Etiket arşivi: Berk Sürücü

Eğitim, Kodlama ve Gelecek: Teknoloji Çağının Neresindeyiz?

Son 4-5 senenin popüler konseptlerinden biri olan STEM, hatta STEAM, tartışma ve araştırmaların ötesine geçerek eğitim sistemleri ve modellerinin temel odaklarından biri haline geldi. Değişen ve gelişen teknoloji eğitime nasıl adapte edilmeli sorusuna yanıt bulabilmek amacıyla pek çok çalışma ve araştırma yürütüldü, yürütülmeye de devam ediyor ve edecek. Peki Türkiye olarak biz bu değişim sürecine nasıl dahil oluyoruz?

Başta Finlandiya olmak üzere farklı ülkelerin geliştirmiş olduğu yeni eğitim modelleri uzun zamandan beri konuşuluyor ve takip ediliyor. Bu eğitim modellerini incelediğimiz zaman her şeyden önce, hatta teknoloji ve bilimin adapte edilmesinden bile önce, çok temel bir ortak odak noktası fark ediliyor: Eğitimin tanımını ve eğitime olan bakış açısını baştan oluşturmak. Yaklaşık 3 sene önce yayınlanmış olan “I Sued the School System!(Okul/eğitim sistemini dava ettim!)” adlı bir video bu durumu çok güzel açıklamış(https://www.youtube.com/watch?v=dqTTojTija8).

Video temel olarak şu soruyu soruyor: Hayatımızda yeri olan herhangi bir ürün, yöntem, hizmet birkaç yılda ve hatta zaman zaman sadece birkaç ayda bile baştan aşağı evrim geçirip yenilenir, değişirken, nasıl olur da eğitim gibi en önemli ihtiyaçlarımızdan biri yüzyıllardır değişmeden kalabilir? Örnek olarak gösterilen eğitim modellerine baktığımızda ise tam olarak bu soruya verilmeye çalışan cevaplar görüyoruz. Eğitim sadece öğrencilerin bir araya gelip önceden belirlenmiş şeylerin öğretilmesinin ötesine taşınmaya çalışılıyor. Öğrencileri çağın getirdiği yenilikler ve araçlarla bir araya getirerek kendi öğrenme deneyimlerini inşa etmeleri hedefleniyor. Bulunduğumuz ve hazırlanmakta olduğumuz çağın içerisinde her bireyin kendini keşfetmesi ve kendi yol haritalarını çizebilmelerine olanak sağlayan sistemler kuruluyor. Bu tür bir süreç başlatabilmek için de elbette ki çağımızı ve bizi bekleyen geleceği iyice analiz edebilmek, anlayabilmek, özümseyebilmek ve bunların sonucunda da adapte olabilmek gerekiyor.

DİJİTALLEŞME VE KODLAMA

Üzerine çalışılan bu yeni eğitim kurgularına olanak sağlayan en önemli unsur tabi ki de dijitalleşme. Dijitalleşmenin beraberinde getirdiği şeylerden biri de doğal olarak kodlama oluyor. Programlama öğrenmenin önemi yıllardır konuşulan ve kabul edilmiş bir durum. Pek çok ülke programlamayı ilkokul seviyesinden itibaren özel müfredatlar aracılığıyla eğitim sistemlerine adapte etmişken, Türkiye olarak maalesef biz ilk adımlarımızı daha yeni yeni atmaya başladık. Bu konuyla ilgili ilk resmi ve büyük çaplı gelişmeyi duymanın heyecanını yaşarken de ne yazık ki heyecanımız kursağımızda kalmış oldu.

DELPHI LİSTEDE YOK

Geçtiğimiz günlerde Milli Eğitim Bakanlığının bir milyon öğrencinin erişimine sunmak üzere Delphi programlama diliyle ilgili bir protokol imzaladığını öğrendik. Peki nedir Delphi’yle olan derdimiz? Bu soruya cevap vermek için öncelikle bazı istatistikleri gözden geçirelim. Herhangi bir yazılımcının en çok yararlandığı kaynaklardan ve platformlardan biri olan ve her ay yaklaşık 50 milyon yazılımcının ziyaret ettiği Stack Overflow geçtiğimiz günlerde 2019’a dair özet niteliğinde bir anket sonucu yayınladı. Özellikle 2012 yılından beri gümbür gümbür bir yükselişte olan Python, %41.7’lik bir oranla en çok tercih edilen 4. programlama dili oldu (https://insights.stackoverflow.com/survey/2019#technology).

