Minhac Çelik tarafından yazılmış tüm yazılar

2009 yılında Boğaziçi Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler bölümünden mezun olan Minhac Çelik, 2009-2013 yılları arasında medya sektöründe, ardından TÜBİTAK Siber Güvenlik Enstitüsü’nde uzman araştırmacı olarak çalıştı. Yurt içinde ve yurtdışında birçok konferansa konuşmacı olarak katıldı; ulusal ve uluslararası dergiler için makale yazdı. ABD'de Atlantic Council tarafından düzenlenen Siber Güvenlik Stratejisi Yarışması’nda 2014 yılının 'En İyi Karar Ödülü’nü alan takımın başında yer aldı. NATO'nun Terörle Mücadele Mükemmeliyet Merkezi’nde değişik ülkelerden gelen üst düzey askeri yetkililere siber terör hakkında eğitim verdi, workshop yönetti. TSK'nın düzenlediği harp oyunlarına stratejik siber güvenlik konusunda destek sağladı, Siber Savunma Komutanlığı’nın Locked Shields tatbikatına katılan takımında danışman olarak yer aldı. Çelik, Marmara Üniversitesi’nde doktora çalışmalarına devam etmektedir. Şehir Üniversitesi'nde 2016 yılında Stratejik Siber Güvenlik yüksek lisans dersi vermiştir.

‘Bin yıllık bilimin mirasçıları’nın gündemi siber güvenlik

2014 yılında The Intercept’te yayınlanan bir makaleye göre ABD istihbaratı, terörist olarak nitelediği insanların bulundukları yerleri cep telefonu takip teknolojisi ile tespit ederek drone’lara suikast emri verip hedefleri ortadan kaldırmış.

Sahada bulunan elemanlara takip edilen kişiyi teyit ettirmeden sadece dijital yollardan toplanan istihbarata dayalı bu operasyonlar onlarca insanın hayatına mal olmuş. Snowden sızıntılarını da ilk yazan gazeteci olarak bilinen Glenn Greenwald’ın ortak yazar olduğu Intercept makalesi, bu tür operasyonlara karşı çıkan eski bir drone operatörünün verdiği bilgilere dayanıyor. Bu bilgilere göre, SIM kartlarının takip edildiğini fark eden şüpheliler olayın farkına varıp birden çok SIM kart kullanmaya başlamış. Eski operatörün dediğine göre 16 SIM kart kullanan dahi varmış. Çeşitli araştırmalara göre, Yemen, Pakistan ve Somali’de bu şekilde 273 masum sivil katledilmiş.

‘Benzer bir tehlike bizler için de geçerli.’ diyor ABDSEC’den Kenan Abdullahoğlu Cumartesi günü Cezeri Siber Güvenlik Konferansı’nda yaptığı sunumda. Abdullahoğlu kendine has üslubuyla modemlerin bulunduğumuz yer konusunda ürettiği bilgilerin hayatımızda hiç beklemediğimiz sonuçlara yol açabileceği konusunda uyarıyor. Telefonlarımıza tanımlı MAC adreslerinden sadece o an nerede olduğumuzun değil, aynı zamanda yakın geçmişte nerelerde bulunduğumuz bilgisinin de kaydolacağını belirten güvenlik uzmanı, konuşmasının devamında Cyber Reasoning’in ilerleyen günlerde daha sık karşımıza gelen bir kavram olacağının altını çiziyor.

İlgili haber >> Robot korsanlar geliyor!

2016 yılı ABD’nin üst düzey savunma kurumlarının siber saldırılara karşı daha güçlü koruma sağlama adına ‘yarışma stratejisini’ devreye soktuğu bir yıl oldu. Hem Pentagon hem de DARPA çeşitli yarışmalar düzenleyerek siber kabiliyetleri gelişmiş bireylerden kendi sistemlerini koruma adına faydalanmış oldu. DARPA bilgisayar sistemlerindeki hataları tespit ederek, kendi kendine yamayacak yapay zeka yarışması başlattı. Bu yarışmayı Mayhem adlı bir programı geliştirerek birinci tamamlayan yarışmacılar 2 milyon dolarlık ödülün de sahibi oldular. Abdullahoğlu bu yarışmayı hatırlatarak otonomus güvenlik sistemlerinin dolayısıyla yapay zekanın güvenlik sektöründe daha fazla kullanılacağını vurguladı.

İlgili haber >> ABD’den hackerlara açık davet: ‘Pentagon’u hackle!’

