Etiket arşivi: Minhac Çelik

Hangi rüzgar Kaspersky’i Ankara’ya attı?

‘Timing is Everything’ Garrett Hedlund’ın 2010 yılında çıkan parçasının ismi. Bu parçayı benim aklıma getiren ise geçen hafta Ankara’da düzenlenen 2. Kaspersky Siber Güvenlik Zirvesi’ne aldığım davet.

Gerçekten de hem yerli yazılım konusunun gündemde sıcak bir şekilde tartışıldığı bir zamanda hem de Türk Rus ilişkilerinin krizi atlatıp çok daha sağlam ilerlemeye başladığı süreçte sadece kamu kurumlarına yönelik, Eugene Kaspersky’nin bizzat katıldığı bir etkinliği hiçbir şey daha iyi özetleyemezdi.

Geçtiğimiz hafta Çarşamba günü Ankara’da düzenlenen Kaspersky Siber Güvenlik Zirvesine katılım oldukça yüksekti. Otelin büyük salonunu dolduran kalabalığa konuşan Kaspersky Türkiye Genel Müdürü Sertan Selçuk, geride bırakılan kriz dönemini boş geçirmediklerini ve bu dönemde insana yatırım yapmayı stratejisinin ekseni haline getirdiklerini aktardı. Ufak bir de ayrıntı veren Selçuk, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın çağrısından çok önce Kaspersky ürünlerini Türk Lirası ile satmaya başladıklarını belirtti.

Selçuk’un konuşmasına devam ettiği sırada salonun ön kapısından Kaspersky giriverdi içeri. Yerine geçmeden önce ayakta beklemesi dinleyiciler arasında bunun klasik bir PR jesti olduğu fısıltılarının yükselmesine neden oldu. Konuşmasını sonlandırmadan Kaspersky Türkiye Müdürü ülkemizde 300’den fazla kamu kuruluşunda ürünlerinin bulunduğunu da hatırlattı. Bu arada salonda kritik kurumlarda çalışan görevlilerden büyükşehir belediyelerinin IT sorumlularına kadar geniş bir kitleyi bir araya getirmeyi başaran organizatörleri de tebrik etmek lazım.

İlgili biyografi >> Siber dünyanın Deli Petro’su Kaspersky

Eugene Kaspersky sahneye çıkmıyor adeta zıplıyor. 52 yaşındaki iş adamı enerjisini salona yansıtmakta gayet başarılı. Genel olarak siber tehditlerden bahsettiği sunumuna yerel ögeler sıkıştırmayı da ihmal etmedi.  Örneğin siber suçların küresel ekonomiye yıllık maliyetini 500 milyar dolar olduğunu söylerken, bu parayla 167 adet Yavuz Sultan Selim Köprüsü inşa edilebileceğini anlattı. Yaşadığımız çağı insanlığın Orta Çağ’ına benzetti. O zamanda yeni buluşlar (tekerlek gibi) ortaya çıkıyordu fakat bunların güvenli bir şekilde kullanımı ikinci planda kalıyordu, diyen Kaspersky konuşmasında siber tehditleri anlatırken belli başlı siber sabotajlara değindi. Rusya’nın faili olduğu Estonya (2007) ve Ukrayna (20014-15) olaylarını sıralarken gözler Güney Osetya Savaşı sırasında (2008) Rusya’nın düzenlediği siber operasyonları aradı. Dikkatimi çeken başka bir nokta da SWIFT saldırılarından bahsederken Kaspersky’nin Rusya Merkez Bankası’nı vuran (Akbank olayından bir hafta önce) 31 milyon dolarlık saldırıyı listeye koymaması oldu.

Konuşmasının sonunda geleceğe yönelik öngörülerini sıralayan Kaspersky, siber alandaki tehdit ortamının hızla fiziksel-siber alana doğru evrildiğini ve buna karşı koymak için siber bağışıklılığı olan sistemler dizayn edilmesi gerektiğini ifade etti. Kaspersky’nin verdiği izlenim yakın zamanda sadece ürün geliştirici olmanın dışında, Mandiant tarzı bir yapılanmayı da bünyesinde güçlendirmeye başlayacağı. Diğer taraftan siber-fiziksel yakınsamasında Türkiye’de özellikle kritik altyapılar alanında ciddi bir pazar olduğu aşikâr. Öyle anlaşılıyor ki, Türkiye’de bir nükleer tesis inşa etmekte olan Rusların öncü siber güvenlik firması bu boşluğu doldurmaya kararlı. Kaspersyky konuşmasından sonra aynı hızla bir sonraki konuşmacıyı dinlemeden salondan ayrıldı. Geç gelip erken çıkması sanılanın aksine bir jeste değil, sıkışık bir ajandanın sonucu.

