Etiket arşivi: qanon

Derin sinir ağlarıyla oluşan içerik çok tehlikeli bir silaha dönüşebilir

Derin sinir ağlarıyla oluşan içerik çok tehlikeli bir silaha dönüşebilirAraştırmacılar, kamuoyunu etkilemek ve QAnon 2.0’yi (ABD’de aşırı sağcı komplo teorileri hareketi olarak bilinen girişim) güçlendirmek adına bir bot ordusu oluşturmak için devreye sokulan derin sinir ağlarının ne kadar tehlikeli olabileceğini ortaya koydu.

Dünyanın en önemli Siber Güvenlik Eğitim Programı olarak bilinen Black Hat’te Georgetown Üniversitesi Güvenlik ve Gelişen Teknoloji Merkezi’nin kıdemli araştırmacısı Drew Lohn tarafından sunulan araştırma, GPT teknolojisine odaklanan bir çalışma. GPT teknolojisi insan veya makine dili gibi bir dil yapısına sahip içerikler oluşturmada kullanılan çok güçlü bir yapay zeka modeli. 

2019 yılında Elon Musk tarafından kurulan OpenAI tarafından geliştirilen GPT’nin (GPT-2) ikinci nesil sürümü, sahtesi ve gerçeği ayırt edilemeyen haberler, makaleler ve sosyal medya yayınları oluşturma yeteneği ile biliniyor. Bu sürüm, onu geliştiren şirket de dahil olmak üzere bazı kesimler tarafından “piyasaya sürülmesi çok tehlikeli” olarak kabul ediliyor.

OpenAI kendi web sitesinde, “Teknolojinin kötü amaçlı uygulamalarıyla ilgili endişelerimiz nedeniyle tam eğitimli yapay zeka modeline erişim sadece araştırmacılara sağlandı.” ifadesi yer aldı.

GPT-3 SÜRÜMÜ KUTUPLAŞMALARI ARTIRMADA KULLANILABİLİR

Neden tehlikeli olduğuna gelince. GPT-2, şaşırtıcı derecede “konuyla alakalı” bir içerik oluşturmak için 1,5 milyar makine öğrenimi dil faktörünü (40GB) elemek üzere programlanabiliyor.

Asıl endişe ise aracın yanlış ellerde, interneti yanlış bilgilendirme ve sahte haberlerle doldurmak için kullanılabileceği konusunda yaşanıyor. 

GPT-2’nin gücünün ne denli büyük olduğunu anlamak adına Inferkit’teki araştırmacılar, kullanıcıların metin girebileceği ve yapay zekanın, girilen düşünceye ek yaparak “konuyla alakalı” metin üreteceği aracın hafif bir versiyonunu oluşturdular.

Lohn, Black Hat katılımcılarına Mayıs 2020’da piyasaya sürülen GPT-3 sürümünün sosyal medya bağlamında daha güçlü ve potansiyel olarak tehditkar olduğunu söyledi. GPT-2’nin 1.5 milyar parametreye göre sıralandığı yerde, GPT-3, 175 milyar parametreye kadar eleme yapabiliyor.

Pandemide yalan haberler davranışlarımızı gerçekten etkiliyor mu?

GPT-3 ayrıca kutuplaşmaları tetiklemek, kötü niyetli yalan haberleri yaymak için özel olarak tasarlanmış yapay zeka tepkileri üretebiliyor.

Araştırmanın GPT-3’ün yalan ve sahte haber yaymak isteyen bilgi operatörleri için ne kadar yararlı olabileceğini göstermeye çalıştığını söyleyen Lohn, sözlerini şöyle sürdürdü: “Yanlış ellerde, bu araç toplumun dokusuna zarar verebilir ve dezenformasyon kampanyalarına tamamen yeni bir boyut kazandırabilir.”

DEZENFORMASYON KAMPANYALARI 2016’DAN BERİ ARTIŞTA

2016’daki ABD başkanlık seçimlerinden bu yana, tehdit aktörleri dezenformasyon kampanyaları başlatmakta giderek daha yetkin bir hale geliyor – ve Facebook, Twitter ile diğer platformlarda radara yakalanmadan isteklerini gerçekleştirebiliyor. 