Konferansa geç katıldığım için sadece iki sunum dinleyebildim. Trapmine’dan Celil Ünüver’in ‘Reverse Engineering 101’ başlıklı konuşması da özellikle dinleyicilerin çoğunluğunu oluşturan öğrenciler için faydalı oldu diye düşünüyorum. Sıfırıncı gün pazarındaki tecrübelerini paylaşan Ünüver, sadece açıklık bulanların değil, açıklık bulan araştırmacıyı bulana da para ödülü verilen Friend-Bring-Friend programı özellikle dikkatimi çekti. Bir sunumda mutlaka bulunması gereken özelliklerden birinin konuşmacının anlattığı konu hakkındaki geleceğe yönelik öngörülerini paylaşması olduğunu düşünüyorum. Celil Ünüver bunu yaptı ve gelecekte hafıza bozulması zafiyetlerini istismar etmek için yazılacak exploit’lerin ciddi şekilde azalacağını kaydetti. Bunun nedeninin güvenlik önlemlerinin artması olarak gösteren Trapmine kurucu ortağı, hafıza bozulmasının niche bir alan haline gelmesiyle sadece devlet destekli grupların ilgi alanında kalacağını ifade etti. Ünüver, buna karşın uygulama işlemci zafiyetlerinde artış olacağını savundu.

(Röportaj) Celil Ünüver: Devletin beğenmediği projeme Avrupa’dan milyon dolarlık teklif geldi

Sunumdan aldığım başka bir not ise exploit geliştirme eğitimlerinin dahi ilerde bir silah olarak görülebileceğine dair Celil Hoca’nın verdiği bir bilgiydi. HackingTeam ve Cellebrite gibi firmalar hacklenmiş, bunların baskıcı rejimlere siber gereçler sattığı ortaya çıkmıştı. AB hükümetleri de tıpkı bazı konvansiyonel silahların bazı ülkelere ihraç edilmesine sınırlama getirdiği gibi, bazı siber gereç ve sıfırıncı gün açıklıklarının AB dışındaki ülkelere satılmasını kısıtlamıştı. Ünüver, AB içerisinde düzenlenen exploit geliştirme eğitimlerine AB dışından kimsenin katılamayacağına dair bir düzenlemenin de getirildiğini söyledi. Yerli siber güvenlik çözümleri üretme parolasıyla yola çıkmış Cezeri gibi bir oluşumun böyle bir yasağın Türkiye’yi olumsuz etkilememesi için zafiyet geliştirme eğitimleri düzenlemesinin isabetli olduğu düşünülebilir.

İlgili haber >> Sıfırıncı-gün pazarı düzenlenebilir mi?

Konferanslarda yapılan sunumların yanı sıra, sunum aralarında ayak üstü yapılan sohbetler de benim için çok değerliydi. Klavye Delikanlıları’ndan Ziyahan Albeniz yakın bir zamanda yeni bir podcast ile sektörde kendisine yön arayan genç arkadaşlara sertifika alma konusunda yardımcı olmaya çalışacaklarını söyledi. Picus Security kurucuları Volkan Ertürk ve Süleyman Özarslan RSA’de stand açıp ayaklarının tozuyla soluğu Cezeri’de almışlardı. En kısa zamanda CEO Ertürk’ün RSA izlenimlerini Siber Bülten’de okuyacağınızı şimdiden haber vereyim. Konferansın sponsorlarından UITSEC’den Cevahir Demir her zamanki enerjisi ve güler yüzüyle ev sahipliğini başarıyla yaptı.

Konferans programında olmasına rağmen zaman yetmediği için Cyber Struggle’dan Kubilay Onur Güngör sunumunu yapamadı. Cezeri’nin kurucusu Osman Doğan etkinlik sonunda yaptığı konuşmada kendilerine yapıcı eleştireler yöneltilmesini istedi. Eğer kabul ederse, ben bir kritik yapmak isterim. Böyle bir organizasyonun zaman yönetimi daha başarılı olması beklenirdi. Güngör’ün sunumunu özellikle dinlemek istediğim halde fırsatı kaçırmış olduk.

Kubilay Onur Güngör Siber Bülten’e yazdı >> Siber Mücadele ve Algı Yönetimi

Etkinlikte yukarıda bahsedilenler dışında Girne Amerikan Üniversitesi’nden Arıf Sarı, BT Risk’ten Fatih Emiral’ın yanı sıra Mahmut Esat Yıldırım, Bilal Sami Oğuz, Rafay Baloch ve Akademi’nin kurucusu Osman Doğan’ın sunum/konuşma yaptı. Doğan’ın kapanış konuşmasında dediği gibi, siber güvenlik konusunda ülkemizde alınacak çok mesafe var. Taş üstüne kim taş koyuyorsa köstek değil kucaklayıcı bir şekilde destek olmak lazım.

