Güç, tarih boyunca farklı düzeylerdeki aktörler (veya aktör grupları) arasında el değiştirmiştir. Modern uluslararası sistemin temellerinin atıldığı 1648 Westphalia Barış Antlaşmaları öncesi Pre-Westphalian Dönem’de güç; dini aktörler, Orta Çağ’dan kalma yerel otoriteler ve imparatorluk/krallıklar arasında bölüşülmüştür. Westphalian Dönemde ise imparatorluklar/krallıklar sistemin diğer aktörlerine baskın gelmiş ve merkezileşen yönetimler yerel otoriteleri büyük ölçüde ortadan kaldırmıştır. 1804 yılında imparatorluğunu ilan eden Napolyon Bonaparte ise tacını papanın giydirmesine izin vermeyerek dini otorite ile dünyevi otorite arasındaki sıralamanın bir daha eski haline gelmeyecek şekilde değiştiğinin sembolü olmuştur. 1848 Devrimleri’nde yaşanan işçi hareketleri ise çok daha büyük bir kırılmaya neden olmuştur. Sonraki süreçte “uluslar baharı” olarak adlandırılacak olan bu devrimler, günümüzün temel ve meşru aktörü olan ulus devletlerin temellerini atmıştır. Üç büyük kara imparatorluğu 1. Dünya Savaşı sonunda ortadan kalkmış ve ulusların “self determinasyon / kendi kaderini tayin ilkesi” çerçevesinde yeni devletler ortaya çıkmıştır.
Ulus-devletler, 1. Dünya Savaşı’ndan Soğuk Savaş’ın sonuna kadar uluslararası sistemin meşru aktörü olarak varlıklarını devam ettirmiştir. Günümüzde yaklaşık 200 devletten oluşan uluslararası sistem her ne kadar varlığını devam ettirse de ulus devletlerin varlıkları ve güçleri her geçen gün sorgulanmaktadır. Soğuk Savaş devam ederken kurulan ulus-üstü bir birlik olan Avrupa Birliği (AB); Soğuk Savaş sonrası yaşanan küreselleşmeyle sayıları hızla artan çok uluslu şirketler ve dünya çapında faaliyet gösteren sivil toplum kuruluşları makro ölçekte devletlerin meşruiyetlerinin sorgulanmasına yol açıp güçlerini azaltırken, siber uzayda aynı eylemi mikro ölçekte gerçekleştirmektedir.
Ağlanmışlığın gelişmiş ülkelerde oldukça yüksek olduğu, gelişmekte olan ülkelerde ise hızla yükseldiği günümüzde siber uzay, ulus-devlet içinde ve/veya ulus-devletten bağımsız yeni aktörler oluşmasına neden olmaktadır. Siber uzay üzerinden bireyler ulusal kimliklerinden bağımsız olarak dünya çapında örgütlenebilmektedir. Ortaya çıkan bu örgütlenmeler ulus-devletlere farklı konularda tepkilerini dile getirebilmek için hacktivizmi bir eylem biçimi olarak benimsemektedirler. Örneğin Edward Snowden, Julian Assange gibi bireyler fiziki yollarla elde ettikleri bilgileri siber uzay üzerinden kamuoyuna açıklayarak, ulus-devletlere olan bağlılığın sorgulanmasına yol açabilmektedirler.
Çok uluslu şirketlerin siber uzay üzerindeki güçleri de egemenlik ve meşru şiddet kullanım hakkını tartışmaya açmaktadır. Son dönemde yaşanan örneklerde de görüldüğü üzere Sony, Google gibi şirketler aktif siber savunma kapsamında kendilerine yapılan saldırılara karşılık verebilmektedir. Verilen karşılık neticesinde meydana çıkan zarar sadece saldırıyı yapanın etkisiz kalmasıyla sonuçlanmamaktadır. Bu durum Aynı zamanda ulus-devletlerin egemenlik alanları içerisinde fakat ulus-devletlerin bağımsız diğer aktörlerin birbirleriyle ilişki kurduğu yeni bir yapı ortaya koymaktadır. Post-Westphalian dönemde ortaya çıkan bu kaotik yapı, Pre-Westphalian dönemin aktör ve egemenlik karmaşasıyla benzerlik göstermektedir. Zira siber uzay sayesinde ortaya çıkan sanal cemaatler güçlerini her geçen gün fiziki dünyada arttırmaktadır.
Sonuç olarak Westphalian Dönem boyunca her geçen gün merkezileşen ve yatay olarak el değiştiren güç, siber uzayında etkisiyle içinde bulunduğumuz Post-Westphalian Dönemde tekrar ve dikey olarak el değiştirmektedir. Bu yeni dağılım günümüzde, ulus-devlet üzerinde örgütlenen makro aktörlerin ve ulus-devlet altında oluşan mikro aktörlerinin olduğu yeni bir sistem oluşturmuştur. Sistemin yeni aktörleri ile eski aktörleri arasındaki çatışma, eski aktörlerin yeni aktörlerin varlığını de jure olarak tanıyacağı güne değin devam edecektir.