Etiket arşivi: siberlider

İstihbarata doymayan adam: Michael S. Rogers

“If cyber is going to be a fundamental component of the world we’re living in, then over time we need get to the idea of norms of behavior, deterrents and response thresholds.”  -Michael S. Rogers

Micheal Rogers 2014 yılında ABD Siber Komutanlığının kurucusu Keith Alexander’dan NSA, CSS ve ABD Siber Komutanlık başkanlığı görevlerini devralırken birçok risk ile karşı karşıya kaldığını biliyordu. Dinleme skandalı ve Snowden sızıntıları nedeniyle ABD hükümetinin hem yerel hem küresel anlamda itibar kaybetmesi ve ciddi eleştiriler altında kalması masasında bulduğu sorunların başında geliyordu. Bir yandan dünya ABD’nin kendi müttefiklerini bile dinlediği gerçeğiyle sarsılırken, diğer taraftan ABD vatandaşlarının kendi hükümetleri tarafından izlendiğinin ortaya çıkması dinleme operasyonlarının merkezindeki NSA’i eleştirilerin odağı haline getirti.

Bu baskıların yanı sıra Rogers’ın karşısındaki mücadele alanlarından biri de kişiseldi. Alexander gibi başarılı bir siber liderin arkasından bu görevi devralmak, üstelik bu hengameli zamanda, başlı başına büyük bir zorluk.

İLGİLİ HABER >>> ROGERS’IN CYCON PERFORMANSI: DÜNYAYI DİNLİYORUM GÖZLERİM KAPALI

Rogers’ın hayatına bakılırsa bu kadar geniş çaplı olmasa da zorluklara yabancı olmadığı anlaşılıyor. Doğma büyüme bir Chicago’lu olan Amiral Rogers çok istemesine rağmen Deniz Harp Okulu’na girmeye hak kazanamamış. Fakat 1981 yılında mezun olduğu Auburn Üniversitesi Deniz Yedek Subay Hazırlık Eğitim Teşkilatı, ona en gelişmiş deniz araçlarını kullanabilmesi konusunda ciddi bir eğitim vermiş.

Böylece 33 yıllık Deniz Kuvvetleri kariyeri başlayan Rogers, 1986 yılında ordunun içindeki yeniden yapılanma nedeniyle şimdiki adıyla bilgi harbi (information warfare) olarak anılan kriptoloji biriminde çalışmak üzere görevlendirilmiş. Bu görev süresince sinyal istihbaratı ve siber harp (cyber warfare) konularında uzmanlaşma şansı bulan Amiral, hem saldırı hem de savunma odaklı siber operasyonlar üzerine oldukça deneyim kazanmış. 2007 yılında Pasifik Komutanlığı’na üst düzey istihbarat yöneticisi olarak atandıktan iki yıl sonra Müşterek Karargah’ın (US Joint Staff) istihbarat direktörlüğüne yükselmiş. Buradaki görevi boyunca Amerika ve NATO’nun Libya operasyonlarına taktiksel boyutta önemli destekler veren Rogers’ın bu katkıları mükafatsız kalmamış olacak ki, 2011 yılında ABD Deniz Kuvvetleri’ne bağlı 10ncu Filo’nun (Siber Komutanlık Filosu olarak da biliniyor) başına geçmiş. 2014 yılında Keith Alexander’ın yerine geleceği söylentilerini takiben, Obama’nın açıklamasıyla kesinleşen yeni görevinde Rogers, hem yurtiçinde hem de yurtdışında ciddi kan kaybeden NSA’a duyulan güveni tazeleme gibi büyük ve kapsamlı bir sorumluluğun da altına girmiş.

Keith Alexander’ın ulusal güvenlik ve istihbarat çabalarına gelmiş geçmiş en büyük darbeyi indirdiğine inandığı Snowden skandalı karşısında takındığı ‘cool’ tutumla dikkat çeken Rogers, bu sızıntılardan kaynaklanan her türlü hasarı elinden geldiğince çabuk gidereceği mesajını göreve geldiği ilk günden bu yana sıklıkla veriyor. Ancak kendisine yöneltilen eleştirilerin temelinde kişisel gizlilik ve yasadışı dinlemeler konusunda tam olarak hangi noktada durduğunun anlaşılaması yatıyor.