Siber Bülten abone listesine kaydolmak için formu doldurunuz

[wysija_form id=”2″]

Münih Güvenlik Konferansı ve ‘gece kulübünde’ siber güvenlik konuşmak

ABD Federal Soruşturma Bürosu (FBI) analistlerinin bir kısmı ciddi mesai harcayarak Amerikan Başkanı başta olmak üzere ülkenin milli güvenliğinden sorumlu ekibe belirli aralıklarla Küresel Tehdit Raporu hazırlar. Bu raporda ABD açısından ulusal güvenlik riski oluşturabilecek gelişmeler tespit edilerek öncelik sırasına göre dizilir ki, politika yapıcılara karar verirken yol gösterici olsun.

Rodrigo Bijou ‘Hükümetler siber savaşı anlayamaz hackerlara ihtiyacımız var’ başlıklı TED konuşmasında 2007’de FBI’ın hazırladığı tehdit raporunda siber suçlara hiçbir şekilde değinilmediğine dikkat çeker. 2011’de yayınlanan raporda ise siber suçlar Batı Afrika’daki uyuşturucu kaçakçılığının da altında -listenin sonunda- yer alır. Siber güvenlik meselesinin geçtiğimiz on yılda ne kadar az önem verildiğinin en önemli göstergesi ABD’nin terörizme açtığı savaşta Bush yönetimiyle anlaşamadığı için afaroz edilen danışman Richard Clarke’a bir nevi ceza olarak siber güvenlik dosyasının verilmesidir.

İlgili yazı >> ‘11 Eylül geliyor’ dedi, cezası siber güvenlik oldu

Sayısı artırılabilecek bu örneklerin bize gösterdiği tek bir şey var: Konvansiyonel yapılar içerisinden geçmekte olduğumuz dijital değişimi kapsamlı bir şekilde anlamakta ve gereklerine göre hareket etmekte -en hafif ifadeyle- geç kalıyorlar.

Fakat durumun değişmeye başladığının bir göstergesini geçtiğimiz hafta düzenlenen Münih Güvenlik Konferansında gördük. Her ne kadar Davos Zirvesi kadar popüler olmasa da 1963 yılından bu yana düzenlenen Münih Güvenlik Konferansı dünya siyasetine şekil verenlerin bir araya geldiği önemli bir organizasyon. Devlet başkanları, CEO’lar, kanaat önderleri, danışmanlar ve daha birçok stratejik yöneticinin ajandasında mutlaka bulunan çok önemli bir etkinlik.

Birkaç senedir konferanstan önce dünyanın en büyük risk danışmanlığı şirketi Euroasia Group küresel güvenlik risklerini sıraladığı bir rapor yayınlayarak, katılımcılara dağıtıyor. Bu sene Ian Bremmer ve Cliff Kupchan’in hazırladığı raporunun başlığı ‘Jeopolitik Resesyon’ adını taşıyor. dünyanın önündeki en önemli 10 risk sıralanıyor. Önümüzdeki yılın bir jeopolitik çalkalanmaya sahne olacağını belirten uzmanlar 2017’nin gelecekte küresel piyasaların ciddi anlamda savrulduğu 2008 kadar önemli olduğunu kaydetti. Raporda ayrı bir başlık altında ‘Teknoloji ve Ortadoğu’ konusu hakkında geleceğe dair öngörüler sıralanıyor. Bu başlık altında dikkat çeken 3 konu var:

  • İran dünyanın en fazla siber silah ülkeleri arasında yer alıyor ve şimdi kendini daha az kısıtlanmış hissediyor. Suudi Arabistan’a karşı her geçen gün artan siber saldırılar karşısında ne Suudiler ne de baş müttefikleri ABD yeterli bir karşılık veremiyor.

 

  • Ülkemizi de ilgilendiren genç işsizlik problemi bir diğer başlık. Her ne kadar geleneksel olarak genç nüfus bir ekonomik artı olarak görülse de, üretim süreçlerinde otomasyonun daha geniş role sahip olması bu ülkeler için genç nüfusun işsiz kalması tehlikesini ortaya çıkarıyor.

 

  • Bir başka başlık ise, Siber Bülten’de fırsat buldukça yer verdiğimiz teknoloji firmalarının ülke yönetimleri ile olan ilişkisi üzerine dayandırılmış. Trump’ın milli güvenlik üzerine kurulu siyaset anlayışı ile Silikon Vadisi’ndeki özgürlük ve mahremiyete önem veren yaklaşımın birbiriyle çelişeceği bir çok nokta bulunuyor. Çekişmenin en zorlu bölümü ise güvenlik temelinde yaşanıyor. Trump istihbarat üzerindeki kontrolü başkanlık gücünün ayrılmaz bir parçası olarak görüyor ve dinleme/gözetleme faaliyetlerinde hükümetin hareket alanını genişletme konusunda hiçbir fırsatı kaçıracağa benzemiyor. Dolayısıyla San Bernardino saldırısından sonra olduğu gibi FBI ve Apple arasındaki çekişmenin benzerlerini yakın zamanda görmemiz muhtemel.

