Etiket arşivi: silikon vadisi

Bilim ve Teknoloji Politikalarıyla Geçmişten Günümüze ABD

Bilim ve Teknoloji kavramlarının son zamanlarda sıklıkla konuşulmasını ve gündemi eskiye nazaran daha fazla meşgul etmesini ülkemiz açısından sevindirici gelişmelerden sayabiliriz. Bununla beraber değişik platformlarda konuşulan şeylerin yönetim kademelerine yansımalarının nasıl olduğunu ve yetkili devlet mercilerinin özellikle bilim ve teknoloji alanında ülkemizin önünü açacak ne gibi program ve projeler geliştirdiğini hep birlikte takip etmeye devam edeceğiz.

Bu konuda geçmişten günümüze yetkin insanların varlığını inkâr etmemekle birlikte insan kaynağını verimli kullanmadaki eksikliğimiz diğer alanlarda olduğu gibi bilimsel ve teknolojik alanlarda da kendisini hissettirmektedir.

Bu yazının içeriği ABD özelinde yapılan bilim ve teknoloji politikalarının değerlendirilmesi çalışmasının özeti mahiyetinde düşünülmüştür. Ülkemizin mevcut durumundan ziyade ABD’nin bilim ve teknoloji alanında uzun yıllar süren dünya liderliğinin sebepleri ve son yıllarda özellikle Asya ülkelerinin bu alanda ABD’yi yakalamaları ve son tahlilde rekabetin geldiği nokta kısaca ortaya konulmaya çalışılacaktır.

ABD’nin bilimde altın çağı olarak tanımlanan 1950-1968 yıllarına nasıl gelindiği ve bu gelişmenin arkasında nasıl bir paradigmanın yansıması politikaların olduğunu öncelikle düşünmemiz gerekmektedir.

Vannevar Bush

Bilim politikalarının ilk örneği ABD eski Başkanı F. D. Roosevelt’in 1944 Kasım ayındaki isteği üzerine Bilimsel Araştırma ve Geliştirme Ofisi ( Office of Scientific Research and Development) direktörü Dr. Vannevar Bush’un hazırlayıp 1945 Temmuz ayında Roosevelt’in vefat etmesiyle yerine gelen Başkan Truman’a sunduğu “Science- The Endless Frontier [Bilim- Sonsuz Ufuklar]” (https://www.nsf.gov/od/lpa/nsf50/vbush1945.htm) başlıklı rapordur.

Söz konusu rapor 2. Dünya savaşından galip çıkan ABD için geleceği doğru parametrelerle kurmayı amaçlıyordu. 192 sayfalık politika belgesi 1990’lı yıllarda dahi bilim insanları tarafından tartışılacak, eksik ve doğru taraflarıyla kritiğe tabi tutulacaktır.

Sadece birkaç önemli aktarım ve yorumla üzerinden geçeceğimiz söz konusu belgeyi incelediğimizde bugün dahi öğreneceğimiz çok şey olduğunu söylemek yerinde olacaktır. Söz konusu belgede önemli başlıklardan bir tanesi “Bilim ve Kamu Refahı (Science and the Public Welfare)” adı altında irdelenmektedir. Bilim ve kamu refahı arasında bugün bile ilişkiyi çok rahatlıkla kurabilecek insanımızın az mı çok mu olduğunu kendi içimizde sorgulayabiliriz. Bilimsel bağımsızlığın önemi “daha fazla ve daha iyi bir bilimsel araştırma bizim tam istihdam hedefimizin başarısının olmazsa olmaz bir gerekliliğidir” denilerek vurgulanmış, yeni bilgi (knowledge) yaratılması ve onun pratik amaçlar için uygulanmasını gerçekleştirmek için bilimde yetişmiş çok sayıda erkek ve kadına sahip olmanın gerekliliği ortaya konulmuştur.

Dr. Vannevar Bush; ısrarla bilimsel yetkinliğe vurgu yapıyor ve kamu refahı, ulusal güvenlik ve stratejik hedefler için temel araştırmaların desteklenmesini istiyordu. Onun bu istekleri yazdığı bu raporla sınırlı kalmadı ve 1960’lı yıllara gelindiğinde ABD’nin Ar-Ge yatırımları takriben yarısı savunma harcamaları olmak üzere bütçenin % 10’luk payını aşmıştır (https://www.aaas.org/sites/default/files/Budget;.jpg ).

