Etiket arşivi: siber lider

Chehade’ın ICANN yönetimini bırakmasının esas sebebi ne?

Geçtiğimiz Mayıs ayında ICANN’deki üç iddialı yılın ardından beklenmedik bir şekilde 2016 Mart’ında ayrılacağını açıklayan Fadi Chehade, pek çok tartışmayı da beraberinde getirdi. Bu tartışmanın detaylarına geçmeden önce ICANN ile ilgili bir kaç bilgi paylaşmakta fayda var. ICANN, Türkçe adıyla İnternet Tahsisli Sayılar ve İsimler Kurumu (Internet Corporation for Assigned Names and Numbers) özel sektör, akademi ve sivil grupları bir araya getirerek internetin teknik, idari ve politik yönetimiyle ilgili güncel olduğu kadar geniş bir tartışma ve uzlaşma ortamı yaratmak amacıyla kurulmuş, kar gütmeyen bir kuruluş esasında. İnternet alan adları yönetimi, IP adres alanlarının kime ne şekilde tahsis edileceği, bütün dünyaya hizmet veren 13 kök DNS sunucusunun koordinasyonu gibi merkezi idareye ihtiyaç duyan alanlarda uzmanlaşan ICANN, yapısı gereği global internetin yönetiminden sorumlu. Tam da bu yüzden kendisi de bir dünya vatandaşı olan Chehade’in 2012 yılında ICANN’in CEO’su pozisyonuna getirilmesi, sonrasında ICANN’in kazandığı ivme düşünüldüğünde belki de yönetim kurulunun o yıllarda aldığı en iyi kararlardan biriydi.

NAZLI BOZDEMİR’İN DİĞER YAZILARI İÇİN TIKLAYINIZ

Köklerine bakıldığında Chehade, Mısırlı bir ailenin Lübnan doğumlu, Mısır, Lübnan ve ABD vatandaşı olmasının yanısıra Arapça, İngilizce, Fransızca ve İtalyanca’yı akıcı konuşan oğlu. Ancak Chehade’in 25 yıllık bilişim kariyerinin tohumları Lübnan’dan çok uzakta, 1980 başlarında hala savaş sonrası yaralarını kapatmaya çalışan Lübnan’dan ayrılıp New York Polytechnic Enstitüsü’nde Bilgisayar Mühendisliği lisansına başladığında atılmış. Burayı takiben Stanford Üniversitesi’nde Mühendislik Yönetimi alanında lisansüstü çalışmalara başlayan Chehade’in kariyeri, internet gibi işbirliği gerektiren teknolojiler ve bu teknolojilerin gerçek hayattaki uygulamaları arasındaki çizgide ilerlemiş. Okul sonrası hayatının ilk yıllarında toplamda kuracağı üç şirketten birincisini hayata geçiren Chehade, 36 yaşında ilk defa CEO koltuğuna oturmuş. 2012 yılında sancılı bir dönemden geçen ve oldukça kan kaybetmiş ICANN’in CEO’su olacağının duyurulmasını takip eden süreçte kuruma prestij, görünürlük, para ve işgücü kazandıran Chehade, göreve ilk atandığında duyulan kuşkuları da boşa çıkarmış. Yine bu dönemde özel bir Amerikan şirketi ve ICANN’e bağlı en önemli departman olan IANA’nın (Internet Assigned Numbers Authority) kağıt üzerinde Amerika himayesinden çıkıp, ICANN’in global yönetimine devredilmesine yönelik büyük adımlar atılmış.