İlgili haber >> Apple FBI arasında sürpriz kilit kırıcı belli oldu

Raporda siber güvenlik özelinde sadece İran tehdidine odaklanılırken, konferansın programında siber güvenliğe özel oturumlar dikkat çekiyor. Genel olarak bakıldığında konuların ABD Başkanlık seçimlerine yapılan siber müdahale ile şekillendiği ortada. Stratejistleri derinden etkileyen bir konu olduğunu bir kez daha fark ediliyor. Konferansın başladığı Perşembe akşamı ilk oturumun ismi de aynı izlenimi veriyor: Hack Against Democracy : Combating Foreign Cyber Interference. Başlıktaki ‘foreign’ ifadesini ‘Russian’ diye okunduğundan şüphe yok. Sonraki günlerde ise daha dikkat çekici bir bölüm var. ‘Att(h)acking Democracy’ başlıklı oturum Night Club konseptinde gerçekleşiyor. Yani gece 22.30 – 23.30 arasında düzenlenen oturuma sadece katılımcılar girebiliyor ve tamimiyle off the record. Katılımcılara baktığımızda tanıdık isimler görmek mümkün: Nicholas Burns’ün moderatörlüğünü yaptığı oturumda Rus siber operasyonu sonrasında FBI ile ortak çalışarak Democratic National Commitee’nin sistemlerinde adli analiz çalışmaları yapan Dmitri Alperovitch,  eski Rus Savunma Bakan yardımcısı Evelyn Farkas, Russia in Global Affairs dergisinin genel yayın yönetmeni Fyodor Lukyanov, Economist’in Moskova büro şefliğini yapmış olan Edward Lucas ve Ohio valisi ve başkan adayı John Kasich. Konuşmacıların backgroundları stratejik siber güvenlik konularının kimler tarafından yönetildiğini konusunda da açıkça bir fikir veriyor.

İlgili yazı >> ABD’nin çıkarları bir Rus’a emanet: Dmitri Alperovitch

Münih’te aynı zamanda Küresel Siber Alan İstikrar Komisyonu’nun da toplantısı gerçekleşti. Toplantı moderatörlüğünü stratejik siber güvenlik çalışmalarının saygın ismi Aleander Klimburg yaptı. Klimburg’un siber güvenlik stratejisinin nasıl hazırlanacağına dair iyi kurgulanmış bir de kitabı bulunuyor. Katılımcılar arasında Estonya Cumhurbaşkanlığı için adı geçen Mariana Kaljurand da bulunuyordu. Kendisi BM nezdindeki çalışmalarda oldukça aktif. Bu arada Münih Güvenlik Konferansına Türkiye’den de Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu ve Savuma Bakanı Fikri Işık katıldı. Görebildiğim kadarıyla siber alan çalışmalarıyla ilgili kısımlara ülkemizden katılan kimse yoktu.

Konferans sonrasında tartışılan konuları özetleyen Munich Security Report 2017 yayınlandı. Aslında dünyanın 2010 yılında Wikileaks ile tanıştığı, 2013’de Snowden ile perçinleşen, Türkiye’nin de aynı yıl internet üzerinden yayılan ses kayıtları ile tecrübe ettiği bir olgunun geleceğin dünyasını -maalesef- şekillendireceğinden bahsediliyor: ‘Fake it, Hack it, Leak it, Spread it: A-post truth World and the Defense of Democracy’. İnternet bir yandan ifade özgürlüğüni güçlendiren daha demokratik bir ortamın oluşması konusunda baş katalizör olarak görülürken, son başkanlık seçimlerinde Trump’ın yanıltıcı (fake) haberler ile kamuoyu algısını şekillendirdiği kampanyasının baş taşıyıcısı da yine İnternet medyası oldu. Münih’ten sezilebildiği kadarıyla ‘Yeni ve Cesur Dünya’nın’ ayak seslerini duyuyoruz. Ürkütücü geliyor.

Hangi rüzgar Kaspersky’i Ankara’ya attı?

‘Timing is Everything’ Garrett Hedlund’ın 2010 yılında çıkan parçasının ismi. Bu parçayı benim aklıma getiren ise geçen hafta Ankara’da düzenlenen 2. Kaspersky Siber Güvenlik Zirvesi’ne aldığım davet.

Gerçekten de hem yerli yazılım konusunun gündemde sıcak bir şekilde tartışıldığı bir zamanda hem de Türk Rus ilişkilerinin krizi atlatıp çok daha sağlam ilerlemeye başladığı süreçte sadece kamu kurumlarına yönelik, Eugene Kaspersky’nin bizzat katıldığı bir etkinliği hiçbir şey daha iyi özetleyemezdi.