Bill Clinton ve Al Gore

Aradan uzun yıllar atlayarak önemli bir politika belgesine daha kısaca değinmek gerekirse; 1990’lı yılların başında Körfez savaşı sonrasında şahin Cumhuriyetçilerden görevi devralan dönemin çiçeği burnunda Demokrat Başkanı William J. Clinton,  yardımcısı Albert A. Gore’u (nam- diğer Al Gore) da yanına alarak o günden bu güne popülerliği düşmeyen teknoloji üssü olan silikon vadisine koşmuştur ve ABD’ye bilim ve teknoloji temelli olarak neler kazandırabileceklerini ortaya koydukları bir girişim başlatmışlardır.

Kamuoyuna sunulan  “ Ekonomik Gelişme İçin Teknoloji Ve Ekonomik Gücü Yeniden Kurmak İçin Yeni Bir İstikamet [Technology for America’s Economic Growth, A New Direction to Build Economic Strength] (http://www.channelingreality.com/Reinvention/Documents/1993_Technology_for_Americas_Economic_Growth.pdf)  isimli politika belgesi; meslekler yaratacak ve çevreyi koruyacak uzun dönem ekonomik büyüme, devleti daha etkili ve daha duyarlı hale getirmek ve temel bilimler, matematik ve mühendislik (STEM) alanlarında dünya liderliği olarak üç (3) ana amaca dayanıyordu.

1990’lı yılların önemli bir özelliği olarak; söz gelimi daha önceki zamanlarda bilim dolayısıyla temel araştırmalar, tüm gelişim ve dönüşümlerin kaynağı olarak görülürken bu yıllardan itibaren teknolojik yeniliklerin -bilimsel araştırmalar önemini yitirmemekle beraber- bilimsel gelişmeleri gölgede bırakacak nitelikte atılımlar yaptığı görülmektedir. Bunun en çarpıcı örneği olarak temelleri 1960’lı yıllara dayanmasına karşın “World Wide Web” olarak bildiğimiz ve kullandığımız şekliyle dünyanın her tarafını saran bir ağ haline gelen internetin yaygınlaşmasını verebiliriz. Söz konusu rapor bilimden teknolojiye, eğitimden sağlığa, devletten özel sektöre, tarımdan çevreye ve inşaattan enerjiye kadar uzanan geniş bir yelpazede dönüşümün köşe taşlarını ortaya koymaktadır. Son olarak bu kapsamlı politika belgesinin yansımalarına baktığımızda; ABD’de 1990’lı yılların başında yüzbinler (100.000) civarında olan toplam patent başvuruları 2000’li yılında gelindiğinde üç yüzbinlere (300.000) dayanarak yaklaşık üç kat bir artış göstermiştir (https://www3.wipo.int/ipstats/ipslinechart ).

Federal hükümetin farklı disiplinlere göre bilimsel araştırmalara ayırdığı paylar; 1990’lı yıllardan sonra sağlık bilimlerinde “Biyomedikal Araştırmalar” yatırımları 1992 yılında 10 milyar $ iken 2000’li yıllara kadar 30 milyar $ ‘lara dayanarak hem yaklaşık üç kat artış göstermiş hem de disiplinler arası yatırımlarda zirvede yer almıştır. 1990’lı yıllarda bilimsel ve teknolojik gelişmelerin lokomotifi olarak öne çıkan bir disiplin olan “Mühendislik” yatırımları ise 2000’li yıllara kadar yıllık 10 milyar $ ‘a dayanarak disiplinler arası yatırımlarda ikinci sırada yer almıştır. “Doğa Bilimleri“ yatırımları yıllık 5 milyar $ ‘ın üzerinde olmasına karşın 1990’lı yıllarda düşüş gözlenmiştir. Çarpıcı olan veri ise; çevreye duyarlılık teması işlenirken yatırımların bu durumdan payını alıp almadığı sorusudur. 1990’lı yılların başlarında 3 milyar $ civarında olan çevre bilimleri yatırımları sonlarına doğru artan bir ivmede görünse bile 5 milyar $ seviyesine ulaşamamış görünmektedir(http://mcmprodaaas.s3.amazonaws.com/s3fs-public/Disc-1_0.jpg?RrBDGaSpG5edeDsiBRyoQyApdamjOs4O ).