Lohn’un testlerinde, bot orduları, dezenformasyonu veya manipüle edilmiş bakış açılarını yineleyen beyaz ırkın üstünlüğünü savunan, iklim değişikliğini inkar eden veya QAnon ile ilgili tweet’leri otomatik olarak oluşturmak için yaratıldı. İnandırıcılık konusunda daha etkin olabilmek adına GPT-3, saygın kaynakların yazı tonunu ve stilini de taklit edebiliyor.

Raporda şu ifadeler yer aldı: “GPT-3’ün mesajlarının aslında QAnon takipçilerine hitap edip etmeyeceği, etik olarak test edemediğimiz bir şey ve bu araştırmamız için önemli bir sınırlama.” 

20 HABERDEN 11’İNİN GERÇEK OLDUĞUNA İNANDILAR 

Georgetown öğrencilerinin katıldığı testlerde katılımcılara gösterilen tweet’lerdeki mesajların inandırıcı olup olmadığı soruldu. Bir örnekte, sistem bir AP haberi için bazıları sağ bazıları sol eğilimli olmak üzere 20 varyasyon hazırladı. En az bir öğrenci 20 haberden 11’inin gerçek olduğuna inandığını söyledi.

Lohn, testlerde GPT-3’ün “Şiddetli ve kutuplaştırıcı söylemleri yukarı veya aşağı çevirecek şekilde” yapılandırıldığını söyledi. Botlar tarafından oluşturulan farklı tweet türlerine örnek olarak, Hıristiyan seçmeni sandıktan uzak tutmaya yönelik oluşturulan şu tweet dikkat çekici: “Seçimler kimsenin ruhunu kurtarmaz. Bir Hıristiyan için oy vererek tarihin akışını değiştirebileceklerini düşünmek saçmalıktır. Birinin kurtarılmasının tek yolu Mesih’in kanıdır.” 

“NEYSE Kİ ÇOK MALİYETLİ BİR TEKNOLOJİ”

Siyasi atmosferin sosyal medya botları tarafından yaratılan bir dünyaya ne kadar yakınız? İyi haber şu ki, GPT-3 ve GPT-2’nin çalışması için çok fazla bilgi işlem gücü gerekiyor. Lohn, mevcut olan GPT-2’nin bile bellek gereksinimleri nedeniyle sistemleri sık sık çökerttiğini söyledi.

Twitter dezenformasyon savaşında AP ve Reuters’dan destek alacak

Tam ölçekli bir dezenformasyon kampanyası yürütmek için gereken altyapı da maliyeti artıran bir faktör. Örneğin, 90.000 kelime üretmek 87.50 dolara mal oluyor. Buna karşılık, tek bir Tweet oluşturmak yaklaşık 0,02 dolara patlıyor. Araştırmacılar, Twitter kullanıcılarının yüzde 1’ine ulaşmak için yeterli Tweet üretmenin yılda 65 milyon dolara mal olabileceğini tahmin ediyor. Lohn, bunun çok maliyetli olsa da, bir ulus devlet tarafından karşılanabileceğini düşünüyor.

Etkili bir dezenformasyon kampanyasının yürütmek de masraflı bir iş. Araştırmacılar, tweet’leri  spam dedektörlerine yakalanmadan inandırıcı hale getirmek için rakiplerin binlerce Twitter hesabı oluşturması gerektiğini tahmin ediyor.

“Özetle, bu durum için GPT-2 ve GPT-3 var. GPT-2’yi ücretsiz olarak indirebilir ve binlerce ve milyonlarca farklı düşük kaliteli Tweet oluşturabilirsiniz. GPT-3 kullanılabilir olduğunda, daha kaliteli içerik oluşturabilirsiniz. Bunu belli bir ölçekte yapmak istiyorsanız maliyet daha yüksek olacaktır. 

Dezenformasyonun önlenmesinde içerik moderatörlüğü nerede duruyor?

Son birkaç yıla damgasını vuran KOVID-19 salgını ve ABD’deki seçimler, dezenformasyonun çevrimiçi ortamda ne kadar hızlı yayılabildiğini ortaya koydu.