Geçtiğimiz hafta Çarşamba günü Ankara’da düzenlenen Kaspersky Siber Güvenlik Zirvesine katılım oldukça yüksekti. Otelin büyük salonunu dolduran kalabalığa konuşan Kaspersky Türkiye Genel Müdürü Sertan Selçuk, geride bırakılan kriz dönemini boş geçirmediklerini ve bu dönemde insana yatırım yapmayı stratejisinin ekseni haline getirdiklerini aktardı. Ufak bir de ayrıntı veren Selçuk, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın çağrısından çok önce Kaspersky ürünlerini Türk Lirası ile satmaya başladıklarını belirtti.

Selçuk’un konuşmasına devam ettiği sırada salonun ön kapısından Kaspersky giriverdi içeri. Yerine geçmeden önce ayakta beklemesi dinleyiciler arasında bunun klasik bir PR jesti olduğu fısıltılarının yükselmesine neden oldu. Konuşmasını sonlandırmadan Kaspersky Türkiye Müdürü ülkemizde 300’den fazla kamu kuruluşunda ürünlerinin bulunduğunu da hatırlattı. Bu arada salonda kritik kurumlarda çalışan görevlilerden büyükşehir belediyelerinin IT sorumlularına kadar geniş bir kitleyi bir araya getirmeyi başaran organizatörleri de tebrik etmek lazım.

İlgili biyografi >> Siber dünyanın Deli Petro’su Kaspersky

Eugene Kaspersky sahneye çıkmıyor adeta zıplıyor. 52 yaşındaki iş adamı enerjisini salona yansıtmakta gayet başarılı. Genel olarak siber tehditlerden bahsettiği sunumuna yerel ögeler sıkıştırmayı da ihmal etmedi.  Örneğin siber suçların küresel ekonomiye yıllık maliyetini 500 milyar dolar olduğunu söylerken, bu parayla 167 adet Yavuz Sultan Selim Köprüsü inşa edilebileceğini anlattı. Yaşadığımız çağı insanlığın Orta Çağ’ına benzetti. O zamanda yeni buluşlar (tekerlek gibi) ortaya çıkıyordu fakat bunların güvenli bir şekilde kullanımı ikinci planda kalıyordu, diyen Kaspersky konuşmasında siber tehditleri anlatırken belli başlı siber sabotajlara değindi. Rusya’nın faili olduğu Estonya (2007) ve Ukrayna (20014-15) olaylarını sıralarken gözler Güney Osetya Savaşı sırasında (2008) Rusya’nın düzenlediği siber operasyonları aradı. Dikkatimi çeken başka bir nokta da SWIFT saldırılarından bahsederken Kaspersky’nin Rusya Merkez Bankası’nı vuran (Akbank olayından bir hafta önce) 31 milyon dolarlık saldırıyı listeye koymaması oldu.

Konuşmasının sonunda geleceğe yönelik öngörülerini sıralayan Kaspersky, siber alandaki tehdit ortamının hızla fiziksel-siber alana doğru evrildiğini ve buna karşı koymak için siber bağışıklılığı olan sistemler dizayn edilmesi gerektiğini ifade etti. Kaspersky’nin verdiği izlenim yakın zamanda sadece ürün geliştirici olmanın dışında, Mandiant tarzı bir yapılanmayı da bünyesinde güçlendirmeye başlayacağı. Diğer taraftan siber-fiziksel yakınsamasında Türkiye’de özellikle kritik altyapılar alanında ciddi bir pazar olduğu aşikâr. Öyle anlaşılıyor ki, Türkiye’de bir nükleer tesis inşa etmekte olan Rusların öncü siber güvenlik firması bu boşluğu doldurmaya kararlı. Kaspersyky konuşmasından sonra aynı hızla bir sonraki konuşmacıyı dinlemeden salondan ayrıldı. Geç gelip erken çıkması sanılanın aksine bir jeste değil, sıkışık bir ajandanın sonucu.

Zamanlamanın bu kadar iyi ayarlanabildiği başka bir etkinliğe yakın zamanda şahit olacağımızı tahmin etmiyorum. Bunun iki nedeni var. Birincisi zirvenin Türk-Rus ilişkilerinin Kasım 2015’deki uçak krizini atlatıp güçlenmeye başladığı bir döneme denk gelmesi. İlişkilerimiz öyle bir düzeye ulaştı ki, Rus uçaklarının Suriye’de Türk askerini ‘kazaen’ vurması dahi bu ilişkileri sarsamıyor.

İlgili yazı >> Sizce Rus hackerlar şimdi ne yapıyordur?