25 maddelik listeye baktığımızda ise göremediğimiz bir dil var, Delphi. Peki 30 senelik bir geçmişi olan Python’ın aniden yükselişe geçmesini sağlayan unsurlar ve 2008’de geliştirilmiş olan daha yeni ve genç Delphi’nin ilk 25’te bile olmasının sebepleri neler? Aslına bakacak olursak, bu sorunun cevabı da eğitim modelleriyle ilgili sorduğumuz soruların cevaplarıyla benzerlik gösteriyor, “çağa adapte olabilmek.” Python yıllardır sürekli olarak kendini yenileyerek ve geliştirerek yazılım dünyasında inanılmaz bir yer edindi. Pek çok yetkili ve yazılımcı tarafından öğrenmesi ve kullanması en kolay dil olarak gösterilen Python, erişimi oldukça kolay ve kapsamlı bir kütüphaneye sahip.

DELPHI: MERAKI KÖRELTMEK İÇİN İDEAL

Delphi’ye baktığımızda ise pek çok yazılımcıyı ya da yazılımla uğraşma hevesine sahip insanı programlamadan nefret ettirecek derecede bıktırdığı sonucunu görüyoruz. Sebebi ise oldukça basit, kullanımının zor olması ve aynı zamanda kullanım alanlarının da bir o kadar sınırlı olması. Bir başka deyişle, programlamaya merak salmış genç bir bireyin merakını köreltmek için ideal. Bütün bunları göz önünde bulundurunca başta Python olmak üzere pek çok farklı, kullanışlı ve faydalı programlama dili -üstelik ücretsizler- mevcutken, Delphi gibi bir tercih yapıyor olmamız gerçekten de akıl dışı, bilim dışı bir durum oluyor. Bahsettiğimiz tüm eğitim sistemleri öğrencilerin farklı alanlara olan ilgisini, merakını ve haya lgüçlerini tetiklemek üzerine kuruluyken, Türkiye olarak attığımız her adımda bunun tam tersi yönde ilerliyor olmamız eğitim üzerine olan endişeleri doğal olarak daha da çok arttırıyor.

Bizler hala daha bilim ve teknoloji trenine dahil olmaya çalışıyoruz. Fakat o tren bir rokete dönüşeli çok oldu. Çağa adapte olmaya çalışırken hep birkaç adım geride kalmış olan gelişmeleri takip ediyoruz, dolayısıyla da geleceği değil geçmişi anlayan, geçmişe adapte olan bir durumda kalıyoruz. Yaklaşık 5 senedir robotik ve kodlamayla uğraşan 19 yaşındaki bir genç olarak sormak isterim sizlere, sizce de geçmiş yerine geleceği şekillendirmeye başlamamızın zamanı gelmedi mi?

Siber Bülten abone listesine kaydolmak için formu doldurunuz

Üretim ve Kültür

Önceki yazılarımda teknoloji ve eğitim ikilisinin birlikte nasıl harmanlandığından bahsetmiştim. Bu harmanlanmanın sonucunda ortaya çıkmış olan günümüz çağının en önemli yapıtaşlarından biri de üretim oluyor haliyle.

Bir start-up, şirket, ülke veya herhangi bir topluluk varlığını sürdürebilir kılmak için üretmek zorunda artık. Peki tüketici konumundan üretici konumuna geçmek nasıl mümkün?

Teknoloji, inovasyon, girişimcilik gibi kavramlardan bahsedildiğinde herkesin aklına gelen temel bir isim var: Silikon Vadisi. Bu kavramları bünyesinde toplamış olmasının doğal sonucu olarak da üretimin merkezi haline geliyor. Silikon Vadisi ve oradaki şirketler neyi farklı yapıyor da önde gelen ülkelerle bile üretim gücü ve ciro bazında mücadele edebilecek, hatta geçebilecek seviyeye geliyor? Finans desteği, eğitim olanakları, altyapı ve teknik destek, insan kaynağı sağlanan tek yer Silikon Vadisi değil; artık bu imkanları sunan pek çok platform var. Demek ki aranan yanıt ihtişamlı “headquarter”lar ya da olağanüstü büyüklüklerdeki ekiplerde değil.