Bu süreçte içerik moderatörlüğü de büyük önem kazandı. Peki içerik moderatörlüğü dezenformasyonun yayılmasını tek başına önleyebilir mi? İçerik moderatörlüğü gerektiği gibi düzenlenmezse yanlışın yanında doğru bilgileri de kaldırma tehlikesine yol açabilir mi? Bu yeni trend, dijital otoriterlik konusunda hangi noktada duruyor? Wired.com’dan Evelyn Douek bu soruların cevabını ele alan bir makale kaleme aldı. 

Sakıncalı içerikleri denetlemekle görevli olan içerik moderatörlüğü tüm dünyayı sarmış durumda ve hiçbir platform, kullanıcı tarafından oluşturulan içeriğin denetlenmesi yönündeki taleplerden muaf değil. İçerik moderatörlüğü yeni bir şey değil, ancak küresel bir salgın ve ABD’deki 2020 seçimleri bu durumu epeyce hızlandırdı. 

Douek’e göre Facebook ve Twitter gibi platformların internet kullanıcılarının kendi kendilerini yöneteceklerine dair inançları sonucunda yaşananlar herkesin malumu ve şimdi bunun neticesinde yaşananları düzeltmeye çalışsa da eski günlere asla geri dönmeyeceklerin bilincindeler. Ancak, sorunu içeriği internetten kaldırarak çözme girişimi, karmaşık konulara basit ve etkisiz bir yaklaşım olarak göze çarpıyor.

İnternet önemli bir kavşakta duruyor ve bu noktada seçtiğimiz yol hakkında kafa yormamız gerekiyor. Daha fazla içerik moderasyonu “daha iyi bir moderasyon” anlamına gelmiyor.

Pandemiye ilişkin dezenformasyon konusunu ele alacak olursak, küresel acil durum karşısında platformların hızlı hareket etmeleri beklenen bir şey. Bu beklenti ile platformlar COVID-19 hakkındaki dezenformasyona sert bir şekilde müdahale edebildi. Bu tepkilerin sadece tıbbi alanda değil, tüm dezenformasyonlar için verilmesi yönünde çağrılar da gecikmedi üstelik. Başlangıçta, platformlar COVID-19 dezenformasyonunun farklı bir konu olduğunda ısrar etti. Bundan kaynaklanabilecek olası zararın çok daha yüksek olacağını  savundular. Ayrıca, kendilerine neyin doğru neyin yanlış olduğunu söyleyebilecek çok net bir kaynakları vardı: Dünya Sağlık Örgütü.

Ancak bu da uzun sürmedi. Platformlar, insanların söyleyebilecekleri şeyler üzerinde giderek daha fazla baskı kurmaya devam etti. ABD’deki 2020 seçimleri sırasında yasaklama girişimlerini artırdılar. Holokost inkarcılarını, QAnon’a inananları ve nihayetinde Amerika Birleşik Devletleri Başkanını platformlarından çıkardılar.

İÇERİK MODERATÖRLÜĞÜNÜN BERABERİNDE GETİRDİĞİ HASAR GÖZ ARDI EDİLİYOR

Sosyal medya platformlarında sakıncalı içerikleri denetlemekle sorumlu olan içerik moderatörleri çığ gibi büyüyor ve beraberinde getirdiği hasar da çok sık göz ardı ediliyor. İşin ilginç tarafı baskıdan yana olanlar için tüm bunlar bile yeterli değil. Platformların daha iyi performans göstermesi ve daha fazla içeriğin kaldırılması yönünde çağrılar yükselmeye devam ediyor. Şu anda dünyada sosyal medyayı o veya bu şekilde denetlemeye yönelik hamle yapmayan tek bir ülke yok. Daha geçen hafta, Avrupa Birliği, “çevrimiçi dezenformasyonun yarattığı tehditler hızla arttığı” ve devam eden dezenformasyon salgını “insanların hayatını tehlikeye attığı ” için daha güçlü kuralların gerekli olduğunu ileri sürerek dezenformasyona ilişkin düzenlemelerini güçlendirdi.  ABD’li senatörler hala platformlara belirli profilleri kapatması çağrısında bulunuyor. Platformlar, dezenformasyonun yayılmasını sınırlamayı amaçlayan yeni kurallar yayınlamaya devam ediyor.

