Yazarımız Burak Sadıç’ın, PwC 20. Küresel CEO Araştırmasından derlediği İngilizce makalesinin Türkçe çevirisini ilginize sunuyoruz:
Geçtiğimiz 20 yıl boyunca CEOlar, küreselleşme ve teknolojik değişimin sonucu olan muazzam gelişmelere tanık oldu. Dünya genelindeki yaklaşık 1.400 CEO, bu değişimin büyüme, yetenek, güven ve toplum üzerine etkileri konusundaki görüşlerini PwC’nin 20.sini yayınladığı Küresel CEO Yıllık Araştırması’nda paylaştı.
Araştırmaya katılan birçok CEO, giderek dijitalleşen dünyada işletmelerin insanların güvenini kazanmasının ve kazandığı bu güveni sürdürmesinin gittikçe daha zor olduğuna inanıyor.
Ayrıca CEOlara göre, şirketlerini hem daha geniş paydaş beklentilerine hitap eden bir şekilde yönetmek hem de örgütün değer, kültür ve davranışının yansıtılabileceği güçlü bir kurumsal amaç oluşturmak gittikçe daha önemli hale geliyor.
Peki bu bağlantılılıktan kaynaklanan risklerden en çok hangileri CEOları endişelendiriyor?
Ne zaman ‘teknoloji’ ve ‘güven’ kelimeleri aynı cümle içerisinde kullanılsa, çoğumuz otomatik olarak şöhretlerin bir gecede kitlesel iletişim yollarıyla nasıl elde edilip kaybedildiğini düşünürüz.
CEOların yüzde 87’si aslında sosyal medyanın önümüzdeki beş yıl içinde paydaşların güven düzeyini olumsuz yönde etkileyebileceğine inanıyor.
Ancak, raporda CEOlar yeni ve mevcut teknolojilerin kullanımı yaygınlaştıkça, yeni tehlikelerin ortaya çıktığını, eskilerin ise daha kötüye gittiğini ifade ediyor.
Birçok şirketin, spesifik müşterilerini hedeflemek ve de onların davranışlarını çoğunlukla çok ince şekillerde etkilemek için devasa miktardaki müşteri bilgisini halihazırda toplamış olması hiç de şaşılacak bir durum değil artık.
Türkçeye ‘Nesnelerin İnterneti’ diye çevrilen Internet of Things (loT) giyilebilir nesnelere, otomobillere ve evin akla gelebilecek her parçasına kadar her şeye yayılırken, şirketlerin insanlar hakkında bildikleri de katlanarak artacak.
İlgili haber >> IBM X-FORCE raporu: Dünyanın botnet haritası ve nesnelerin İnterneti
Bu veriler, şirketler ve müşterileri için inanılmaz birer varlık. İşletmelerin daha iyi bir hizmet sunmasını, müşterileriyle daha yakın ilişkiler geliştirmesini ve onların güvenini kazanmasını sağlamakta yardımcı oluyorlar. Müşterilerin daha hedefli teklifler almasına ve şirketlerle daha anlamlı şekilde ilişki kurmasına olanak tanıyorlar.
Ancak, bir şirket, müşterilerin ihtiyaçlarını tahmin etmek ile gizliliklerine müdahale etmek arasındaki çizgiyi aşarsa ya da bir hükümet güvenlik risklerini kontrol etmek için verilere erişmeye çalışırsa ne olur?
Veriler kaybolur ya da çalınırsa ve suçluların eline geçerse ne olur? Daha da kötüsü, otomobiller ve evler giderek birbirine bağlı hale geldiğinden, insanların fiziksel güvenliği tehlikeye atılabilir.
İş yerinde verilerin gittikçe artan bir şekilde kullanımı yeni güven sorunlarını da beraberinde getiriyor.
İK departmanları veri analitiklerinin kullanımını yavaşça ama emin adımlarla arttırdıkça, yetenek yönetimi yarım yamalak bir sanat dalından bilime dönüşüyor.