NSA’in yürüttüğü aktivitelerle ilgili olarak ‘yasal çerçeve’ kavramına sıklıkla vurgu yapan ve bu nedenle de tepki çeken Rogers’ın, son dönemde başlattığı en önemli tartışma,  teknoloji şirketlerine akıllı telefonlar ve diğer dijital cihazlardaki şifreli bilgilere Amerikan hükümetinin dilediği zaman ulaşabileceği ‘arka kapılar’ (backdoors) açma zorunluluğu yüklenebilir mi, yüklenemez mi özelinde ilerliyor. Rogers, arka kapıların ulusal istihbarat stratejisi kapsamında hayati olduğunu ve ne vatandaşların mahremiyetine ne de Amerika merkezli teknoloji şirketlerinin uluslararası pazardaki değerine zarar vereceğini söylemekle kalmıyor, bir adım daha ileri giderek bu kapılara arka kapı denmesinin olumsuz bir algı yarattığını, yasal düzenlemelerle bu kavramın ön kapıya (front door) çevrilmemesi için hiç bir engel görmediğini de belirtiyor.

SİBER LİDERLER DİZİSİNİN DİĞER YAZILARINI OKUMAK İÇİN TIKLAYINIZ

Yahoo, Apple, Microsoft gibi teknoloji devlerinin üst düzey bilgi güvenlikçileri, bu kapıların yalnız Amerika’ya açılması gibi ayrıcalıklı bir durumun mümkün ve mantık çerçevesinde olmayacağını ve bu kapılarla birlikte yeni güvenlik açıklarının oluşacağını vurgulasa da, Rogers teklifinde oldukça ısrarlı gözüküyor. Bu ısrarının arkasında Snowden belgelerine yönelik farklı yaklaşımıının yattığı düşünülüyor. Dünya kamuoyu, ABD istihbaratının çok sayıda ülkeyi dinlediğinin Snowden belgeleriyle ortaya çıktığını savunurken, Rogers’ın başını çektiği azınlık ise bu belgelerin terör örgütlerinin karşı istihbarat kapasitesini artırdığını ileri sürüyor. Bu tezden yola çıkan Rogers, Amerika’nın büyük bir siber saldırıyla karşı karşıya kalacağına kesin gözüyle bakıyor. Amiral son model cihazlarla gelen gelişmiş şifrelemenin özellikle teröre karşı koyma faaliyetleri açısından büyük sorun teşkil ettiğini, tam da bu nedenle hassas istihbarat toplama faaliyetlerinin önündeki yasal engellerin yeniden gözden geçirilmesi gerektiğini belirtse de, şimdilik sessiz kalmayı seçen Obama’nın son sözü konunun akıbetini belirleyecek gibi gözüküyor.

HAFTALIK SİBER BÜLTEN RAPORUNA ABONE OLMAK İÇİN FORMU DOLDURUNUZ

[wysija_form id=”2″]

İki Başkanın vazgeçemediği danışman: Howard Schmidt

“I do not share the viewpoint that we are on the brick of disaster every time a new worm or a new Ddos comes out.” -Howard Schmidt

Howard Schmidt, hem Bush, hem de Obama dönemlerinde hizmet etmiş, Amerika’nın milli siber güvenlik stratejisinden, kritik altyapıların güvenliği politikasına kadar belirleyici bir çok dökümanına yön vermiş bir isim. Kariyerinin başlagıcı sayılan 1967 yılında kimyasal güçlü patlayıcılar ve nükleer silahlar üzerine Hava Kuvvetleri Akademisi’nde uzmanlaşan Schmidt, 1968-1974 yılları arasında üç ayrı dönem de Vietnam Savaşı’nda bulunmuş fakat savaşta hizmet verdiği son dönemi takiben ordudan ani bir kararla ayrılmış ve Arizona Polis Kuvvetleri’nde 11 yıl sürecek olan bir sürece adım atmış. Bu sürenin büyük bir kısmında SWAT ekibi bünyesinde de görevleri olan Schmidt, hukukun yaptırımı ve işleyişi konularında önemli eğitimler almış. 1994’te kariyerinde bir başka dönüm noktası yaşanmış ve FBI’a bağlı Uyuşturucuyla Mücadele ve İstihbarat biriminde çalışmaya başlamış. Şahsi bilgisayarların uyuşturucu müşterilerinin ve hesap bilgilerinin yer aldığı listeleri saklamak için kullanıldığı, suçla ilişkilendirilebilecek (dolandırıcılık, cinayet vb.) her türlü ‘sanal’ aktivite içeren vakalarda görev alan Schmidt, kısa süre içinde kendi analiz ekibini kurup, başına geçmiş. Ancak FBI’daki görevi de uzun soluklu olamamış. Herhalde monotonluğu sevmiyor olacak ki, neredeyse her 5-8 yılda bir kariyer değişikliğine yönelmiş Schmidt, Linkedin profilini bu nedenle tek solukta görüntülemek yer aldığı birimlerin ve pozisyonların fazlalığı nedeniyle neredeyse imkansız.

