Bilim ve Teknoloji kavramlarının son zamanlarda sıklıkla konuşulmasını ve gündemi eskiye nazaran daha fazla meşgul etmesini ülkemiz açısından sevindirici gelişmelerden sayabiliriz. Bununla beraber değişik platformlarda konuşulan şeylerin yönetim kademelerine yansımalarının nasıl olduğunu ve yetkili devlet mercilerinin özellikle bilim ve teknoloji alanında ülkemizin önünü açacak ne gibi program ve projeler geliştirdiğini hep birlikte takip etmeye devam edeceğiz.
Bu konuda geçmişten günümüze yetkin insanların varlığını inkâr etmemekle birlikte insan kaynağını verimli kullanmadaki eksikliğimiz diğer alanlarda olduğu gibi bilimsel ve teknolojik alanlarda da kendisini hissettirmektedir.
Bu yazının içeriği ABD özelinde yapılan bilim ve teknoloji politikalarının değerlendirilmesi çalışmasının özeti mahiyetinde düşünülmüştür. Ülkemizin mevcut durumundan ziyade ABD’nin bilim ve teknoloji alanında uzun yıllar süren dünya liderliğinin sebepleri ve son yıllarda özellikle Asya ülkelerinin bu alanda ABD’yi yakalamaları ve son tahlilde rekabetin geldiği nokta kısaca ortaya konulmaya çalışılacaktır.
ABD’nin bilimde altın çağı olarak tanımlanan 1950-1968 yıllarına nasıl gelindiği ve bu gelişmenin arkasında nasıl bir paradigmanın yansıması politikaların olduğunu öncelikle düşünmemiz gerekmektedir.
Bilim politikalarının ilk örneği ABD eski Başkanı F. D. Roosevelt’in 1944 Kasım ayındaki isteği üzerine Bilimsel Araştırma ve Geliştirme Ofisi ( Office of Scientific Research and Development) direktörü Dr. Vannevar Bush’un hazırlayıp 1945 Temmuz ayında Roosevelt’in vefat etmesiyle yerine gelen Başkan Truman’a sunduğu “Science- The Endless Frontier [Bilim- Sonsuz Ufuklar]” (https://www.nsf.gov/od/lpa/nsf50/vbush1945.htm) başlıklı rapordur.
Söz konusu rapor 2. Dünya savaşından galip çıkan ABD için geleceği doğru parametrelerle kurmayı amaçlıyordu. 192 sayfalık politika belgesi 1990’lı yıllarda dahi bilim insanları tarafından tartışılacak, eksik ve doğru taraflarıyla kritiğe tabi tutulacaktır.
Sadece birkaç önemli aktarım ve yorumla üzerinden geçeceğimiz söz konusu belgeyi incelediğimizde bugün dahi öğreneceğimiz çok şey olduğunu söylemek yerinde olacaktır. Söz konusu belgede önemli başlıklardan bir tanesi “Bilim ve Kamu Refahı (Science and the Public Welfare)” adı altında irdelenmektedir. Bilim ve kamu refahı arasında bugün bile ilişkiyi çok rahatlıkla kurabilecek insanımızın az mı çok mu olduğunu kendi içimizde sorgulayabiliriz. Bilimsel bağımsızlığın önemi “daha fazla ve daha iyi bir bilimsel araştırma bizim tam istihdam hedefimizin başarısının olmazsa olmaz bir gerekliliğidir” denilerek vurgulanmış, yeni bilgi (knowledge) yaratılması ve onun pratik amaçlar için uygulanmasını gerçekleştirmek için bilimde yetişmiş çok sayıda erkek ve kadına sahip olmanın gerekliliği ortaya konulmuştur.
Dr. Vannevar Bush; ısrarla bilimsel yetkinliğe vurgu yapıyor ve kamu refahı, ulusal güvenlik ve stratejik hedefler için temel araştırmaların desteklenmesini istiyordu. Onun bu istekleri yazdığı bu raporla sınırlı kalmadı ve 1960’lı yıllara gelindiğinde ABD’nin Ar-Ge yatırımları takriben yarısı savunma harcamaları olmak üzere bütçenin % 10’luk payını aşmıştır (https://www.aaas.org/sites/default/files/Budget;.jpg ).
Aradan uzun yıllar atlayarak önemli bir politika belgesine daha kısaca değinmek gerekirse; 1990’lı yılların başında Körfez savaşı sonrasında şahin Cumhuriyetçilerden görevi devralan dönemin çiçeği burnunda Demokrat Başkanı William J. Clinton, yardımcısı Albert A. Gore’u (nam- diğer Al Gore) da yanına alarak o günden bu güne popülerliği düşmeyen teknoloji üssü olan silikon vadisine koşmuştur ve ABD’ye bilim ve teknoloji temelli olarak neler kazandırabileceklerini ortaya koydukları bir girişim başlatmışlardır.
