Kategori arşivi: Makale & Analiz

Siberbülten siber güvenlik ile ilgili haberlerin bulunduğu bir site olmanın dışında, siber güvenliğin sosyal bilimler ile kesişme noktalarındaki konularla ilgilenen akademisyen, öğrenci ve araştırmacılar için bir yayın platformudur. Bu bölümde siberalan ve siber güvenliğin uluslararası hukuk, uluslararası ilişkiler, strateji, güvenlik ve siyaset bilimine ile ilişkisi ve yansımaları ile ilgili blog tarzı yazılar ve derin analizler bulabilirsiniz.

Derse girdiğinde klima bakıcısı sandılar, şimdi parola avcılığı yapıyor

Dünyanın en büyük şirketlerinin sistemlerini hacklemek için milyonlar ödediği, Gürcü göçmen bir ailenin İsrail’e gelen oğlu Reuven Aronashvili, gizli İsrail askeri biriminde edindiği bilgilerle saldırı amaçlı siber şirket CYE’yi kurdu.

Reuven Aronashvili, Tel Aviv Üniversitesi’nde Lineer Cebir dersi için sınıfa girdiğinde, öğretim görevlisi, haftalardır bozuk olan klimayı tamir etmeye gelen bakımcı olduğunu sanıp kendisine sinirlenmişti. “Belki de ona biraz farklı göründüm. İnsanlar bana saygısızca davrandığında mızmızlanmayıp kendim için doğru olanı yapmaya çalıştım. Sonraları o profesörü her gördüğümde ona klimanın durumunu sordum ve sınıfındaki en iyi notu aldım” diyor İsrail’e göçen iki Gürcü ebeveynin oğlu Reuven Aronashvili.

Daha 16 yaşındayken liseden mezun olamayan öğrencilere ders veren Aronashvili, ders verdiği çocukların kendilerinden hemen hemen daha genç olan birinin onlara ders vermesine şaşırdıklarını söylüyor. Bunları komik bulduğunu söyleyen Aronashvili kendi okulunda da 100 üzerinden 96 ortalamayla mezun oluyor.

Bir matematik öğrencisi, bir öğretmen, saygın bir teknoloji biriminde askeri görevli gibi görünse de bunların kendi ruhuna uymadığını yalnızca onun özgeçmişini oluşturan parçalar olduğunu söylüyor.

Hayali matematik öğretmenliğiydi; hackerların anneannesi oldu

GENÇLiĞiMDEN BERi YANIMDA OLAN TEK ŞEY BAŞARIYA AÇLIĞIM

“Sahip olduklarımla yetinmiyorum, başarıya yönelik bu açlığım gençliğimden beri beni terk etmeyen tek şey” diyen Aronashvili, annesinin hemşire olduğunu babasının da mobilya fabrikasında çalışan bir işçi olduğunun altını çiziyor.

Bu, bugün çocuklarımın yaşamadığı bir açlık türüdür. Beş buçuk yaşındaki kızım ne zaman telefon ve tablet alacağını bilmek istediğinde, bunun farklı bir çocukluk olduğunu anlarsınız. Bunu sevmiyorum, çocuklarımın bu şekilde büyüdüğünü görmek beni biraz üzüyor. Onlar için hiçbir şey eksik değil ve hayatları rahat. Asıl kaygım, çocuklarımın dürtüleri eksik olduğunda, bunun onları nereye götüreceğidir. Bir şeyi yapmak için açlık dürtüsü olması gerekiyor. Yiyecek için fiziksel açlıktan bahsetmiyorum, yani başarı için açlıktan bahsediyorum” diyen Aronashvili, ailesinin çok çalıştığını bu yüzden de kendi çocuklarını bu kadar çalışmak zorunda bırakmayacağını da ekliyor.

HAYALLERİM DAHA FAZLASIYDI

Üst düzey bir öğrenci olan Aronashvili, imtiyazsız öğrencilerin faydalandığı bir programda asker-öğrenci olarak Tel Aviv Üniversitesi’nde lisans eğitimine başlamak için Acre’den ayrıldı. Üniversitenin gözlerini açtığını söyleyen Aronashvili “O zamana kadar hayalim Rafael Gelişmiş Savunma Sistemleri şirketinde çalışmaktı. Çünkü Acre’de yaşayan insanlar için en iyi iş buydu. Orada çalışanlar, villalarda yaşarlardı ve orada işe girdiğinizde hayatta bir şey başarmış olurdunuz” diyor.

Daha sonra öğretmenlerinin kendi şirketleri olduğunu duyunca hayallerinin ve isteklerinin bundan daha yüksek bir şey olduğunu anladığını söylüyor.

Liselerde siber güvenlik eğitimi mümkün mü? Türkiye ve İsrail örnekleri

ASKERi ELiT BiRiM MATZOV

Üniversitesini bitirdikten sonra Aronashvili, gizli askeri elit birim Matzov tarafından işe alındı.

Matzov hakkında konuşmadan önce önemini anlatmak gerekiyor. Dünyada kişi başına start-up’ın en yüksek olduğu ülke olan İsrail’de Birim 81 ve Birim 8200, sinyal istihbaratı, kod ve şifre kırma, orduya teknik donanım sağlama gibi görevlerden sorumlu birimler olarak ön plana çıkıyor. İlginin çoğu bu birimlerde olsa da Matzov gibi daha birçok birim de bu alanda faaliyetini yürütüyor. Matzov ise şifreleme anlamında ön saflarda yer almasına rağmen çok daha az üne sahip.

Matzov, kendini şifreleme ve bilgi sistemleri güvenlik teknolojileri geliştirmeye adayan birimlerden biri. Hatta İsrail’in şifreleme ve siber güvenlik konusunda en yüksek otoritesi olarak ön planda. Halihazırda hizmetlerini de ülkenin tüm güvenlik kuruluşlarına sunuyor.

2005 yılında Aronashvili, Matzov’un güvenlik açıklarını tespit etmek ve ele almak için İsrail ordusunun bilgisayar sistemlerine saldırmakla görevli kırmızı ekibini kurmakla görevlendirildi.

O zamanki komutanların saldırıya uğrama fikrinden heyecan duymadıklarını anlatan Aronashvili, ekibinin o dönem Genelkurmay Başkanı olan Dan Halutz’un dikkatini çekmeden önce Bilgisayar Hizmetleri Müdürlüğü içindeki hedeflere saldırarak yola çıktı. Sonradan Halutz, ekibin yeni hedeflere saldırmasına izin verdi. “Bir start-up gibiydi ve kendimizi pazarlamak zorunda kaldık” diyor Aronashvili.

Aronashvili, sistemlerin boşluklarını tespit etmek için hassas askeri sistemlere saldırdıklarını ve bir organizasyon ve aynı zamanda bir devlet birimi olarak saldırı ve savunma yeteneklerinin arasındaki boşluklar hakkında çok fazla şey öğrendiklerinin altını çiziyor.

İsrail siber askerlerine Pokemon temalı eğitim

CYE HEM SALDIRIYOR HEM SAVUNUYOR

7 yıllık askeri hizmeti sırasında Aronashvili, Bilgisayar Bilimleri alanında yüksek lisansını da tamamlıyor. 2012 yılında terhis olunca iş sektörüne geri dönüyor. İki yıl sonra Aronashvili, orduda biriktirdiği bilgileri kullanarak CYE’yi kuruyor. CYE, saldırı lisansına sahip olan ve bunu şirketlerin açık rızasıyla yapan birkaç şirketten biri olarak faaliyetlerini yürütüyor.