Şirketler, içeriği bulmak ve kaldırmak için giderek daha fazla teknoloji geliştirdikçe, bunları kullanmaları gerektiği yönünde bir beklenti oluşuyor. 

Dünyanın dört bir yanındaki otoriter ve baskıcı hükümetler, liberal demokrasilerin kendi sansürlerini haklı çıkarma söylemlerine vurgu yaptılar. Bu açıkça aldatıcı bir karşılaştırma idi. Hindistan hükümetinin yaptığı gibi, hükümetin bir halk sağlığı acil durumunu ele alma biçimine yönelik eleştirileri engellemek, konuşma özgürlüğüne açık bir hakaret. Ama platformlara yönelik ‘bunu kaldırın’ ‘bunu kaldırmayın’ şeklinde bir baskı da kendi içinde bir gerginliğe sebep olmakta. Şimdiye kadar, Batı hükümetleri bu sorunu çözmeyi reddetti. Dijital otoriterliğin küresel yükselişinde kendilerini savunmak için platformları büyük ölçüde yalnız bıraktılar. Platformlar kaybetmeye devam ediyor. Douek, hükümetlerin sınırları dışındaki birçok kullanıcının haklarını savunmak istiyorsa hem platformların düzenlenmesi hem de konuşma özgürlüğü hakkında konuşması gerektiğini düşünüyor.

GERÇEKTEN DEĞERLİ OLAN FİKİRLERİN KALDIRILMASI RİSKİ VAR

İçerik moderasyonu hiçbir zaman mükemmel olmayacağından, kurallar uygulanırken hatanın hangi tarafında yer alıp almayacağı sorusunun sorulması gerekmekte.  Daha katı kurallar ve daha ağır uygulama, yanlış sonuçlar doğuracaktır. Bir başka deyişle gerçekten değerli olan fikirler de kaldırılmış olacaktır. Bu sorun, içeriğin kaldırılmasında otomatik moderasyona olan bağımlılığın artmasıyla daha da kötüleşmektedir: Bu araçlar kaba ve yanlış sonuç veriyor.

Daha fazla içeriğin kaldırılması söylendiğinde, algoritmalar bunun hakkında iki kez düşünmez. Örneğin, bağlamı değerlendiremezler veya şiddeti yücelten içerik ile insan hakları ihlallerine işaret eden bilgiler arasındaki farkı ayırt edemezler. Bu tür bir yaklaşımın bedeli, son dönemde yaşanan Filistin–İsrail çatışması sırasında net bir şekilde ortaya çıktı. Facebook’un Filistinlilerden gelen ve Filistinliler hakkında yapılan önemli içerikleri defalarca kaldırdı.  Bu tek örnek değil. Bu hataların halihazırda marjinalleşmiş ve savunmasız olan topluluklara orantısız bir şekilde zarar verme eğiliminde olduğunu biliyoruz.

Dezenformasyonun farkına var: Özgürlüğünü yalana karşı koru!

Son olarak, içeriğin kaldırılmasının, ilk etapta içeriğin oluşturulmasına yol açan temel sosyal ve politik sorunları ele almadığı her geçen gün daha net hale geliyor. QAnon, büyük platformlar tarafından büyük ölçüde yasaklanmış olmasına rağmen şaşırtıcı derecede popüler olmaya devam ediyor. “Birşeyleri basitçe silmek” içeriği kaldırır, ancak nedenini ortadan kaldırmaz. Toplumu daha mutlu ve daha sağlıklı bir bilgi ortamına yönlendirebileceğimizi bilmek ya da son birkaç yılın en kötü sosyal dejenerasyonlarının daha fazla mesajın kaldırılması halinde önlenebileceğini düşünmek işin kolayına kaçmak. Ancak sosyal ve politik sorunları çözmek, birkaç satır daha iyi koddan yararlanmaktan çok daha zor bir iş olacaktır. 

PEKİ NE YAPMAK GEREKİYOR?