Silikon Vadisi’ni özel kılan en önemli değeri, kültürü. Bir ekosistemi ayakta tutan şey bünyesindeki her bireyin birbirleriyle “iletişim” halinde olabilmesi, birlikte hareket edebiliyor olmasıdır. Birlikteliği ve paylaşımcılığı savunan bir kültür, öğrenmeyi mümkün kılar, bu sayede üretim kapısının kilidi açılmış olur. Kapının ardına geçebilmek için adım atmak gerekir; öğrendiklerimizi geliştirebilmek, kişiselleştirebilmek, farklılaştırabilmek gerekir. Bunu yapabilmek için de öğrendiklerimizi deneyebilmek, pratikteki karşılığını gözlemleyebilmek gerekiyor. Başka bir deyişle, “hata” yapmak, yapabilmek gerekiyor.

Silikon Vadisi kültürünün en temel ve önemli özelliklerinin başında hata yapmaya karşı olan hoşgörü, hatta hata yapmaya teşvik etmek geliyor. Çoğu yatırımcı, daha önceden hep başarılı olmuş girişimcilerden ziyade birkaç defa iş batırmış girişimcileri tercih ediyor. Çünkü hata yapmış bireyler artık kriz anında ne yapmaları gerektiğini, düşüldüğünde nasıl kalkılacağını sadece başarıyı tatmış bireylere göre kat ve kat daha iyi biliyorlar.

Tabii bütün bunların yanında olmazsa olmaz bir durum daha var, gençlere fırsat vermek. Silikon Vadisi’nin konumlandığı San Francisco’da üniversiteliler caddesi diye de bilinen uzun bir cadde var, pek çok kafe veya oturabileceğiniz yer bulmanız mümkün. Bu caddede vakit geçiren üniversiteliler bir anda kendilerini, donanım ve tecrübelerini aktarmak üzere bekleyen önde gelen girişimciler, üst düzey yöneticilerle aynı masada bulabiliyorlar. Pek çok üniversiteli teknoloji devlerinde staj yapmak, farklı şirketlerden insanlarla birlikte ortak proje geliştirmek gibi imkanları bulabiliyor.

Peki bu kültür nasıl başka yerlerde de oluşturulabilir, nasıl daha da geliştirilebilir. Kültürün sözlük anlamı; tarihsel ve toplumsal gelişme süreci içinde yaratılan her türlü değerlerle bunları kullanmada, sonraki kuşaklara iletmede kullanılan, insanın doğal ve toplumsal çevresine egemenliğinin ölçüsünü gösteren araçların tümü. Yani sadece bireysel değil toplumsal gelişim söz konusu, başka kuşaklara aktarım yapmak, iletişim kurmak söz konusu. Bu noktada konu yine aynı temel kavrama bağlanıyor, eğitim, “yeni kuşakların” hayata hazırlanma süreci; kültürlerin aktarıldığı kitle, gençler.

Bahsettiğimiz türde bir kültürün oluşabilmesi için eğitimin sadece sınıflar içerisinde ve temel bilimleri öğrenme süreci olarak değerlendirilmemesi ilk koşul. İletişim kurmamızı, paylaşmamızı, hata yapmamızı sağlayacak süreçlerin de eğitime dahil edilmesi gerekiyor. Bunun en güzel örneklerinden biri öğrencilerin yer alabileceği farklı konseptlerdeki yarışmalar.

Üç yıldır FIRST(For Inspiration and Recognition of Science and Technology) vakfının düzenlediği robotik yarışmalarına katılan biri olarak, bu zaman zarfında öğrendiklerim, edindiğim tecrübeler, kurduğum ilişkiler hem çok sayıda, hem de gerçekten nitelikleri çok yüksek. Vakfın düzenlediği yarışmalar gençlere okulda öğrendikleri fizik, matematik bilgilerini tasarım ve yazılımla harmanlayarak kendi robotlarını inşa edebilme imkanı sunuyor. Bilim ve teknolojiyi yaymak ve fırsat eşitliğini sağlamak adına takımların yaptığı çalışmaları destekliyor, isimlerini duyuruyor ve bu esnada sponsorluk görüşmesi, Ar-Ge, üretim gibi pek çok alanda çalışan gençlere erken yaşlardan itibaren bir şirket gibi hareket edebilmeyi öğretiyor.

Yani yola robot yapmak üzere çıkan bizler bu esnada paylaşmayı, iletişim kurmayı, düşünmeyi, yaptığımız onlarca prototipin çalışmaması üzerine bozup tekrar yapmayı, araştırmayı, hata yapmayı öğrenirken buluyoruz kendimizi. E tabi bahsetmeden edemeyeceğim, Türk gençleri olarak muhtemelen diğer ülkelere nazaran daha da iyi öğreniyoruz tüm bunları. Çünkü maalesef biz; gençleri kendi binasına alan, kendi profesörlerini, mühendislerini ve uzmanlarını mentör yaparak destek sağlayan NASA, Boeing, Intel gibi destekçi şirketlere ya da oluşumlara sahip değiliz henüz. İşler biraz kendi yağımızda kavrulmamızla yürüyor. Yani üretim kültürünün önemli bir kısmından yoksunuz aslında.

