Berk Sürücü tarafından yazılmış tüm yazılar

Berk Sürücü Bahçeşehir Fen ve Teknoloji Lisesi’nden mezun olduktan sonra The University of Edinburgh, University of Toronto, The University of Manchester, Purdue University ve Boston University'den kabul aldı. Gap year almış olan Sürücü, şu anda Hub21 adlı eğitim odaklı bir start-upta çalışmaktadır. 2011 yılında İstanbul Üniversitesi Çocuk Üniversitesi Genç Bilim Adamı Yetiştirme Programı'na seçilen Sürücü, üç yıl program bünyesinde matematik, felsefe ve bilim üzerine eğitimler aldı. Girişimcilik konusunda Habitat Kalkınma ve Yönetişim Derneği bünyesinde Ulusal Gençlik Parlamentosu'na katılan Berk Sürücü burada pazarlama-para-siyaset ilişkileri üzerinde çalıştı. Örgün eğitimin dışında dışardan aldığı eğitimlere 2014 yılında Club Silicon Valley’de devam eden genç girişimci Silikon Vadisi'nde geçirdiği 2 haftalık süre boyunca dünya çapındaki teknoloji şirketleri ve üniversitelerde bulunma şansını yakaladı. Eğitim sonunda 54 saatlik bir hackathon çalışmasında ekibiyle beraber geliştirdiği proje sayesinde "Young Entrepreneurs"/Genç Girişimciler ödülünü kazandı. Sürücü 2015 yılında Microsoft bünyesinde Açık Akademi Yaz Okulu’nda 1 ay staj yaptı. Staj sonrasında Microsoft Student Partner olarak halen çalışmalarına devam ediyor. Robotik takımı 3646 INTEGRA ile dünya dereceleri elde eden Sürücü, robotik ve kodlama üzerine olan çalışmalarını sürdürüyor. Habitat Kalkınma ve Yönetişim Derneği bünyesinde gönüllü olarak eğitmenlik yapan Sürücü, Türkiye Vodafone Vakfı işbirliği ile yürütülen “Yarını Kodlayanlar” projesi altında farklı illerde 7-14 yaş aralığındaki çocuklarla bir araya gelerek yazılım ve algoritmik düşünce üzerine eğitimler verdi.

Eğitim, Kodlama ve Gelecek: Teknoloji Çağının Neresindeyiz?

Son 4-5 senenin popüler konseptlerinden biri olan STEM, hatta STEAM, tartışma ve araştırmaların ötesine geçerek eğitim sistemleri ve modellerinin temel odaklarından biri haline geldi. Değişen ve gelişen teknoloji eğitime nasıl adapte edilmeli sorusuna yanıt bulabilmek amacıyla pek çok çalışma ve araştırma yürütüldü, yürütülmeye de devam ediyor ve edecek. Peki Türkiye olarak biz bu değişim sürecine nasıl dahil oluyoruz?

Başta Finlandiya olmak üzere farklı ülkelerin geliştirmiş olduğu yeni eğitim modelleri uzun zamandan beri konuşuluyor ve takip ediliyor. Bu eğitim modellerini incelediğimiz zaman her şeyden önce, hatta teknoloji ve bilimin adapte edilmesinden bile önce, çok temel bir ortak odak noktası fark ediliyor: Eğitimin tanımını ve eğitime olan bakış açısını baştan oluşturmak. Yaklaşık 3 sene önce yayınlanmış olan “I Sued the School System!(Okul/eğitim sistemini dava ettim!)” adlı bir video bu durumu çok güzel açıklamış(https://www.youtube.com/watch?v=dqTTojTija8).

