Geçmişte Shawn Henry’yi incelediğim yazıda bahsi geçen, siber olaylara anında müdahale ve zararlı yazılım değerlendirmeleri gibi alanlarda uzmanlaştığı belirtilen ve son zamanlarda, özellikle ABD Başkanlık Seçimleri süresince ününe ün katan CrowdStrike şirketinin meşhur CTO’su olan Dmitri Alperovitch, bir güvenlik araştırmacısından çok daha fazlası.
Diğer yazıda değindiklerim ışığında, CrowdStrike’ın siber dünyada saldırganlara karşı şimdiye kadar sergilenen ‘reaktif’ tavrın bir işe yaramadığını, saldırganları yakından tanıyıp profillemeden ve onlara karşı ‘proaktif’ bir tutum sergilemeden, yalnızca defansa dayalı stratejilerin başarısızlığa mahkum olduğunu savunan bir şirket olduğunu hatırlatmam gerekiyor. Bu hatırlatma, Amerika’nın son dönemde başından eksik olmayan yüksek profil hacklemeleri ve diğer tüm iddiaları araştıran Alperovitch’in yaklaşımını aktarabilmek adına önemli.
Alperovitch, isminden de anlaşılabileceği üzere bir Rus, 1980 Moskova doğumlu. Nükleer fizikçi olan babasından kodlamayı öğrenen Alperovitch, kendine ait bir bilgisayarı olana kadar kağıt üzerine algoritmalar yazarak pratik yapmaya çalışırmış. 1994 yılında babasının Kanada vizesinin kabul edilmesiyle hayatı tamamen değişen Alperovitch, Georgia Tech’te bilgisayar mühendisliği okuduğu sırada, antispam yazılımı üreten bir firmada çalışırken belki de bütün kariyerini etkileyecek bir ‘aydınlanma’ yaşamış. Her engellediği e-posta spamleri üreten sunucunun yerini, yüzlerce yeni sunucunun aldığını farkettiği anda, savunmanın teknolojiyle değil, psikolojiyle ilgili olduğunu anlamış. Bu aydınlanmayla, düşmanın psikolojisini ve davranışsal eğilimlerini çözmeden başarılı siber güvenlik stratejileri üretilemeyeceğini anlayan Alperovitch, kariyerinin ilk yıllarında saldırganları daha yakından gözlemleyeceği forumlarda takılıp, analizlerini kendine ait bir blogta yayınlamaya başlamış. 2000’lerin başında FBI tarafından farkedilen bu alışılmadık yaklaşım, 2005’te 56 kişinin yakalanmasıyla sonuçlanan bir Rus kredi kartı çetesi çökertme operasyonunda büyük fayda sağlamış.
İlgili haber >> Rusya’nın en büyük siber suç çetesi çökertildi
2011’e kadar uzanan dönem, hem Alperovitch’in McAffee ile yollarının kesiştiği, hem de buradaki kariyerinin hızla yükseldiği yıllara denk geliyor. Özellikle bu dönemde, siber güvenlik ile ilgilenmeye ilk başladığım zamanlarda beni fazlasıyla heyecanlandıran Shady RAT, Night Dragon ve Aurora Operasyonları’nı bizzat yürüten ve adlandıran Alperovitch’in, siber-espiyonaj aktivitelerinin, yüksek profil siber saldırıların araştırılması ve açığa çıkarılması konusunda adeta devleştiği söylenebilir. Tam da bu nedenle, DNC hacklenmesi gündeme geldiğinde ilk irtibat kurulan ismin Dmitri Alperovitch olması şaşırtıcı değil. Şaşırtıcı olan, kendisi de bir Rus olan Alperovitch’in, DNC haklenmesinin ardında Cozy Bear ve Fancy Bear şeklinde isimlendirdiği, FSB (Rus gizli servisi) ve GRU (Rus askeri istihbarat ajansı) ile derin bağları olan iki ayrı grup tarafından yürütüldüğünü belgelerle ortaya çıkarması.
İlgili yazı>> Gelmiş geçmiş en büyük siber saldırı: Shady RAT
Ancak bugün bile Alperovitch’e sorulduğunda ABD, son dönemde hedefinde olduğu tüm bu kritik siber aktivitelerin Rusya’dan kaynaklandığını dünyaya açıklamada oldukça geç kalarak hızlı bir şekilde karşılık verme ve üstünlük sağlama şansını da yitirmiş oldu. Özellikle ABD Senatosu’nun Ocak başında en kıdemli istihbarat yetkililerini –Ulusal İstihbarat Direktörü Direktörü James Clapper, İstihbarattan Sorumlu Savunma Müsteşarı Marcel Lettre ve Amerikan Siber Kumandanı Michael Rogers- Rusya’nın siber agresyonu konusunda dinlediği duruşmayı neredeyse baştan sona dinlemiş biri olarak, Alperovitch’in yorumu oldukça yerinde olduğunu söylemem gerekli.
İlgili yazı>> İstihbarata doymayan adam: Michael Rogers
Senatonun, bu duruşma boyunca Amerika’nın karşı karşıya kaldığı Rus siber agresyonu karşısında kısasa kısas ve orantılı karşılık verecek gücü ve kabiliyeti olup olmadığı konusunda İstibarat şeflerini ısrarla sıkıştırıp, net bir cevap alamaması da Alperovitch’in değindiği bu geç kalmanın temelinde yatan bürokratik ve diplomatik karmaşayı bir bakıma kanıtladı. Görmeye ve duymaya çok alıştığımız, siber ortamda ‘ofansif defans’ ya da ‘proaktif karşılık’ terimleri böylece devletler arası siber gerginliklerde göründüğü kadar basit pratiğe dökülemeyeceğini de gösterdi aslında.
Siber Bülten abone listesine kaydolmak için formu doldurunuz