Fakat gururla şunu da ifade etmek isterim ki, FRC Robotik takımı 3646 INTEGRA olarak bu desteklere sahip olan ekiplerle de kafa kafaya mücadele ediyoruz. Yarışma iki ayaklı gerçekleşiyor, bölgesel turnuva ve dünya şampiyonası. 3 yıl önce yarışmanın en prestijli ödülü olarak geçen Chairman’s Award’u kazanan ilk Türk takımı olduk, bir sonraki yıl ise bu ödülü tekrardan kazanarak bir kez daha Dünya Şampiyonasına katıldık ve bu sefer de Chairman’s Award Finalist ödülünü kazanarak bu alandaki 3 ekipten biri olmayı başardık. Bu yıl ise bölgesel turnuvamızda robotumuzla Winning Alliance, ardından ise Dünya Şampiyonasında Division Finalist ödüllerini kazandık. Arkamızda teknoloji devleri yoktu belki ama, bize üretim kültürünü aşılmaya çalışan ve her daim destekçilerimiz olan çok sevgili hocalarımız Tolga Yıldız ve Neslihan Çınar’a da en içten teşekkürlerimi sunuyorum. Gençleri bu tür süreçlere teşvik eden ve bu imkanları sunan herkese de ayrıca teşekkür ediyorum.

“Kültür, okumak, anlamak, görebilmek, görebildiğinden anlam çıkarmak, ders almak, düşünmek ve zekayı geliştirmektir,” demiş Mustafa Kemal Atatürk.

Ben de bu noktada şu soruyu sormak istiyorum sevgili yetişkinlerimize; sizce de biz gençlerin sizlerle birlikte öğrenme ve çalışma, birlikte baştan aşağı yeni bir kültür oluşturma, sizlerle birlikte tüketici değil de üretici olmamızın zamanı gelmedi mi?

Siber Bülten abone listesine kaydolmak için formu doldurunuz

STEM: Sanat ile Bilimi Buluşturmak

STEM ifadesini artık daha sık karşımıza çıkmaya başladı. Üzerinde konuşulmaya ve tartışılmaya ihtiyacı olan bu sistemi masaya yatırmanın ve bazı soruları yöneltmenin tam zamanı:

“Neden STEM?”

Tarih boyunca devletlere yön veren en önemli unsur bilimsel gelişmeler olmuştur. Teknolojik buluşlar ve yeni bilimsel olgular çağ açıp kapatmış, ve her defasında insanoğlu inanılmaz bir hızla yeni hedeflere doğru yönelmeye başlamıştır. Eski çağlarda sistematik bir eğitim sisteminin olmadığını ve herkesin bu imkana erişemediğini göz önünde bulundurunca akla “Nasıl?” sorusu geliyor. Bu durum etraflıca incelendiğinde ise birinci elden denemenin, gözlemlemenin ve tecrübe etmenin oynadığı rol çok açık bir şekilde görülmekte. Bu da demek oluyor ki bizler; deneme ve tecrübe etme imkanlarını arttırmalıyız ki hedeflerimiz doğrultusunda daha emin, daha güçlü adımlar atabilelim ve dünyamızı değiştirme yolunda ilerleyebilelim. STEM modelini incelediğinizde en temel yapıtaşlarından birinin “hands-on” öğrenme, yani birinci elden tecrübeye dayalı öğrenme modeli olduğunu görebilirsiniz.

İlgili yazı >> STEM ile kuyu köpeği kurtarmak

“Science, Technology, Engineering, Mathematics”, bu başlıkları incelediğimizde şöyle bir ilişki görüyoruz: Teknoloji, mühendislik çalışmalarının sonucunda ortaya çıkan gelişmeler bütünüdür. Mühendislik bilimsel faaliyetlerin, somutlaşma ve günlük hayatımıza adapte olma sürecidir. Ve son olarak da bilim dili, matematiktir. Yani eğitim sistemi olarak benimsenmekte olan bu model, aslında bilim-teknik gelişme sürecinin tamamını kapsayan, aralarındaki köprünün görülmesini ve geçilmesini sağlayan yani “disiplinler arası” öğrenmeyi ve gelişmeyi esas alan bir süreci kapsıyor. Peki neden bu kadar önemli bilim dalları arasında geçiş yaparak, bir bütünü görerek öğrenmek ve çalışmak? Şu an teknolojiye yön veren ve önümüzdeki yıllarda daha da çok duymaya başlayacağımız IoT yani nesnelerin interneti, giyilebilir teknoloji, big data gibi yeni alanları incelediğimizde, hepsinin de disiplinler arası düşünebilme ve ürün geliştirebilme becerilerinin sonucu olarak ortaya çıktığını görebiliriz.