Howard Schmidt

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Kamu tarafında yer aldığı görevlerin fazlalılığı sizi yanıltmasın, eBay, Microsoft, HP gibi çok tanıdık firmaların siber güvenlik birimlerinde üst düzey görevleri de olmuş Schmidt’in. Phoenix Üniversitesi’nde İşletme okuyan, ardından da aynı okulda MBA tamamlayan Schmidt, aslında tam bir sosyal bilimci. Onu siber güvenlik alanında önemli bir figür yapma yolundaki en önemli iki gelişme, okulu tamamladığı dönemde aldığı Bilgi Sistemleri Güvenliği Uzmanlığı ve Bilgi Güvenliği Yöneticiliği sertifikaları. Araştırmamdan anladığım, her iki sertifikanın da zorlu bir eğitim ve sınav sürecinin akabinde verildiği yönünde, bu iki önemli eğitime ek olarak sahada edindiği deneyimleri de göz önünde bulundurursak, sosyal yönü bir hayli güçlü bir siber lider çıkıyor karşımıza. Siber liderlik yolunda ilk adım, 11 Eylül saldırıları sonrası Bush’un kritik altyapıların korunmasından sorumlu kuruluna Richard Clarke ile birlikte eş-başkanlık etmesiyle atılmış esasında. Bu dönemde özellikle kritik iletişim altyapılarının ve elektrik santrallerinin güvenliğine biçilen anlam, teröre karşı gafil avlanmanın verdiği hassasiyetle birleşince, Schmidt’in yer aldığı kurul oldukça önem kazanmış. Kuruldaki yetkilerine ek olarak, Bush’un siber alanın güvenliğinden sorumlu özel danışmanı olarak atanması, Schmidt’i Beyaz Saray’ın ilk ‘Siber Çar’ı yapmış.

SİBER LİDERLER DİZİSİNİN DİĞER YAZILARI İÇİN TIKLAYINIZ

Bu dönemde altında imzası bulunan en önemli çalışma, siber alanı stratejik bir alan olarak karşımıza çıkaran, dünyaya da çoğu anlamda yol göstermiş Uluslararası Siber Güvenlik Stratejisi Belgesi. Bu belgeyi, ilk olmasından ve çoğu konuda diğer ülkeleri peşinden sürükleyecek fikirleri aşılamasından ötürü ayrı bir yere koymak oldukça önemli, zira ABD’nin siber alanda karşısına çıkabilecek ‘kötü niyetli’ girişimlere karşı tıpkı kara, deniz, hava ve uzay sınırlarını savunur gibi ‘gereken her türlü’[1] askeri ve diplomatik aksiyonu alacağı yazılı olarak ilk defa bu belgeyle bildirildi. İki buçuk sene bu pozisyonda kaldıktan sonra ayrılıp, özel sektöre yönelen Schmidt’in kariyerindeki en büyük şans, 2009 yılında Obama yönetiminde bir numaralı siber güvenlik danışmanı olarak görevlendirilip, 2011 tarihli ikinci Uluslararası Siber Güvenlik Stratejisi Belgesi’ne de yön verme imkanı bulmuş olması. Ancak iki başkana hizmet ettiği sürelerde gözlenen en belirgin fark, Bush dönemindeki geniş hareket alanının, Obama döneminde gerek asker kimliği, gerekse NSA ile olan bağlarından ötürü yetkilerinin herkesten fazla oluşuyla oldukça dikkat çeken General Keith Alexander tarafından sınırlanması.