İkinci faktör ise, Türkiye’de özellikle 15 Temmuz’dan sonra hemen her platformda (sosyal medya, TV, dergi, gazete) yerli yazılım konusunun tekrar ediliyor olması. Yerli yazılıma geçmemiz gerektiğini şiddetle savunan ciddi bir kesim bulunuyor. Yerli ve milli yazılımın tanımını tartışmayı başka bir yazıya (belki de röportaj?) erteleyip, yabancı yazılımdan ne anlaşıldığını irdelemek istiyorum. Verilen örnekler WhatsApp ve Facebook gibi günlük yaşamın vazgeçilmezi haline gelmiş ürünlerin kişisel mahremiyetimize yönelik tehditleri. Yıllardan beri süregelen ‘Biri Bizi İzliyor’ haklı çekincesinin, 15 Temmuz sonrasında uçuşa geçen Batı (Amerikan) karşıtlığı ile kombine edilmiş hali sadece Batılı teknoloji firmalarına yönelik bir dışlayıcı farkındalık oluşmasını mı sağlıyor? Başka bir deyişle Batılı olmayan ülkelerin ürettiği yazılımlara da yabancı diyor muyuz? Örneğin Mısırlı bir şirketin ürettiği anti-virüs yazılımı da aynı şekilde antipatik bulunup, dışlanması istenecek mi Türkiye pazarından?

Bence tam da bu algı bulanıklığı sürecinde Kaspersky ‘güvenilir’ bir Batı-dışı kaynak izlenimi verebilmeyi başarmak için çaba sarfediyor.

Stratejilerin temelini kavramların nasıl tanımlandığı oluşturur, bugün Türkiye yerli/yabancı yazılımın tanımını düşman/rakip ülke temeline dayandırırsa yarın siyasi arenadaki değişimler sonucunda bu kavramların altındaki halı da kaymış olur.

Siber Bülten abone listesine kaydolmak için formu doldurunuz

[wysija_form id=”2″]

Trablusgarp Savaşı’nın CyCon açılışında ne işi var?

Trablusgarp Savaşı’na veya dünya harp tarihindeki adıyla İtalyan-Türk savaşına lise kitaplarından aşinayız. Mustafa Kemal’in yerel halkı örgütleyerek İtalyanlara karşı gayri nizami harp örneği sergilediği savaş hiçbir şekilde sıradan değildi ve birçok ilk bu savaşta gerçekleşmişti. Öyle ki, dünyanın en büyük stratejik siber güvenlik konferansı olan CyCon’un bu seneki açılış konuşmasına konu oldu.

Konferansın organizatörü Müşterek Siber Savunma Mükemmeliyet Merkezi’nin (CCD COE) ilk sivil direktörü olan Sven Sakkov konuşmasının hemen başında 1911’deki savaşta kritik bir ismi anıyor; İtalya saflarında savaşan ve ilk kez hava bombardımanı yapan Giulio Gavotti.

İlgili yazı >> NATO’nun ilk sivil siber güvenilk direktörü: Sven Sakkov

Gavotti bir hava görevi sırasında komutanından izinsiz olarak tek motorlu uçağına 4 el bombası alıyor. Keşif için Osmanlı Ordusu’nun kamp yaptığı yerlerin üzerinden geçerken bombaları aşağıya bırakıyor. Olay sonunda herhangi bir yaralanma ya da ölüm meydana gelmiyor ama Gavotti ilk hava saldırısını yapan asker olarak tarih geçiyor. Bu hadisenin günümüz siber güvenlik tartışmalarına birinci benzerliği tam da burada. Gavotti de günümüz hackerları gibi otoriteyi sevmiyor, kural dışına çıkmakta fayda görüyor, konvansiyonel olmayan yolların asimetrik etki oluşturacağına inanıyor.

İlgili haber >> FBI otçu hackerlara muhtaç mı kaldı?

Olay sonrasında Osmanlı uluslararası hukuka başvuruyor. Savaş hukukunu düzenleyen 1899 Lahey Konvansiyonu’na göre hava saldırılarının hukuk dışı olduğunu savunuyor. Buna karşın İtalyan tarafı söz konusu dokümanın sadece ‘balonlar’ (Kapadokya’dakiler gibi) tarafından yapılan hava saldırılarını hukuk dışı olduğunu savaş hukukunun henüz uçakla yapılan hava saldırılarıyla ilgili bir hükmünün olmadığını karşı tez olarak masaya koyuyor. Alın size siber alan ve Trablusgarp Savaşı ile ilgili ikinci benzerlik. Mevcut savaş hukukunu siber alanın ortaya çıkardığı yeni sorunlarla başa çıkmak için yoğun çalışmalar yapılsa da siber alandaki değişime uluslararası hukukun yetişmesi mümkün değil. Bunu ABD seçimlerini etkileyen siber operasyonların uluslararası hukukta bir karşılığının olmamasıyla da bir kez daha fark ettik. Bu arada şunu not etmekte fayda var, CCD COE siber savaş hukuk adına yaptığı çalışma olan Tallinn Manuel’in ikinci versiyonu da çok sayıda uzmanın katılımıyla hazırlandı ve 2 Şubat’ta yayınlandı.