Bir bakıma aile işletmesi olan CYE’de Aronashvili, şirketin insan kaynakları başkan yardımcısı olan lise aşkı Reut Diei ile evlendi ve üç çocuğu var. Ağabeyi Haim ise baş satın alma görevlisi olarak çalışıyor. Şu anda Bilgisayar Bilimi okuyan küçük kız kardeşi Sivan da şirkete katılmayı planlıyor.

Aronashvili kendi şirketini, “sonuna kadar giden” gerçek bir hacker gibi tanımlıyor. Müşterilerine “Bir üretim hattının tamamen kapatılmasının neye benzediğini size göstermek 150 milyon dolara mal olabilir bu yüzden size nasıl yapılacağını göstereceğiz” diyerek işe başlayan şirket, müşterilerinin sistemlerini kapatan arayüze kadar girip orada duruyor. Son durak olarak da müşterilerinin fikri mülkiyetini veya başka türlü gizli bilgilerini çalabileceklerini, ticari faaliyetlerini sonlandırabileceklerini veya banka hesaplarını ele geçirebileceklerini gösterdiklerini söylüyor Aronashvili.

Riskler son derece yüksek olduğunda, örneğin bir saldırının hayatlara mal olabileceği havaalanları, trenler ve altyapı söz konusu olduğunda, şirketin daha geleneksel bir yaklaşım izlediğini söyleyen Aronashvili “Bizim yol gösterici ilkemiz, kimin hangi araçlarla saldırabileceğini ve saldırı yoluyla ne kazanabileceklerini bulmak” diyor. Böylelikle herhangi bir şirketin acil olarak neyi ele alması gerektiğini bilmesi için risk düzeylerini derecelendirdiklerini ifade ediyor.

Aronashvili, birisinin kendi sisteminizi isteyerek hacklemesine izin verme fikrinin riskli olarak göründüğünü ancak müşterilerin CYE aracılığıyla gerçeklerle yüzleşmeyi tercih ettiklerini çünkü bu fikrin gerçeklerden daha az tehdit oluşturduğunu söylüyor. Aynı yöntemleri kullanan gerçek bir saldırının bir felakete yol açabileceğinin de altını çiziyor.

YALAN MAKiNESi VE DOĞRULUK TESTi iŞE ALIMIN GEREKLiLiKLERiNDEN

Bu yöntemler hem Aronashvili hem de müşterilerinin son derece hassas bilgilere maruz kaldıkları için her bir CYE çalışanına tamamen güvenebilmelerini gerektiriyor. Gri diye bir şeyin olamayacağını bir insanın ya iyi ya da kötü olduğunu düşünen Aronashvili “Yalan makinesi ve doğruluk testleri işe alma gereksinimlerimiz arasında yer alıyor ve kirli bir işe karışmış olan hiç kimse bizimle çalışamıyor” diyor.

Aronashvili “Çalışanlarım için endişelenmiyorum, onları bir bankanın önüne koysam ve kimsenin farkına varmadan 100 milyon doları nasıl çalacaklarını göstersem bile” diyor. “Ancak sabıka kaydı olan birini eğitmek, almak istemediğim bir risk” diye de ekliyor.

GECELERİ MIŞIL MIŞIL UYUYABİLEN TEK BİR SEKTÖR YOK

Aronashvili, CYE’nin müşterileri arasında finans kurumlarının yanı sıra altyapı şirketleri, üreticiler ve çoğu İsrailli olmayan teknoloji şirketleri bulunuyor. Sıkı düzenleme nedeniyle finans sektörünün nispeten korunduğunu, sigorta ve MedTech şirketlerinin ise çok savunmasız olduğunu söylüyor. “Bugünlerde geceleri mışıl mışıl uyuyabilen tek bir sektör olduğunu sanmıyorum” diyor.

Merkezi İsrail’de Herzliya’da bulunan ve Almanya, İngiltere, İsviçre ve ABD’de ofisleri bulunan CYE’de 70 kişi çalışıyor. İlk günden beri kar elde ettiklerini söyleyen Aronashvili, yatırımcılarının paradan çok bağlantılara ihtiyaçlarının olduğunu bildiğini ekliyor.

Bilgisayar korsanlarından uykuları kaçırtacak 5 saldırı

10 DAKiKA iÇiNDE BiR KURUMUN ŞiFRELERiNiN YÜZDE 50’SiNDEN FAZLASINI KIRABiLiYORUZ

Kurumsal sistemleri hackleyen bir şirket olarak, kurumların savunma sistemlerini nasıl bulduğu sorulan Aronashvili “İnanılmaz savunma araçları görüyoruz yani bir mahsulün kremasını. Ancak sonra kuruluştaki çalışanların %80’inin 30 saniyeden kısa sürede kırılabilen şifreleri olduğunu fark ediyoruz. Tek bir kullanıcıyı alıp her olası şifreyi denemiyoruz, bunun yerine tüm kullanıcıları alıp her birinde iki veya üç olası şifre deniyoruz. Böylece kilitlenmiyoruz veya sistemi şüpheli etkinlik konusunda alarma geçirmemiş oluyoruz. Saldırıdan sonraki 10 dakika içinde ise bu yöntemi kullanarak bir kuruluşun şifrelerinin %50sinden fazlasını kırabiliriz” diyor.

Aronashvili, koronavirüs salgını nedeniyle evden çalışmaya geçilmesiyle siber saldırganların kendilerini cennette gibi hissettiklerini, insanların genellikle cep telefon numaralarını modem şifresi olarak koydukları evlerine saldırmanın daha kolay olduğunu ancak yine de bir kuruluşu hedeflemek isterlerse çalışanların bir listesini bulup onları evlerinde yine hackleyebileceklerini” söylüyor.

“Pek çok kuruluş kendisini en aptalca viral saldırılardan bile koruyamıyor. Bu nedenle önemli olan saldırıya uğramayı önleyip önleyemeyeceğimiz değil, ne zaman saldırıya uğrayacağımız ve zararın minimum düzeyde olmasını sağlamak için ne gibi önlemler alabiliriz düşüncesi olmalı” diyor Aronashvili.

STUXNET VE WannaCry EN CiDDi SALDIRILARDANDI

İsrail’in ortalığı kasıp kavuran siber saldırganları beslediği iddiasını cevaplayan Aronashvili, bunun doğru olduğunu İsrail’de çok ciddi zararlar verebilecek pek çok yetenek olduğunun altını çiziyor.

“Stuxnet’i (2011’de İran nükleer sistemine saldıran İsrail ve ABD tarafından geliştirildiği iddia edilen kötü niyetli bir bilgisayar solucanı) ele alalım, şimdiye kadarki en şiddetli siber saldırılardan biriydi diyor. “En ciddi siber saldırılardan biri olan WannaCry (2017’de gerçekleşen binlerce bilgisayara yapılan fidye yazılımı saldırısı) ABD Ulusal Güvenlik Ajansı’ndan (NSA) sızdırılan bir araca dayanıyordu. Bunun mali etkisini bir düşünün, bazı saldırıların insanları fiziksel olarak öldürebileceğinden bahsetmeyin” diyerek bu saldırılarla verilebilecek zararları anlatmaya çalışıyor.