Amerikan bilim ve teknoloji politikalarını yüzeyselde olsa incelediğimiz yazı dizisinin birinci bölümünü tamamlarken, bilim ve teknolojinin ABD için nasıl bir dönüşüm yarattığı ve özellikle geleceği kuran ve öngören bir sistemin temel bir sacayağı olarak nasıl kullanıldığının ipuçlarını görmekle birlikte bir sonraki bölümde kısaca değineceğimiz 2000’li yıllarda Amerikan inovasyonunun yarattığı atılım ve gelişmelerin ortaya koyduğu son tabloda kendimize nasıl bir yer bulacağımızı hep birlikte kestirmeye çalışabiliriz.

Ayrıca birçok yan etken ve fonksiyon barındırmasına karşın temelde ekonomik güç, teknolojik güç ve askeri gücün ABD özelinde birbirleriyle nasıl bir ilişki içerisinde olduğu ve hangi şartlar ve politikalar ekseninde bir araya getirildiği ve pratikteki yansımaları hakkında bir nebze olsun fikir sahibi olabiliriz.

Siber Bülten abone listesine kaydolmak için formu doldurunuz

Pentagon-Silikon Vadisi işbirliğinin meyveleri: Maven ve JEDI

Hollywood filmlerine bakacak olsak ABD ordusunun muharip güçlerinde herkesin son teknolojiye sahip olduğunu düşünebiliriz. Ancak gerçekte durum hiç de öyle değil. Ülke genelindeki nükleer tesislerde, teknisyenlerin hala disket kullanması bunun en bariz örneği. ABD Deniz Kuvvetleri’nin bilgisayarların Windows XP sürümünden üst bir sürüme yükseltilmesini daha bu yaz talep etmesi de bir başka örnek.

Bu yüzden ABD Savunma Bakanlığı’nın geçtiğimiz yıl istihbarat örgütlerinden ve ordudan topladığı gizli bilgileri güvenle saklayabileceği güçte bir bulut depolaması kurma noktasında Silikon Vadisi ile ortaklık yapmak istemesi, bazı uzmanların dalga geçmesine sebep olmuştu. Amazon, Google gibi şirketler çeviklik ve yeniliğin sembolü durumunda iken Pentagon tersine hantal ve ‘riskten sakınan’ bir yapı arz ediyor.

ABD hükümetinin yirminci yüzyıldaki büyük teknolojik atılımların çoğuna öncülük etmesi, herkesin bildiği bir gerçektir. Mesela, internet yıllar önce Savunma Bakanlığı iş geliştirme merkezi olan İleri Araştırma Projeleri Ajansı ofislerinde bir bilgisayar ağı projesi olarak başlamıştı. Şu anda akıllı telefonların birçoğunda bulunan uydu navigasyon sistemleri aynı yerde tasarlandı.

Ancak 1990’lı yılların başlangıcından itibaren, askeri bütçelerin azalması ve teknoloji şirketlerine yatırımın artmasıyla, özel sektör yenilikte büyük bir avantaj elde etti. Çoğu teknoloji firması ise tüketim malları üretmeye odaklandı. Ancak, bu firmaların geliştirdikleri teknolojinin bir kısmının orduya uygulanması halinde savaşın seyrini değiştirebilecek özelliklere sahip olduğu biliniyor.

İLGİLİ HABER>> Google’da çalışanlar ayaklandı: Pentagon ile işbirliğine hayır

Pentagon’un son Ulusal Savunma Stratejisi, gelişmiş bilgisayar, büyük veri analitiği, yapay zekâ ve robotik olmak üzere ordunun kendi avantajından yararlanmak istediği sekiz teknolojiyi belirliyor. Mattis, stratejinin Ocak ayında açıklandığı sırada şunları söylemişti:  “Başarı, önce yeni bir teknoloji geliştiren ülkelerin değil, onu daha iyi entegre eden ve daha çabuk bir şekilde mücadele tarzına uyarlayan ülkelerin oluyor” dedi.

Geçtiğimiz yıla kadar savunma bakanlığı sekreteri olarak görev yapan Robert Work, Pentagon’un ticari sektörle olan ortaklıklarının ana savunucularından biri. Meslektaşlarının çoğundan daha fazla iki taraf arasında köprü olmanın zorluklarının farkında olan bir isim.