Video temel olarak şu soruyu soruyor: Hayatımızda yeri olan herhangi bir ürün, yöntem, hizmet birkaç yılda ve hatta zaman zaman sadece birkaç ayda bile baştan aşağı evrim geçirip yenilenir, değişirken, nasıl olur da eğitim gibi en önemli ihtiyaçlarımızdan biri yüzyıllardır değişmeden kalabilir? Örnek olarak gösterilen eğitim modellerine baktığımızda ise tam olarak bu soruya verilmeye çalışan cevaplar görüyoruz. Eğitim sadece öğrencilerin bir araya gelip önceden belirlenmiş şeylerin öğretilmesinin ötesine taşınmaya çalışılıyor. Öğrencileri çağın getirdiği yenilikler ve araçlarla bir araya getirerek kendi öğrenme deneyimlerini inşa etmeleri hedefleniyor. Bulunduğumuz ve hazırlanmakta olduğumuz çağın içerisinde her bireyin kendini keşfetmesi ve kendi yol haritalarını çizebilmelerine olanak sağlayan sistemler kuruluyor. Bu tür bir süreç başlatabilmek için de elbette ki çağımızı ve bizi bekleyen geleceği iyice analiz edebilmek, anlayabilmek, özümseyebilmek ve bunların sonucunda da adapte olabilmek gerekiyor.

DİJİTALLEŞME VE KODLAMA

Üzerine çalışılan bu yeni eğitim kurgularına olanak sağlayan en önemli unsur tabi ki de dijitalleşme. Dijitalleşmenin beraberinde getirdiği şeylerden biri de doğal olarak kodlama oluyor. Programlama öğrenmenin önemi yıllardır konuşulan ve kabul edilmiş bir durum. Pek çok ülke programlamayı ilkokul seviyesinden itibaren özel müfredatlar aracılığıyla eğitim sistemlerine adapte etmişken, Türkiye olarak maalesef biz ilk adımlarımızı daha yeni yeni atmaya başladık. Bu konuyla ilgili ilk resmi ve büyük çaplı gelişmeyi duymanın heyecanını yaşarken de ne yazık ki heyecanımız kursağımızda kalmış oldu.

DELPHI LİSTEDE YOK

Geçtiğimiz günlerde Milli Eğitim Bakanlığının bir milyon öğrencinin erişimine sunmak üzere Delphi programlama diliyle ilgili bir protokol imzaladığını öğrendik. Peki nedir Delphi’yle olan derdimiz? Bu soruya cevap vermek için öncelikle bazı istatistikleri gözden geçirelim. Herhangi bir yazılımcının en çok yararlandığı kaynaklardan ve platformlardan biri olan ve her ay yaklaşık 50 milyon yazılımcının ziyaret ettiği Stack Overflow geçtiğimiz günlerde 2019’a dair özet niteliğinde bir anket sonucu yayınladı. Özellikle 2012 yılından beri gümbür gümbür bir yükselişte olan Python, %41.7’lik bir oranla en çok tercih edilen 4. programlama dili oldu (https://insights.stackoverflow.com/survey/2019#technology).

25 maddelik listeye baktığımızda ise göremediğimiz bir dil var, Delphi. Peki 30 senelik bir geçmişi olan Python’ın aniden yükselişe geçmesini sağlayan unsurlar ve 2008’de geliştirilmiş olan daha yeni ve genç Delphi’nin ilk 25’te bile olmasının sebepleri neler? Aslına bakacak olursak, bu sorunun cevabı da eğitim modelleriyle ilgili sorduğumuz soruların cevaplarıyla benzerlik gösteriyor, “çağa adapte olabilmek.” Python yıllardır sürekli olarak kendini yenileyerek ve geliştirerek yazılım dünyasında inanılmaz bir yer edindi. Pek çok yetkili ve yazılımcı tarafından öğrenmesi ve kullanması en kolay dil olarak gösterilen Python, erişimi oldukça kolay ve kapsamlı bir kütüphaneye sahip.

DELPHI: MERAKI KÖRELTMEK İÇİN İDEAL

Delphi’ye baktığımızda ise pek çok yazılımcıyı ya da yazılımla uğraşma hevesine sahip insanı programlamadan nefret ettirecek derecede bıktırdığı sonucunu görüyoruz. Sebebi ise oldukça basit, kullanımının zor olması ve aynı zamanda kullanım alanlarının da bir o kadar sınırlı olması. Bir başka deyişle, programlamaya merak salmış genç bir bireyin merakını köreltmek için ideal. Bütün bunları göz önünde bulundurunca başta Python olmak üzere pek çok farklı, kullanışlı ve faydalı programlama dili -üstelik ücretsizler- mevcutken, Delphi gibi bir tercih yapıyor olmamız gerçekten de akıl dışı, bilim dışı bir durum oluyor. Bahsettiğimiz tüm eğitim sistemleri öğrencilerin farklı alanlara olan ilgisini, merakını ve haya lgüçlerini tetiklemek üzerine kuruluyken, Türkiye olarak attığımız her adımda bunun tam tersi yönde ilerliyor olmamız eğitim üzerine olan endişeleri doğal olarak daha da çok arttırıyor.