Zamanlamanın bu kadar iyi ayarlanabildiği başka bir etkinliğe yakın zamanda şahit olacağımızı tahmin etmiyorum. Bunun iki nedeni var. Birincisi zirvenin Türk-Rus ilişkilerinin Kasım 2015’deki uçak krizini atlatıp güçlenmeye başladığı bir döneme denk gelmesi. İlişkilerimiz öyle bir düzeye ulaştı ki, Rus uçaklarının Suriye’de Türk askerini ‘kazaen’ vurması dahi bu ilişkileri sarsamıyor.

İlgili yazı >> Sizce Rus hackerlar şimdi ne yapıyordur?

İkinci faktör ise, Türkiye’de özellikle 15 Temmuz’dan sonra hemen her platformda (sosyal medya, TV, dergi, gazete) yerli yazılım konusunun tekrar ediliyor olması. Yerli yazılıma geçmemiz gerektiğini şiddetle savunan ciddi bir kesim bulunuyor. Yerli ve milli yazılımın tanımını tartışmayı başka bir yazıya (belki de röportaj?) erteleyip, yabancı yazılımdan ne anlaşıldığını irdelemek istiyorum. Verilen örnekler WhatsApp ve Facebook gibi günlük yaşamın vazgeçilmezi haline gelmiş ürünlerin kişisel mahremiyetimize yönelik tehditleri. Yıllardan beri süregelen ‘Biri Bizi İzliyor’ haklı çekincesinin, 15 Temmuz sonrasında uçuşa geçen Batı (Amerikan) karşıtlığı ile kombine edilmiş hali sadece Batılı teknoloji firmalarına yönelik bir dışlayıcı farkındalık oluşmasını mı sağlıyor? Başka bir deyişle Batılı olmayan ülkelerin ürettiği yazılımlara da yabancı diyor muyuz? Örneğin Mısırlı bir şirketin ürettiği anti-virüs yazılımı da aynı şekilde antipatik bulunup, dışlanması istenecek mi Türkiye pazarından?

Bence tam da bu algı bulanıklığı sürecinde Kaspersky ‘güvenilir’ bir Batı-dışı kaynak izlenimi verebilmeyi başarmak için çaba sarfediyor.

Stratejilerin temelini kavramların nasıl tanımlandığı oluşturur, bugün Türkiye yerli/yabancı yazılımın tanımını düşman/rakip ülke temeline dayandırırsa yarın siyasi arenadaki değişimler sonucunda bu kavramların altındaki halı da kaymış olur.

Siber Bülten abone listesine kaydolmak için formu doldurunuz

[wysija_form id=”2″]

Trablusgarp Savaşı’nın CyCon açılışında ne işi var?

Trablusgarp Savaşı’na veya dünya harp tarihindeki adıyla İtalyan-Türk savaşına lise kitaplarından aşinayız. Mustafa Kemal’in yerel halkı örgütleyerek İtalyanlara karşı gayri nizami harp örneği sergilediği savaş hiçbir şekilde sıradan değildi ve birçok ilk bu savaşta gerçekleşmişti. Öyle ki, dünyanın en büyük stratejik siber güvenlik konferansı olan CyCon’un bu seneki açılış konuşmasına konu oldu.

Konferansın organizatörü Müşterek Siber Savunma Mükemmeliyet Merkezi’nin (CCD COE) ilk sivil direktörü olan Sven Sakkov konuşmasının hemen başında 1911’deki savaşta kritik bir ismi anıyor; İtalya saflarında savaşan ve ilk kez hava bombardımanı yapan Giulio Gavotti.

İlgili yazı >> NATO’nun ilk sivil siber güvenilk direktörü: Sven Sakkov

Gavotti bir hava görevi sırasında komutanından izinsiz olarak tek motorlu uçağına 4 el bombası alıyor. Keşif için Osmanlı Ordusu’nun kamp yaptığı yerlerin üzerinden geçerken bombaları aşağıya bırakıyor. Olay sonunda herhangi bir yaralanma ya da ölüm meydana gelmiyor ama Gavotti ilk hava saldırısını yapan asker olarak tarih geçiyor. Bu hadisenin günümüz siber güvenlik tartışmalarına birinci benzerliği tam da burada. Gavotti de günümüz hackerları gibi otoriteyi sevmiyor, kural dışına çıkmakta fayda görüyor, konvansiyonel olmayan yolların asimetrik etki oluşturacağına inanıyor.