Bunun en bariz örneği de hala görevde iken hayata geçirdiği Maven Projesi. Bu proje, insansız hava aracı dronelara yönelik bir yapay zekâ programı. Google ve Pentagon’un beraber giriştiği bu projede insansız hava araçları için daha etkin bir görüntüleme teknolojisinin geliştirilmesi amaçlanıyordu.

Maven Projesi hali hazırda Ortadoğu ve Afrika’da en az 5 gizli yerde yürütülüyor. Fakat bazı yerlerde çıkmaza sürükleniyor. Geçtiğimiz nisan ayında üç binden fazla Google çalışanı, şirketin savaşla ilgili konulara dâhil olmasını protesto eden bir bildiriye imza atmıştı. Şirket ise gelecek yıl sona erecek olan anlaşmayı yenilemeyeceği sözünü vermişti. Diğer teknoloji şirketleri, şartları oldukça iyi olan anlaşmalara karşı direnmeyi oldukça zor bulurken Pentagon’un yapay zekâ ve Maven Projesine yatırımları devam ediyor.

Maven’in başarılı olması, Savunma Bakanlığının, gözetleme araçlarını ve askeri istihbarat topluluğundan aldığı bilgiler de dahil olmak üzere verilerini sağlamlaştırmasını ve bunu makine tarafından okunabilir bir formatta etiketlemesini gerektiriyor. Bu amaçla, Temmuz ayında Pentagon, JEDI (Ortak Girişim Savunma Altyapısı) kod adlı bir bulut depolama sözleşmesi için muazzam bir teklif başlattı. Hem Pentagon’da hem de Silikon Vadisi’nde, JEDI’nin başarısı ya da başarısızlığı, iki kurumun işbirliği yapıp yapamayacağı konusunda bir test niteliğinde olacak.

Program başarılı olursa, hem hükümet hem de ticari sektör için önemli avantajlar sağlayacak.  Sözleşmenin on milyar Amerikan doları değerinde olacağı beklentisi, bunu çok büyük firmalar için dahi büyük bir ödül haline getiriyor.

JEDI’yi kazanan şirket, bakanlığın bulut depolama ihtiyaçlarının karşılanması da dâhil diğer Pentagon anlaşmalarını güvence altına alıyor.

Siber Bülten abone listesine kaydolmak için formu doldurunuz

Üretim ve Kültür

Önceki yazılarımda teknoloji ve eğitim ikilisinin birlikte nasıl harmanlandığından bahsetmiştim. Bu harmanlanmanın sonucunda ortaya çıkmış olan günümüz çağının en önemli yapıtaşlarından biri de üretim oluyor haliyle.

Bir start-up, şirket, ülke veya herhangi bir topluluk varlığını sürdürebilir kılmak için üretmek zorunda artık. Peki tüketici konumundan üretici konumuna geçmek nasıl mümkün?

Teknoloji, inovasyon, girişimcilik gibi kavramlardan bahsedildiğinde herkesin aklına gelen temel bir isim var: Silikon Vadisi. Bu kavramları bünyesinde toplamış olmasının doğal sonucu olarak da üretimin merkezi haline geliyor. Silikon Vadisi ve oradaki şirketler neyi farklı yapıyor da önde gelen ülkelerle bile üretim gücü ve ciro bazında mücadele edebilecek, hatta geçebilecek seviyeye geliyor? Finans desteği, eğitim olanakları, altyapı ve teknik destek, insan kaynağı sağlanan tek yer Silikon Vadisi değil; artık bu imkanları sunan pek çok platform var. Demek ki aranan yanıt ihtişamlı “headquarter”lar ya da olağanüstü büyüklüklerdeki ekiplerde değil.

Silikon Vadisi’ni özel kılan en önemli değeri, kültürü. Bir ekosistemi ayakta tutan şey bünyesindeki her bireyin birbirleriyle “iletişim” halinde olabilmesi, birlikte hareket edebiliyor olmasıdır. Birlikteliği ve paylaşımcılığı savunan bir kültür, öğrenmeyi mümkün kılar, bu sayede üretim kapısının kilidi açılmış olur. Kapının ardına geçebilmek için adım atmak gerekir; öğrendiklerimizi geliştirebilmek, kişiselleştirebilmek, farklılaştırabilmek gerekir. Bunu yapabilmek için de öğrendiklerimizi deneyebilmek, pratikteki karşılığını gözlemleyebilmek gerekiyor. Başka bir deyişle, “hata” yapmak, yapabilmek gerekiyor.