“Dünyada her şey için, maddiyat için, maneviyat için, hayat için, başarı için en hakiki yol gösterici ilimdir, fendir. İlim ve fennin dışında yol gösterici aramak gaflettir, cahilliktir, doğru yoldan sapmaktır. Yalnız ilmin ve fennin yaşadığımız her dakikadaki safhalarının gelişimini anlamak ve ilerlemeleri zamanında takip etmek şarttır.” Cumhuriyetimiz bu ilkelerle kuruldu ve bizlerin en temel en önemli görevlerinden biri de bu ilkeleri ilelebet yaşatmak. Bu durumda bilimin gelişimini anlayabilmek, özümseyebilmek ve takip edebilmek için en önemli basamaklardan biri de yeni jenerasyonları anlayabilmekten geçiyor. Teknoloji çağı çocukları olan ve eskiye kıyasla bilgiye ulaşabilme imkanı inanılmaz derecede artmış olan bizlerin, küçük yaşlardan itibaren bulunduğumuz çağın esaslarına yönelik bir eğitim sistemi içerisinde yer alabilmek, Mustafa Kemal Atatrük’ün ilkeleri doğrultusunda atmamız gereken en önemli adımlar arasında geliyor. Bu durumda, felsefesi ve yöntemleri göz önünde bulundurulduğunda en doğru ve en güçlü modelin, STEM modeli olduğu anlaşılıyor.

İlgili yazı >> Liseli bir girişimcinin Silikon Vadisi anıları

Tabi ki tüketen konumundan üreten konumuna geçebilmek için, tükettiklerimizi iyi anlamak ve bunlara yeni değerler katmak hayati rol oynuyor. “Güzel sanatlarda muvaffak olmak, bütün inkılaplarda başarıya ulaşmak demektir. Güzel sanatlarda muvaffak olamayan milletler ne yazık ki, medeniyet alanında yüksek insanlık sıfatıyla yer almaktan ilelebet mahrum kalacaklardır.” Cumhuriyetimizin esaslarından bir diğeri olan sanat hususuna da gereken önemi vermek, geleceğimizi biçimlendirebilmemiz için özümsememiz gereken olmazsa olmazlar arasında. Bilim, teknoloji, mühendislik ve matematik, her alanın en önemli gereksinimlerinden biri de, estetik görebilmek, düşünebilmek ve üretebilmek. Hem sanatın hem bilimin doğayı anlayabilmek ihtiyacından doğmuş olduğunu düşünecek olursak, aralarında ne kadar kuvvetli bir ilişki olduğunu anlayabiliriz.  Bu noktada “STEM” konseptine son zamanlarda dahil edilmeye başlanmış olan Art(sanat) ile STEM sürecini STEAM’e çevirebilmek bilim yolunda ilerlenmesi için atılması gereken bir sonraki adım durumunda.

 

STEM ile Kuyu Köpek’i Kurtarmak

“Teori önemli, ama pratik olmadıkça bir anlamı yok!” benzeri cümleler duymaya alışık olduğumuz klişeler arasında yer alıyor. Peki bilgimizi, tecrübelerimizi pratiğe aktarmaya olan artan ihtiyacımız nereden kaynaklanıyor ve bu geçiş süreci nasıl ilerlemekte?

Küçükken hepimizin aklına “Tamam ama bu dersler benim ne işime yarayacak?” sorusu takılmıştır. Uzun yıllar süren eğitim hayatlarımız boyunca dersten derse, konudan konuya atlar ve sürekli belleğimize yeni bilgi katmaya çalışırız. Peki ama gerçekten, bellektekileri nasıl ve ne zaman kullanacağız?