Kamuoyuna sunulan “ Ekonomik Gelişme İçin Teknoloji Ve Ekonomik Gücü Yeniden Kurmak İçin Yeni Bir İstikamet [Technology for America’s Economic Growth, A New Direction to Build Economic Strength] (http://www.channelingreality.com/Reinvention/Documents/1993_Technology_for_Americas_Economic_Growth.pdf) isimli politika belgesi; meslekler yaratacak ve çevreyi koruyacak uzun dönem ekonomik büyüme, devleti daha etkili ve daha duyarlı hale getirmek ve temel bilimler, matematik ve mühendislik (STEM) alanlarında dünya liderliği olarak üç (3) ana amaca dayanıyordu.
1990’lı yılların önemli bir özelliği olarak; söz gelimi daha önceki zamanlarda bilim dolayısıyla temel araştırmalar, tüm gelişim ve dönüşümlerin kaynağı olarak görülürken bu yıllardan itibaren teknolojik yeniliklerin -bilimsel araştırmalar önemini yitirmemekle beraber- bilimsel gelişmeleri gölgede bırakacak nitelikte atılımlar yaptığı görülmektedir. Bunun en çarpıcı örneği olarak temelleri 1960’lı yıllara dayanmasına karşın “World Wide Web” olarak bildiğimiz ve kullandığımız şekliyle dünyanın her tarafını saran bir ağ haline gelen internetin yaygınlaşmasını verebiliriz. Söz konusu rapor bilimden teknolojiye, eğitimden sağlığa, devletten özel sektöre, tarımdan çevreye ve inşaattan enerjiye kadar uzanan geniş bir yelpazede dönüşümün köşe taşlarını ortaya koymaktadır. Son olarak bu kapsamlı politika belgesinin yansımalarına baktığımızda; ABD’de 1990’lı yılların başında yüzbinler (100.000) civarında olan toplam patent başvuruları 2000’li yılında gelindiğinde üç yüzbinlere (300.000) dayanarak yaklaşık üç kat bir artış göstermiştir (https://www3.wipo.int/ipstats/ipslinechart ).
Federal hükümetin farklı disiplinlere göre bilimsel araştırmalara ayırdığı paylar; 1990’lı yıllardan sonra sağlık bilimlerinde “Biyomedikal Araştırmalar” yatırımları 1992 yılında 10 milyar $ iken 2000’li yıllara kadar 30 milyar $ ‘lara dayanarak hem yaklaşık üç kat artış göstermiş hem de disiplinler arası yatırımlarda zirvede yer almıştır. 1990’lı yıllarda bilimsel ve teknolojik gelişmelerin lokomotifi olarak öne çıkan bir disiplin olan “Mühendislik” yatırımları ise 2000’li yıllara kadar yıllık 10 milyar $ ‘a dayanarak disiplinler arası yatırımlarda ikinci sırada yer almıştır. “Doğa Bilimleri“ yatırımları yıllık 5 milyar $ ‘ın üzerinde olmasına karşın 1990’lı yıllarda düşüş gözlenmiştir. Çarpıcı olan veri ise; çevreye duyarlılık teması işlenirken yatırımların bu durumdan payını alıp almadığı sorusudur. 1990’lı yılların başlarında 3 milyar $ civarında olan çevre bilimleri yatırımları sonlarına doğru artan bir ivmede görünse bile 5 milyar $ seviyesine ulaşamamış görünmektedir(http://mcmprodaaas.s3.amazonaws.com/s3fs-public/Disc-1_0.jpg?RrBDGaSpG5edeDsiBRyoQyApdamjOs4O ).
Amerikan bilim ve teknoloji politikalarını yüzeyselde olsa incelediğimiz yazı dizisinin birinci bölümünü tamamlarken, bilim ve teknolojinin ABD için nasıl bir dönüşüm yarattığı ve özellikle geleceği kuran ve öngören bir sistemin temel bir sacayağı olarak nasıl kullanıldığının ipuçlarını görmekle birlikte bir sonraki bölümde kısaca değineceğimiz 2000’li yıllarda Amerikan inovasyonunun yarattığı atılım ve gelişmelerin ortaya koyduğu son tabloda kendimize nasıl bir yer bulacağımızı hep birlikte kestirmeye çalışabiliriz.
Ayrıca birçok yan etken ve fonksiyon barındırmasına karşın temelde ekonomik güç, teknolojik güç ve askeri gücün ABD özelinde birbirleriyle nasıl bir ilişki içerisinde olduğu ve hangi şartlar ve politikalar ekseninde bir araya getirildiği ve pratikteki yansımaları hakkında bir nebze olsun fikir sahibi olabiliriz.
Siber Bülten abone listesine kaydolmak için formu doldurunuz