İLGİLİ HABER >> RUSYA VE ÇİN SİBER İTTİFAKTA ANLAŞTI ABD TEDİRGİN

Şimdiye kadar anlatılan herşey, başarılarla dolu ve sürekli yükselişte bir kariyer planı çizse de, Chehade’in belki de en büyük başarısı olacak olan IANA devir tesliminin 2016 Eylül ayında tamamlanmasını beklemeden Mart sonu itibariyle görevinden ayrılacağını bir anda açıklaması tüm dengeleri değiştirdi. Üst düzey IANA yetkilileri ve yönetim kurulu üyeleri IANA’nın el değiştirmesinin tek bir lidere mal edilemeyeceği yönünde açıklamalarla çok paydaşlı ICANN ve internet camiasının endişelerini gidermeye çalışsa da, sürecin kamuya ve özel sektöre görünür yüzü olan Chehade’in yaklaşan ayrılığı soru işaretlerini de beraberinde getiriyor. Araştırmam sırasında bu konuda pek çok şeyin yazılıp çizildiğini farketsem de, çoğu yazarın görmezden geldiği ya da görmek istemediği bir sorun farkediliyor: Chehade’in egosu.

Fadi Chehade’in elinde tuttuğu güç ve prestij, ICANN’in global pozisyonu dahilinde değerlendirildiğinde, Chehade siber liderler serisinin teknik, diplomatik ve sivil alana yön verme ehliyetine sahip, en nüfüslu ismi olarak karşımıza çıkıyor. Tam da bu nedenle Chehade’in Edward Snowden’in açığa çıkardığı belgeleri takip eden dönemde şahsi girişimiyle başlattığı ‘yeni bir internet yönetişim organı’ kuralım,  bu yeni yapıyı Amerikan gölgesinden kurtarıp bağımsız yapalım temalı projesinin Amerikan çıkarlarıyla çatışıp alaşağı edilmesi Chehade’in ne karakterine ne de sahip olduğu pozisyonun isterlerine uymuyor. Fadi Chehade hazır olsa da, dünya tam bağımsız bir ICANN’i uzun bir süre daha tecrübe edemeyecek gibi görünüyor.

HAFTALIK SİBER BÜLTEN RAPORUNA ABONE OLMAK İÇİN DOLDURUNUZ

[wysija_form id=”2″]

 

Siber stratejide Hindistan’ın Türkiye’den farkı: Gulshan Rai!

Teknoloji odağının ve bu zamana kadar kısa biyografilerini yazdığım siber liderlerin büyük çoğunluğunun Batı ekseninde olması eleştirdiğim bir konuydu. Bu yüzden batı-merkezli bir yaklaşımdan biraz uzaklaşarak projektörümüzü Asya’nın stratejik güçlerinden Hindistan’a çevirdik.

HAFTALIK SİBER BÜLTEN RAPORUNA ABONE OLMAK İÇİN FORMU DOLDURUNUZ

[wysija_form id=”3″]

Teknoloji piyasasındaki artan rolü ve dışarıdan aldığı siber saldırıların yoğunluğuyla dikkat çeken Hindistan’ın yakın dönemde başbakanlık altında oluşturduğu yeni bir birim olan Ulusal Siber Koordinasyon Merkezi’ne (NCCC) yönetici olarak atanan Dr. Gulshan Rai’nin karşıma çıkması tam da bu yüzden hoş bir değişiklik oldu. 25 yılı aşkın süredir bu sektörün bir parçası olan Rai’nin uzmanlık alanları siber güvenlik, e-devlet uygulamaları ve bilgi teknolojilerine hukuki altyapı oluşturmak olarak sıralanıyor. Rai, Hindistan’ın 2013 yılında, Türkiye ile neredeyse eş zamanlı yayınladığı birinci Ulusal Siber Güvenlik Stratejisi’nin ve ilk olma özelliği taşıyan Bilgi Teknolojileri Kanunu’nun da baş mimarları arasında sayılıyor. Bu göreve getirilmesinin öncesinde uzun yıllar Hindistan Siber Olaylara Müdahale Ekibi’nin (SOME) ve Hindistan’ın eğitim ve geliştirme ağı olarak bilinen ERNET India’nın direktörü olan Rai, aynı zamanda 1998 yılından bu yana siber alanı ve bu alanda meydana gelen sorunları kapsayan hukuki çalışmalar yürütmesiyle biliniyor. ERNET’deki misyonunun da etkisiyle araştırma, geliştirme ve eğitim faaliyetleri üzerine yoğunlaştığı gözlenen Rai, siber güç sahibi olabilmek için milli altyapı ve uzmanlaşmış işgücü geliştirmeyi en önemli şartlar olarak değerlendiriyor.