Bizler hala daha bilim ve teknoloji trenine dahil olmaya çalışıyoruz. Fakat o tren bir rokete dönüşeli çok oldu. Çağa adapte olmaya çalışırken hep birkaç adım geride kalmış olan gelişmeleri takip ediyoruz, dolayısıyla da geleceği değil geçmişi anlayan, geçmişe adapte olan bir durumda kalıyoruz. Yaklaşık 5 senedir robotik ve kodlamayla uğraşan 19 yaşındaki bir genç olarak sormak isterim sizlere, sizce de geçmiş yerine geleceği şekillendirmeye başlamamızın zamanı gelmedi mi?

Siber Bülten abone listesine kaydolmak için formu doldurunuz

Üretim ve Kültür

Önceki yazılarımda teknoloji ve eğitim ikilisinin birlikte nasıl harmanlandığından bahsetmiştim. Bu harmanlanmanın sonucunda ortaya çıkmış olan günümüz çağının en önemli yapıtaşlarından biri de üretim oluyor haliyle.

Bir start-up, şirket, ülke veya herhangi bir topluluk varlığını sürdürebilir kılmak için üretmek zorunda artık. Peki tüketici konumundan üretici konumuna geçmek nasıl mümkün?

Teknoloji, inovasyon, girişimcilik gibi kavramlardan bahsedildiğinde herkesin aklına gelen temel bir isim var: Silikon Vadisi. Bu kavramları bünyesinde toplamış olmasının doğal sonucu olarak da üretimin merkezi haline geliyor. Silikon Vadisi ve oradaki şirketler neyi farklı yapıyor da önde gelen ülkelerle bile üretim gücü ve ciro bazında mücadele edebilecek, hatta geçebilecek seviyeye geliyor? Finans desteği, eğitim olanakları, altyapı ve teknik destek, insan kaynağı sağlanan tek yer Silikon Vadisi değil; artık bu imkanları sunan pek çok platform var. Demek ki aranan yanıt ihtişamlı “headquarter”lar ya da olağanüstü büyüklüklerdeki ekiplerde değil.

Silikon Vadisi’ni özel kılan en önemli değeri, kültürü. Bir ekosistemi ayakta tutan şey bünyesindeki her bireyin birbirleriyle “iletişim” halinde olabilmesi, birlikte hareket edebiliyor olmasıdır. Birlikteliği ve paylaşımcılığı savunan bir kültür, öğrenmeyi mümkün kılar, bu sayede üretim kapısının kilidi açılmış olur. Kapının ardına geçebilmek için adım atmak gerekir; öğrendiklerimizi geliştirebilmek, kişiselleştirebilmek, farklılaştırabilmek gerekir. Bunu yapabilmek için de öğrendiklerimizi deneyebilmek, pratikteki karşılığını gözlemleyebilmek gerekiyor. Başka bir deyişle, “hata” yapmak, yapabilmek gerekiyor.

Silikon Vadisi kültürünün en temel ve önemli özelliklerinin başında hata yapmaya karşı olan hoşgörü, hatta hata yapmaya teşvik etmek geliyor. Çoğu yatırımcı, daha önceden hep başarılı olmuş girişimcilerden ziyade birkaç defa iş batırmış girişimcileri tercih ediyor. Çünkü hata yapmış bireyler artık kriz anında ne yapmaları gerektiğini, düşüldüğünde nasıl kalkılacağını sadece başarıyı tatmış bireylere göre kat ve kat daha iyi biliyorlar.

Tabii bütün bunların yanında olmazsa olmaz bir durum daha var, gençlere fırsat vermek. Silikon Vadisi’nin konumlandığı San Francisco’da üniversiteliler caddesi diye de bilinen uzun bir cadde var, pek çok kafe veya oturabileceğiniz yer bulmanız mümkün. Bu caddede vakit geçiren üniversiteliler bir anda kendilerini, donanım ve tecrübelerini aktarmak üzere bekleyen önde gelen girişimciler, üst düzey yöneticilerle aynı masada bulabiliyorlar. Pek çok üniversiteli teknoloji devlerinde staj yapmak, farklı şirketlerden insanlarla birlikte ortak proje geliştirmek gibi imkanları bulabiliyor.