Stuxnet’in perde arkası: Hedef alınan İranlı şirketler -2

BÜYÜK KURULUŞLARIN KENDiLERiNi SAVUNMASI DAHA ZOR

Kurumlara saldıranları mı yoksa güvenlik açıklarını mı buldukları sorusuna bir örnekle cevap veren Aronashvili “Bir zamanlar yüzbinlerce çalışanla dünyanın en büyük elektrik şirketlerinden biriyle çalıştıklarını ve sistem üzerine tam kontrole ulaştıklarına sistem sunucularında çok sayıda porno sitesi bulduklarını söylüyor. Şirketi kim hacklediyse kuruma kötü niyetli bir saldırı ile zarar vermemiş, sadece sunucularını ücretsiz bir barınma hizmeti olarak kullanmış” diyor. Kuruluşların ne kadar büyük olduğu ve onlara saldırmanın ne kadar kolay olduğu arasında doğrudan bir ilişki olduğunu ve büyük kuruluşların kendilerini savunmakta daha çok zorlandığını dile getiriyor.

Aronashvili, ülke saldırılarına karşı korunmanın ise çok daha zor olduğunu vurguluyor.

Aronashvili’nin bir saldırıyı önlemenin gizli tarifi ise bir saldırganın kazanmayı umduğuna kıyasla zahmete değmeyecek kadar pahalı olmasını sağlamak.

Siber Bülten abone listesine kaydolmak için formu doldurunuz

 

Tayvan’ın pandemiyi hackleyen Dijital Bakanı: Audrey Tang

2020 yılının Şubat ayının başlarında, Tayvan’da maske tedarik problemi yaşanıyordu. Yazılım mühendisi olan Howard Wu sosyal medya hesabındaki mesajlarda Covid-19 sebebiyle stres seviyesindeki artışı gözlemledi. Tayvan’ın en popüler mesaj uygulaması olan LINE’da insanlar hangi yerel mağazalarda maske stokunun olup olmadığını bildiren anlık mesajlar alıyordu. Yalnız başlayan bir günün ortasında Wu’nun aklına parlak bir fikir gedi. Mesajlaşma uygulamasından gelen kaynağı belirsiz mesajları koordine etmek için Google Haritalar’ı kullanarak içerisinde maske stoku bulunan marketleri ‘’yeşil’’ stoku biten mağazaları ‘’kırmızı’’ olarak gösteren internet sitesi hazırladı.

O zamanlar Dünya Sağlık Örgütü’nün (DSÖ) küresel bir pandemi kararını vermesine daha 1 ay kadar zaman vardı. Ancak Aralık ayı sonlarına doğru Wuhan’daki vakalara dair bilgiler sosyal medya üzerinden yayılmaya başlamıştı. Tayvan ise Covid-19’a karşı dünyanın en başarılı seferberliklerinden birini organize etmek için tüm kurumlarıyla çalışıyordu. Şubat ayında Wuhan’da her gün düzinelerce ölüm bildirilirken Tayvan yüksek alarma geçmişti ve Wu’nun maske haritası popülerleşmeye başlamıştı.

GOOGLE’DAN GELEN SÜRPRİZ FATURA

Fakat ortada bir aldatmaca vardı. Bir geliştirici Google Haritalar’ı bir web uygulamasına entegre ettiğinde, haritanın kullanıcılar tarafından erişildiği her 1000. sefer için Google birkaç dolar ücret kesiyordu. Site yayına açıldıktan sonraki ilk günün öğlesinde, Wu 2000 dolarlık bir fatura aldı. Ertesi gün toplam miktar 26.000 dolara fırlamıştı. Wu, sivil teknoloji sektörüyle popüler olmuş halka açık olan ve hackerların iş birliği yaptığı HackMd’ye gönderdiği bir belgede şöyle diyordu: “Bu şekilde devam etmek kabul edilebilir değil.”

TAYVAN’IN DİJİTAL BAKANI AUDREY TANG WU’DAN ESİNLENDİ

Tayvan’ın dijital bakanı Audrey Tbag, Tang Wu’nun haritasına atlayan binlerce insandan biriydi. Gülerek “Faturalarına katkıda bulundum sonra da işe gittim” diyor.

Tang, açık veriye, açık yönetime ve sivil toplum-hükümet iş birliğine inanan teknoloji  insanı. Wu’nun maske uygulaması Tang’a düşüncelerini uygulaması konusunda bir yol sundu. Maske haritasının viral olmasının ertesi günü Tang, ülkenin maske sistemini iyileştirmenin yollarını aramak için Tayvan başbakanıyla bir araya geldi. Tang’ın önerisi, Tayvan’ın Ulusal Sağlık Sigortası’na  (NHI) bağlı eczanelerin stoklarını hükümetin düzenlemesiydi. Böylece gerçek zamanlı olarak NHI’ın veri tabanında hangi eczanelerde stok olup olmadığına hızlı bir biçimde erişilebilecekti. Tayvan vatandaşlarının daha doğru ve kapsamlı verilere kolayca ulaşabilmesi için NHI’ın tüm verilerini halka açmasını önerdi.

Öneri kabul edilmişti. Daha sonra Tang, yeni izleme sisteminin haberini Tayvan’ın sivil teknoloji korsanlarının uğrak bir kanalına gönderdi. Onları verileri almaya ve istedikleri gibi geliştirmeye davet etti. Böylece Tang için bu portal, sistemin gittikçe yayılmasına ve geliştirilmesine olanak sağlamış olacak ve herkesin katılımını sağlayacaktı.

TAYVAN VE TANG TEKNOLOJİNİN KULLANIMI KONUSUNDA FARKLI BİR NOKTADA

Tayvan ve Audrey Tang, internet ve dijital teknolojinin yükselişiyle oluşan ABD ve Çin’deki gibi teknolojik olarak gözetlemeci ve sansürcü uygulamalarının tam tersi olarak daha açık, hesap verilebilir, dijital araçların daha efektif ve insanların yeteneklerini sergilemeleri için bir alan olarak görmesiyle tüm dünyada farklı bir yere sahip.

Gelecek Enstitüsü’nden Nick Monaco “Tang açıkçası ilham veriyor. Tayvan bu araçların insanlığa hizmet etmek için kullanılabileceğini herkese gösterdi” diyor.

O halde karşımıza şu soru çıkıyor ; Tayvan’ın modeli başka ülkelerde de başarılı olabilir mi yoksa bu başarıyı sağlamak Tayvan’ın kendi kültürüne mi özgü?

HARİKA ÇOCUK AUDREY TANG

Tang 1981’de doğuştan kalp kusuru ile doğdu ve doktorlar öfkesini ve duygularını kontrol altında tutmanın zorunlu olduğunu söylüyordu. En eski anılarından biri, kalp atışını sabit tutmak için tasarlanmış Taoist meditasyon ve nefes alma tekniklerini uygulamak olduğunu söylüyor. İlkokula başlayan Tang, Tayvan’daki devlet okulunun yaşam, sağlık sorunları ile mücadele eden utangaç bir çocuk için gelişime uygun olmadığını söylüyor. Tang düzenli olarak zorbalığa uğradığını ve alay edildiğini ekliyor. Tayvan basını tarafından düzenli olarak 180 IQ ile harika bir çocuk olarak adlandırılan Tang, 8 yaşında bilgisayar programlamaya adım atıyor, 12 yaşına geldiğinde ise bir programlama dili olan Perl’de kod yazmaya başlıyor. 15 yaşına geldiğinde ise 10 Perl korsanından oluşan bir ekibin önderi olarak kendi işletmesini kuruyor. Perl Vakfı’nın eski müdürü Allison Randal, Tang için “İnsanların daha iyi işler yapmasına, birbirlerini destekleyen, sağlıklı topluluklar inşa etmek için daha iyi olmaya çabalamasıyla herkese ilham verdiğini” söylüyor.