2012 yılında ailesine ve akademik kariyerine yoğunlaşmak için görevden ayrılma kararını, Alexander’ın gölgesinde kalmaktan rahatsızlık duyduğundan aldığı hala siber güvenlik çevrelerinde tartışılsa da, hukukçu ve güvenlik uzmanlarına karşı siber alanın güvenliği ve mahremiyet konularında verdiği mücadelenin onu çok yorduğundan sık sık bahsediyor Schmidt. Alexander’ın siber alanla ilgili takındığı ‘felaket habercisi’ tutuma bir de NSA’in faaliyetleri eklendiğinde, yıldızlarının barışmıyor olması pek de hayretle karşılamamak gerekiyor esasında. Çoğu konuşmasında ‘siber savaş’, ‘siber 9/11’, ‘siber Pearl Harbour’ benzetmelerini kullanmayı hiç sevmediğini, bu terimlerin korkunç metaforlar olarak siber güvenlik literatürüne yerleştiğini düşündüğünü vurgulayan Schmidt, siber savaştan bahsettiğimiz bir ortamda kazanan olamaz diyor. Siber savaş/çatışma konseptinin, siber alanda gerçekleşen her türlü beklenmedik saldırının siber güvenlik çalışan çoğu kişiyi fazlasıyla heycanlandırdığı gerçeğini bir kenara bırakıp düşününce, aslında Schmidt çok da haksız gözükmüyor.

Schmidt halen Ridge-Schmidt Cyber LLC adlı bir danışmanlık şirketinde ortak olarak faaliyetlerine devam ediyor.

 

SİBER BÜLTEN HAFTALIK RAPORUNA ABONE OLMAK İÇİN FORMU DOLDURUNUZ

[wysija_form id=”2″]

 

İsrail siber gücünün arkasındaki hayalet beyin: Eviatar Matania

İsrail Siber Büro’nun başında bulunan Eviatar Matania ile ilgili açık kaynak gerçekleştireceğiniz herhangi bir araştırmada karşınıza çıkan onlarca haber, demeç ve adının geçtiği sayısız makalenin sizi aldatmasına izin vermeyin. Şayet gerçek Matania, başında olduğu İsrail Ulusal Siber Büro’nun aktivitileri veya yol haritasına dair bilgi edinme gayesindeyseniz, tarayacağınız içi dolu gibi gözüken sayısız haber sizi pek de bir sonuca ulaştırmayacak. Bu anlamda İran ve Çin gibi ülkelerin ketum tavırlarının aksine, gerek Matania gerekse İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu Ulusal Siber Büro ve İsrail’in siber güvenlik stratejisinden bahsederken çok konuşup hiç bir şey söylememe sanatını ustalıkla kullanmış. Öyle ki, İsrail’in global siber güvenlik ve savunma pazarında neredeyse %10’luk bir paya sahip, 200’ü aşkın önemli start-up ve şirketin merkezi, hem sanal hem de fiziksel dünyada konunun başını çeken ülkelerden olduğu bilinmese, bu adamlar neden bahsediyor tepkisini vermek işten bile değil.

Kaç yaşında olduğu bilgisine ulaşamasam da, oldukça genç (30’larının sonunda) olduğunu tahmin ettiğim Matania, Talpiot Programı olarak adlandırılan, İsrail ordusu bünyesinde teknoloji alanında öne çıkan akademik başarılara sahip ve liderlik potensiyeli taşıyan askerlere sunulan 9 senelik özel bir eğitimden geçmiş. Lisansını Hebrew Üniversitesi’nde Fizik ve Matematik alanında, yüksek lisansını Tel Aviv Üniversitesi Matematik Bölümü’nde oyun teorisi üzerine uzmanlaşarak ve doktorasını ise yine Hebrew Üniversitesi’nde Muhakeme ve Karar Alma (Judgement and Decision-Making) başlığı altında tamamlamış. Daha fazla detaya erişilemese de, oldukça ilginç bir tablo çizen akademik geçmişi, Matania’nın soğukkanlı ve işin köklerinden gelen bir siber lider olmak üzere yetiştirildiği izlenimini veriyor. Özellikle oyun teorisi ve muhakame alanlarında uzmanlaşmış olmasına ek olarak kısa özgeçmişinde Ar&Ge projeleri ve sistem analizi konusunda edindiği belirtilen özel sektör deneyimi, onu eşsiz bir siber lider yapıyor.