SİBER LİDERLER DİZİSİNİN DİĞER YAZILARINA ULAŞMAK İÇİN TIKLAYIN

Özellikle .in ve nic.in uzantılı 700’ü aşkın sayıda devlete ait siteyi, finansal hizmetler sunan organizasyonları ve özel şirketleri hedef alan dış kaynaklı siber saldırıların çoğunlukla Hindistan’ın diplomatik ilişkilerinde zaman zaman sorunlar  yaşadığı Pakistan ve Çin merkezli, gelişmiş saldırılar da yürütebilen hacker grupları tarafından gerçekleştirildiği açıkça bilinmesine rağmen Hindistan hala görünürde net bir duruş veya karşı strateji üretmemesi nedeniyle sıklıkla eleştiriliyor. Açık kaynak taramalarda unvanı Dr. olarak karşımıza çıksa da, eğitim altyapısının içeriğine veya IT sektöründeki uzun soluklu kariyerine dair detay bulmak imkansız olan Rai’nin, milli meselelerdeki duruşu tam olarak kestirilemese de, Hindistan SOME’sinin ve en büyük teknolojik araştırma merkezlerinden birinin başında bulunduğu yıllarda Pakistan kaynaklı siber saldırılara geniş çaplı siber espiyonaj operasyonlarıyla karşılık verilmesinde rolü olduğunu insan düşünmeden edemiyor.

İLGİLİ YAZI >> TÜRKİYE’DE SİBER GÜVENLİK KRİTİK ALTYAPININ ÖNÜNE GEÇECEK

Yazıyı hazırlarken ilk defa inceleme fırsatı bulduğum Hindistan Ulusal Siber Güvenlik Stratejisi’nin, aynı yılda yayınlanan Türkiye Ulusal Siber Güvenlik Stratejisi’yle benzerliği, Türkiye’de Rai görünürlüğü ve yetkisinde biri olmadığını bir kenara bırakırsak oldukça ilgi çekici. Öyle ki, her iki belge de siber güvenlik ve devlet stratejisi alanlarını kesiştiren ilk belge olmasının yanısıra kritik altyapıların güvenliği konusunun içini doldurmaması, siber tehditleri çok boyutlu olarak ele almaması, politik, ekonomik ve hukuki tedbirleri belirlerken yetersiz kalması, telekom sektöründeki siber güvenlik açıklıklarına değinmemesi ve en önemlisi bu belgelerde yer alan maddelerin yasal bir bağlayıcılığı veya yaptırımının bulunmaması açısından birebir benzeşiyor. Bu açıdan bakıldığında iki ülke de, bir bakıma, teknolojiyi üreten olmadıkları için güvenliklerini kapsamlı olduğu kadar bağlayıcı bir yol haritasıyla sağlayamamanın ceremesini çekiyor.

 

Bilişim ve hukuku harmanlayan adam: Tony Scott

“There’s two kinds of CIOs: ones who have been hacked and know it, and those who have been hacked and don’t yet realize it. But the reality is, you’ve been hacked”. –Tony Scott, 201

Hatırlarsanız bundan birkaç ay önce ABD yönetimine bağlı Personel Yönetim İdaresi’ne (OPM) Çin tarafından gerçekleştirildiği düşünülen geniş çaplı bir siber saldırı sonucu, federal kurumlarda çalışmak için başvuruda bulunan milyonlarca kişiye ait hassas bilgiler ele geçirilmişti. Hem ABD içinde, hem de dış medyada geniş yankı bulan bu saldırı sonrası Amerikalılar devletin depoladığı bilgilerin güvenliğini ciddi şekilde sorgularken, federal kurumların siber güvenliğinin sağlanması Beyaz Saray’ın yakın dönemde odaklanacağı en önemli konulardan biri haline geleceğinin sinyallerini verdi.  Sızan bilginin boyutu nedeniyle büyük baskıya maruz kalan OPM direktörü Katherine Archuleta apar topar görevden ayrıldığını açıklarken, olaydan yalnızca 2 ay önce Obama tarafından özel istekle federal Bilişim Daire Başkanı (CIO) olarak atanan Tony Scott’ın misyonu oldukça önem kazanacaktı.