Peki bu kültür nasıl başka yerlerde de oluşturulabilir, nasıl daha da geliştirilebilir. Kültürün sözlük anlamı; tarihsel ve toplumsal gelişme süreci içinde yaratılan her türlü değerlerle bunları kullanmada, sonraki kuşaklara iletmede kullanılan, insanın doğal ve toplumsal çevresine egemenliğinin ölçüsünü gösteren araçların tümü. Yani sadece bireysel değil toplumsal gelişim söz konusu, başka kuşaklara aktarım yapmak, iletişim kurmak söz konusu. Bu noktada konu yine aynı temel kavrama bağlanıyor, eğitim, “yeni kuşakların” hayata hazırlanma süreci; kültürlerin aktarıldığı kitle, gençler.

Bahsettiğimiz türde bir kültürün oluşabilmesi için eğitimin sadece sınıflar içerisinde ve temel bilimleri öğrenme süreci olarak değerlendirilmemesi ilk koşul. İletişim kurmamızı, paylaşmamızı, hata yapmamızı sağlayacak süreçlerin de eğitime dahil edilmesi gerekiyor. Bunun en güzel örneklerinden biri öğrencilerin yer alabileceği farklı konseptlerdeki yarışmalar.

Üç yıldır FIRST(For Inspiration and Recognition of Science and Technology) vakfının düzenlediği robotik yarışmalarına katılan biri olarak, bu zaman zarfında öğrendiklerim, edindiğim tecrübeler, kurduğum ilişkiler hem çok sayıda, hem de gerçekten nitelikleri çok yüksek. Vakfın düzenlediği yarışmalar gençlere okulda öğrendikleri fizik, matematik bilgilerini tasarım ve yazılımla harmanlayarak kendi robotlarını inşa edebilme imkanı sunuyor. Bilim ve teknolojiyi yaymak ve fırsat eşitliğini sağlamak adına takımların yaptığı çalışmaları destekliyor, isimlerini duyuruyor ve bu esnada sponsorluk görüşmesi, Ar-Ge, üretim gibi pek çok alanda çalışan gençlere erken yaşlardan itibaren bir şirket gibi hareket edebilmeyi öğretiyor.

Yani yola robot yapmak üzere çıkan bizler bu esnada paylaşmayı, iletişim kurmayı, düşünmeyi, yaptığımız onlarca prototipin çalışmaması üzerine bozup tekrar yapmayı, araştırmayı, hata yapmayı öğrenirken buluyoruz kendimizi. E tabi bahsetmeden edemeyeceğim, Türk gençleri olarak muhtemelen diğer ülkelere nazaran daha da iyi öğreniyoruz tüm bunları. Çünkü maalesef biz; gençleri kendi binasına alan, kendi profesörlerini, mühendislerini ve uzmanlarını mentör yaparak destek sağlayan NASA, Boeing, Intel gibi destekçi şirketlere ya da oluşumlara sahip değiliz henüz. İşler biraz kendi yağımızda kavrulmamızla yürüyor. Yani üretim kültürünün önemli bir kısmından yoksunuz aslında.

Fakat gururla şunu da ifade etmek isterim ki, FRC Robotik takımı 3646 INTEGRA olarak bu desteklere sahip olan ekiplerle de kafa kafaya mücadele ediyoruz. Yarışma iki ayaklı gerçekleşiyor, bölgesel turnuva ve dünya şampiyonası. 3 yıl önce yarışmanın en prestijli ödülü olarak geçen Chairman’s Award’u kazanan ilk Türk takımı olduk, bir sonraki yıl ise bu ödülü tekrardan kazanarak bir kez daha Dünya Şampiyonasına katıldık ve bu sefer de Chairman’s Award Finalist ödülünü kazanarak bu alandaki 3 ekipten biri olmayı başardık. Bu yıl ise bölgesel turnuvamızda robotumuzla Winning Alliance, ardından ise Dünya Şampiyonasında Division Finalist ödüllerini kazandık. Arkamızda teknoloji devleri yoktu belki ama, bize üretim kültürünü aşılmaya çalışan ve her daim destekçilerimiz olan çok sevgili hocalarımız Tolga Yıldız ve Neslihan Çınar’a da en içten teşekkürlerimi sunuyorum. Gençleri bu tür süreçlere teşvik eden ve bu imkanları sunan herkese de ayrıca teşekkür ediyorum.