İlgili haber >> FBI otçu hackerlara muhtaç mı kaldı?

Olay sonrasında Osmanlı uluslararası hukuka başvuruyor. Savaş hukukunu düzenleyen 1899 Lahey Konvansiyonu’na göre hava saldırılarının hukuk dışı olduğunu savunuyor. Buna karşın İtalyan tarafı söz konusu dokümanın sadece ‘balonlar’ (Kapadokya’dakiler gibi) tarafından yapılan hava saldırılarını hukuk dışı olduğunu savaş hukukunun henüz uçakla yapılan hava saldırılarıyla ilgili bir hükmünün olmadığını karşı tez olarak masaya koyuyor. Alın size siber alan ve Trablusgarp Savaşı ile ilgili ikinci benzerlik. Mevcut savaş hukukunu siber alanın ortaya çıkardığı yeni sorunlarla başa çıkmak için yoğun çalışmalar yapılsa da siber alandaki değişime uluslararası hukukun yetişmesi mümkün değil. Bunu ABD seçimlerini etkileyen siber operasyonların uluslararası hukukta bir karşılığının olmamasıyla da bir kez daha fark ettik. Bu arada şunu not etmekte fayda var, CCD COE siber savaş hukuk adına yaptığı çalışma olan Tallinn Manuel’in ikinci versiyonu da çok sayıda uzmanın katılımıyla hazırlandı ve 2 Şubat’ta yayınlandı.

Gavotti’nin 1911 yılında düzenlediği saldırı, havacılık tarihinde bir çığır açıyor. Hava kuvvetlerinin düşmana karşı sağlayacağı üstünlük bazı askeri yetkililer de o kadar büyük bir heyecana neden oluyor ki, ABD Hava Kuvvetleri’nin babası sayılan Billy Mitchell kara ve deniz kuvvetlerini daha önemli görerek hava kuvvetlerine yeterli yatırım yapmayan komutanlarını ‘ihanet’le suçluyor. Eleştirinin dozunu ayarlayamayan Mitchell hava kuvvetlerine daha fazla yatırım yapılması için adeta savaşıyor. Eleştirinin dozunu kaçırmış olacak ki, rütbesi tuğgenerallikten albaylığa düşürülüyor. Bir süre sonra ordudan ayrılan Mitchell öldükten sonra(!) ödüle boğuluyor.

Mitchell’in düşüncesine göre hava kuvvetleri ordular içerisinde o kadar büyüyecekti ki, kara ve denizin yerini alacaktı. Öyle olmadı ayrı bir muharebe alanı olarak diğerlerinin yanından yerini aldı. Tıpkı şimdilik siber alan gibi. Takip edenlerin bileceği gibi ‘siber savaş’ kavramına yönelik akademik meydan okumalardan biri olan ‘Cyber War Will Not Take Place’ kitabının yazarı Thomas Rid, günümüzde yaşanan siber operasyonların geleneksel savaş kavramına oturmadığından ‘siber savaş’ adlandırmasını reddederek yaşananların ancak sabotaj seviyesinde olabileceğini savunuyor. Fakat günümüzün Billy Mitchell’ları siberin diğer muharebe alanlarına girintili olduğunu, yani deniz kara ve hava araçlarının siber alandan kontrol edildiğini- belirterek diğer alanları domine edeceğini ileri sürüyor.

Sakkov’un konuşmasının uyandırdığı düşünceler bunlar. Tabi Trablusgarp savaşı demişken, Mustafa Kemal ve Enver Paşa gibi önde gelen komutanların yerli halka gerilla eğitimi vererek teknolojik ve askeri açıdan daha üstün olan İtalyanlara ağır kayıp verdirmesi de pekala siber alana uyarlanabilecek bir örnek. Büyük devletler için siber alan stratejilerindeki yumuşak karın teknolojik ve askeri anlamda daha zayıf fakat siber kabiliyetlerini geliştirmiş ülkelerle nasıl mücadele edileceği. ABD’nin bugün her alanda üstünlük sağladığı İran ve Kuzey Kore’ye siber alanda kimi olaylarda yenik düşmesi bu durumun göstergesi. Diğer mesele ise, gerilla eğitiminden geçmiş milis kuvvetlerin oluşturacağı oyun değiştirici etki.