İLGİLİ HABER >>> İSRAİL SİBER ORDU İÇİN YETENEK AVINDA

Bir kaç senedir CyberTech konferansına evsahipliği yapan İsrail, siber güvenlik meselelerini oldukça ciddiye aldığını her fırsatta yineliyor. Özellikle son düzenlenen etkinlikte Netanyahu’nun interneti İsrail’in periferisini özellikle güneye doğru geliştirmek için mükemmel bir araç olduğunu belirtmesi, ‘dijital İsrail’i kurarak siber kapasitesi fiziksel boyutuna kıyasla en yüksek devlet olma yolunda önemli aşama kaydedeceklerinin altını çizmesi bu anlamda bir hayli önemli. Netanyahu’nun alıntılanan konuşmasında ‘periferinin geliştirilmesi’ şeklinde bir vurgu yapması da ayrıca kayda değer. Öyle ki, periferi olarak adlandırılan Acre, Afula, Tel Hai, Ashkelon, Be’er Sheva, Kiryat Gat ve Ashdod bölgelerinde yaşayan 15-18 yaş aralığındaki öğrencileri hedefleyen Ulusal Siber Muharebe programı ile İsrail’in siber güvenlik alanında kalifiye işgücü ve elbette ki etkin bir siber ordu oluşturmayı amaçladığı bir çırpıda anlaşılıyor. Netanyahu’nun konuya beslediği şahsi ilgi, Ulusal Siber Büro’yu kendine yakın tutması ve İsrail’i önümüzdeki dönemde siber güvenlik alanında ilk beş ülke arasında görmek istediğini ısrarla belirtmesi, diğer ülkelerdeki siber liderlerin karşı karşıya olduğu yasal ve teknik kısıtlamalara kıyasla, İsrail’deki siber liderlerin bir hayli geniş hareket alanına sahip olduğunu gösteriyor.

HABERLERİMİZİ TOPLU OLARAK TWİTTER ADRESİNDEN TAKİP EDİN!

Hem Matania hem de Netanyahu’nun sanal dünyayı uluslararası siber koalisyonlar yapmak adına önemli bir ortam olarak değerlendirmeleri, bu alanda öne çıkacak işbirlikleri olmaksızın siber savunmanın istenen ölçülerde sağlanamayacağını savunmalarına yol açıyor. Özellikle Matania’nın görevi devralmasından bu yana İsrail-İngiltere arasında uzlaşılan 1.2 Milyon poundluk ortak siber savunam araştırma fonu, her sene düzenlenen sektörün büyük isimlerinin katılımıyla gerçekleştirilen CyberTech etkinlikleri ve İsrail-ABD arasındaki sıkı siber güvenlik münasebetleri İsrail’in ‘birlikte hareket etme’ konusuna yüklediği önemi gösteriyor. Hatta birlikte hareket etme adı altında Matania, bir adım daha ileri giderek İsrail, ABD, Avrupa Birliği, Avusturalya ve diğer Batı ülkelerinin aynı düşman karşısında savaştığını, düşmanın bazen küçük hacker grupları bazense topyekun ulus-devletler olarak karşımıza çıktığını söylüyor. Çin konusu sorulduğunda uyumlu hareket etmek isteyen her devlete kapımız açık dese de, Matania’nın İsrail’i ‘Batı’ ekseninde, ‘Batı’ için hareket eden bir siber güç olarak konumlandırması, bir kaç sene önce şahsen dinleme imkanı bulduğum, siber güvenliğin eskilerinden sayılabilecek Milton Mueller’in öne sürdüğü ‘dijital soğuk savaş’ kavramını akla getiriyor.[1]  Özellikle Matania’nın bir demecinde karşı karşıya kaldıkları siber saldırıları Hamas’ın attığı füzelerle kıyaslarsa, İsrail enerji ağının 2013 boyunca günde 2, 2014 yılında ise günde 15 füze tarafından hedef alındığını belirtmesi, İsrail’in siber alanı silahlandırma motivlerini pekiştiren bir savaş terminolojisini su yüzüne çıkarıyor. Mueller, bahsi geçen yazısında soğuk savaşın siber dünyada aslında hiç sona ermediğinden bahsediyor, dijital soğuk savaşın akıbeti gerçeğinden farklı olur mu olmaz mı bilinmese de İsrail, ısrarlı siber güvenlik gündemi, giderek artan siber gücü ve yetiştirdiği etkin teknik kadroyla bu alandaki gidişata en ön sıralardan yön vereceğini şimdiden kanıtlıyor.