Haftalık Siber Bülten raporuna abone olmak için formu doldurunuz

[wysija_form id=”2″]

35 yılını bilişim sektöründe geçiren, aralarında Microsoft, Walt Disney ve General Motors’un da sayılabileceği iddialı firmalarda CIO, operasyon direktörü (COO) olarak önemli görevler üstlenen Scott, aslında bilişim camiasındaki ününü 2013 yılında CIO olarak göreve başladığı sanallaştırma (virtualization) devi VMware’i buaralar sıkça karşımıza çıkan bulut bilişim konusunda başarıyla ön saflara taşımasına borçlu bir siber lider. Ona devlette ihtiyaç duyulmasını sağlayacak bir başka etken de, San Fransisco Üniversitesi’nde aldığı Bilgi Sistemleri Yönetimi lisans eğitimini takiben Santa Clara Üniversitesi’nde tamamladığı hukuk lisans derecesi (juris doctorate). Siber güvenlik meselesini hem hukuki/sosyal hem de teknik boyutuyla ele alabiliyor olması, Scott’un devlet düzeyinde işleri yürütmek için tercih edilmesini sağlamışa benziyor. Şubat ayında federal CIO olarak işbaşı yaptığında, Obama yönetiminin önümüzdeki dönemde IT başlığı altında ayıracağını belirttiği 84 milyar doları aşkın yüksek bütçenin de kontrolünü devralan Scott’ın öncelikleri arasında siber güvenlik ve e-sağlık hizmetlerini denetlemeye, hem internete erişimi hem de internetin hızını artırmaya yönelik çalışmalar olduğu belirtilmişti.

İLGİLİ HABER >> ABD SİBER BÜTÇESİNİ 14 KAT ARTIRDI

Fakat Nisan ayında patlak veren, 21 milyon kişiyi etkileyen siber saldırıyla tüm odağını kamu servislerinin siber güvenliğini iyileştirme yönüne kaydıran, bu anlamda ilginç bir çalışmaya imza atan Scott, Haziran’da başlattığı ‘30 Günlük Siber Güvenlik Deparı’ (30 Day Cyber Security Sprint) adını verdiği bir hayli kapsamlı çalışmayla federal ve sivil yapılar bünyesindeki tüm birimlerin siber güvenliğini tek tek teftiş ederken, 30 gün sonunda yayınlanacak karnelerde her birimin bu konuda gösterdiği gelişime dair bir notlama yapacağını ve başarılı olan kurumların kamuya açıklanacağını söylemişti. Birimler denetlenirken belirlenen gündemde bilgi güvenliğinin sağlanması, durumsal farkındalığın artırılması, işlemlerin standartlaştırılması ve otomatik hale getirilmesi, siber saldırı savunma kabiliyetlerinin artırılması ve güçlü otorizasyon sistemlerinin geliştirilmesi ön plandaydı. Scott’un Obama’dan aldığı tam destek ve yakın zamanda yaşanan siber saldırının yarattığı baskıyla rutin, göstermelik bir değerlendirme olmaktan uzak olan bu 30 günlük depar sonunda tüm federal ve sivil birimlerin siber güvenlik kabiliyetlerinin %42’den %72’ye çıkarıldığını kaydederken, güçlü şifreler ve şahsi kmlik doğrulama kartlarından oluşan iki aşamalı otorizasyonun, benimsenmesi gereken en ciddi konu olduğu Scott tarafından her fırsatta dile getiriliyor.[1] İlerleyen dönemde Federal/Sivil Siber Güvenlik Stratejisi’ne evrilmesi beklenen bu çalışma, aslında kurumların siber güvenlik meselesine ayırdığı bütçelerin daha detaylı olarak belirlenmesi, kurumları ve kurum çalışanlarını bilginin güvenliği konusunda yasal bir zorunluluğa sokması açısından büyük önem taşıyor. Scott’a maledilebilecek 30 Günlük Siber Güvenlik Deparı fikri özgün olsa da, öne çıkardığı konulara, siber liderler serisine ilk başladığım dönemde hakkında yazdığım Obama’nın siber güvenlik danışmanı Michael Daniel’ın da bir hayli mesai ayırdığı farkediliyor. Daniel’ın üzerinde çalıştığı siber mevzuatın odağında Scott’un sık sık değindiği özel şirketler ve devlet arasındaki bilgi paylaşımını artırma ve tüm kurumları ilgilendirecek güvenlik standartları geliştirme hedefleri yer alıyor. Scott’un çalışmasına belki de doğru yer ve doğru zamanda uygulandığı için bu denli ilgi gösterilirken, Daniel’ın bu alanda geliştirdiği potansiyel vaadeden projelerin (Trusted Identities in Cyberspace, Cybersecurity Capability Model vs. gibi) rafa kaldırıldığı izlenimine kapılmamak elde değil. Bu açıdan bakıldığına, Michael Daniel projelerini yeteri kadar öne çıkarsa milyonları etkileyen bu son saldırı önenebilir miydi sorusu akla gelse de, yaşanan durum bir musibetin bin nasihatten iyi olduğunu kanıtlıyor.