Bunlar üzerinde düşünce üretilmesine ciddi şekilde ihtiyaç var; sadece Türkiye’de değil dünyada da…

CyCon 2016’da yapılan tüm sunumları buradan izleyebilirsiniz https://ccdcoe.org/cycon/2016/

Siber Bülten abone listesine kaydolmak için formu doldurunuz

[wysija_form id=”2″]

Siber Bülten anket sonuçları bize ne anlatıyor?

Yayın hayatında 2 yıldan uzun bir süreyi geride bıraktığımız Siber Bülten bu sene okurları arasında bir anket düzenledi. İçerisinde güvenlik ile ilgilenen üniversite öğrencilerinden, akademisyenlere, şirket kurucularından, araştırmacılara kadar geniş bir yelpazede katılımcının bulunduğu anket 1 Ocak itibariyle sonlandı. IT dünyasından yaklaşık 500 kişinin katıldığı anket katılımcılara 2017’e dair iki soru yöneltildi.

İlk soru 2017’de katılımcıların hangi saldırı türlerinin öne çıkacağını düşündüğünü öğrenmeyi amaçlıyordu. 2016’ya şöyle bir dönüp baktığımızda, fidye yazılımlarının önceki 2-3 senede olduğu gibi yine gündemde olduğu, bunun yanında Internet’e bağlı Nesnelerin (IoT) kullanıldığı saldırıların dünyada ses getirdiği bir yıl olduğunu söylemek mümkün.

İlgili yazı >> IoT saldırıları: Dün Kerbs, bugün DYN, yarın?

Diğer taraftan önce Bangladeş Merkez Bankası, sonrasında Rusya Merkez Bankası (31 milyon dolar) ve son olarak da Akbank’ın (4 milyon dolar) hedef alındığı, dünyada da birçok örneğinin bulunduğu SWIFT sistemindeki açıklıklardan yararlanılan saldırılarda özellikle yılın sonlarına doğru daha bilinir hale gelmişti. Akbank saldırısının sıcaklığı ortadayken açıkçası ben SWIFT saldırılarının ankette öne çıkacağını düşünmüştüm, lakin yanıldım.

Sonuçlar üzerinde düşünmeye değer nitelikte:

IoT atakları ile kritik altyapılara yönelik saldırıların 2017’de artışa geçeceği ihtimalinin açık ara önde olduğunu görüyoruz. Bunun çeşitli nedenleri olabilir. Lütfen siz de kendi görüşünüzü yorum bölümüne ekleyin.

Geçtiğimiz ekim ayında yaşanan saldırılarla birlikte IoT’nin bir teknolojik fırsatın yanında ciddi bir güvenlik riski olarak algılanmaya başlandı. Dünyada oluşan bu izlenimin aynı şekilde Türkiye’yi de etkilediğini görüyoruz. Bence hem yerli hem yabancı medyada IoT saldırılarının çokça yer bulması (Hatırlayalım ABD’deki Mirai Botnet saldırısından sonra haber Hürriyet’te manşet olmuştu) böyle bir öngörünün ortaya çıkmasında etkili olmuş olabilir. Diğer taraftan Türkiye açısından baktığımızda IoT cihazlarının kullanımında kayda değer artış olmadığı sürece direkt bir tehdit söz konusu olmadığı iler sürülebilir.

Bunun yanı sıra üzerinde düşünülmesi gereken başka bir olgu bugüne kadar Türkiye’de kritik altyapılara yönelik gerçekleştiği iddia edilen siber saldırıların sayısı bir elin parmaklarını geçmezken, kritik altyapı güvenliğindeki farkındalığın yüksek olması. Yıllardır terörizmle mücadele eden ülkemizde her zaman kritik altyapılar öncelikli olarak korunması gereken varlıklar olarak tanımlanagelmiştir. Bakü-Ceyhan boru hattına ve Antalya Havalimanını hedef alan siber saldırı iddialarının dışında kritik altyapılara karşı ispatlanmış bir saldırıyı bilmiyorum. Buna karşın IŞİD’in Paris saldırıları sonrasında İngiltere, Fransa ve Belçika’da bu örgütün nükleer tesislerde dahil olmak üzere kritik altyapıları siber alanda hedef alacağıyla ilgili açıklamalar yapılmıştı. Sonuç olarak, terörizm tehdidinin sıcaklığı ile kritik altyapı farkındalığı arasında bir bağ kurulabileceğini düşünüyorum.