Üniversite mezun sayıları her geçen yıl daha da artıyor, bir başka deyişle artık her sektörde her alanda aynı temel bilgi düzeyine sahip çok sayıda profesyonel var. Bu, bizi başka bir soruya daha yönlendiriyor: Neden sektörün içinde yer alan herkes aynı düzeye ulaşamıyor? Bu sorunun cevabı ise basit gözüküyor. Bilgiye erişimin inanılmaz derecede kolaylaştığı günümüzde; mevcut bilgiyi verimli, hızlı ve düzgün şekilde “pratiğe” aktarmadığımız sürece gelişimimiz önemli ölçüde kısıtlanıyor. Ve kendimizi kısıtladığımız andan itibaren bir kısır döngü başlıyor ve belli süre sonra gelişim tamamen durma ve hatta gerileme aşamasına geliyor. Bu noktada akla gelen bir başka soru ise, eğitim sistemleri bu süreci nasıl etkilediği. Dünyanın en iyi eğitim sistemleri arasında bile ayrıca vurgulanan Fin eğitim sistemi yakın geçmişte radikal bir değişikliğe doğru yol almaya başladı. Fizik, matematik, tarih gibi klasik müfredatlar yerine disiplinler arası düşünmeyi, anlamayı, incelemeyi öğreten ve aynı anda birçok beceriye odaklanan uygulamalı müfredatlara geçilecek. Hali hazırda zirvede olan bir eğitim sistemini bu değişikliğe götüren şey ise aynı şekilde artık pratikte, günlük hayatta uygulamaya duyulan devasa ihtiyaç.

Anlatmaya çalıştığım durumun ne kadar gerçekçi olduğunu geçtiğimiz günlerde hepimizi kenetleyen bir örnek sayesinde görmüş olduk. Eğitim hayatlarını “STEM(Science Engineering Technology and Math)” sistemi ile birleştirmiş olan ve derslerinin yanında pek çok farklı bilim dalını bir araya getiren, uygulamaya geçmelerini sağlayan robotik ile ilgilenen gençler bu tecrübeleri sayesinde bir can kurtarılmasında destek oldular: Kuyu Köpek.

FRC robotik takımları 3646 INTEGRA ve 6025 Adroit Androids derslerde ve turnuvalarda edinmiş oldukları bilgilerini hızlı bir şekilde uygulamaya geçirmeyi başararak bir robotik kol geliştirdiler ve kurtarma sürecinde destek oldular. Yani bilimi teoriden çıkarıp, pratiğe aktarmayı başarmış oldular. “Algoritmik düşünme” ve “mühendis beyin” kavramlarının hayatımıza nasıl etki edebileceğini ve bu becerilerin nasıl elde edildiğini de bu örnek sayesinde daha iyi anlayabilme imkanımız oldu.

Süreç içerisinde yer almış biri olarak öncelikle şunu belirtmek istiyorum, bilgi birikiminizi ve tecrübelerinizi günlük hayatın bile ötesine taşıyıp, bir canın kurtarılmasına yardım noktasına kadar getirebilmek inanılmaz bir duygu. Tüm ülkenin tek yürek olduğu ve gelecek adına güzel bir tablo ortaya serdiği bu sürece tanıklık etmek paha biçilemez. Bu süreç aslında bizler için bitmiş sayılmaz. Şu an Kuyu Köpek olaylarının bir daha yaşanmaması ve benzer şekilde ağaçlarda, yüksek noktalarda mahsur kalan hayvan dostlarımıza da yardımcı olabilmek adına iki yeni kol daha geliştirmeye başladık. Stanford Robotik Bölümü’nden özel davet aldık ve yeni kollarımız için pek çok farklı profesör ve mühendisle bir araya geleceğiz. Ortaya daha güzel çalışmalar çıkartacağımıza inanıyoruz ve ülkemizi temsil edeceğimiz için gurur duyuyoruz.

Bilimin, bilginin, tecrübelerin sadece zihinlerimizle kısıtlı kalmadığı ve hayatlarımıza daha çok etki ettiği, bütünleştiği günler dilerken; bir Türk Genci olarak, bizlere fırsat tanındığında, tıpkı Kuyu Köpek sürecinde olduğu gibi, neler yapabileceğimizi de bir kez daha hatırlatmak isterim.

Siber Bülten abone listesine kaydolmak için formu doldurunuz

[wysija_form id=”2″]

Rocket Science’tan Akran Science’a

Araştırma ve öğrenme şekillerimiz büyük değişikliklere uğradı. Pek çok bakımdan artık bilgiyi edinme ve bilgi geliştirme yöntemlerimiz farklılaştı. İnternetin gelişimi tabi ki en önemli etken. Fakat bu süreçte işin içine girmeye başlamış olan ve hızla eğitim dünyasında sağlam temeller atan başka bir etmen daha var, “akran eğitimi”.