Siber Liderler dizisinin diğer yazılarına ulaşmak için tıklayınız

ABD’nin CyCon performansı: ”Dünyayı dinliyorum gözlerim kapalı”

Bu seneki CyCon konferansının en çok merak edilen konuşmacılarından biri şüphesiz ABD Ulusal Güvenlik Ajansı (NSA) ve Siber Komutanlık’ın başında bulunan Amiral Michael Rogers’dı. Estonya Cumhurbaşkanı Thomas Hendrik Ilves’in açılış konuşmasının ardından sahneye çıkan Rogers, selefi Keith Alexander’ın sahne performansının yanına bile yaklaşamayarak dinleyelenleri hayal kırıklığına uğrattı.

Konuşmasında ABD’nin rolüne pek değinmeden siber alanda uluslararası işbirliğinin önemine dikkat çeken Amiral, güvenlik – özgürlük dengesi açısından –görevi gereği- güvenlik ağırlıklı bir profil çizdi. Bilginin serbest dolaşımına yaptığı vurgu, dinleyiciler arasında bıyıkaltı gülüşmelere yol açsa da asıl sürpriz soru cevap bölümünde geldi.

Güvenlik camiasının saldırganların bir adım gerisinden gitmesinin nedenini ‘imza-bazlı güvenlik anlayışı’ (signature-based approach) olarak açıklayan Amerikalı komutan, güvenlikçilerin daha fazla sıfırıncı gün açıklığı (0-day) bulmak için çalışmasını siber alanı daha güvenli hale getireceğini ifade etti. Bu bağlamda siber tehdit analizi ekseninde ‘öngörülü modelleme’ (predective modelling) üzerinde çalışmanın siber güvenlik için en önemli mücadele alanı olarak tanımladı. Rogers, isim vermeden Çin gibi bazı ülkelerin siber alana ‘sınır çizme’ faaliyetlerini ‘Internet’in Balkanlaştırılması’ olarak gördüğünü dile getirdi.

Amirl Rogers

 

 

 

 

 

 

 

 

Çalıştığı yerden gelen sorularla keyiflenen Rogers’ın bu mutlu anları uzun sürmedi. Özgürlükçü akademisyenler, siyasi aktivistler ve dişli gazetecilerin dinleme/izleme operasyonları ile ilgili soruları Rogers’ı bir daha hatırlamak istemeyeceği durumlara düşürdü.

