Türkiye’de gelecek sene yapılması planlanan seçimler 24 Haziran’a alınmadan önce bir grup siber güvenlik meraklısı ile oturup acaba Türkiye’de ABD’de olduğu gibi bir seçim hacklenmesi söz konusu olur mu diye konuyu enine boyuna tartışmıştık. Herkes gibi biz de erken seçim kararı ile ters köşe olsak da seçim hacklenmesi konusu Türkiye’de demokratik seçimler yapıldığı sürece dikkat edilmesi, önlem alınması gereken bir mesele olarak kalacak.
Aslında 2008’de ‘Ben geliyorum’ diyen, 2014’de Ukrayna’da ‘buradayım’ diye bağıran ve sonunda ABD seçimlerinde inkar edilmesi imkansız hale gelen bir olgu seçim hacklenmesi. Sadece ABD’nin değil, AB’den ayrılma kararı veren İngiltere’nin yaptığı Brexit referandumundan, aşırı sağcıların yükselişe geçtiği Fransa ve Almanya’ya kadar batılı demokrasilerin başının belası haline gelmiş durumda. Üstelik sadece gelişmiş ülkelerin değil, Karadağ gibi sadece uluslararası ilişkiler meraklılarının takip ettiği ülkelerde bile seçim hacklenmesine rastlamak mümkün.
Gelin isterseniz birkaç soruyla Türkiye ve seçim hacklenmesini masaya yatıralım:
1. Önce temel bir soru: Seçim hacklenmesi nedir?
Seçim hacklenmesini üç farklı ya da birbirine geçmiş durumda incelemek mümkün:
– Seçim sonuçlarının elektronik ortamda değiştirilmesi:
ABD’de oy kullanma makinalarının veya Türkiye’de YSK’nın sistemlerinin hacklenerek oy sayılarıyla oynanması olarak tanımlayabiliriz. Burada hedef alınan seçmenler değil oy sayıları. Dolayısıyla seçmen davranışını etkilemekten ziyade direkt sonuçlarda değişikliği amaçlayan bir saldırı. ABD’de beyaz şapkalı hackerların bu makinaların güvenli olmadığına dair dillerinde tüy bitti ama hala bir önlem alınmadı. Türkiye’de de YSK sistemine yoğun bir şekilde DDoS yapıldığı çeşitli zamanlarda medyada haber olmuştu. Zaten iki sene önce milyonlarca seçmenin kişisel verisinin ortaya saçılması sonrasında takınılan tavır bu konudaki ciddiyeti göstermişti.
– Sosyal medya ve yalan haber aracılığıyla seçmen davranışlarının manipüle edilmesi:
İnternet ile demokrasinin dünyada güçleneceğine inananların yaşadığı en büyük hayal kırıklığı sosyal medya yoluyla demokratik kurumlara olan güvenin sarsılması olsa gerek. Farklı fikirlerin gündeme getirildiği, hükümetlerin değil halklarının sesinin duyulduğu bir mecra olacağı düşlenen sosyal medya baskıcı rejimlerde yaşayan insanların tek nefes alacağı yer olmuştu. 2009’daki İran seçimleri sonrasında muhalif göstericilerin organize olmalarında oynadığı rol ile ‘aktif siyasete giren’ internet, Arap Baharı’na gelindiğinde siyasi rejimleri dönüştürücü bir güce ulaşmıştı. Tabii bu gücün farkına sadece özgürlük isteyen halklar değil aynı zamanda rejimlerini koruma gayesindeki anti-demokratik yönetimler de varmıştı. Kendileri için tehdit olarak gördükleri ‘bilgiyi’ manipüle ederek karşı tarafa yönlendirmenin peşindeydiler.
Her şey zamanla gelişti. Batılı demokratik dünya yıllar sonra bugünlere bakıp yavaş yavaş ve herkesin gözü önünde sosyal medyanın demokrasiye karşı bir silah olarak kullanılmasını okuduğunda Hitler’in yükselmesine verdikleri tepki gibi ‘nasıl da görememişiz?’ diyecekler. Abarttığımı düşünenler olabilir. Ama kimsenin sosyal medyanın demokrasiyi tehdit eden bir hal almasını kritik bir tehlike olarak görmemesi tehlikenin boyutunu bir kat daha artırıyor.
St Petersburg’da, Kremlin desteğiyle kurulan Internet Research Agency (IRA) Rusya’nın troll fabrikası. Troll deyip geçmeyin. Bazı kaynaklara göre, 12 saatlik vardiya usulüyle çalışan ve 20’lerinde olan bu gençlerin haftalık kazançları 1400 dolar. Her ne kadar sosyal medyada kendileriyle alaycı bir ifadeyle dalga geçilse bile, sanıldığı kadar ‘boş’ insanlar değiller.