2005 yılında cinsiyet değiştirmenin ona “kırılganlık” verdiğini ancak toplum baskısına uğramadığını anlatıyor. Tayvan basını da trans kimliğinden dolayı Tang ile gurur duyan haberler yapıyor. Bu arada bir not olarak eklemek de fayda var: Tayvan (Asya ülkelerinde bir ilk olarak) 2019 yılında aynı cinsiyetten evlilikleri yasallaştırdı.

YENİ BİR DİJİTAL ÇAĞIN İLK ADIMLARI

Tang, 2014 yılında sivil katılım üzerine odaklanmaya başlıyor. Ayçiçeği İşgali’nde protestoculara teknik destek sağlıyor. 2016 yılında Demokratik İlerici Parti hükümetinin seçilmesinden önce Kuomintang veya KMT olarak da bilinen Milliyetçi Parti’nin dijital bakanı Jaclyn Tsai, Tang’dan Uber’in nasıl düzenlenebileceğiyle alakalı yardım istiyor. Bu durum Tang için açık kaynaklı yazılım araçlarıyla sivil toplumun “kolektif istihbaratı” dediği şeye oturan vTaiwan’ın yaratılmasına yol açıyor.

2016 yılında Demokratik İlerici Parti yönetimi Tang’ı hükümetin dijital bakanı olarak atıyor. Bu olay en genç kabine üyesi olarak internet üzerinden gelişen Tayvanlı bir neslin hükümet arenasında somutlaşması olarak görülüyor. Tang’ın özgür ve açık kaynak kodlu yazılım hareketlerini toplumun ilerici bir şekilde yeniden örgütlenmesi fikrini oturtması için bir fırsat oluyor. Tang yeni bir dijital çağ başlatma konusunda bir adım daha atıyor.

Tayvan’ın Covid-19’un olağanüstü başarılı bir şekilde yönetmesinin ardından Tayvan’ın uluslararası profili yükseliyor.

Akıllara ise şu soru düşüyor: Tayvan’ın sırrı neydi ve başarısını nasıl çoğaltabiliriz?

Audrey Tang’ın yaklaşımına yakından bakıldığında ortaya net temalar çıkıyor. Açıklığı ve şeffaflığı teşvik etmek hem karşılıklı güveni hem de hükümet ile halk arasında uyumlu bir sürecin işlemesini sağlıyor.

Böylece sorulması gereken soru güveni tesis etmek için dijital araçların nasıl kullanılacağı oluyor.

Tang, Tayvan’da işleyen karşılıklı güvenin Ayçiçeği İşgali ruhuyla alakalı olduğunu ve Ayçiçeği İşgali hükümet ile hark arasındaki güveni yeniden tesis ettiğini düşünüyor. Tang’a göre Ayçiçeği İşgali hükümet ile halk arasında yeni bir ilişki başlatıyor.

AYÇİÇEĞİ İŞGALİ

Ayçiçeği İşgali, Çin’le uzun süredir devam eden gerilimlerle beraber kimliğini oturtamayan Tayvan’da, hükümetin Çin’le yürürlüğe koymak istediği 21 ticaret anlaşmasıyla ortaya çıkıyor. Çin’in Tayvan üzerinde daha fazla tahakkümü anlamına gelen bu anlaşmalar insanları tedirgin ediyor. Ülkede basın ve ifade özgürlüğü gittikçe kısıtlanıyor. Hükümet muhalif sesleri bastırıyor. Gençlerin gelecekleriyle ilgili ciddi endişeye düşmesiyle, 2014’ün Mart ayında gençler, Tayvan meclisini şeffaflık, özgürlük ve demokrasi talepleriyle işgal ediyor.

“Parlamento işgalinden sonra kimse ölmedi. Buna katılan herkes bir şeyleri değiştirmeye kaba da olsa çoğu konuda fikir birliği üretmeye daha istekli olduğunu gördü. Bunu fark ettik ve daha sonra yönetimi yeni siyasi yetkilerle, yeni toplumsal normlarla ve insanların beklentilerine uyacak şekilde yeniden inşa ettik. Bir anlamda, işgalin ortaya çıkardığı enerjinin bir ürünüyüz” diyor Tang.

TOPLUMDA KOLEKTİF BİLİNÇ OTURUYOR

Tang maske uygulamasının, Tayvan’da gelişen kolektif bilinçle hareket eden bir proje olduğunu düşünüyor. Hükümet, insanların NHI verilerine erişmeyi kötüye kullanmayacağına güveniyor ve bu insanlar bu güveni Howard Wu’nun ilk denemesinin çok ötesine geçen daha kapsayıcı özellikler eklemek (örneğin sağırlar için ses yardımı özelliği) gibi şeyler yaparak hükümetle iş birliği içine giriyor. “Bu tür katılımcı mekanizma bir kural haline gelirse, o zaman toplumsal yaşamda bir değişiklik göreceksiniz ve insanları bir şeyleri kendi yararına kullanmaktansa diğerleriyle nasıl iş birliği yapacaklarını düşünmeye başlarlar” diye ekliyor Tayvanlı bakan.

Bugün ABD gibi kutuplaşmış bir toplumda böyle bir toplum biçiminin olup olmadığını sorgulayabiliriz. Ama bir şey çok net ortada; sivil teknoloji uygulamalarının işe yaraması için “katılmaya istekli ve iş birliğini yaşamının bir parçası haline getiren” vatandaş kitlesine ihtiyacınız var.

MEI-CHUN LEE

UC Davis’te bir antropoloji öğrencisi olan Mei-Chun Lee, Tayvan’ın hacker toplulukları üzerine tezini yazmakta. Ayrıca Tayvan’ın sivil teknoloji sektöründe örgütlü bir yapıya sahip olan “g0v” topluluğunun emektarlarından biri.

Tayvan’da internetin gelişimiyle birlikte sosyal meselelere değinmek isteyenlerin açık kaynak programcıları topluluğu olduğunu söylüyor. Topluluğun öne çıkan özelliklerinden birini “Tayvan’daki sivil bilgisayar korsanları ellerini kirletmeye isteklidir böylelikle Tayvan’da hem hükümetle iş birliği yapmak hem de hükümete direnmek çok harika oluyor” diye anlatıyor.

AÇIK KAYNAK KULLANIMI YAYGINLAŞIYOR

g0v topluluğu, Tayvan’daki açık kaynak kullanmanın, demokrasinin ve internetin kesiştiği en parlak nokta olarak duruyor. Tayvan hükümetinin şeffaflığından memnun olmadıkları için 2012 yılında bir grup programcı tarafından kurulan g0v, kendisini “kamu yararına teknolojiyi kullanmayı amaçlayan ve sivil bilgileri koordine etmek için kolay erişim sağlamayı amaçlayan topluluk” olarak tanımlıyor.

Ayçiçeği İşgali’ni takip eden yıllarda g0v üyeleri kendilerini hükümet süreçlerini halka daha şeffaf bir şekilde anlatmaya adıyorlar. Örneğin Budget.g0v.tw, Tayvan hükümetinin resmi bütçe bakanlığı internet sitesinin bağımsız bir sürümüdür.

g0v’den çıkarılan sivil teknoloji aktivizminin bir başka örneği de gönüllü denetmenleri birliği olan Co-Facts oluyor. Tayvan’ı bağımsız bir ulus olarak kabul etmeyen Çin’le on yıllardır süren gerilim nedeniyle, dünyanın geri kalan hükümetlerinden daha fazla dezenformasyona maruz kalan Tayvan’da Co-Facts dezenformasyonuna karşı mücadele veriyor.