Ancak çalışanların iş ve iş dışı faaliyetlerini izlemek durumu çabucak tatsız bir hale getirebilir. Peki şirketlerin topladığı bilgilerin limitleri nelerdir? Çalışanın ödülleri veya cezaları ile ilgili kararlar alırken bu verilerin kullanımı ne kadar şeffaftır?
CEO’lar durumun karmaşıklığının farkındalar.
Yüzde 91’i veri gizliliği ve etik ihlallerinin önümüzdeki beş yıl içinde paydaş güvenini olumsuz yönde etkileyeceğini, yüzde 89’u ise halihazırda konuyla ilgili adımlar atmaya başladıklarını iddia ediyor.
Bununla birlikte, en büyük şirketlerin CEO’ları küçük firmalara kıyasla bu sorunların üzerine daha fazla eğiliyor.
Güvenlik ihlalleri müşteri verileriyle sınırlı kalmıyor; siber casusluk bazı sektörler için büyük bir tehdit oluşturuyor. Altyapı, enerji ve bankacılık gibi kilit alanlarda faaliyet gösteren işletmeler özellikle saldırılara en açık olanlar.
Bu durum, pek çok CEO’nun, neden işle ilgili kritik bilgi ve sistemleri etkileyen ihlallerin kamu güvenini de bozabileceğinden endişe ettiğini açıklıyor. Büyük çoğunluk zaten bu tür sorunları önlemeye yönelik adımlar atıyor lakin bu konuda da en aktif olanlar yine büyük firmalar.
Bilişim Teknolojilerinin kesintiye uğraması ise başka bir endişe kaynağı…
Teknolojiye aşırı bağımlı olan bir dünyada ışıkların kesilmesi çok sarsıcı sonuçlar doğurabilir.
Müşteriler paralarına ihtiyaç duyduklarında paralarına erişemezse veya akıllı evlerinde kilitli kalırlarsa ne olur?
Bu tür olayları düşünmesi bile oldukça rahatsız edici, fakat bunlar, teknolojiye daha bağımlı hale geldikçe ortaya çıkacak fiziksel risklerin yanında önemsiz kalıyor. Örneğin, bir veya daha fazla akıllı arabada bir bilgisayar hatası sonucu meydana gelebilecek kazayı düşünün.
Birçok CEOnun IT kesintileri ve aksamalarının paydaşların güvenini etkileyebileceğinden korkmaları ve konuyla ilgili harekete geçmeleri oldukça normal.
Fakat bu tür risklere dikkat etmek gün geçtikçe daha zorlaşıyor. Kurumsal sistemlerin karmaşıklığı ve birbirine bağımlılığı büyük bir soruna dönüşüyor.
Dijital çağ için bir güven stratejisi
Bazı açılardan dijital bağımlılık bizi daha güven dolu bireylere dönüştürdü. Örneğin paylaşım ekonomisini düşünün; artık daha çok insan yabancıların evinde kalmasına ya da daha önce hiç duymadığı işletmelerden ürün satın almaya sıcak bakıyor.
Diğer açıdan ise, dijital bağımlılık yeni tehditler oluşturarak ve kuruluşları daha fazla incelemeye maruz bırakarak güven zedeliyor.
Teknolojinin gittikçe artan karmaşıklığı şirketlerin güven oluşturmasına ya da kaybedilen güvenin yeniden inşa edilmesini daha güç hale getirdi.
Ve her firma bu durumun üstesinden gelemiyor, bu yüzden etkin kriz yönetimi sağlam risk yönetimi kadar önemlidir.
Güven sadece risk değil aynı zamanda da bir fırsattır.
Birçok CEO, firmalarının verileri nasıl yönettiğinin gelecekte ayırıcı bir faktör olacağına inanıyor.
Ve bu CEO’lar, giderek daha sanal bir dünyada insan deneyimine öncelik verilmesinin, müşterilere dürüstlükle davranılmasını zorunlu hale getirdiğinin de artık çok iyi farkında.
Siber Bülten abone listesine kaydolmak için formu doldurunuz
[wysija_form id=”2″]