Gavotti’nin 1911 yılında düzenlediği saldırı, havacılık tarihinde bir çığır açıyor. Hava kuvvetlerinin düşmana karşı sağlayacağı üstünlük bazı askeri yetkililer de o kadar büyük bir heyecana neden oluyor ki, ABD Hava Kuvvetleri’nin babası sayılan Billy Mitchell kara ve deniz kuvvetlerini daha önemli görerek hava kuvvetlerine yeterli yatırım yapmayan komutanlarını ‘ihanet’le suçluyor. Eleştirinin dozunu ayarlayamayan Mitchell hava kuvvetlerine daha fazla yatırım yapılması için adeta savaşıyor. Eleştirinin dozunu kaçırmış olacak ki, rütbesi tuğgenerallikten albaylığa düşürülüyor. Bir süre sonra ordudan ayrılan Mitchell öldükten sonra(!) ödüle boğuluyor.

Mitchell’in düşüncesine göre hava kuvvetleri ordular içerisinde o kadar büyüyecekti ki, kara ve denizin yerini alacaktı. Öyle olmadı ayrı bir muharebe alanı olarak diğerlerinin yanından yerini aldı. Tıpkı şimdilik siber alan gibi. Takip edenlerin bileceği gibi ‘siber savaş’ kavramına yönelik akademik meydan okumalardan biri olan ‘Cyber War Will Not Take Place’ kitabının yazarı Thomas Rid, günümüzde yaşanan siber operasyonların geleneksel savaş kavramına oturmadığından ‘siber savaş’ adlandırmasını reddederek yaşananların ancak sabotaj seviyesinde olabileceğini savunuyor. Fakat günümüzün Billy Mitchell’ları siberin diğer muharebe alanlarına girintili olduğunu, yani deniz kara ve hava araçlarının siber alandan kontrol edildiğini- belirterek diğer alanları domine edeceğini ileri sürüyor.

Sakkov’un konuşmasının uyandırdığı düşünceler bunlar. Tabi Trablusgarp savaşı demişken, Mustafa Kemal ve Enver Paşa gibi önde gelen komutanların yerli halka gerilla eğitimi vererek teknolojik ve askeri açıdan daha üstün olan İtalyanlara ağır kayıp verdirmesi de pekala siber alana uyarlanabilecek bir örnek. Büyük devletler için siber alan stratejilerindeki yumuşak karın teknolojik ve askeri anlamda daha zayıf fakat siber kabiliyetlerini geliştirmiş ülkelerle nasıl mücadele edileceği. ABD’nin bugün her alanda üstünlük sağladığı İran ve Kuzey Kore’ye siber alanda kimi olaylarda yenik düşmesi bu durumun göstergesi. Diğer mesele ise, gerilla eğitiminden geçmiş milis kuvvetlerin oluşturacağı oyun değiştirici etki.

Bunlar üzerinde düşünce üretilmesine ciddi şekilde ihtiyaç var; sadece Türkiye’de değil dünyada da…

CyCon 2016’da yapılan tüm sunumları buradan izleyebilirsiniz https://ccdcoe.org/cycon/2016/

Siber Bülten abone listesine kaydolmak için formu doldurunuz

[wysija_form id=”2″]

Zorunlu açıklama: Kendi bilgi güvenliğimizi koruyamadık

Üzülerek belirtmeliyim ki, bu yazı siber güvenlik ile ilgili olmayacak. Bu kez SB ekibi olarak başımızdan geçen talihsiz bir hadiseyi sektörün selameti ve kamu yararı olduğunu düşündüğüm için mümkün olduğunca kısa bir şekilde aktarmaya çalışacağım.

Yaklaşık 30 aydır Siber Bülten’de stratejik siber güvenlik konusunda yayın yapmaya, başka bir deyişle devletlerin siber güvenlikle ilgili izlediği siyaseti, gerçekleştirdiği politikaları izleyip aktarmaya çalışıyoruz. Silikon Vadisi’nde programlara katılma hakkı kazanan lise öğrencisi Berk Sürücü’den, PwC siber güvenlik ekibinin başında bulunan A. Burak Sadıç’a kadar geniş bir yelpazede yazar kadromuzun bulunduğunu gururla ifade etmeliyim. Nazlı’nın büyük bir özenle yazdığı Siber Liderler dizisi kamudan -özellikle kolluk kuvvetleri ve istihbarat camiasından- sıkı takipçi bulduğunu, Reyhan’ın tüm yoğunluğuna rağmen devam ettiği ‘Efsane Hackerler’ biyografilerinin de sektörün genç isimlerine vizyon verme açısından faydalı olduğunu bize gelen yorumlardan öğreniyoruz. Uğur ve Vahit’in uluslararası ilişkiler üzerine yazdığı yazıların da diplomasi ve askeri bürokrasi çevrelerinde tavsiye edildiği kulağımıza geliyor.