“Neden dünyayı dinliyorsunuz?” mealindeki sorulara, ‘dinliyoruz ama bunu hukuk çerçevesinde yapıyoruz’ tadında cevaplar veren Rogers’ın art arda gelen bunaltıcı sorular üzerine cevap verirken bazen gözlerini kapaması, bazen sadece yere bakarak birşeyler anlatması gözlerden kaçmadı. Finli bir gazetecinin ‘İki sene önce selefiniz Keith Alexander’ı dinlemiştim. Ondan bu yana iyi giden bir şey göremiyorum. Dinleme konusunda daha açık bir duruşunuz var mı?’ sorusuna yaklaşık on saniye hiç birşey söyleyemeden eli çenesinde düşünerek karşılık vermesi, CyCon’un unutulmaz anları arasında yerini aldı diye düşünüyorum.

CyCon katılımcıların heyecanla beklediği konulardan biri de,  geçtiğimiz haftalarda Çin ve Rusya arasında imzalanan ‘siber saldırmazlık paktı’ hakkında ABD’li resmi bir yetkilinin yapacağı değerlendirmedeydi. Reuters muhabiri konuyla ilgili sorduğu soruya, ‘Bu konuyla ilgili detaylı bilgiye sahip değilim.’ diye geçiştirmesi bazı katılımcıların dayanamayıp salon dışına çıkmasına neden oldu.

‘Rogers’a sahnede dayak’ şovunun kapanışını ise wired.com muhabiri yaptı. Siber saldırganların sadece sıfırıncı gün açıklığı bulup bunları istismar etmekle yetinmediğini ifade eden ABD’li muhabir, ‘dijital sertifikaların kötü niyetli kişiler tarafından çalınıp saldırılarda kullanılmasına karşı nasıl bir önlem geliştiriyorsunuz?’ sorusu, salonun hepsinde olmasa da bu sorunun aslında ne anlama geldiğini anlayanlar için ‘Rocky’nin Ivan Drogan’a attığı ölümcül yumruk etkisi’ yarattı. Rogers karşılık olarak ABD’nin siber stratejisinin önceliğinin ‘savunma’ olduğunu hatırlatıp, bu durumun ABD Başkanı tarafından da dile getirildiğini söyledi. Halbuki NSA’den sızan Snowden belgelerinde, ABD ordusunun ofansif siber operasyonlar yapmasına yetki veren Başkanlık Emri dünya gündemini oldukça meşgul etmişti. Rogers’ın karşısındaki dinleyici kitlesinin bunu bilmemesini düşünmesi stratejik bir hataydı.

Wired.com’dan gelen sorunun refere ettiği ikinci bir nokta daha bulunuyor. Stuxnet saldırısının hazırlık aşamasında güvenilir şirketlerin sistemlerine sızılarak dijital sertifika çalındığı ortaya çıkmıştı. Rogers’ın burada konuyla ilgili söyleyeceği bir iki cümle, Stuxnet saldırısının legal olarak da ABD yönetimine mal edilmesinin önünü açabilirdi. Böyle çetrefilli bir konuya girmeyen Amerikalı Amiral kariyerini de bir anlamda kurtarmış oldu.

Rogers’ın konuşmasını nasıl bulduğunu sorduğum ABD istihbaratına yakın bir isim ‘sanırım operasyonel işlerle çok meşguldü; fazla hazırlanamadı’ gibi dokundurmalı bir yorumda bulundu. Dünyadan gelen tepkiler artsa bile, bu ABD’nin dinleme/izleme operasyonlarından vazgeçmesini sağlayamıyor. Rogers’ın sık sık gözlerini kapatıp ‘bitse de gitsek’ izlenimi verdiği konuşmasının da ima ettiği gibi, ABD’nin duruşu ‘dünyayı dinliyorum gözlerim kapalı’ şeklinde özetlenebilir.