KALABALIKLARI BİRBİRİNE BAĞLAYAN ARAÇLAR vTaiwan, Pol.is ve Join

vTaiwan ise Audrey Tang’ın “katılım alanı” oluşturmadaki ilk ayağı oluyor. vTaiwan bugüne kadar birçok düzenlemede hükümet için konuşlandırılmış. Tamamen devlet tarafından yönetilen ve aynı zamanda Tang tarafından denetlenen Join adında benzer bir girişim ise 23 milyonluk bir ülkede 10,5 milyon ziyaretçi kaydetmiş.

Join ve vTaiwan, tartışmalı konular üzerinde fikri birliği geliştirmek için en iyi mekanizma olarak tanımlanan açık kaynaklı bir yazılım programı olan Pol.is üzerine kurulmuş. Kuruculardan Colin Megill “Pol.is, kalabalıkları birbirine bağlayan bir araç” diyor. Megill, bölünmeden ziyade uzlaşma alanlarını bulmak için “yeni yöntemlerin” uygulanabileceğine inanlardan biri ve Pol.is’in “gündem belirleme gücünü halka geri verdiğini” söylüyor.

Pol.is, geleneksel internet ortamında beslenen kutuplaşmaya karşı bir panzehir olarak düşünülüyor. Tang’ın Pol.is’te en sevdiği özellik ise Pol.is’te cevap düğmesinin olmaması. Yapabileceğiniz tek şey belirli bir konuyla ilgili bir beyanı kabul etmek veya katılmamak. Örneğin, Tayvan’da referanduma gidilmeli mi gidilmemeli mi?

Cevap butonlarının, yanıltma haber yayarak toplumsal tahribat yaratmaya yönelik çaba sarf eden trollere bir davetiye olduğunu söyleyen Tang, katılım yalnızca onay ve onaylamama ile kısıtlanırsa trollerin ilgilerinin kaybolacağını ekliyor. Tang Pol.is’in başarısının “kaba görüş birliği” yaratmasıyla alakalı olduğunu söylüyor.

 KABA FİKİR BİRLİĞİNİN ÖNEMİ

Tang “kaba fikir birliğinin o kadar da güçlü olmadığını, programcıların bir kod yazıp daha sonra tartışmayı bırakabileceği bir şey” olduğunu düşünüyor. Ancak bu tür kaba fikir birliği Tayvan normlarının şekillendirilmesinde anahtar olduğu, insanların toplumsal olarak birlikte yaşaması için ortak konularda anlaşmasını sağladığı için önemli olduğuna inanıyor. Herkesin her zaman aynı tarafta olmasına gerek olmadığını da ekliyor.

Gelecek Enstitüsü’nden Nick Monaco “Vatandaşların önderliğinde sivil toplumun, demokratikleşmeye teknolojiyle entegre olması açısından Tayvan’ı en canlı sivil teknoloji sektörü” olarak tanımlıyor.

Peki bu tam olarak nasıl oldu?

TAYVAN’DA DEMOKRASİ İNTERNET İLE BİRLİKTE GELDİ

1987’de Tayvan’da sıkıyönetimin sona ermesi, dünyanın en büyük bilişim merkezi IBM’nin kişisel bilgisayarlar konusunda hızla yayılması Tayvan’ın bilgisayar konusunda gittikçe gelişmesiyle kabaca aynı döneme denk geliyor.

Benzer şekilde, serbestçe tartışılan ilk cumhurbaşkanlığı seçimi, 1996’da (aynı yıl Tang ortaokuldan ayrıldı), internetin ana akım bir fenomen olarak ortaya çıkmasına denk geliyor. Tayvan’da kamu yararına çalışan çok fazla sivil bilgisayar korsanının olmasını Tang “Tayvan’da demokrasi ve internetin birlikte gelişmesiyle alakalı’’ diyerek açıklıyor. “Bizim için internetten önce demokrasi yoktu, Demokrasi internet ile birlikte geldi.”

“Demokrasinin kendisi bir teknolojidir” diyen Tang, 1991’den 2005’e kadar anayasanın yedi değişiklik geçirdiğini ve bunun kendilerine “anayasanın bile bir sosyal teknoloji olduğunu” gösterdiğini söyleyen Tang böylelikle aynı bilgisayar kodları gibi anayasayı da farklı şekillerde yeniden yazabiliriz düşüncesini ön plana çıkardığını söylüyor.

ASIL İTİCİ GÜÇ ÇİN KORKUSU

Chiang Kai-shek liderliğindeki Milliyetçi KMT hükümetinin Çin İç Savaşı’nı komünistlere kaybetmesinden bu yana Çin ve Tayvan arasındaki gerginlikler devam etti. On yıllar boyunca hem Tayvan’ın KMT’si hem de Çin’in ÇKP’si kendilerini her iki devletin yasal yöneticisi olarak görüyordu.

Tayvan siyasetini inceleyen Stanford’dan Kharis Templeman’a göre, Tayvan’ın kendini görme biçiminde önemli bir değişiklik, son on yıllarda gelişti. “1996’dan beri herkes, Tayvan merkezli bir eğitim müfredatı altında eğitim gördü, Çin’in bir parçası olmayan yeni bir eğitim” diyor. “Çin’den kaynaklanan tehdide karşı hayatlarını savaşmak, mücadele etmek için harcaması gereken bir şey olarak gören birçok genç var’’ diyerek ekliyor.

Asıl itici gücün, Mei Chun Lee’nin Tayvan’ın ‘en hırslı komşusu’ dediği Çin korkusu olduğu fikri ön plana çıkıyor. Audrey Tang ve Mei-chun Lee’nin nesli için Çin’in Tayvan’ın fiili bağımsızlığına karşı gittikçe artan düşmanlığı hem net bir eyleme hem de teknolojinin nasıl kullanılmaması gerektiğine dair sürekli bir hatırlatma olduğunda hemfikir. Tang “Siyasi tartışmalarımızın çoğu Çin’in olmamasına bağl” diyor.

TANG’A YÖNELİK ELEŞTİRİLER

Tang’ın dijital bakan olarak atanması hükümetin Ayçiçeği İşgalcileriyle olan uyumunun bir sembolü olarak görülüyor. Yönetimde önemli bir yüz olarak görünen Tang için Templeman “Eğer yönetim sivil toplumla etkileşime girmeye hazır olmasaydı Tang bu pozisyonda olmazdı” diyor. Tang bir lider gibi davranmayı reddettikçe zaman zaman g0v üyelerini hayal kırıklığına uğratıyor. Tang’ın insanları ortak noktalarda buluşturma fikrini hoş bir şey olarak görse de insanların Tang’dan emir vermesini istediklerini söyleyen Lee hükümetin bazı işlerini gerçek anlamda kamuya açmadığını ve Tang’ın bu konuda harekete geçmesini istese de Tang’ı hükümet içerisindeki şeffaflığın önemli bir değeri olarak görüyor.

Tang’ın sivil toplumla kurduğu bağın çok doğru olduğunu söyleyen Waligora tek taraflı emir vermek bu bağlamda insanlara hitap etmeyeceğini düşünüyor.

