmalı konulardaki bilimsel görüşün inkarına sebep olan yegane şey siyasi iknadır.
2015 yılında yapılan bir meta-çalışma, iklim değişikliği konusundaki kutuplaşmanın insanların politika, bilim ve/veya enerji politikalarına dair bilgi düzeylerini artırdığını gösterdi. Üniversite eğitimi almış muhafazakar bir bireyin iklim bilimini inkar etme ihtimali oldukça yüksek. Bilişsel kabiliyette ve sayısal muhakeme yetisinde yüksek skorlara sahip muhafazakarlar iklim değişikliği konusuna gelince güdülenmiş düşünceye daha açıklar.
İnkarcılık yalnızca muhafazakarların da problemi değil. Çalışmalar liberallerin de radyoaktif atıkların güvenli depolanması ya da gizli silah yasalarının etkileri üzerine varsayımsal bilirkişi kanısını kabul etmesinin daha az olası olduğunu gösterdi.
ALGILANMIŞ TEHDİT KATI BİLGİYİ REDDEDER
İnsanların rasyonalizasyon yeteneği yüzbinlerce yılın adaptasyonunun bir sonucudur. Atalarımız işbirliği ve iknanın önemli olduğu küçük gruplar halinde evrimleştiler. Bu özellikler en az üreme başarısı kadar dünyaya dair gerçek fikirler edinmek için de elzemdi. Bir kabile tarafından kabul edilmek o grubun bilimsel ya da batıl ideolojik inanç sistemine de entegre olmak demekti. Bireyin içgüdüsel “grup içi” temayülü ve grubun dünya görüşüne olan yatkınlığı psikolojisinin ayrılmaz bir parçasıdır.
Bireyin benlik algısı ait olduğu grubun statüsü ve inançları ile yakından ilişkilidir. Doğal olarak da bireyler ait oldukları grubun dünya görüşünü tehdit eden bilgiye karşı otomatik olarak defansif bir tavır takınır. Rasyonalizasyon ve kanıtları değerlendirmede seçici davranarak; yani doğrulama yanlılığı yaparak, beğendiğimiz bilirkişiye itibar edip geriye kalan her şeyi reddederiz.
İstenmeyen bilgi bizi farklı şekillerde de tehdit eder. John Jost gibi “sistem meşrulaştırma” teorisyenleri, algılanmış bir tehdidin katı düşünmeyi nasıl tetiklediğini göstermişlerdir. Bu duruma bir örnek ekonomik sorunlar ya da bir dış tehdit yaşayan toplumların genelde güvenlik ve stabilite vaad eden otoriter liderleri seçmeleridir.
İdeolojinin güçlü olduğu durumlarda kişinin ön yargıları gerçeklere dayanan inançlarını etkiler. Kişinin kendini kültürel mensubiyete ve/veya sosyal ya da ekonomik statükoya göre tanımladığı durumlarda inanç sistemini tehdit eden bir bilgi, kişinin kimliğini de tehdit eder. Buna bir örnek, endüstriyel üretimin doğa üzerindeki negatif etkisi üzerine bir bilgi olabilir. Dolayısıyla, güven duyulan politik liderler ya da onların yandaşı olan medya COVID-19 krizinin abartıldığını ileri sürüyorsa, aksi yöndeki bir bilimsel görüş bireyin kişiliğine yapılan bir saldırı gibi algılanabilir.
BİLİMİN İNKARI GERÇEKLER İLE İLGİLENMEZ
Tarihi gerçeklerin ve ortak bilimsel görüşlerin kanıtlara rağmen bilimin ekstrem şekilde reddi aslında yüklü şekilde güdülenmiş düşünme ile açıklanabilir.
Vergi kesintileri gerçekten ekonomik büyümeye sebep oluyor mu? Göçmenlerin çoğunlukta olduğu topluluklarda şiddet suçu daha fazla mı işleniyor? Rusya ABD’nin 2016 seçimlerine müdahale etti mi? Yandaş medya bu konulardaki uzman görüşlerini muhtemelen kendilerine uyar şekilde kanıt olarak sunmakta.
İnkarcı olgular çeşit çeşittir fakat hepsinin temeli çok basittir. İnsanın kavrama yeteneği bilinçaltı duygusal tepkilerle el eledir. Doğru şartlar sağlandığında, grup içi yanlılık, varoluşsal kaygı ile istikrar ve kontrole olan arzu gibi evrensel insan özellikleri birleşerek toksik bir sistem meşrulaştırıcı kimlik politikasını doğurur.
Bilimin inkarı gerçeklere kapalıdır çünkü zaten gerçekler ile ilgilenmez. Bilim inkarı kimliğin bir yansımasıdır ve seçkin mesajlara karşı daha net tavır sergiler. Bu durum özellikle de kişinin sosyal ve ekonomik statükosuna tehdit söz konusu olduğunda ortaya çıkar.
Anthony Fauci’nin COVID-19’a karşı tavırlarda politikanın, ya da Cumhuriyetçi hükümet görevlilerinin resmi açıklamalarının, partizan maske reddinin ya da Trump’ın yakın zamandaki Tulsa mitinginin verdiği mesajların etkisini bilmiyor olması beni şaşırtır. Bilimin mesajlarının etkili şekilde iletilmesi partizan mesajların toplumsal tutumlara olan büyük etkisi düşünüldüğünde çok önemlidir. Aşı, kaynakların tükenmesi, iklim ve COVID-19 konularının hepsi birer ölüm-kalım meselesidir. Bu konuları başarılı bir şekilde ele almak için bilimin bilim inkarı hakkında bize söylediklerine kulak tıkamamak gerekir.