Silikon Vadisi kültürünün en temel ve önemli özelliklerinin başında hata yapmaya karşı olan hoşgörü, hatta hata yapmaya teşvik etmek geliyor. Çoğu yatırımcı, daha önceden hep başarılı olmuş girişimcilerden ziyade birkaç defa iş batırmış girişimcileri tercih ediyor. Çünkü hata yapmış bireyler artık kriz anında ne yapmaları gerektiğini, düşüldüğünde nasıl kalkılacağını sadece başarıyı tatmış bireylere göre kat ve kat daha iyi biliyorlar.

Tabii bütün bunların yanında olmazsa olmaz bir durum daha var, gençlere fırsat vermek. Silikon Vadisi’nin konumlandığı San Francisco’da üniversiteliler caddesi diye de bilinen uzun bir cadde var, pek çok kafe veya oturabileceğiniz yer bulmanız mümkün. Bu caddede vakit geçiren üniversiteliler bir anda kendilerini, donanım ve tecrübelerini aktarmak üzere bekleyen önde gelen girişimciler, üst düzey yöneticilerle aynı masada bulabiliyorlar. Pek çok üniversiteli teknoloji devlerinde staj yapmak, farklı şirketlerden insanlarla birlikte ortak proje geliştirmek gibi imkanları bulabiliyor.

Peki bu kültür nasıl başka yerlerde de oluşturulabilir, nasıl daha da geliştirilebilir. Kültürün sözlük anlamı; tarihsel ve toplumsal gelişme süreci içinde yaratılan her türlü değerlerle bunları kullanmada, sonraki kuşaklara iletmede kullanılan, insanın doğal ve toplumsal çevresine egemenliğinin ölçüsünü gösteren araçların tümü. Yani sadece bireysel değil toplumsal gelişim söz konusu, başka kuşaklara aktarım yapmak, iletişim kurmak söz konusu. Bu noktada konu yine aynı temel kavrama bağlanıyor, eğitim, “yeni kuşakların” hayata hazırlanma süreci; kültürlerin aktarıldığı kitle, gençler.

Bahsettiğimiz türde bir kültürün oluşabilmesi için eğitimin sadece sınıflar içerisinde ve temel bilimleri öğrenme süreci olarak değerlendirilmemesi ilk koşul. İletişim kurmamızı, paylaşmamızı, hata yapmamızı sağlayacak süreçlerin de eğitime dahil edilmesi gerekiyor. Bunun en güzel örneklerinden biri öğrencilerin yer alabileceği farklı konseptlerdeki yarışmalar.

Üç yıldır FIRST(For Inspiration and Recognition of Science and Technology) vakfının düzenlediği robotik yarışmalarına katılan biri olarak, bu zaman zarfında öğrendiklerim, edindiğim tecrübeler, kurduğum ilişkiler hem çok sayıda, hem de gerçekten nitelikleri çok yüksek. Vakfın düzenlediği yarışmalar gençlere okulda öğrendikleri fizik, matematik bilgilerini tasarım ve yazılımla harmanlayarak kendi robotlarını inşa edebilme imkanı sunuyor. Bilim ve teknolojiyi yaymak ve fırsat eşitliğini sağlamak adına takımların yaptığı çalışmaları destekliyor, isimlerini duyuruyor ve bu esnada sponsorluk görüşmesi, Ar-Ge, üretim gibi pek çok alanda çalışan gençlere erken yaşlardan itibaren bir şirket gibi hareket edebilmeyi öğretiyor.

Yani yola robot yapmak üzere çıkan bizler bu esnada paylaşmayı, iletişim kurmayı, düşünmeyi, yaptığımız onlarca prototipin çalışmaması üzerine bozup tekrar yapmayı, araştırmayı, hata yapmayı öğrenirken buluyoruz kendimizi. E tabi bahsetmeden edemeyeceğim, Türk gençleri olarak muhtemelen diğer ülkelere nazaran daha da iyi öğreniyoruz tüm bunları. Çünkü maalesef biz; gençleri kendi binasına alan, kendi profesörlerini, mühendislerini ve uzmanlarını mentör yaparak destek sağlayan NASA, Boeing, Intel gibi destekçi şirketlere ya da oluşumlara sahip değiliz henüz. İşler biraz kendi yağımızda kavrulmamızla yürüyor. Yani üretim kültürünün önemli bir kısmından yoksunuz aslında.