“Kültür, okumak, anlamak, görebilmek, görebildiğinden anlam çıkarmak, ders almak, düşünmek ve zekayı geliştirmektir,” demiş Mustafa Kemal Atatürk.

Ben de bu noktada şu soruyu sormak istiyorum sevgili yetişkinlerimize; sizce de biz gençlerin sizlerle birlikte öğrenme ve çalışma, birlikte baştan aşağı yeni bir kültür oluşturma, sizlerle birlikte tüketici değil de üretici olmamızın zamanı gelmedi mi?

Siber Bülten abone listesine kaydolmak için formu doldurunuz

Liseli bir gencin Cisco’da eğitim macerası

Bir şeyleri bilmek ve yapmak çok farklıdır aslında. Çoğu zaman yaptıklarımız bizim için kazanılmış refleksler olmanın ötesine geçemez, sanıyorum bu yüzdendir ki “monoton” sıfatını çokça kullanmaya başladık artık. Bununla birlikte, bilmek ve yapmak arasındaki dengeyi sağlayarak bir sentez yapmanın, günümüz çağını yakalayabilmenin anahtarı olduğuna inanıyorum. Yani düşünebilmeyi ve refleks gösterebilmeyi aynı anda yapmak, “harekete geçmek”. 17 yaşındaki bir genci, beni öğrenmeye iten şey de bu oldu; harekete geçme isteği. Cisco Networking Academy ile de bu sayede tanıştım.

Bilgisayar kullanmanın ayrıcalık olduğu zamanlardan olmazsa olmaz haline geldiği zamanlara geçiş çok hızlı gerçekleşti, tıpkı İngilizce ve zamanında ayrıcalık olan diğer yetkinlikler gibi. Günümüzde ise bilgisayar, daha genel ifade edecek olursak teknik bilgi birikimi bir ayrıcalık halinde. Peki yakın gelecekte de böyle mi olacak? Gerek donanımsal gerek yazılımsal becerilere duyulan ihtiyaç giderek artıyor. Öğrenme sürecinin başlamasını sağlayan temel neden, bir şeye karşı duyulan ihtiyaçtır. Bu durumda teknik bilgiye duyulan ihtiyaç arttıkça, öğrenme sürecine giren insanlar da paralel şekilde artacaktır.

Örnek vermek gerekirse, 2 yıl öncesi ile şu anı kıyasladığımızda yazılımla uğraşan insan sayısında inanılmaz bir artış var. 2 yıl önce yazılım kelimesi bile bizleri heyecanlandırmaya yeterken, şimdilerde 7 yaşındaki çocuklara yazılım ve algoritma dersi veren okullar, liseli hackerlar, liseli yazılım start-upları gibi kavramlar oldukça normal ve yaygın hale geldi. Teknolojinin hızı arttıkça, devirler arası geçiş sıklığı ve hızı da artıyor. Teknik becerinin ayrıcalık değil temel yetkinlik olduğu çağ hızla yaklaşıyor. Bu sürecin başlıca yapıtaşlarından biri elbette ki bilgisayarlar. Peki ne kadar tanıyoruz bilgisayarları? Bu kadar çok kullandığımız, yanımızdan eksik etmediğimiz bu mühendislik harikalarını gerçekte ne kadar kullanabiliyoruz? Yoksa bilgisayar kullanmak da bir refleks haline mi geldi artık bizim için? Bu soruları kendime sormaya başladığımda, uzun zamandır hayıflandığım teknik bilgi yetersizliğimin sebebini fark etmiş oldum.