İNSANLARA KATILABİLECEKLERİ ALANLAR YARATMAYA BAŞLAYIN

Tayvan’daki insan yararına kullanılan teknolojinin başka ülkelerde uygulanılabilir olup olmadığı konusunda Tang, insanlara şu cümlelerle tavsiye veriyor; “Benim öncelikli önerim, her işe küçük küçük başlamak ve kimseye bir şey tembihlememek. Uzun konuşmalar yapmayın ve insanlara katılabilecekleri alanlar yaratmaya başlayın.”

Siber Bülten abone listesine kaydolmak için formu doldurunuz

 

Coronavirüs günlerinde sosyal alandan siber alana İtalya’nın kâbusu devam ediyor

Coronavirüs (COVID-19) salgını; ekonomik, sosyal ve politik sistemlere verilen zararlara ek olarak elbette sağlık alanında da büyük bir deprem etkisi yarattı. Bahsedilen tüm sistemleri birbirine bağlayan siber alan da nasibini aldı virüsten. Çünkü bu tehdit nedeniyle, büyük ölçekte tüm çalışanlar evlerine kapandı ve eğitim uzaktan yapılmaya çalışıldı. Sağlık sistemine daha çok yük bindi, insanlar evlerinden çalışmaya alışmakta ve tüm bu aktörler arasında uzaktan iletişim ve dijital araçlara güven tartışmaların odağı haline geldi. Siber saldırılara ve açıklara davetiye hazırlayan bu gelişmelerle ilgili daha önce bir olay incelemesi yapmıştım. Benzer şekilde siber alandaki bu olaylar aktifleşmeye devam ederken verilerin gizliliği, bütünlüğü ve kullanılabilirliği tehlikeye girmiş vaziyette.

Virüsün derinden etkilediği ülkelerin başında kuşkusuz İtalya da yer alıyor. Günlük hayatta karşılaştığımız birçok sorun çoğu zaman başka faktörlerle de ilişkili. Virüsün devirmeye çalıştığı İtalya’da kriz siber alana da sıçradı doğal olarak. Cynet de, coronavirüsün bilgi güvenliği üzerinde önemli bir etkisinin olduğunu ortaya koyma adına İtalya’daki gelişmeleri mercek altına aldı. Cynet bu konuyla ilgili doyurucu bazı istatistikleri ortaya koyuyor. Görünen o ki saldırganlar bu krizleri aktif olarak kullanmakta. Benzer istatistiklerde de iki ana eğilim dikkat çekicidir. Bunlar kötü amaçlı e-posta saldırıları ve kullanıcıların kimlik bilgilerine yapılan saldırılar olarak karşımıza çıkıyor.

Virüsün etkisinin artmasının ardından İtalya’da ve benzer durumdaki birçok ülkede çalışanlara operasyonlara evlerinden devam etmesi talimatı verilmiştir. Çalışanlar resmi kanallar olması itibariyle e-posta iletişimine ağırlık vermektedir. Cynet ilgili çalışmada, e-postaların %21’inin kötü amaçlı web sitelerine veya makrolara yönlendirme gibi gelişmiş özellikte ekler içerdiğini ortaya koymuştur. İstatistiklere göre İtalya’daki durum diğer birçok ülkeden daha kötü durumda. Çalışanların kontrolsüz bir şekilde yoğunluğu eve taşıması, siber güvenliğe ilişkin denetimlerinin yapılamayışı, genel anlamda belirsizlik saldırganların sosyal mühendislik, kimlik avı ve zararlı e-postaları kullanması için ideal koşulu oluşturmaktadır.

Aşağıdaki grafikte de bir örnek olması açısından Cynet’in raporuna yansıyan Phishing (Oltalama) saldırılarına ilişkin değişim verilmiştir. Sırasıyla İsrail, Japonya, Benelux ülkeleri, Fransa, Almanya, İtalya, Birleşik Krallık ve ABD’ye ilişkin verilerdeki değişim ilk sütunda 2019’daki aylık ortalamaları, ikinci sütunda ise 15 Şubat-15 Mart 2020 arasındaki değişimi göstermektedir. Görüldüğü üzere İtalya’daki saldırılar neredeyse 3 kat artmıştır.

SOSYAL GÜVENLİK SİTELERİ DE SALDIRILARDAN NASİBİNİ ALIYOR

Bireysel anlamda çalışanların ve eğitimin siber saldırılar ile sekteye uğratılması İtalya’nın başını bugünlerde ağrıtan gelişmelerden sadece birkaçıdır. Sosyal güvenlik alanında faaliyetlerini sürdüren web sitelerine saldırılar da dikkat çekici bir şekilde artış göstermiş durumda. INPS (Istituto Nazionale della Previdenza Sociale-İtalya’da bir tür refah ajansı olarak faaliyet göstermekte) yetkilisi Pasquale Tridico yardım ajansının yapacağı 600 Euroluk yardım için 339.000 başvuru olduğunu fakat siber saldırıların siteye erişimi zorlaştırdığını belirtmekte. Başvuru bilgilerine dahi ulaşmakta çoğu zaman zorlandıklarını belirten İtalyan yetkililer saldırıların yoğunluğu ve verilerin niteliğinden dolayı web sitelerini kapatmak zorunda olduklarını kaydetmişlerdir.

Siber saldırılar özellikle coronavirüsün zirveye çıktığı bugünlerde, krizin etkisiyle sosyal ve sağlık hizmetlerinin zaaflarını kullanma eğilimindedir. Daha önce, kendisini en iyisi olarak gören bilgisayar korsanlarının Dünya Sağlık Örgütü’nü hedef aldığını biliyorduk. Mart 2020 içerisinde, Avrupa’nın bazı bölgelerindeki sağlık çalışanlarının, virüs ile ilgili bilgilerinin gizlenmesinde bir sisteme bulaşan ancak gerçekte dosyaları şifreleyen kötü amaçlı bir yazılımla hedef alındığı da ortaya çıkmıştı. Şimdi ise, hackerların İtalyan hükümetini sosyal güvenlik web sitelerine erişim ile ilgili tehdit ettiği ve para talep ettikleri ortaya çıkmıştır. Gelişmeleri ayrıntılı olarak araştırmak için Ulusal Güvenlik Hizmetleri’nden bir siber güvenlik uzmanları ekibi devreye girmiş ve suçluların yargılanması öngörülmüştür.

AŞI ÇALIŞMALARI SALDIRGANLARIN HEDEFİNDE

ABD Menkul Kıymetler ve Borsa Komisyonu tarafından yayınlanan rapora göre de fidye yazılımlar ile ilgili Kaliforniya merkezli bir biyoteknoloji firmasının coronavirüsle savaşta kullanılacak aşı üzerinde çalışırken saldırıya uğradığı ve fidye talep edildiği kamuoyuyla paylaşılmıştır. 10x Genomics adlı firmadan yaklaşık 1 terabayt bilgi ve kod çalındığı bildirilmiştir. Şirket böyle bir sorunla karşı karşıya kalmıştır fakat virüs ile ilgili operasyonlarına da devam etmiştir. İtalya’da olduğu gibi krizler siber saldırıların önünü açmakta ve odak noktası olabilecek siber saldırıları arka plana itmektedir. Çünkü öncelikli alan insan sağlığı ve virüsün seyri olduğu için merkezdeki sorun algısı farklıdır. Benzer örneklerde, İtalya ve ABD’de olduğu gibi siber alandaki uzmanların da önemi gözler önüne serilmiştir ve olayların etkisinin araştırılmasında önem kazanmışlardır.