Geçen hafta İstanbul’da, 1 Nisan 2015’de de neredeyse tüm Türkiye’de yaşanan elektrik kesintilerinin ilk etapta siber saldırıya bağlanmasının arkasındaki neden ile anket sonucu arasında da bir paralellik çıkarılabileceğini düşünüyorum. Sanki gerçekten siber saldırı sonucunda elektrik kesilse ‘e ne yapalım buna da karşı koyacak halimiz yok ya’ mazereti üretilebilirmiş gibi geliyor. Bu arada Bilgesam’da geçen hafta konuşmacı olarak katıldığım ve Ukrayna’da 2015 yılında yaşanan elektrik kesintisini vaka çalışması olarak anlatmaya çalıştığım eğitimde bir katılımcının aktardığına göre Türkiye’deki trafoların büyük bir kısmı dışarıdan müdahale ile kapatılmaya uygun yapıda değil.

SIKI LOBİCİLİK ŞART

İkinci sorumuz ise, Türkiye’nin 2016’da açıkladığı Siber Güvenlk Strateji’sinde belirttiği adımların hangilerinin hayata geçirilmesinin 2017’de kesinlikle gerekli olduğu ile ilgiliydi. Aslında stratejide gerçekleştirilmesi gereken birçok adım sıralanmıştı, fakat bunlardan sadece 4’üne anket soruları arasında yer verdik. Bunun nedeni aslında okur kitlemizin 2017’de siber güvenlik adına devletten beklentilerini ölçmek, bir diğer deyişle bir adım atılması konusunda umut taşıyıp taşımadığını ölçmekti.

Türkiye’nin siber güvenlik konusunda atması gereken çok adım var; fakat 2012’de yayınlanan strateji ve eylem planındaki adımların birçoğu gerçekleşmediği hatta yeni stratejinin yazımı geciktiği için bu konuda umutlar biraz kırılmış durumda. Sonuçlarda gördük ki, okur kitlemiz ciddi bir şekilde umut besliyor fakat bu yetmez, sıkı bir lobicilik yaparak bu konuyla ilgili yetkililere yapıcı baskı yapmak şart. Buna karşın devletin stratejide belirtilen hususlarda hiçbir adım atmayacağını düşünen görmezden gelinemeyecek bir grubun varlığını da unutmamak gerek.

2017’de en çok görmek istediğimiz olgu bir kamu otoritesinin kurulması, bu müsteşarlık olabilir ya da farklı bir form olabilir. Ama burada altını kalın çizgilerle çizmemiz gereken bir konu var. Devletler siber güvenliğin karşımıza çıkardığı fırsatları ile de riskler ile de tek başına baş etme imkanları yok. Bunun için sivil toplum özel sektör ve akademiyi de kapsayan geniş bir koordinasyon mekanizmasına ihtiyaç var. Unutmayalım ki, bazı durumlarda güvenlik şirketlerinin devletlerin önüne geçtiği bir dünyaya doğru hızla ilerlemekteyiz.

Bu vesileyle şimdi de size nasıl bir kamu otoritesi görmek istediğinizi soruyoruz. Birkaç saniyenizi daha ayırırsanız çok mutlu olacağız.

Kamu kurumlarına uzman alımı için gerekli mevzuatın sağlanması olarak geçen strateji adımı en çok destek gören ikinci seçenek oldu. Konuyla ilgili ihtiyacı anlatmaya bile gerek yok. Bu noktada yılın sonunda BTK’nın başlattığı insiyatif ile çok olumlu kapıların açılacağını ve Türkiye’nin siber alandaki menfaatlerini hem korumanın hem de genişletmenin mümkün olduğuna inanıyorum.

Kısır rekabetle, gereksiz hamaset, haset ve husumetle değil verimli işbirlikleri daha güçlü Türkiye yolunda geride bırakacağımız bir 2017 diliyorum.

Siber Bülten abone listesine kaydolmak için formu doldurunuz

Klavye Delikanlıları sahaya indi

Geçtiğimiz cumartesi günü bugüne kadar hiç katılmadığım bir siber güvenlik etkinliğine katılma şansı buldum. Klavye delikanlıları‘nın düzenlediği siber güvenlik meet-up çeşitli yönleriyle diğer etkinliklerden farklıydı.