Twitter artık insanları bir postu retweetlemeden önce okumaya ya da rahatsız edici olabilecek bir cevabı yeniden düşünmeye itiyor.  Kullanıcılara yayınlarındaki rahatsız edici yorumları toplu olarak silmek gibi kendi deneyimlerinden sorumlu olma fırsatı vermek gerçek bir koruma sağlayabilir. İnsanların içeriği bir seferde kaç kez iletebileceğine dair kısıtlamalar koymak, viral içeriğin yayılmasını önemli ölçüde azaltabilir. Platformlar, toksik içerikle etkileşimde bulunan hesapları kapatabilir, ancak bu Ayarlamalar bile tekleme yapabilir. Bu önlemlerin hiçbiri Silikon Vadisi’nin veya başka birinin bir yazının doğru olup olmadığını belirlemek ve bunu geri kalanımıza dikte etmesini gerektirmez.

Acil içerik moderatörlüğü durumunun kötülükten çok iyilik yapması ve belli başlı hataların olabileceğini kabullenmek de mümkün tabi.  Ancak, pandemi sırasında meydana gelen her şey gibi, bu durum da körü körüne kabul edilmemeli.

“Trump’a oy veren eyaletler dezenformasyona karşı daha savunmasız çıktı”

ABD’deki başkanlık seçimleri tahmin edildiği gibi dezenformasyon iddiaları ile geçerken dev dijital platformlar bu zorlu sürece ayak uydurmak için adeta birbirleriyle yarıştı.

Trump mitinginde bir Qanon destekçisi

Twitter seçim haftası dolayısıyla bazı özelliklerini kapatırken, Google arama sonuçlarını değiştirdi. Facebook, seçimlerden önceki hafta tüm yeni siyasi reklamları yasakladı, komplo teorisi grubu QAnon’u engelledi ve Başkan Donald Trump’ın COVID-19’un gripten daha az ölümcül olduğunu iddia ettiği bir gönderiyi sildi. Son zamanlarda, hem Facebook hem de Twitter, New York Post’ta Joe Biden hakkında çıkan bir habere önce müdahale etti, sonra engelledi daha sonra da engeli kaldırarak önemli bir tartışmanın içine çekildi.

YALANLAR, GERÇEKLERDEN DAHA HIZLI YAYILIYOR

Dijital platformlar kaçınılmaz olarak yalan haberlerin hızına yetişemiyor. Fact-checking (haber doğrulama) kuruluşları, yalan ve sahte haberleri çürütmek için ellerinden geleni yapsalar da cin şişeden bir kere çıkmış oluyor. Üstelik yalan ve sahte haberlerin gerçeklerden daha hızlı hareket etme gibi bir kabiliyetleri var.   

Sahte ve yalan haberlerin çoğu; kişilerin korkularına, kaygılarına, tercihlerine, umutlarına ve arzularına oynamakta. Çoğu zaman dezenformasyon kampanyalarının özünü gerçek bir yerel olay oluşturuyor ve daha sonra bu gerçek olay çarpıtılıyor. Öte yandan Amerika Birleşik Devletleri’nin bazı bölgelerinin dezenformasyon kampanyalarına karşı diğerlerinden daha savunmasız olduğu gerçeğini aşmak pek mümkün değil. ABD’nin bazı eyaletlerinin seçimlerin sonucunu belirlemede çok büyük bir rol oynadıkları için dezenformasyon ile hedef alınma olasılığı daha yüksek.

Örneğin, adaylardan birinin kazanması için kritik öneme sahip delege sayısı bakımından önemli bir konumda bulunan Florida (29 delege), eyaletteki Latin toplulukları ilgilendiren önemli bir dezenformasyon kampanyası ile karşı karşıya kaldı. İspanyolca dilindeki YouTube kanalları, WhatsApp mesaj zincirleri ve Trump yanlısı Facebook grupları, Venezuela ve Küba gibi otoriter rejimlerden gelen insanlar arasında korku uyandırmak için tasarlanmış bir “derin devlet” in varlığından, milyarder yatırımcı George Soros’un, Amerika Birleşik Devletleri’ne gelme girişimlerinde Orta Amerikalıları finanse ettiğine ve Joe Biden ile ilişkili pedofili iddialarına kadar bir dizi komplo teorisi ile doldu taştı. 

https://siberbulten.com/disinformation/trumpa-86-kodlu-suikast-plani-ya-da-wikipedianin-dezenformasyon-sinavi/