Sürekli olarak duymakta olduğumuz “nesiller arası fark” kavramı üzerine yapılan çok sayıda program, seminer ve yazılmış olan birçok makale var. Bir bütün olarak incelediğimiz zaman elde edilen en bariz sonuç yeni nesillerin eskiye kıyasla çok daha çabuk şekilde öğrenme ve gelişme sürecine girdikleri. Bu durumda; eğitim sistemlerimizi değişikliğe uğratmadan eski düzenleri olduğu gibi devam ettirirsek, eğitim kalitesi ve verimi git gide düşmeye başlar. Dolayısıyla sürecin doğal sonuçları olarak meydana gelen, hayatımıza giren yeni kavram ve sistemleri çok iyi özümsemeli ve uygulamaya koyabilmeliyiz. Kuşaklar arası değişimin çok daha kısa bir zaman diliminde çok daha büyük bir hale gelmesi “akran eğitimi” kavramının ortaya çıkmasına sebep oldu.

Okul dersleri, büyüklere sordukları sorularla meraklarını istedikleri gibi gideremeyen çocuklar doğrudan internete yönelip kendi araştırma yollarını kendileri oluşturuyorlar. Git gide daha küçük yaşlarda başlayan bu araştırmacı ruh, çocukların kısa sürede farklı alanlara yönelmelerini ve aynı zamanda bilgiye daha aç olmalarını sağlıyor. Peki; büyüklerimizle aramızdaki ilgi alanı ve yöntem farklılıkları sürekli olarak artarken, biz bilgiye olan açlığımızı sadece büyüklerimizden ve okul derslerinden öğrendiklerimizle doyurabilir miyiz?

Haber >> 18 yaşındaki hacker Pentagon’u hackledi

Henüz 16 yaşındaki bir genç ve öğrenci olarak, “akran eğitimi” gelişim sürecimde benim için de en önemli unsurlardan biri. Yapılan araştırmalar bizlerin arkadaşlarımızla ortak çalıştığımızda çok daha iyi ve hızlı öğrendiğine işaret ediyor, peki bu pratikte de böyle mi? Aynı zamanda yaşı bize yakın olan “ağabey ve ablalar” rol modellerimiz olma konusunda artık daha ön plandalar. Öncelikli olarak kendimden yola çıkmak istiyorum. İlgi alanlarını ve becerilerini keşfetme sürecinde olan her birey gibi ben de uzun süre konudan konuya geçiş yaparak maymun iştahlılık sürecini yaşadım. Şu an bu sürecimi düşündüğüm ve incelediğim zaman birlikte çalışma yaptığım arkadaşlarımın etkisini çok iyi bir şekilde algılayabiliyorum.

Temel dersler ve öğretiler başlığı altında hepimiz ortak bir müfredat görmekteyiz. Hepimizin sevdiği sevmediği, sıkıldığı veya heyecanla beklediği dersler olabiliyor. Fakat kendimizi keşfetme sürecimize girdiğimiz andan itibaren dersler yetersiz kalmaya başlayabiliyor ve hatta zaman zaman en sevdiğimiz dersler bile sıkıcılaşıp, uzaklaşmamızla sonuçlanabiliyor. Doğal olarak bu zaman diliminde en çok etkileşim halinde olduklarımız sınıf arkadaşlarımız, üst ve alt dönemlerimiz; yani “akranlarımız” oluyor. Dolayısıyla yeni yönelmeye başladığımız alanlarla ilgilenen başka arkadaşlarımız da oluyor ve birlikte çalışma süreci başlıyor. Yanımızda yaşıtımız birinin olması bizleri çok daha fazla motive ediyor ve aynı zamanda nesil farkı olmadığı için konuşulan dil ortak ve benimsenmiş bir dil oluyor. Tabi ki unutulmaması gereken önemli bir nokta var. Her ne kadar ortak bir dil konuşsak, benzer şeylerle ilgilensek de her zaman için aramızda büyük farklılıklar olabiliyor. Bir çocuk için, bir yetişkinin yanında onlardan farklı olmak çok korkutucu hale gelir, ayıp olduğunu ve büyükler gibi olması gerektiğini düşünür. Dolayısıyla istemsizce de olsa algıları inanılmaz derecede sınırlanır ve hata yapmaktan korkmaya başlar. Hata yapmak öğrenme sürecindeki en önemli tetikleyici ve en etkili yoldur. Çünkü ancak hatalarımızdan ders alarak, yani tecrübe elde ederek en iyiye ulaşabiliriz. Dolayısıyla bir yetişkinden ziyade akranlarıyla olan çocuklar farklı olmaktan ve hata yapmaktan korkmuyorlar. Hataları kendi aralarında küçük şakalara dönüşüyor ve hiç zaman kaybetmeden o hatayı nasıl düzeltebileceklerini, bir daha nasıl o hatayı yapmamaları gerektiği üzerine yoğunlaşıyorlar. Yani öğrenme ve gelişme için olabilecek en doğal ekosistem oluşmuş oluyor. Akran eğitimi kavramı da buradan doğuyor, akranlar arası etkileşim ve paylaşımdan.