Klavye Delikanlıları 6 ay gibi kısa bir süre içerisinde  sektörün tanınan isimlerini konuk ederek siber güvenlik ile ilgili 12 podcast çekmiş bir grup. Grubu Mustafa Yalçın ile kuran Ziyahan Albeniz sadece faydalı bir iş yapmak için giriştikleri bu projenin ses getirmesinden cesaret alarak bir siber güvenlik meet-up’ı düzenlemeye karar verdiklerini söylüyor. Cumartesi günü Kadıköy’deki bir kafede samimi bir ortamda gerçekleşen organizasyonun bir çok açıdan faydalı olduğunu söyleyebilirim. Bir yandan sunumlarda bilgi paylaşımı yapılırken, aralarda yeni tanışan siber güvenlik meraklılarının yeni fikirler üzerinde tartıştıklarını görmek heyecan vericiydi.

Bir kafede düzenlenmesinin yanında benim için başka bir ilki daha barındırıyordu siber güvenlik buluşması. Katıldığım etkinliklerde teknik sunumlar ağır basar, sosyal bilim ve siber alanın kesişme noktalarına değinen genelde bir kişi olurdu. Bu sefer ise ilk sunumun Cenk Esiner’in antropoloji bitirme tezi olan ‘Armağan Ekonomisi ve Hacker Etiği’ üzerine olması açıkçası beni çok mutlu etti. Ben de sunumumda siber alanın devletler tarafından beşinci muhabere alanı olarak ilan edilmesini ele almaya çalıştım, umarım teknik donanımlı arkadaşlara yaptıkları işin uluslararası ilişkilere dair bir boyutu olduğu konusunda kulaklarına biraz su kaçırmışızdır. (Eğer sunumu isteyen olursa bana bir mail atması yeterli: minhac@siberbulten.com )

Organizasyon boyunca aldığım birkaç önemli notu paylaşmakta fayda görüyorum. Bunlardan ilki Cenk Esiner’in sunumu sırasında bahsettiği ‘Bir Matematikçinin Savunması’ kitabı. Kitapta bir ünlü matematikçinin matematik konusundaki yeteneğinin zamanla nasıl kaybettiğine dair hikayesinden bahsediliyor. Cenk’in hayatının bir döneminde hackerlığa girişmesini bu benzerlikle sunması oldukça hoştu.

Minhac Çelik’in bütün yazılarına ulaşmak için tıklayınız

Bir başka önemli bilgiyi ise Netsparker’dan Onur Yılmaz’dan edindim. Filistinli direnişçi ‘yoldaki mühendis’ kod adıyla bilinen Abdullah Galib Bergusi’nin hayatının anlatıldığı kod adıyla aynı isimli ‘Yoldaki Mühendis’ kitabında bir mühendisin İsrail’e karşı verdiği mücadelenin ayrıntıları bulunabilir.

Laf açılmışken, bu yazıyı okuyanlara ben de küçük bir öneri de bulunayım. Mühendisleri Türkiye’nin siyasi ve sosyal yapısında oynadıkları rolü ve geçirdikleri değişimi anlama adına Nilüfer Göle’nin doktora tezi olan ‘Mühendisler ve İdeoloji’ kitabının mühendisleri anlamamda çok yardımcı olduğunu söylemeden geçemeyeceğim. Özellikle Şehir Üniversite’sinde verdiğim Stratejik Siber Güvenlik dersinden sonra tekrar okuduğum bu kitap, bazı sonuçların muhtemel sebeplerini anlamamı kolaylaştırmıştı.

Sunum aralarından birinde Black Hat müdavimi Mert Sarıca ile ayak üstü sohbet etme fırsatı buldum. Bu seneki konferanstan da yeterince tatmin olmuş olarak geri döndüğü anlaşılıyor. Ve tabi ki, ‘neden bizde bu tür büyük organizasyonlar olmuyor?’ sorusu gündemimizin ön sıralarındaki yerini alıyor.

Sarıca, Black Hat’teki sponsorlardan ve sunum yapmak için başvuran ‘efsanevi araştırmacıların’ red yemesinden bahsetti. Ülkemizde bir hacker kültürü ve güçlü bir güvenlik camiasına sahip olmak için kaliteli içeriklerin sunulduğu konferanslara, özel sektörün omuz çıkması en temel iki şart olarak öne çıkıyor. Fakat maalesef ‘ben bu konferansa sponsor olacağım parayla iki müşterime Boğaz’da balık yediririm, şirketime daha fazla geri dönüşü olur.’ gibi kısa vadeli vizyon yoksunu çözümlerden kurtulamıyoruz.