YEREL MEDYA DEZENFORMASYONA KARŞI DAHA ETKİLİ

Foreignpolicy.com’da bu tür dezenformasyonlara karşı yapılabilecekler konusunda bir yazı yayımlandı. Bhaskar Chakravorti imzalı yazıya göre bu durumda işe yarayacak olan şey, New York Times gazetesinde sahte ve yalan haberlere vurgu yapan bir köşe yazısı değil. Aksine dijital platformlar, yerel medya kuruluşları ve Floridalı sakinlerin yürüteceği küçük ölçekli kampanyalar çok daha fazla iş görebilir. Nasıl ki siyasi reklamlar ve sosyal yardımlar yerel halkı hedef alıyor, aynı şekilde ‘yakala ve öldür’ tarzı dezenformasyon kampanyaları da yerel halkı hedef almalı. Bu noktada da belli bir kesime yönelik olarak dile getirilen ve sadece onlar tarafından “anlaşılabilen” politik mesajlar anlamına gelen dog-whistle’ları ve itibar sahibi yerel aktörleri belirlemek büyük önem taşıyor.  

Florida tabi ki tek örnek değil. Anti-dezenformasyon kampanyalarına en fazla nerede ihtiyaç duyulduğunu anlamak için, Tufts Fletcher Okulu, en çok risk altında olan eyaletleri tanımlayan bir Yanlış Bilgilendirme Güvenlik Açığı Endeksi oluşturdu. Endeks, sosyal statü, eğitim seviyesi, yaş, siyasi kutuplaşma, sola veya sağa eğilimli olma durumu ve sosyal medya haberlerine güven gibi faktörleri ele alarak oluşturuldu. 50 eyaletin tamamı ve Columbia Bölgesi bu kriterler kullanılarak analiz edildi.

https://siberbulten.com/disinformation/arastirma-sonucu-pandemi-doneminde-en-cok-yanlis-bilgi-ureten-kisi-trump/

TRUMP’IN GÜÇLÜ OLDUĞU EYALETLER DEZENFORMASYONA DAHA AÇIK

Ortaya çıkan sonuca göre, yaş, haberlere duyulan güven ve kutuplaşma gibi faktörlere dayalı dezenformasyona karşı oldukça savunmasız olan eyaletler ile 2016’da Donald Trump’a oy veren eyaletler arasında güçlü bir ilişki var. 

Aynı zamanda, seçimleri büyük çekişmelere sahne olan devletlerin dezenformasyona karşı savunmasız olma olasılığı daha yüksek. En savunmasız ilk 25 eyaletten 12’sinde seçim oldukça çekişmeli geçti.

İdeal olanı sosyal medya şirketleri, gazeteciler ve yerel kuruluşların çabalarını hem dezenformasyona karşı son derece savunmasız olan hem de seçimleri son derece tartışmalı geçen 12 eyalette yoğunlaştırmaları gerektiği. Ancak zaman ve kaynaklar daraldıkça listeyi daha da küçültmek gerekiyor. Dolayısıyla Florida, Maine, Nebraska, Wisconsin, Iowa, Pennsylvania, Ohio, Michigan ve New Hampshire eyaletleri özel önem gösterilmesi gereken eyaletler olarak öne çıkıyor. 

Siber Bülten abone listesine kaydolmak için formu doldurunuz

  

ABD seçimlerine müdahale operasyonları hakkında bilmeniz gereken 4 şey

Gündem her ne kadar COVID-19 haberleri ile işgal edilmiş olsa da tüm dünyanın sonucunu merakla beklediği ABD seçimlerine yabancı aktörlerin müdahalesi kritik bir öneme sahip. 2016 seçimlerinde olduğu gibi bu seçimlerde de dünyanın farklı ülkelerinden süreci baltalamaya yönelik girişimler olduğu iddia ediliyor. İstihbarat yetkilileri bu girişimlerin daha da artacağı konusunda uyarıyor. Digitalshadows.com sitesinde yayınlanan bir blog yazısında ABD seçimlerine müdahale noktasında bilinmesi gereken dört temel çıkarıma vurgu yapıldı. İşte bu çıkarımlar: 

 

RUSYA BAŞ AKTÖR

 