HAFTALIK SİBER BÜLTEN RAPORUNA ABONE OLMAK İÇİN FORMU DOLDURUNUZ!

[wysija_form id=”2″]

 

ABD’li hackerların korkulu rüyası: Shawn Henry

Uzun soluklu CSI serisine yeni eklenen CSI:Cyber’ın ilk bölümünden beri hem siber güvenliğin bir hayli teknik iç yüzünden anlayan, hem sahada operasyonel kabiliyetleri komandoları aratmayan FBI ajanı Elijah Mundo karakterinin gerçekte bir karşılığı olamayacağından neredeyse emindim. Ta ki yeni yazımın konusunu araştırırken karşıma çıkan Shawn Henry’e kadar.

Kısaca tanıtmak gerekirse, FBI merkezinde çeşitli birimlerde önemli birimlerde yer almış, FBI’in bir numaralı siber güvenlik yetkilisi sıfatıyla 24 senenin, sayısız ödül, kritik görev ve başarılı siber operasyonun ardından kendi isteğiyle emekliye ayrılıp, özel sektöre geçiş yapan bir isim Shawn Henry. Mavi gözleri, sıfıra vurulmuş saçları ve yapılı görüntüsüyle sarışın bir G.I. Joe’yu andıran Henry, gerçekten de FBI’da göreve başladığı 1989 yılından 1999 yılına kadar aktif olarak sahada görev almış ve SWAT ekibi bünyesinde bir çok operasyona katılmış. Daha kariyerinin başlarında FBI’in en nitelikli saha yetkililerine verdiği Üstün Cezai Soruşturma ödülünü almaya hak kazanan Henry, son yıllarındaysa yalnızca IT dünyasını etkileyen kritik devlet çalışanlarının listeye adını yazdırabildiği Federal Top 100’de yer almış ve McAfee’nin bir numaralı siber suç savaşçısı seçilmeye layık görülmüş.

Hofstra Üniversitesi’nde İşletme, Virginia Commonwealth Üniversitesi’nde Cezai Hukuk Yönetimi çalışan Henry, Deniz Harp Lisansüstü Eğitim Akademisi’nin Ulusal Güvenlik ve İstihbarat bölümünde Üst Düzey Ulusal Güvenlik Liderleri Yetiştirme Programı’nı tamamlarken, kariyerinin büyük bir kısmını siber suçları araştırmaya adamış. Sahip olduğu hukuki temelin ona şüphesiz üstünlük sağladığı bu alanda DDoS saldırılarından, şirket sırlarının çalınmasına, banka sistemlerine sızılmasından devlet-destekli güvenlik ihlallerine kadar pek çok farklı bilgisayar suçunun araştırılmasına önderlik etmiş.Tam da bu yüzden G8 İleri Teknoloji Suçlar Altgrubu’nda ABD temsilcisi olarak görevlendirilen Henry, Amerika’da siber güvenliğin gidişatını hem ulusal hem uluslararası politikalar nezdinde bir hayli şekillendirdiği düşünülen Kapsamlı Ulusal Siber Güvenlik İnisiyatifi’ne yön veren Ulusal Siber Çalışma Grubu’nun (CNCI) da ana üyelerinden birisi.

SİBER LİDERLER DİZİSİNİN DİĞER YAZILARINI OKUMAK İÇİN TIKLAYINIZ

Aslında Henry’nin ‘executive’ yöneticiliğe uzanan ve onu zamanın haber başlıklarına ‘FBI’ın Bir Numaralı Siber Polisi’ olarak taşıyan serüveni, 2007 yılında FBI’ın Siber Birimi’ne yardımcı direktör olarak atanmasıyla başlamış. 2008’de direktörlüğe terfi etmiş ve nihayet 2010 yılında da FBI’a bağlı Criminal, Cyber, Response, and Services Şubesi’nin (CCRSB) başında yerini almış. Önderliğinde yürütülen, Anonymous, Antisec ve Lulzsec gibi tanıdık hacker gruplarına mensup 80 üyenin yakalandığı 2012 tarihli operasyonları takiben aldığı kararla görevden ayrılacağını belirten Henry’nin, emekli olduğu sırada 6ncı ayını yeni doldurmuş bir start-up şirketi olan CrowdStrike Services’in başına yönetici ve Güvenlik Başkanı olarak geçeceğini söylemesi siber güvenlik çevrelerinde bir hayli etki yaratmış.