İLGİLİ YAZI >> BLACK HAT’TE HACKERLARIN UYKUSUNU KAÇIRTACAK 5 HACK

Black hat ve DefCon’un kurucusu aynı zamanda ABD Anayurt Bakanlığı Güvenlik Konseyi üyeliği de yapmış olan Jeff Moss’un DefCon’a başlama hikayesi aslında Klavye Delikanlıları’nın bugün başladığı noktaya oldukça benziyor. Çoğunluğunu hacker ve güvenlik araştırmacısı olan arkadaşlarına bir parti veren Jeff Moss bu tür  bir araya gelmelerin yararlı olacağına karar veriyor ve 1993’de hackerlara verdiği eğlence partileri bugün tüm dünyanın dikkatle izlediği DefCon’a dönüşmüş durumda. O gün Moss’un yanında 100 kişi vardı, bu hafta sonu da Klavye Delikanlıları’nın yanında ise 40 kişi.

Sunumumdan sonra dinleyicilere Türkiye’de siber güvenliğin gelişmesi için ne yapılabilir diye sordum. Gelen cevaplardan biri ‘Klavye Delikanlıları sahaya inmeli.’ oldu.

Neden olmasın?

Siber Bülten haftalık raporuna abone olmak için formu doldurunuz

[wysija_form id=”2″]

 

 

 

 

Liselerde siber güvenlik eğitimi mümkün mü? Türkiye ve İsrail örnekleri

NSA’in liselilere yönelik düzenlediği yaz kampından bir kare

Bir araştırmacı ve/veya editörün yaşayabileceği en büyük mesleki tatminlerden biri ortaya çıkardığı işin ses getirmesidir. Bir sanatçı için alkış ne demekse, okuyuculardan gelen aklı başında tepkiler de bir yazar ve haberci için aynı anlamı taşır.

İkinci yayın yılını bu ayın başında geride bırakan siberbulten.com‘da şimdiye kadar 800’ü aşkın içerik ürettik. Bu içeriklerin çok büyük bir kısmı başka Türkçe kaynaklarda bulunamayan stratejik siber güvenlik haberleri. Bunun yanı sıra liseli bir girişimci olan Berk Sürücü’den, PwC Bilgi ve Siber Güvenlik ekibinin başında bulunan Adil Burak Sadıç’a kadar geniş bir yelpazeden yazarın katkılarıyla tam 112 makale yayınlamışız (okuduğunuz 113. oluyor). Bu vesileyle yazarlarımıza ve yapıcı kritikleriyle bize yol gösteren okuyucularımıza teşekkürlerimi sunuyorum.

Kısa bir Z raporundan sonra, bunları neden anlattığımı sorabilirsiniz.

Yayınladığımız yüzlerce haber içerisinde en fazla ses getiren, okuyuculardan tepki aldığımız konuların başında siber güvenlik eğitimi bulunuyor. Örneğin İsrail’de siber güvenliğin lise müfredatına girdiğine ilişkin haberimiz, üniversitelerde açılan siber güvenlik bölümlerine lise öğrencilerinin ilgisinin nasıl çekileceğini irdeleyen başka bir haber ve 2014’de yazdığım ‘Siber güvenlik dersleri açacağız ama nasıl?’ yazısı çok okunanlar arasında yer aldığı gibi okuyucuların da fikir beyan ettiği içerikler olarak öne çıkıyor. Diğer bir deyişle lise ve üniversite seviyesinde siber güvenlik (akademik) eğitimi, okuyucu kitlemizce daha fazla ilgi duyulan ve yetkililerin adım atması beklenilen bir konu.

Birçok okurumuz, lise öğrencilerinin ilgisinin siber güvenliğe yönlendirilmesi hakkındaki haberin Türkiye ile ilgili olmadığı eleştirisini getirdi. Bu noktada, Siber Bülten’in misyonlarından biri dünyada yaşanan siber güvenlik politikalarını Türkiye okuyucusunun ilgisine sunmak olduğunu burada hatırlatmam gerekiyor. Yani diğer devletlerin bu konularda izlediği politikaları araştırıp, bulup yazıyoruz. Keşke Türkiye’de de bu tür politikalar oluşturulsa bize de onların haberlerini yazmak, üstüne düşünüp analizini çıkarmak düşseydi…

Bu konuda değinilmesi gereken bir başka nokta ise, Türkiye’de lisans seviyesinde siber güvenlik bölümünün bulunmaması. Yani lise öğrencilerinin ilgisini çekse dahi, siber güvenlik ancak yüksek lisans seviyesinde çalışılacak bir konu olarak ele alınıyor; şimdilik. Ders verme şansı yakaladığım Şehir ve Bahçeşehir Üniversiteleri, siber güvenlik yüksek lisansı bulunun üniversitelerden ikisi. ABD’de ise lisans seviyesinde siber güvenlik bölümleri bulunduğu için (özellikle Pace Üniversitesi uzun yıllardır bu konuda ciddi çalışmalar yapıyor) adamlar liselilerin ilgisini nasıl çekeriz diye kıvranıyorlar.