Rus devleti, dezenformasyon kampanyaları yürütme konusunda en başarılı aktörlerden biri. Rusya adına faaliyet gösteren iyi eğitimli siber suçlular 2020’de etki operasyonlarını gerçekleştirmiş durumda. Bu kampanyalar, devlete ait geleneksel medya, bot hesaplar, “hack ve sızma” operasyonları ve organize suç grupları ile Rus hükümet kurumları arasındaki ilişki ile mümkün olabiliyor. ABD’li ve İngiliz istihbarat toplulukları tarafından ortaya çıkarılan operasyonlar, Rusya’nın Dış İstihbarat Servisi (SVR) ve Rusya Federasyonu Silahlı Kuvvetleri Genelkurmay Başkanlığı’na bağlı istihbarat örgütü GRU ile ilişkilendiriliyor. Sıradan bir internet kullanıcısının sosyal medya akışlarında karşılaşabileceği dezenformasyonu tetikleyenler ise onların adına faaliyet gösteren iyi eğitimli, sofistike siber suçlular.

PEACE DATA’DAN YANLIŞ, YALAN VE UYDURMA HABERLER 

Eylül 2020’de Facebook fake haberler yayınladığı bilinen haber kuruluşu Peace Data’ya bağlı grupları ve hesapları kapattı. Ancak seçimleri etkileyebilecek yüzlerce haber paylaşılmıştı bile. Peace Data yanlış anlaşılan ya da tamamen yanlış olan aşırı sol içerikli haberleri yayınlamasıyla bilinen bir kuruluş.  FBI’a göre, söz konusu dezenformasyonu yaymaktan daha önce IRA ile bağlantılı kişiler sorumluydu. Peace Data için çalışan troller, Amerikalı serbest gazetecileri kandırarak Peace Data için haber yazmaya ikna ettiler ve bu kişilerin bilmeden Amerikalıları daha da bölmeye yönelik bir Rus kampanyasının aktörü haline gelmelerine neden oldu. 

 

 

QANON’DAN ÇOCUK KAÇAKÇILIĞI VE COVID İLE İLGİLİ DEZENFORMASYON 

Sosyal medya şirketleri dezenformasyon yayan grupları ve makaleleri kaldırsa da aşırı QAnon gibi kuruluşlar, yalan haber yaymanın ve takipçi kazanmanın yollarını buldu. Twitter, Temmuz 2020’de en tehlikeli QAnon hesaplarını kaldırdıklarını duyurdu, ancak bazı tahminlere göre, QAnon ile bağlantılı 93 binden fazla hesap Twitter’da kalmaya devam etti. Facebook ve Youtube da Ekim ayına kadar QAnon içeriğini yasakladı. Ancak teknoloji devleri dezenformasyonu bastırmaya çalışmadan önce, Rus siber suçlular boş durmadı ve QAnon’un ürettiği komplo teorileri yayma noktasında yardımcı faaliyette bulundu. Komplo teorilerini “ABD dağılıyor, bakın ne kadar bölünme var” tarzı haberlere uydurmak için kullandılar. Rusya’nın IRA’sına kadar uzanan hesaplar “QAnon”etiketi ile çocuk kaçakçılığı ve COVID-19 ile ilgili yanıltıcı veya yanlış haberlerin yayılmasına yardımcı oldu. RT ve Sputnik gibi Rus hükümetinin desteklediği medya kuruluşları da QAnon’un etki düzeyini artırdı. 

 

 

İRAN DA DEZENFORMASYONDAN FAYDALANDI 

 

Seçimler öncesinde ABD’li yetkililer, İran’ın ABD’nin demokratik kurumlarını baltalamayı ve ülkeyi bölmeyi planladığını iddia etti. İranlı siber suçlular, sosyal medyadaki dezenformasyon kampanyalarından yararlanarak ve Amerikan karşıtı içeren paylaşımları teşvik ederek çevrimiçi etki operasyonlarına odaklanıyor gibi görünüyor. ABD Ulusal Karşı İstihbarat ve Güvenlik Merkezi (NCSC) Direktörü William Evanina’ya göre, İran, ABD’nin demokratik kurumlarını baltalamayı ve ülkeyi 2020 seçimlerinden önce bölmeyi hedefliyor. Evanina hatta İran’ı seçimler için “ilk üç” tehditten biri olarak adlandırıyor. İranlı siber suçlular daha çok sosyal medyadaki dezenformasyon kampanyaları ve Amerikan karşıtı içeriğin paylaşılması dahil çevrimiçi etki operasyonlarına odaklanıyor. Bu operasyonlar, Ekim ayı başında Amerika Birleşik Devletleri Adalet Bakanlığı tarafından yayınlanan ve İran’ın İslam Devrim Muhafızları’nın ABD iç ve dış politikasını etkilemek için ABD’yi hedef aldığını doğrulayan bir raporda açıkça görülüyordu. 