Özellikle ABD seçimlerine yönelik çalışma yapanların İngilizce ve genel kültür bilgilerinin yüksek olması bekleniyor. IRA bu gençlerin hedefe yönelik daha iyi çalışabilmesi için hiçbir fedakarlıktan kaçınmıyor. ABD basınına göre, seçimler öncesinde Demokrat ve Cumhuriyetçi adaylar arasında karar veremeyen eyaletlerdeki (swing states) seçmenleri daha yakından tanımak için IRA’da çalışan 2 Rus genç 3 haftalığına araştırma yapmak için bu eyaletlere gönderilmiş.
Tekrar ediyorum troll deyip hafife almamak lazım. IRA’daki Rus gençler bir yandan sosyal medya üzerinden, azınlık hakları, kürtaj, göçmenler ve İslam ile ilgili toplumdaki ayrışmayı derinleştirecek paylaşımlar yaparken, diğer taraftan etkileri fiziksel dünyayı da kapsayacak siber operasyon çekme peşine düşmüşlerdi. 2015 yılında New York’ta ‘Bedava Hotdog’ etkinliği için Facebook’dan bir sayfa açan troller belirledikleri gün ve zaman içerisinde Times meydanında yüzlerce kişinin toplandığını görünce hem Amerikan toplumunun saflığına şaşırmış hem de St Petersburg’daki masalarından dünyanın en güçlü ülkesinde nasıl bir etkiye sahip olduklarını görüp gurur duymuş olmalılar.
Son seçimde, ABD’deki 200 milyon seçmenin yaklaşık 140 milyonu sandığa gitti. Facebook’a verilen reklamlar sayesinde trollerin hayal gücüne dayalı sosyal medya postları ve yalan haberler 128 milyon ABD’li Facebook kullanıcısına ulaştı. Twitter’da ise 288 milyon görüntülenme aldı.
– Gizli yazışmaların ve diğer bilgilerin sızdırılmasıyla kampanya sürecine zarar verilmesi:
Türkiye’nin 2014 yerel seçimleri öncesinde internette yayınlanan ses kayıtları ile tecrübe ettiği bir durum. ABD’de ise Demokrat Parti’nin kampanya yöneticisinin sürecin ortasında istifa etmek zorunda kaldığı sızdırma operasyonu. Her şey Bill Clinton’un özel kalem müdürlüğünü yapmış, Hillary Clinton’un ise kampanya yöneticiliğini sürdüren John Podesta’nın mailleri Rus ajanların eline geçmesiyle başlıyor. Arkasındaki hikaye ise oldukça ibretlik. Podesta’nın kişisel mail adresini yöneten asistanları sosyal mühendislik teşebbüsü olarak gördükleri bir maili Demokrat Parti’nin bilgi güvenliği uzmanlarından birine gönderiyor. Uzman ‘This email is legitimate’ cevabını veriyor. Aslında ‘illegitimate’ yazmak istemiş ama bir yazım hatası kurbanı olmuş. Sonunda Rus hackerlar Demokrat cephenin ağır toplarından birinin tam 10 yıllık mail geçmişini ele geçirmiş oluyor ve Podesta istifa ediyor.
Sadece Podeasta’nın mailleri ile sınırlı kalmıyor Rusların sızdırma operasyonu. Ukrayna krizi sırasında ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı Victoria Nuland ile dönemin Kiev Büyükelçisi arasında yapılan bir telefon görüşmesi de Youtube’a sızdırılıyor. Konuşmada Nuland, AB’nin Rusların Kırım’ı işgaline sessiz kalmasını eleştirerek ‘Fuck European Union’ ifadesini kullanıyor. Amerikan büyükelçisi de kendisine destek veriyor. Görüşmenin sıradan iki diplomat arasında geçmediğine dikkatinizi çekmek isterim. Görüşmede hangi telefonun kullanıldığına dair bir ayrıntı bulamadım. Ama Nuland gibi Rus karşıtı hatta Putin düşmanı bir diplomatın konuşmalarında daha dikkatli olması beklenir. Nuland sızdırma olayı sonrasında AB ile ABD arasında ilişkilerin yeniden rayına oturması için çabalasa da, yaptığı hata kariyerine mal oldu. Böylece Ruslar hem ABD yönetimini AB ve dünyanın gözü önünde küçük düşürmüş hem de kendilerinden haz etmeyen parlak bir diplomatı saf dışı bırakmış oldu.
2. Türkiye’de seçim hacklenmesi neyi etkiler?
Aylar öncesinde EDAM’ın bir yuvarlak masa toplantısında Akın Ünver hocaya aynı soruyu sormuştum. ‘Zaten kutuplaşmış bir toplumuz. Kimin hangi partiye vereceği belli. Neden böyle bir toplumda siber gereçler kullanılarak manipülasyon yapılmak istensin?’ Akın Hoca cevaben sosyal meseleler etrafında kutuplaşmış toplumların seçim hacklenmesine daha kolay hedef olacağını belirtip, asıl Türkiye gibi toplumların dikkat etmesi gerektiğini söylemişti.