Türkiye’de siber güvenlik bir lisans bölümü olabilir mi? Olursa buradan yetişen insanlara nasıl istihdam sağlanır? Müfredat nasıl belirlenir? Hoca nasıl bulunur? gibi uzun sorular listesi ileride uzmanlarca tartışılacaktır. Fakat naçizane bir fikir olarak böyle bir bölümün mezunlarının istihdam alanı olarak tüm dünyayı hedeflemesi Türkiye’ye orta-uzun vadede stratejik manevra alanı kazandıracağını düşünüyorum.

Okurlarımızın ilgisini çekmeyi başaran bir diğer eğitim haberi İsrail’de siber güvenliğin lise müfredatına girmesi ile ilgili. Bu haberimize gelen birkaç tepkiye de burada yer vermek istiyorum.

 

 

 

 

 

 

Benzer tepkiler ve bana gelen e-postalardan anladığım kadarıyla okuyucularımızın büyük bir kısmı siber güvenliği bilişim ile ilgili meselelerde ileriki seviyelerde ele alınması gereken bir konu olarak görüyor.

Yani ‘önce kod yazmayı bilmeli, ondan sonra siber güvenliğe başlamalı’ veya ‘önce sistemler ve ağlar ile ilgili temel bilgiye sahip olmalı daha sonra siber güvenlik çalışmalı’ gibi öneriler geliyor. Ancak unutmamak gerek ki, lise seviyesinden bahsediyorsak herkesin sistem yöneticisi olmasına gerek yok. Lisede de birçok siber saldırıyı önleyebilecek temel bilinç öğrencilere kazandırılabilir. STK’ların, şirketlerin ve gönüllülerin bu konuda yapabileceği bir çok şey var.

Yazarın diğer yazılarına ulaşmak için tıklayınız

Bu arada belirtmeden geçemeyeceğim, Türkiye’de 13 bin civarında bilişim öğretmeni bulunuyor. MEB ise 2768 bilişim öğretmeni açığı olduğunu geçen yıl eylül atamalarında açıkladı. Aradaki fark bu kadar açıkken bilişim öğretmelerine verilecek bir siber güvenlik formasyonu, Türkiye’de bu işin önünü açabilir( mi?).

Bu kısa nottan sonra hazır konu İsrail’de siber güvenlik eğitimine gelmişken, bu konuyla ilgili birkaç notu da paylaşmakta yarar görüyorum:

  • Siber güvenlik ile ilgili temel bir eğitim İsrail’deki tüm liselerde müfredata girmişken, bilgisayar bilimlerinde yetenekli 16-18 yaş arasındaki öğrencilerin katılabileceği özel bir program 2012’den bu yana uygulanıyor. Başarılı bulunan öğrenciler İsrail Ordusu’nun teknik liselerinde eğitimlerine devam ediyor. Amaç istisnai yetenekleri ordunun siber birimleri için yetiştirip işe almak.
  • Milyonlarca dolar yatırılarak dizayn edilen 5 yıllık başka bir programda İsrail Ordusu, öğrencilere kendi bilgisayar ve sistemlerini açarak açıklık bulmaları için eğitim veriyor. Bir yıl süren eğitimler ilk ‘siber müdafaa’ ekiplerini 2012 yılında mezun verdi. Dikkatli okuyucularımız hatırlayacaktır, Pentagon benzer bir yarışmayı ancak bu sene düzenledi.
  • İsrail ilkokullarında bilgisayar bilimi öğretmenlerinin sayısı 1000 (Economist dergisine göre İsrail bu rakamda dünya birincisi -2014-) ve hükümet liselerde verilen bilgisayar bilimi derslerine katılımı teşvik için yeni yollara başvuruyor.

Yazının başında özetlediğim Siber Bülten çalışmalarının ana motivasyonu yarınlara yönelik bir umut. Gelecekte Türkiye’nin siber dünyada geri kalmaması için çorbada bir iki kaşık tuz. Yani umutluyum, ama umudun bir kötü yanı var ki, bazen insanları realiteden uzaklaştırıyor.

Yarın çok geç olabilir.

Haftalık Siber Bülten raporuna abone olmak için formu doldurunuz

[wysija_form id=”2″]