 

 

ÇİN TWITTER VE YOUTUBE HESAPLARI İLE KAMUOYUNU ETKİLİYOR

 

Çin Halk Cumhuriyeti, Çin Komünist Partisi lehine olan paylaşımları yaymak ve ABD’deki tartışmalı güncel olaylara vurgu yapmak için kullanılan Twitter ve YouTube hesapları aracılığıyla kamuoyunu etkilemeye çalışıyor. Bu yılın başlarında, Twitter ve Google’daki siber güvenlik ekipleri, başta Twitter ve YouTube olmak üzere çeşitli sosyal medya platformlarında Çinli siber suçluların geniş kapsamlı bir kampanya yürüttüğünü gözlemledi. Twitter’da, ele geçirilen hesaplar Çin Komünist Partisi’nin propagandasını yapan paylaşımları yaydı ve Hong Kong’daki siyasi dinamikler hakkında haberler çıkardı. YouTube’da, siber saldırganlar mevcut hesapları ele geçirdi ve bir kısmı hayvanlar, müzik veya yiyeceklerle ilgili zararsız içerikler olmakla birlikte çoğu Twitter’daki propaganda içeriklerine benzer paylaşımlar yaptı. Ayrıca, protestolar, orman yangınları ve COVID-19 dahil ABD’deki tartışmalı güncel olaylara vurgu yapıldı. 

 

ÇIKARLARINA HİZMET EDEN BAŞKAN ADAYINA DESTEK 

 

İstihbarat yetkilileri, düşman ülkelerin kendi ulusal çıkarlarına veya dış politikalarına daha iyi hizmet edebilecek cumhurbaşkanı adayını destekleme eğiliminde olduğu konusunda uyarıyor. Bu unsurlar siber saldırılar gerçekleştirerek amaçlarına ulaşmaya çalışıyor. Tüm girişimleri başarılı olmasa da seçimi baltalama niyetleri bariz bir şekilde hissediliyor. Dolayısıyla ulus devlet aktörlerinin taktiklerinden biri, Joe Biden ve Donald Trump başkanlık kampanyalarını hedefleyen hack ve sızıntı operasyonları.

Eyalet aktörlerinin kampanya çalışanlarına kimlik avı e-postaları gönderildiği ve böylece dahili ağlara ve gizli bilgilere erişilmeye çalışıldığı gözlemlendi. Rusya’nın “Fancy Bear ” (APT28) adlı hacker grubunun siyasi kampanyalar, destek grupları, partiler ve siyasi danışmanlar dahil olmak üzere 200’den fazla örgüte saldırdığı biliniyor. Çin devletiyle ilişkili bir APT grubu olan “Judgment Panda” (APT31 olarak da bilinir) ise Demokratların (Joe Biden) kampanyasından bazı yüksek profilli kişilerin e-posta hesaplarına saldırdı.

İran ile bağlantılı bir APT grubu olan “Charming Kitten”ın (APT35 olarak da bilinir) ise Cumhuriyetçilerin (Donald Trump) kampanyasıyla bağlantılı kişilerin kişisel hesaplarına saldırmak için birçok girişimde bulunduğu biliniyor. Tüm girişimler başarılı olmasa da bu saldırılar demokratik süreci bozma ve etkileme niyetini bariz bir şekilde gösteriyor. Zira bu saldırılar yoluyla elde edilen bilgiler gelecekteki dezenformasyon kampanyalarında veya kimlik avı saldırılarında kullanılabilir. 

Siber Bülten abone listesine kaydolmak için formu doldurunuz