Haber >> Hackerların medya silahı: Ne yapsak haber oluyor?

Akran öğrenimi tecrübesini doğrudan yaşamış birisi olarak sürecin bir diğer tarafı olan eğitme kısmını da doğrudan gözlemleyebilme fırsatı yakaladım. Sürecin ne kadar verimli ve faydalı olduğunu algıladıktan sonra ben de bu duygu ve düşüncelerimi başkalarıyla paylaşmak istedim. ”Gönüllü eğitmenlik” bunu yapabileceğim paha biçilemez bir fırsattı. Türkiye’nin dört bir yanındaki 7-14 yaş arası birbirinden farklı 500’ü aşkın çocukla bir araya geldim. Öncelikli olarak kısa zaman içerisinde “akran” kavramının etkisini bir kez daha anlamış oldum. Yaptığımız çalışmalar robotik ve yazılım üzerineydi, başka bir deyişle küçük bir çocuk için “rocket science” niteliği taşıyabiliyor.

Haber >> ABD liselerde siber güvenlik eğitimi için bu müfredatları öneriyor

Çocukların bir yetişkinden ziyade, 16 yaşındaki beni görmeleri şaşırtıcı olduğu kadar motive edici de oluyor. Onlar için yapmak istedikleri şeyin bir ağabey/abla tarafından da yapılabildiğini görmek mutluluk verici ve heveslendirici bir unsur haline geliyor. İkinci olarak ifade ettiğim üzere hata yapma korkusu ortadan kalkıyor ve çocuklar içlerinden geldiği şekilde davranmaya, yani sürekli olarak merak etmeye ve inşa etmeye başlıyorlar. Her gittiğiniz ilde aynı yaş grubu içerisinde bile devasa farklılıklar olduğunu görüyorsunuz. Öğretmen konumunda olduğunuz zaman bu farklılıklara sürekli olarak adapte olmanız gerekiyor ve akran eğitiminin bir başka özelliğini de fark etmiş oluyorsunuz. Akran eğitimi kesinlikle ve kesinlikle tek taraflı olmaktan milyarlarca ışık yılı uzakta. Sürecin içerisinde herkes farklı beceriler ediniyor, yeni bilgiler öğreniyor ve durmadan gelişiyor. Akran eğitiminin önemi bu çok yönlülükten kaynaklanmakta.

Haber >> Liselerde siber güvenlik eğitimi mümkün mi? İsrail ve Türkiye örnekleri

Bu etkileşim küçük yaşlara indikçe bireylerin gelişimleri artarken ilgi ve becerilerini keşfetmeleri de bir o kadar kolaylaşıyor. Bilinçli hale gelen bireyler de okul dönemindeki uzaklaşma ve sıkılma sürecini kısa bir sürede atlatabildikleri için hem bireysel hem de akademik gelişimlerine maksimum potansiyellerinde devam edebiliyorlar.

Son olarak paylaşmak istediğim ve bu süreçte yaşamış olduğum bir duygu var. Bir şeyler paylaştığınız ve öğrenmesine yardımcı olduğunuz bir çocuğun gözlerinin içi gülerek size ettiği teşekkür ve annesinin yanına gittiğinde kulak misafiri olduğunuz, “Anne, Berk Ağabey çok iyi bir öğretmen bana çok yardım etti!” cümlesinin bana yaşattığı mutluluk inanılmaz bir his. Erken yaşlarda bir nebze de olsa öğretmenlik duygusunu yaşayabilmiş biri olarak, bizlere yol gösteren tüm öğretmen ve büyüklerimize en içten teşekkürlerimi sunmak istiyorum.

Siber Bülten abone listesine kaydolmak için formu doldurunuz

[wysija_form id=”2″]