Boğaziçi Üniversitesi Bilgisayar Mühendisliği Bölümü öğretim üyesi Prof. Cem Say’ın “50 Soruda Yapay Zekâ” adlı kitabı bu ay okurları ile buluştu. Pek çok farklı alandan insanın ilgi ile karşıladığı kitap, oldukça zengin bir içeriğe sahip.
Leibniz’in rüyasını gerçekleştirmek için cebir ve mantığı evlendiren Boole’den, kariyerini mantıkla matematiğin birleştirilmesi ülküsüne adayan Frege’ye kadar yapay zekaya uzanan serüvenin tarihsel akışını okurlara sunuyor.
Hoca’ya göre, sıradan bir insan, bilgisayarların her şeyi yapabilecekleri fikrine kapılmakta haklı sayılabilir. Çünkü bilgisayarlar, okul notlarımızdan, iş yerindeki maaşlarımıza, sigorta yaptırmaya niyetlenirsek kalan ömrümüze kadar her şeyimizi biliyorlar.
Kitapta ilginç bulduğum sorulardan biri “Beyin nasıl bir bilgisayardır?” sorusu. Hoca, sorunun içinde beyni bir bilgisayar olarak kabul ettiğini de ortaya koyarak kısaca şöyle açıklıyor: Beyin denilen organ bir ağ bellek işlevi görmekte ve duyu organlarınca uyarılan hücreler bu ağa girdi, kaslar gibi hareket vs. yollarla dış dünyada etki yaratabilecek olanlara sinyal taşıyanlar da çıktı olarak görülebilir. Yani beyin bir bilgi işlem makinesidir.
Kitapta bilgisayarların çeşitli kullanımlarına dair sorular sorarken, arada kendi anılarından da bahsederek okuyucuyu bağlayan bir dil kullanıyor. Hikâyeleştirilmiş anlatımı ile teknik sayılan bilgileri her kesimden okuyucunun anlayabileceği bir seviyeye indirmeyi başarıyor.
Keyifli bulduğum kısımlardan biri de herkesin tanımlamasını yaparken zorlandığı “yapay zekâ”nın hoca tarafından yıllarca önce yapılan tanımlamasına dair anlatım. Kendisi 20. yüzyılda yaptığı tanımlamayı eksik buluyor; çünkü o dönemlerde yapay zekâyı, birçok kombinasyondan doğru olanını bulmayı gerektiren bulmacaları hızlı çözebilmeyi bilgisayarlara yaptırmaktan ibaret olarak gördüklerini söylüyor. Dolayısıyla hocaya göre bu, yapay zekâ tanımlamasının sakat doğmasına sebep olmuştu. Yaptığı yeni tanımlama da mevcut. Meraklıları kitapta bunu bulabilir. 🙂
Bir hukukçu olarak, sabırsızlanıp ilk olarak okuduğum kısım ise “Bilgisayarlar avukatlık yapabilir mi?” sorusu idi. Kendisi bu sistemlerin dokümantasyon, içtihat arama ve karar tahmin etme gibi konularda avukatlardan daha başarılı olduğunu söylüyor ve bana göre bu konuda oldukça haklı. Avukatların saatlerini alan angarya pek çok iş bu sayede kolaylaşabilir.
Son soru ise bize sınırlarımızı hatırlatan cinsten: “İnsan zekâsının bir geleceği var mı?” Oldukça olumlu bir tablo çizerek bu “ek beyinlerin” geleceğimiz için faydalı olacağını söylerken, baskıcı yönetimlerce kötüye kullanımının ise insanlığı köreltebileceğinin vurgusunu yapıyor.
Kitapta yukarıdakilere ek olarak pek çok güncel ve sosyal alanlarla bağlantılı sorular da mevcut. “Robotlar aşık olabilir mi?” “Bilgisayarlar buluş yapabilir mi?” ya da “Robotlar askere alınsın mı?” gibi…
Okuması keyifli ve akıcı… Daha fazla ayrıntı vermek istemem ama kitabın son cümlesi çok umut verici: “Başarabiliriz.”