Bu zamana kadar yayınladığımız yaklaşık 1000 yazının her birinde ciddi emek söz konusudur. İçeriklerimizdeki kalite ve habercilik anlayışımız çeşitli mecralarda dikkat çekmiş olacak ki, çeşitli düşünce kuruluşları, siber güvenlik şirketleri ve sivil toplum örgütlerinden danışmanlık, içerik sağlama ve rapor hazırlama talepleri aldık ve bu sayede Siber Bülten yayın hayatına devam edebildi.

Aralık ayında yine benzer bir teklif aldık. Ankara’da siber güvenlik üzerine çıkan bir derginin genel yayın yönetmeni içeriklerimizle ilgilendiklerini bedel konusunda anlaşırsak, içerik alıp hem web sitelerinde hem de çıkardıkları dergide kullanmak istediklerini iletti. Sonuçta içerik başına talep ettiğimiz ücreti uygun bulmadıklarından anlaşma sağlanamadı ve konu kapandı. En azından ben öyle düşünüyordum ki, yanıldığımı anladım.

Geçen hafta Şehir Üniversite’sindeki bir öğrencim Siber Bülten’deki bir yazının farklı bir web sitesinde daha gördüğünü söyleyince önce şaşırdım. Çünkü bu site geçen ay bizden içerik talep eden fakat anlaşmaya varamadığımız yayıncı kuruluşa aitti. Siteyi incelediğimde gördüm ki sadece bir yazıyı değil, birçok haberi de kendi sitelerine kopyalayıp yapıştırmışlar. Başlık değiştirme zahmetine bile girmeden içerikleri kendi ürünleriymiş gibi yayınlamakta hiçbir beis görmemişler; hatta Twitter hesaplarından sosyal medyada yaymaya uğraşmışlar. Burada tek tek içeriklerin ekran görüntülerini vermeye gerek yok fakat sitemizden aşırılan öyle bir içerik var ki, yazmadan edemeyeceğim.

Takip edenler bilir, zaman zaman sitemizde siber güvenlikle ilgili röportajlar yapıp yayınlıyoruz. Son röportajımızı kopyalayan editör, sitesinde yayınlarken, röportaj yaptığımız Oğuz Yılmaz ile çektirdiği fotoğrafını koyarak bu röportajın kendi ürünleri olduğu izlenimini oluşturmaya çalışmış. Fakat gelin görün ki, röportajın girişinde bulunan ‘Siber Bülten’e….anlattı’ ifadesini kopyalarken silmeyi ihmal etmiş.  Kendilerine hatırlatmakta fayda var; fotoğraf-metin uyumu kısıtlı kitlelere ulaşan bloggerlardan, milyonlara hitap eden gazetelere kadar herkesin uymaya çalıştığı değişmez bir yayıncılık kuralıdır.

Kısa keseyim. Şahsi bir prensip olarak bu memleket için taş üstüne taş koyanın eğer izin verirse yanında olmaya çalışırım fakat uygun görmezse asla karşısında durmam, motivasyonunu olumsuz etkilememek için yapıcı eleştirileri dahi kendime saklarım. Dünyayı takip etmek, kendimizi geliştirmek ve öğrendiklerimizi aktarmak için kurduğumuz bu siteyi kısıtlı imkanlarla devam ettirmeye çalışıyoruz. Her zaman dediğim gibi, siber güvenlik insanın yüzüne her saniye cahilliğini vuran bir çalışma alanı. İngilizce kaynaklarda her gün yüzlerce haber yayınlanıyor. O kaynaklardan 10 tane Siber Bülten daha çıkar. Kısıtlı sayıdaki Türkçeleştirilmiş siber güvenlik haberini başkasından izinsiz alıp kullanmak yerine doğru düzgün bir editoryal ekip ile yetişemediğimiz içerikleri Türkiye’ye kazandırmanız, hem iş ahlakı açısından daha uygun olur, hem suç işlememiş olursunuz hem de memlekete bir faydanız dokunur.

Gülüp geçilebilecek bir hadise olmasına rağmen, konu emeğe saygısızlık olduğu için hukuki süreci başlatmadan karşı tarafa ihtarname çektik. Gereksiz bir mesele yüzünden zaten yeterince zaman kaybettik. Daha fazla kaybetmeyelim.

Her türlü görüş, eleştiri ve önerileriniz için: minhac@siberbulten.com