Fakat gururla şunu da ifade etmek isterim ki, FRC Robotik takımı 3646 INTEGRA olarak bu desteklere sahip olan ekiplerle de kafa kafaya mücadele ediyoruz. Yarışma iki ayaklı gerçekleşiyor, bölgesel turnuva ve dünya şampiyonası. 3 yıl önce yarışmanın en prestijli ödülü olarak geçen Chairman’s Award’u kazanan ilk Türk takımı olduk, bir sonraki yıl ise bu ödülü tekrardan kazanarak bir kez daha Dünya Şampiyonasına katıldık ve bu sefer de Chairman’s Award Finalist ödülünü kazanarak bu alandaki 3 ekipten biri olmayı başardık. Bu yıl ise bölgesel turnuvamızda robotumuzla Winning Alliance, ardından ise Dünya Şampiyonasında Division Finalist ödüllerini kazandık. Arkamızda teknoloji devleri yoktu belki ama, bize üretim kültürünü aşılmaya çalışan ve her daim destekçilerimiz olan çok sevgili hocalarımız Tolga Yıldız ve Neslihan Çınar’a da en içten teşekkürlerimi sunuyorum. Gençleri bu tür süreçlere teşvik eden ve bu imkanları sunan herkese de ayrıca teşekkür ediyorum.

“Kültür, okumak, anlamak, görebilmek, görebildiğinden anlam çıkarmak, ders almak, düşünmek ve zekayı geliştirmektir,” demiş Mustafa Kemal Atatürk.

Ben de bu noktada şu soruyu sormak istiyorum sevgili yetişkinlerimize; sizce de biz gençlerin sizlerle birlikte öğrenme ve çalışma, birlikte baştan aşağı yeni bir kültür oluşturma, sizlerle birlikte tüketici değil de üretici olmamızın zamanı gelmedi mi?

Siber Bülten abone listesine kaydolmak için formu doldurunuz

İsrail startupları, Silikon Vadisi yerine New York’a akın ediyor

İsraillerin kurduğu küçük ama yenilikçi teknoloji firmalar New York’a akın ediyor. Financial Post’un haberine göre, New York’a yerleşen bu türden İsrail şirketlerinin sayısı 5 yılda 60’tan 350’ye yükseldi.

Habere göre, daha önce siber güvenlik ve askeri teknoloji alanına odaklanan İsrail şirketleri artık tüketicileri ve işletmeleri hedef alıyor. Bu yüzden de ürünlerini daha iyi pazarlayabilecekleri bir yer olarak New York’u tercih ediyorlar. Zaten İsrailli yatırımcılar da artık Amerika’da satmayan bir fikre para bağlamaya gönüllü değil.

Burada ilginç olan 10 yıl önce California’da fırsat arayan bu tür şirketlerin artık New York’ta karar kılması. Finans, medya ve reklam sektörlerinin merkezi olan New York, Silicon Vadisi’ne bile ciddi bir alternatif olarak değerlendiriliyor. İsrailliler için yerel bir teknoloji merkezi işleten Guy Franklin’e göre New York’ta binlerce İsraillinin yaşaması ve Amerika’daki en büyük Yahudi nüfusunun burada olması da kendileri için avantaj. “İsrailliler burada birbirlerini tutuyor” diyor.

İlgili haber>> 2017 ve İsrail’in siber güvenlik pazarı

New York’ta başarılı olan İsrailli strartup’lardan Sisense Inc., şirketlerin verilerini düzenlemelerine ve analiz etmelerine yardımcı oluyor. Unilever, Airbus ve Nasdaq gibi şirketlere hizmet veren Sisense, en büyük Amerikalı yatırımcılardan 100 milyon doları da çekmeyi başarmış.

Konut sigortası alanında faaliyet gösteren İsrail şirketi Lemonade de New York’la birlikte Teksas ve California eyaletlerine yayılmış. Ne de olsa sadece New York’un nüfusu İsrail’in toplam nüfusunun üzerinde.