Cisco Networking Academy; gerek eğitim içeriği gerek verdiği belgelerin uluslararası geçerliliği açısından herkes tarafından dünyanın en saygın bilişim eğitimleri arasında gösteriliyor. IT Essentials ve CCNA1 eğitimlerimi tamamladıktan sonra gerçekten de bilgisayar ve “network” hakkında kısa sürede oldukça kapsamlı ve işlevsel bilgiler edinmiş halde buldum kendimi. Bu eğitimi benim için daha da ileriye taşıyan çok önemli bir faktör de, tecrübelerinden ve bilgilerinden yararlandığım, bana sonsuz destek olan pek çok ağabey ve abla ile birlikte geçen bir süreç olmasıydı. Bu bir şeyi daha anımsamamı sağladı. Nasıl ki bilgisayarları insan zihnine benzetiyorsak ve yapay zekâ gibi gelişmeler bu benzetmenin ışığında gerçekleşiyorsa; networklerin gelişimine ışık tutacak olan benzetme de birbirimizle paylaşabilme yetimize, yani iletişim kurma becerilerimize dayanıyor. Cihazlar arası etkileşim ve etkileşim kanalları, IoT, IoE gibi gelişmeler aslında “iletişim” kavramına eşdeğer.

Bu noktada sormak istediğim bir başka soru ise; teknik bilgi yakın gelecekte bir zorunluluk olacaksa, bizler yakın geleceğin başrolleri olacak olan gençleri ne kadar iyi hazırlıyoruz? Eğitimdeki çoğu kişi ya üniversite mezunu ya da üniversitede son yıllarını geçirmekte olan insanlardı. Her ne kadar günümüz gençleri için teknolojinin içine doğuyorlar dense de, gençlere teknolojiyi öğretiyor muyuz yeteri kadar? Bu sefer kaçırırsak yakalamamızın imkansıza yaklaşacağı bir tren geçiyor önümüzden, teknoloji ve bilişim. Sanıyorum ki bu trene yeni vagonlar eklemenin yegane yolu, biz gençlere reflekslerimizi harekete dönüştürebilmeyi öğretecek, bizlere önderlik edecek ve imkanlar sağlayacak olan lokomotif yetişkinlerimizden başkası değil.

Siber Bülten abone listesine kaydolmak için doldurunuz

STEM: Sanat ile Bilimi Buluşturmak

STEM ifadesini artık daha sık karşımıza çıkmaya başladı. Üzerinde konuşulmaya ve tartışılmaya ihtiyacı olan bu sistemi masaya yatırmanın ve bazı soruları yöneltmenin tam zamanı:

“Neden STEM?”

Tarih boyunca devletlere yön veren en önemli unsur bilimsel gelişmeler olmuştur. Teknolojik buluşlar ve yeni bilimsel olgular çağ açıp kapatmış, ve her defasında insanoğlu inanılmaz bir hızla yeni hedeflere doğru yönelmeye başlamıştır. Eski çağlarda sistematik bir eğitim sisteminin olmadığını ve herkesin bu imkana erişemediğini göz önünde bulundurunca akla “Nasıl?” sorusu geliyor. Bu durum etraflıca incelendiğinde ise birinci elden denemenin, gözlemlemenin ve tecrübe etmenin oynadığı rol çok açık bir şekilde görülmekte. Bu da demek oluyor ki bizler; deneme ve tecrübe etme imkanlarını arttırmalıyız ki hedeflerimiz doğrultusunda daha emin, daha güçlü adımlar atabilelim ve dünyamızı değiştirme yolunda ilerleyebilelim. STEM modelini incelediğinizde en temel yapıtaşlarından birinin “hands-on” öğrenme, yani birinci elden tecrübeye dayalı öğrenme modeli olduğunu görebilirsiniz.

İlgili yazı >> STEM ile kuyu köpeği kurtarmak

“Science, Technology, Engineering, Mathematics”, bu başlıkları incelediğimizde şöyle bir ilişki görüyoruz: Teknoloji, mühendislik çalışmalarının sonucunda ortaya çıkan gelişmeler bütünüdür. Mühendislik bilimsel faaliyetlerin, somutlaşma ve günlük hayatımıza adapte olma sürecidir. Ve son olarak da bilim dili, matematiktir. Yani eğitim sistemi olarak benimsenmekte olan bu model, aslında bilim-teknik gelişme sürecinin tamamını kapsayan, aralarındaki köprünün görülmesini ve geçilmesini sağlayan yani “disiplinler arası” öğrenmeyi ve gelişmeyi esas alan bir süreci kapsıyor. Peki neden bu kadar önemli bilim dalları arasında geçiş yaparak, bir bütünü görerek öğrenmek ve çalışmak? Şu an teknolojiye yön veren ve önümüzdeki yıllarda daha da çok duymaya başlayacağımız IoT yani nesnelerin interneti, giyilebilir teknoloji, big data gibi yeni alanları incelediğimizde, hepsinin de disiplinler arası düşünebilme ve ürün geliştirebilme becerilerinin sonucu olarak ortaya çıktığını görebiliriz.