 Siber Bülten abone listesine kaydolmak için formu doldurunuz

Küresel sorunları siber alanda fırsata dönüştürmek: “Coronavirüs” örneği

Gün geçmiyor ki dünya yeni ve ürkütücü sorunlarla güne uyanmasın. En son örnek Coronavirüs ve geldiği korkutucu düzey. Her küresel sorun çözüm arayışlarını ve bilimsel gelişmeleri beraberinde getiriyor. Bunun yanında bekleyiş ve arayış kötü niyetli amaçların da sahneye çıkmasını sağlıyor.

Siber güvenlik alanında bazı uzmanlar, büyük çapta siber saldırılar gerçekleştirmek için ve kötü niyetli amaçlarla Coronavirüs merkezli korkuların kullanılabileceği yönünde mesajlar vermekte. Independent merkezli haberlerde değerlendirilen konuların başında virüse duyulan korku ve siber alandaki gelişmeler dikkat çekici.  Güvenlik firması Proofpoint de, insanları kandırmak için Coronavirüse dayandırılan kötü amaçlı yazılım ve oltalama e-postalarının birçok ülkeye yayıldığını vurgulamakta. Tıpkı gerçek hayattaki virüs gibi! Şirket ayrıca, saldırganların kötü niyetli etkinlikler yürütmek için Coronavirüs ile ilgili sahte web siteleri oluşturmaya başladığını gözlemlemekte.

Bir blog yazısında Proofpoint’in istihbarat ekibi; “Küresel olaylar genellikle geniş bir tanım ve aciliyet kombinasyonunda dünyanın dikkatini çekiyor. Ancak maalesef tehditten ve korkudan faydalanan aktörlerin de araçları haline dönüşüyor.” ifadesiyle Coronavirüs gibi küresel gelişmelerin hep bir fırsata dönüşeceği yönünde gerçekçi bir tespit yapıyor.

Japonya’da TA542 hacker grubu tarafından yayılan mesajlarda, yüz maskeleri ve diğer önlemler ile ilgili önemli bir belgeyi okumak için posta ekinin açılması yönünde e-postalar gönderilmekte. Ekin açılması, banka bilgileri de dahil olmak üzere kişisel verileri çalabilen Emotet adlı kötü amaçlı bir yazılımı aktif hale getirmekte. Virüs bulaşmış cihaz daha sonra başka saldırılar için de kullanılabilmektedir.

Emotet daha önce aktivist Greta Thunberg ile ilgili kampanyalarda, Noel veya Cadılar Bayramı hakkında ayrıntılar içeren dönemsel e-postalarda kullanılıyordu. Mimecast istihbarat direktörü Francis Gaffney bu e-postalar ile ilgili; “Siber alanda kötü amaçlı faaliyette bulunanlar e-posta üzerinden kimlik avına yönelik kampanyalar yürütmekte ve küresel olaylardan yararlanmaktadır. Bu fırsatçılar, altyapı ve savunma sistemlerindeki güvenlik açıklarını belirlemekte ve daha sonra saldırı yöntemlerini geliştirmektedir.” ifadelerini kullanmıştır. Francis Gaffney, küresel anlamda karışıklık dönemlerinin, toplumların korkuları üzerinden tehlikeli eklere tıklanarak hedeflere ulaşılmasında siber suçlular için önemli bir fırsat haline geldiği uyarısında bulunmuştur. Proofpoint, TA542’yi saldırılarını geliştirmeye devam edecek olan “üst düzey aktör grubu” olarak nitelendirmiş ve kullanıcıları güncel olaylarla ilgili istenmeyen e-postalar konusunda özellikle dikkatli olmaya davet etmiştir.

MASKEYİ SİBER SALDIRIYA ALET ETMEK

Benzer uyarıların önemsenmesi gerekmektedir. Emotet’in arkasındaki grup TA542 iyi organize olmakta ve eklerin açılmasını takip etmek, etkinliklerini artırmak için son Coronavirüs salgınını ve iklim değişikliği tartışmalarından yararlanmaktadır. Proofpoint araştırmacıları şu anda sadece Japonca içerikli e-posta saldırılarını izlemekte. Greta Thunberg temalı kampanyalara ilişkin e-postalar coğrafi dağılım olarak oldukça genişlemiş durumda. Avustralya, Avusturya, Barbados, Almanya, Hong Kong, Japonya, Malezya, Singapur, İspanya, İsviçre, Birleşik Arap Emirlikleri ve Amerika Birleşik Devletleri gibi birçok ülkede hedeflere ulaşılmaya çalışılmakta.

TA542’nin aynı anda birden çok kampanya yürütebilen bir grup olması etkinliğini artırmaktadır. Emotet’in altyapısı da bu etkinliğe ihtiyaç duymakta ve ulaşılan hedeflerde işe yarayıp yaramadığına dair ölçümler de gerçekleştirmektedir.

Coronavirüs temalı Japonca e-postalarda “Kyoto Valiliği Yamashiro Minami Halk Sağlığı Merkezi” ve “Kyoto Valiliği Yardım ve Bağış Vakfı” gibi gönderen kimlikleriyle hedeflere güvenilir bir kaynak izlenimi verilmekte. Aşağıda bu e-postaların bir örneği olarak Japonca ve İngilizce çevirisine yer verilmiştir.

 

Görüldüğü üzere TA542, virüs hakkında semptomlar ve alınacak önlemler hakkında bilgiler ekleyerek e-postaları daha inandırıcı hale getirmeye çalışmaktadır. Diğer Emotet kampanyalarında olduğu gibi, benzer e-postaların birçoğunda kötü amaçlı makrolar içeren bir Microsoft Word belgesi bulunmaktadır. Belge açıldığında ve kullanıcı makroları etkinleştirdiğinde, Emotet yüklenmektedir.

 

Greta Thunberg temalı e-postalar, aynı konu satırları ve ek adlarına benzer şekilde Aralık 2019’da yayılan e-postalarla benzerlik göstermektedir. İklim değişikliği gibi konulara daha fazla odaklanılarak hedefin dikkati çekilmek istenmektedir. Bu e-postaların bazıları dikkat çekiciliği artırmak için Greta Thunberg temalı ücretsiz tişörtler, pantolonlar, kalemler, posterler ve kupalar vaad etmektedir. Son kampanyanın bir örneği şu şekildedir.

 

Proofpoint araştırmacıları, saldırganların Coronavirüs temalı URL’leri ve web sitelerini de aktive ettiğini gözlemlemekte. Bu örneklerden bir tanesini şu şekilde paylaşmaktalar.

Benzer şekilde Coronavirüs ile enfekte hastaların ölümü üzerine Kaspersky güvenlik analistleri de hackerların küresel gelişmeleri fırsata dönüştürdüğü vurgusu yapmıştır. Analizlerde bu tür küresel sorunlarda artan siber tehditlerin geleceğinden korkulmaktadır. Virüste olduğu gibi arama motorlarında sıkça sorgulanan bu sorunlar kötü amaçlı kampanyalar başlatmak için bir anahtar kelime olarak kullanılmaktadır.

Genellikle gündem olan haberler, popüler kişiler ve etkinlik adları dijital dünyada hackerlar tarafından siber dolandırıcılık ve saldırılar başlatmak için kullanılır hale gelmiştir. Kaspersky araştırmacıları da artık insanların acı çektiği konuları fırsata dönüştürmek isteyen kişilerin, grupların tetikte olduğunu ve salgın gibi hayatı tehdit eden gelişmelerin bir araç haline geldiğini vurgulamaktadır. Coronavirüs ya da bilgisayar virüsleri, gerçek ve sanal ortamda tedavisi ve takibi zor, gelecekte hangi yöne evrilecekleri yönünde tahminleri zorlayan bir süreçle bizleri başbaşa bırakmaktadır.