Evet, manipülasyon kutuplaşmış bir toplumda seçimleri etkileyen bir psikolojik harp aracı olarak kullanılabilir. Fakat, eğer direkt seçim sonuçlarını değiştirebilecek bir operasyondan bahsediyorsanız sosyal medya pek bir işe yaramaz. Yani CHP’li olan birini AK Partili hale getirmeyeceği gibi tersini de başaramaz. İnsanların zaten oy vermeyi planladığı partiye/adaya ilişkin güvenini ve inancını perçinler; diğer taraftan da rakibinden olabildiğince nefret etmesini sağlar. Sonuç kaçınılmaz bir kutuplaşma olarak karşımıza çıkar. Facebook algoritmaları, kullanıcının bir post’u beğendiğinde, aynı düşünce atmosferine sahip daha fazla post’u görmesini sağlıyor. Bu da insanların sosyal medyada ‘siyasi mahallelerinden’ (Rahmetli Şerif Mardin’in kazandırdığı bir terim) çıkamamasını sağlıyor. İsterseniz siyasi görüşünüzün tersi postları beğendiğiniz bir Facebook hesabı açın çok farklı bir tecrübe yaşayacağınıza eminim 🙂
Oy sayısını değiştirme odaklı baktığımızda bir işe yaramayan sosyal medya operasyonları seçime katılım ve seçimde görev alma gibi yan faktörler konusunda oldukça etkili olabiliyor. Bir arkadaşınızın Facebook’da seçim günü gönüllü olduğunu gördüğünüzde veya bir başkasının mitingde çekilmiş fotoğrafı denk geldiğinde sizin de kampanya süreçlerine olan katılımınızın artması bekleniyor. Ya da tam tersi oluyor: O arkadaşı listenizden siliyorsunuz.
Seçime katılım özellikle merkezden uzak bölgelerde milletvekili sayısını ciddi şekilde etkileyen bir faktör. Seçim sisteminin ittifakların önünü açmasıyla daha da önemli hale geldi. Sosyal medyanın, seçmenlerin savunduğu siyasi kutup ile ilişkilerini perçinlemede bir etmen olduğunu kabul edersek ‘Nasıl olsa benim adayım kazanmayacak’ ya da ‘oyum boşa gidecek’ gibi düşüncelerle sandığa gitmeyecek insanları Facebook postları sandığa götürebilir. Ama yine de sosyal medya manipülasyonunun Türkiye’de seçim sonuçlarında kazananı belirlemede etkili olması beklenemez. Bunun en önemli nedeni seçimin galibi ile ikincisi arasında bu kadar oy farkının olmasıdır.
Türkiye’de ‘kemik seçmen’e dahil olmayan, kimi araştırma şirketine göre yüzde 2, kimine göre yüzde 8-9’luk bir kitle var. Bu kişilerin seçmen davranışlarının ‘hackleme’ neticesinde manipüle edildiğini varsaysak bile Türkiye’deki başkanlık seçimlerinde kazananı değiştirecek boyuta ulaşması söz konusu olamaz. Oysa ABD’de 2016 seçim sonuçları tam anlamıyla kıl payı şekilde sonuçlanmıştı.
Sosyal medya manipülasyonu sadece seçimde mi işe yarar?
Putin’in 2014 yılında Ukrayna’da fark ederek siber operasyonlarla istismar ettiği olgu sosyal ayrışmalardı. Ülkenin Rusça konuşan tarafı ile geri kalan bölümleri arasındaki derin ayrılıklar, Kremlin’e kurumlara olan güveni sarsma, seçim sonuçlarından mahkeme kararlarına kadar her şeye şüpheyle yaklaşmaya neden olan bir psikolojik atmosfer oluşturma imkanı sunmuştu. Benzer ve daha kapsamlı bir süreç bugün ABD’de işliyor. Başta demokrasi olmak üzere kurumsallaşmış yapılar güvensizlik sendromuyla boğuşuyor.
Sonuç olarak her ne kadar seçim sonuçlarında kazananı belirleyebilecek faktörler arasına girmese de sosyal ayrışmanın her geçen gün daha da derinleştiği ülkemizde azınlık hakları, dini inanç, Atatürk ve hatta futbol takımları ekseninde yalan haber üzerinden ayrışma noktaları kaşınabilir.
Dikkatli olup Taksim Meydanı’nda ‘Bedava Döner’ kampanyasına atlamamak lazım.
Siber Bülten abone listesine kaydolmak için formu doldurunuz
Diğer yazılarına göre daha uzun ama Türkiye’de işi böyle anlatan yazı görmedim.
Bizdeki seçim sonuçlarının değiştirilmesi biraz zor çünkü birkaç yerden teyit alınarak sonuçları rahatlıkla karşılaştırabiliriz.
Diğer sosyal medya ile insanları etkileme yazınız gerçekten mükemmeldi.
Elinize sağlık