Perakende sektörüne hizmet veren WiseShelf şirketini büyütmek isteyen Shalom Nakdimon da vaktinin çoğunu New York’ta geçiriyor. İsrail’den e-ticaret şirketlerinin önemli bir varlık gösteremediklerine dikkat çekiyor ve ekliyor: “Ama burada mağazalar sürekli kapanıyor ve perakendeciler de e-ticaretin önemini anlıyor.”

Tabii, New York’a yerleşen İsrail şirketleri para kazandıkça ve büyüdükçe arkasından yenileri gelmeye devam ediyor.

Siber Bülten abone listesine kaydolmak için formu doldurun

Google ilk defa itiraf etti: Kremlin bizi kullanmış

Google, Rus ajanlarının 2016 ABD seçimlerine müdahale maksadıyla şirketin platformlarından istifade ettiğine dair ilk kez bir kanıt ortaya koydu.

Kimliğini açıklamak istemeyen kaynakların Washington Post’a yaptığı açıklamaya göre; teknoloji devi, Youtube, Gmail ve DoubleClick reklam ağı gibi Google’a ait platformlar üzerinden Rus ajanların dezenformasyon için on binlerce dolar harcadığını tespit etti.

Google tarafından ortaya çıkarılan bulgular oldukça önemli çünkü söz konusu reklamların kaynağının, Facebook üzerinden daha önce reklam satın aldığı ortaya çıkan Rus kaynaklardan farklı olduğu düşünülüyor. Bu da Rusya’nın seçimlere müdahale kapsamında online reklamları yayma kapasitesinin Silikon Vadisi devlerinin ortaya çıkardığından çok daha derin olduğu gerçeğine işaret ediyor.

İlgili haber>> 100 bin dolar verin, Facebook ile seçim sonucu değişsin!

Google daha önce Rusların şirketlerine ait platformları kullandığı yönündeki iddiaları yeterince dikkate almamıştı. Geçtiğimiz ay Google Sözcüsü Andrea Faville Washington Post’a yaptığı açıklama şirketlerinin politikalarını istismar eden kaynakları takip ettiklerini ancak bu tür bir kampanyaya dair bir kanıt görmediklerini söylemişti. Şirket yine de Kongre’nin baskısıyla bir inceleme başlatmıştı.

Pazartesi günü Google’dan yapılan açıklamada ise şu ifadeler yer aldı: “Politik reklamları sınırlayan, ırk ve din temelli reklamları engelleyen sıkı bir reklam politikasına sahibiz. Araştırmacılar ve diğer firmalarla birlikte çalışarak sistemimizi istismar eden girişimleri daha derinden araştıracağız ve devam eden soruşturmalara destek vereceğiz.”

İlgili haber>> Kremlin’in tuzağına Twitter da düştü

Facebook geçtiğimiz haftalarda Rus hesaplar tarafından satın alınan ve ABD seçimlerinde kullanılan  3 binden fazla politik içerikli reklamı, Kongre’ye teslim edeceğini bildirirken Twitter da aynı grupla bağlantılı 201 hesabı kapattığını belirtmişti.

Google’ın araştırmasına yakın kaynaklar şirketin 100 bin dolardan düşük fiyatlı bir dizi reklamı incelediğini ve bütün reklamların troll hesaplardan mı yoksa Rus menşeli yasal hesaplardan mı geldiğinin araştırıldığını ifade ediyorlar.

Google’ın platformlarındaki Rus varlığını diğer bir teknoloji devi olan Twitter’dan elde ettiği veriler sayesinde keşfettiği söyleniyor. Twitter üçüncü şahıslara, eski twitlerin küçük bir kısmını ücretsiz olarak sunuyor. Geçmişi 2006’ya dayanan tüm Twitter arşivine giriş ise ücretli.

Google Twitter’dan yüklediği verilerle Rus menşeli Twitter hesapları ile reklam satın almak için Google’ın hizmetlerini kullanan diğer hesaplar arasında bağlantı kurabildi. Google’ın yürüttüğü soruşturma henüz başlangıç aşamasında.

Soruşturmaya yakın kaynaklara göre, reklamların yayınlanma sıklığı ve kaç kez tıklandığı henüz öğrenilmiş değil. Kendi kayıtlarını incelemeye devam eden Google, Facebook ile de veri paylaşımı yapıyor. Twitter ve Google ise henüz birbiriyle işbirliği yapmış değil.

Siber Bülten abone listesine kaydolmak için doldurunuz