“Dünyada her şey için, maddiyat için, maneviyat için, hayat için, başarı için en hakiki yol gösterici ilimdir, fendir. İlim ve fennin dışında yol gösterici aramak gaflettir, cahilliktir, doğru yoldan sapmaktır. Yalnız ilmin ve fennin yaşadığımız her dakikadaki safhalarının gelişimini anlamak ve ilerlemeleri zamanında takip etmek şarttır.” Cumhuriyetimiz bu ilkelerle kuruldu ve bizlerin en temel en önemli görevlerinden biri de bu ilkeleri ilelebet yaşatmak. Bu durumda bilimin gelişimini anlayabilmek, özümseyebilmek ve takip edebilmek için en önemli basamaklardan biri de yeni jenerasyonları anlayabilmekten geçiyor. Teknoloji çağı çocukları olan ve eskiye kıyasla bilgiye ulaşabilme imkanı inanılmaz derecede artmış olan bizlerin, küçük yaşlardan itibaren bulunduğumuz çağın esaslarına yönelik bir eğitim sistemi içerisinde yer alabilmek, Mustafa Kemal Atatrük’ün ilkeleri doğrultusunda atmamız gereken en önemli adımlar arasında geliyor. Bu durumda, felsefesi ve yöntemleri göz önünde bulundurulduğunda en doğru ve en güçlü modelin, STEM modeli olduğu anlaşılıyor.

İlgili yazı >> Liseli bir girişimcinin Silikon Vadisi anıları

Tabi ki tüketen konumundan üreten konumuna geçebilmek için, tükettiklerimizi iyi anlamak ve bunlara yeni değerler katmak hayati rol oynuyor. “Güzel sanatlarda muvaffak olmak, bütün inkılaplarda başarıya ulaşmak demektir. Güzel sanatlarda muvaffak olamayan milletler ne yazık ki, medeniyet alanında yüksek insanlık sıfatıyla yer almaktan ilelebet mahrum kalacaklardır.” Cumhuriyetimizin esaslarından bir diğeri olan sanat hususuna da gereken önemi vermek, geleceğimizi biçimlendirebilmemiz için özümsememiz gereken olmazsa olmazlar arasında. Bilim, teknoloji, mühendislik ve matematik, her alanın en önemli gereksinimlerinden biri de, estetik görebilmek, düşünebilmek ve üretebilmek. Hem sanatın hem bilimin doğayı anlayabilmek ihtiyacından doğmuş olduğunu düşünecek olursak, aralarında ne kadar kuvvetli bir ilişki olduğunu anlayabiliriz.  Bu noktada “STEM” konseptine son zamanlarda dahil edilmeye başlanmış olan Art(sanat) ile STEM sürecini STEAM’e çevirebilmek bilim yolunda ilerlenmesi için atılması gereken bir sonraki adım durumunda.

 

STEM ile Kuyu Köpek’i Kurtarmak

“Teori önemli, ama pratik olmadıkça bir anlamı yok!” benzeri cümleler duymaya alışık olduğumuz klişeler arasında yer alıyor. Peki bilgimizi, tecrübelerimizi pratiğe aktarmaya olan artan ihtiyacımız nereden kaynaklanıyor ve bu geçiş süreci nasıl ilerlemekte?

Küçükken hepimizin aklına “Tamam ama bu dersler benim ne işime yarayacak?” sorusu takılmıştır. Uzun yıllar süren eğitim hayatlarımız boyunca dersten derse, konudan konuya atlar ve sürekli belleğimize yeni bilgi katmaya çalışırız. Peki ama gerçekten, bellektekileri nasıl ve ne zaman kullanacağız?