Siber Bülten abone listesine kaydolmak için formu doldurunuz

Eğitim, Kodlama ve Gelecek: Teknoloji Çağının Neresindeyiz?

Son 4-5 senenin popüler konseptlerinden biri olan STEM, hatta STEAM, tartışma ve araştırmaların ötesine geçerek eğitim sistemleri ve modellerinin temel odaklarından biri haline geldi. Değişen ve gelişen teknoloji eğitime nasıl adapte edilmeli sorusuna yanıt bulabilmek amacıyla pek çok çalışma ve araştırma yürütüldü, yürütülmeye de devam ediyor ve edecek. Peki Türkiye olarak biz bu değişim sürecine nasıl dahil oluyoruz?

Başta Finlandiya olmak üzere farklı ülkelerin geliştirmiş olduğu yeni eğitim modelleri uzun zamandan beri konuşuluyor ve takip ediliyor. Bu eğitim modellerini incelediğimiz zaman her şeyden önce, hatta teknoloji ve bilimin adapte edilmesinden bile önce, çok temel bir ortak odak noktası fark ediliyor: Eğitimin tanımını ve eğitime olan bakış açısını baştan oluşturmak. Yaklaşık 3 sene önce yayınlanmış olan “I Sued the School System!(Okul/eğitim sistemini dava ettim!)” adlı bir video bu durumu çok güzel açıklamış(https://www.youtube.com/watch?v=dqTTojTija8).

Video temel olarak şu soruyu soruyor: Hayatımızda yeri olan herhangi bir ürün, yöntem, hizmet birkaç yılda ve hatta zaman zaman sadece birkaç ayda bile baştan aşağı evrim geçirip yenilenir, değişirken, nasıl olur da eğitim gibi en önemli ihtiyaçlarımızdan biri yüzyıllardır değişmeden kalabilir? Örnek olarak gösterilen eğitim modellerine baktığımızda ise tam olarak bu soruya verilmeye çalışan cevaplar görüyoruz. Eğitim sadece öğrencilerin bir araya gelip önceden belirlenmiş şeylerin öğretilmesinin ötesine taşınmaya çalışılıyor. Öğrencileri çağın getirdiği yenilikler ve araçlarla bir araya getirerek kendi öğrenme deneyimlerini inşa etmeleri hedefleniyor. Bulunduğumuz ve hazırlanmakta olduğumuz çağın içerisinde her bireyin kendini keşfetmesi ve kendi yol haritalarını çizebilmelerine olanak sağlayan sistemler kuruluyor. Bu tür bir süreç başlatabilmek için de elbette ki çağımızı ve bizi bekleyen geleceği iyice analiz edebilmek, anlayabilmek, özümseyebilmek ve bunların sonucunda da adapte olabilmek gerekiyor.

DİJİTALLEŞME VE KODLAMA

Üzerine çalışılan bu yeni eğitim kurgularına olanak sağlayan en önemli unsur tabi ki de dijitalleşme. Dijitalleşmenin beraberinde getirdiği şeylerden biri de doğal olarak kodlama oluyor. Programlama öğrenmenin önemi yıllardır konuşulan ve kabul edilmiş bir durum. Pek çok ülke programlamayı ilkokul seviyesinden itibaren özel müfredatlar aracılığıyla eğitim sistemlerine adapte etmişken, Türkiye olarak maalesef biz ilk adımlarımızı daha yeni yeni atmaya başladık. Bu konuyla ilgili ilk resmi ve büyük çaplı gelişmeyi duymanın heyecanını yaşarken de ne yazık ki heyecanımız kursağımızda kalmış oldu.

DELPHI LİSTEDE YOK

Geçtiğimiz günlerde Milli Eğitim Bakanlığının bir milyon öğrencinin erişimine sunmak üzere Delphi programlama diliyle ilgili bir protokol imzaladığını öğrendik. Peki nedir Delphi’yle olan derdimiz? Bu soruya cevap vermek için öncelikle bazı istatistikleri gözden geçirelim. Herhangi bir yazılımcının en çok yararlandığı kaynaklardan ve platformlardan biri olan ve her ay yaklaşık 50 milyon yazılımcının ziyaret ettiği Stack Overflow geçtiğimiz günlerde 2019’a dair özet niteliğinde bir anket sonucu yayınladı. Özellikle 2012 yılından beri gümbür gümbür bir yükselişte olan Python, %41.7’lik bir oranla en çok tercih edilen 4. programlama dili oldu (https://insights.stackoverflow.com/survey/2019#technology).

25 maddelik listeye baktığımızda ise göremediğimiz bir dil var, Delphi. Peki 30 senelik bir geçmişi olan Python’ın aniden yükselişe geçmesini sağlayan unsurlar ve 2008’de geliştirilmiş olan daha yeni ve genç Delphi’nin ilk 25’te bile olmasının sebepleri neler? Aslına bakacak olursak, bu sorunun cevabı da eğitim modelleriyle ilgili sorduğumuz soruların cevaplarıyla benzerlik gösteriyor, “çağa adapte olabilmek.” Python yıllardır sürekli olarak kendini yenileyerek ve geliştirerek yazılım dünyasında inanılmaz bir yer edindi. Pek çok yetkili ve yazılımcı tarafından öğrenmesi ve kullanması en kolay dil olarak gösterilen Python, erişimi oldukça kolay ve kapsamlı bir kütüphaneye sahip.

DELPHI: MERAKI KÖRELTMEK İÇİN İDEAL

Delphi’ye baktığımızda ise pek çok yazılımcıyı ya da yazılımla uğraşma hevesine sahip insanı programlamadan nefret ettirecek derecede bıktırdığı sonucunu görüyoruz. Sebebi ise oldukça basit, kullanımının zor olması ve aynı zamanda kullanım alanlarının da bir o kadar sınırlı olması. Bir başka deyişle, programlamaya merak salmış genç bir bireyin merakını köreltmek için ideal. Bütün bunları göz önünde bulundurunca başta Python olmak üzere pek çok farklı, kullanışlı ve faydalı programlama dili -üstelik ücretsizler- mevcutken, Delphi gibi bir tercih yapıyor olmamız gerçekten de akıl dışı, bilim dışı bir durum oluyor. Bahsettiğimiz tüm eğitim sistemleri öğrencilerin farklı alanlara olan ilgisini, merakını ve haya lgüçlerini tetiklemek üzerine kuruluyken, Türkiye olarak attığımız her adımda bunun tam tersi yönde ilerliyor olmamız eğitim üzerine olan endişeleri doğal olarak daha da çok arttırıyor.

Bizler hala daha bilim ve teknoloji trenine dahil olmaya çalışıyoruz. Fakat o tren bir rokete dönüşeli çok oldu. Çağa adapte olmaya çalışırken hep birkaç adım geride kalmış olan gelişmeleri takip ediyoruz, dolayısıyla da geleceği değil geçmişi anlayan, geçmişe adapte olan bir durumda kalıyoruz. Yaklaşık 5 senedir robotik ve kodlamayla uğraşan 19 yaşındaki bir genç olarak sormak isterim sizlere, sizce de geçmiş yerine geleceği şekillendirmeye başlamamızın zamanı gelmedi mi?

Siber Bülten abone listesine kaydolmak için formu doldurunuz