CrowdStrike, siber olaylara anında müdahale ve zararlı yazılım değerlendirmeleri gibi alanlarda uzmanlaştığı belirtilen iki tanıdık ismin 26 milyon dolar yatırıma değer bulunarak başlattığı bir şirket esasında. CEO’su McAfee’nin eski CTO’su olan George Kurtz ve CTO’su ise yine McAfee’nin tehdit araştırmaları laboratuarının başında görev yapmış olan Dmitri Alperovitch. Biraz detaya inildiğinde ve şirketin faaliyetlerine yoğunlaşıldığında, CrowdStrike’in en önemli özelliği Henry’nin beraberinde getirdiği ‘proaktif’ tutum gibi gözüküyor.

Henry’nin siber dünyada saldırganlara karşı şimdiye kadar sergilenen ‘reaktif’ tavrın bir işe yaramadığını, saldırganların siber dünyada kendini korumaya çalışanlardan fersah fersah ileride olduğunu ve tüm bunların üzerine ABD’nin hackerlara karşı yürüttüğü savaşı kaybettiğini ısrarla vurgulayan bir tutum içerisinde olması elbette ki şirket dinamiklerini de etkiliyor. Öyle ki, şirketin yürüttüğü faaliyetler arasında ağlara izinsiz sızanları proaktif metodlarla avlamaya çalışmak da var. Bu anlamda Shawn Henry’nin hem özel sektörün, hem de devletin siber suçlar karşısında durağan bir tavır sergilemesi ve bu olaylar karşısında bilincin hala çok düşük olduğunu belirtirken verdiği örnek bir hayli önemli. Henry, şu ana kadar gerçekleşmiş siber suçları bir buzdağına benzetiyor, buzdağının görünen ucunun basında magazin değeri yüksek olduğu için yer bulan kredi kartı sahtekarlıkları, kimlik veya bilgi hırsızlıkları olduğunu ve yöneticisinden işçisine tüm halkın yalnızca işin bu boyutundan haberdar olduğunu söylerken ekliyor, ‘asıl tehdit dipte, suyun karanlık derinliklerinde’.

Verdiği röportajlar ve izlediğim sunumlarından Shawn Henry’e dair edindiğim en önemli fikir, en az Keith Alexander kadar ‘alarmist’, yani panik yaratan bir üslupla konuşması oldu. Özellikle Black Hat 2012’de özel sektörün bir parçası olan her şirkete siber saldırılardan sorumluların peşine proaktif şekilde düşmeleri gerektiğini tavsiye vermesi, bu suçlularla (hatta onun sözlerini tam olarak çevirmek gerekirse ‘düşman’ ile) savaşacak askerlere ihtiyaç olduğunu söylemesi, aksi takdirde şirketlerin bulundukları ülkeye karşı sorumluluklarını yerine getirmemiş olacaklarını belirtmesi ve sürekli siber 9/11 vurgusu yapması görüşümü oldukça pekiştirdi. Eski SWAT üyesinin, siber güvenliğe dair aykırı ve hatta saldırgan fikirleri olduğu bir gerçek, ancak bir başka gerçek de çoğu ülkenin son dönemde sıklıkla yönelmeye başladığı aktif siber defans (ACD) politikaları. Bu konu karşısında özel sektöre yüklemeye çalıştığı görevlerden bağımsız düşünürsek, fikirleri gerçekliğe zıt bir tablo çizmiyor.

HAFTALIK SİBER BÜLTEN RAPORUNA ABONE OLMAK İÇİN FORMU DOLDURUNUZ

[wysija_form id=”2″]