Üniversite mezun sayıları her geçen yıl daha da artıyor, bir başka deyişle artık her sektörde her alanda aynı temel bilgi düzeyine sahip çok sayıda profesyonel var. Bu, bizi başka bir soruya daha yönlendiriyor: Neden sektörün içinde yer alan herkes aynı düzeye ulaşamıyor? Bu sorunun cevabı ise basit gözüküyor. Bilgiye erişimin inanılmaz derecede kolaylaştığı günümüzde; mevcut bilgiyi verimli, hızlı ve düzgün şekilde “pratiğe” aktarmadığımız sürece gelişimimiz önemli ölçüde kısıtlanıyor. Ve kendimizi kısıtladığımız andan itibaren bir kısır döngü başlıyor ve belli süre sonra gelişim tamamen durma ve hatta gerileme aşamasına geliyor. Bu noktada akla gelen bir başka soru ise, eğitim sistemleri bu süreci nasıl etkilediği. Dünyanın en iyi eğitim sistemleri arasında bile ayrıca vurgulanan Fin eğitim sistemi yakın geçmişte radikal bir değişikliğe doğru yol almaya başladı. Fizik, matematik, tarih gibi klasik müfredatlar yerine disiplinler arası düşünmeyi, anlamayı, incelemeyi öğreten ve aynı anda birçok beceriye odaklanan uygulamalı müfredatlara geçilecek. Hali hazırda zirvede olan bir eğitim sistemini bu değişikliğe götüren şey ise aynı şekilde artık pratikte, günlük hayatta uygulamaya duyulan devasa ihtiyaç.

Anlatmaya çalıştığım durumun ne kadar gerçekçi olduğunu geçtiğimiz günlerde hepimizi kenetleyen bir örnek sayesinde görmüş olduk. Eğitim hayatlarını “STEM(Science Engineering Technology and Math)” sistemi ile birleştirmiş olan ve derslerinin yanında pek çok farklı bilim dalını bir araya getiren, uygulamaya geçmelerini sağlayan robotik ile ilgilenen gençler bu tecrübeleri sayesinde bir can kurtarılmasında destek oldular: Kuyu Köpek.

FRC robotik takımları 3646 INTEGRA ve 6025 Adroit Androids derslerde ve turnuvalarda edinmiş oldukları bilgilerini hızlı bir şekilde uygulamaya geçirmeyi başararak bir robotik kol geliştirdiler ve kurtarma sürecinde destek oldular. Yani bilimi teoriden çıkarıp, pratiğe aktarmayı başarmış oldular. “Algoritmik düşünme” ve “mühendis beyin” kavramlarının hayatımıza nasıl etki edebileceğini ve bu becerilerin nasıl elde edildiğini de bu örnek sayesinde daha iyi anlayabilme imkanımız oldu.

Süreç içerisinde yer almış biri olarak öncelikle şunu belirtmek istiyorum, bilgi birikiminizi ve tecrübelerinizi günlük hayatın bile ötesine taşıyıp, bir canın kurtarılmasına yardım noktasına kadar getirebilmek inanılmaz bir duygu. Tüm ülkenin tek yürek olduğu ve gelecek adına güzel bir tablo ortaya serdiği bu sürece tanıklık etmek paha biçilemez. Bu süreç aslında bizler için bitmiş sayılmaz. Şu an Kuyu Köpek olaylarının bir daha yaşanmaması ve benzer şekilde ağaçlarda, yüksek noktalarda mahsur kalan hayvan dostlarımıza da yardımcı olabilmek adına iki yeni kol daha geliştirmeye başladık. Stanford Robotik Bölümü’nden özel davet aldık ve yeni kollarımız için pek çok farklı profesör ve mühendisle bir araya geleceğiz. Ortaya daha güzel çalışmalar çıkartacağımıza inanıyoruz ve ülkemizi temsil edeceğimiz için gurur duyuyoruz.

Bilimin, bilginin, tecrübelerin sadece zihinlerimizle kısıtlı kalmadığı ve hayatlarımıza daha çok etki ettiği, bütünleştiği günler dilerken; bir Türk Genci olarak, bizlere fırsat tanındığında, tıpkı Kuyu Köpek sürecinde olduğu gibi, neler yapabileceğimizi de bir kez daha hatırlatmak isterim.

Siber Bülten abone listesine kaydolmak için formu doldurunuz

[wysija_form id=”2″]