HAFTALIK BÜLTENİMİZE ABONE OLMAK İÇİN FORMU DOLDURUN

[wysija_form id=”2″]

Siber alanın atom karıncası: Jason Healey

İlk bakışta (bıyığı, sakalı ve bazen taktığı gözlükleriyle) bir karikatürü andıran ve ilginç bir karaktere sahip olduğu her halinden anlaşılan bir siber lider Jason Healey. Kendisi Atlantik Konseyi’nin Siber Devlet Yönetimi İnisiyatifi’nin başındaki kişi, bu adı gerek özgün bir girişim olmasından, gerekse çok yeni bir kavramı içinde barındırmasından ötürü ilk defa duyanlar için biraz açıklamak gerekebilir. İnisiyatif, politika belirleyicilere siberalanın beraberinde gelen kaçınılmaz regülasyon karmaşası içinde yol göstermeyi amaçlayan bir araç olarak geliştirilmiş esasında. Çok yeni bir kavram olan Siber Devlet Yönetimi’ni, geleneksel ulusal güvenlik ve uluslararası ilişkiler alanlarıyla bir araya getirmeye çalışan İnisiyatif, bu anlamda hem bir ilk olma özelliği taşıyor, hem de başta ABD olmak üzere Konsey üyesi ülkelere de ciddi bir yol haritası çizmeye çalışıyor. İnisiyatif, temelde siberalanda bir süredir devam eden uluslararası işbirliği, rekabet ve çatışma kavramlarına odaklanıyor.

Forbes’un yayınladığı Twitter’da takip edilmesi gereken 20 önemli siber politika uzmanı listesinde[1] öne çıkan Healey, tipi, fikirleri ve geçmişiyle oldukça dikkat çeken bir isim. 1990’lı yıllardan bu yana siber dünyanın içinde yer alan Healey, kariyerine Amerikan Hava Kuvvetleri’nde İstihbarat görevlisi olarak başlamış, bu dönem dahilinde Pentagon ve Hava Kuvvetleri Komutanlığı’nda kurulan, dünyadaki ilk müşterek siber savaş kuvveti[2] olma özelliği taşıyan Bilgisayar Ağ Savunması biriminde yürüttüğü üst düzey siber operasyonlar nedeniyle iki kere üstün hizmet madalyası almaya layık görülmüş. Kariyerine Bush döneminde 2003-2005 yılları arası Beyaz Saray’ın Siber ve Kritik Altyapı Güvenliği direktörü olarak devam etmiş. Healey’nin kariyerini özel yapan en önemli faktör, siber alana hem kamu, hem de özel sektör gözünden bakabilmesini sağlayan görevlerde bulunmuş olması. Goldman Sachs için iki ayrı dönem çalışan, ilk döneminde şirketin ilk siber saldırılarla mukabele birimini kurup yöneten Healey, ikinci hizmet döneminde ise bankanın Asya’daki operasyonel güvenliğini ve devamlılığını sağlamakla yükümlü olan Hong Kong biriminin başındaymış.

Hava Kuvvetleri Akademisi’nde siyaset bilimi, Johns Hopkins Üniversitesi’nde sosyal bilimler ve James Madison Üniversitesi’nde bilgi güvenliği üzerine çalışmalar yürüten Healey, disiplinler arası çalşımanın önemini erken dönemde kavramış. Akademinin sıkı bir takipçisi olan Healey, siber çatışma ve devlet yönetimi alanlarında öne çıkan sayısız makale ve raporun sahibi olmakla beraber Georgetown Üniversitesi’nde siber politika alanında aktif olarak da ders vermekte. Kendisi siberalanda gerçekleşmiş çatışmaları kronolojik ve akademik anlamda ilk defa, 1986-2012 yılları arasında olmak üzere inceleyen A Fierce Domain: Conflict in Cyberspace, 1986-2012 kitabının editörü. Hatta daha da derine inmek gerekirse, siber güvenlik yakın takipçileri ve ulusal siber güvenlik politikaları üzerine çalışanlar için öncü olan NATO CCDCOE’nin yayınladığı National Cybersecurity Framework Manual’ın da eş yazarı. Ayak basılmadık alan bırakmayan Healey, siber lider olmanın hakkını belki de en çok veren isimlerden biri.

Siber Devlet Yönetimi İnisiyatifi’nin yakın dönemde öne çıkan en önemli misyonu “Saving Cyberspace” yani siber alanı kurtarmak adını taşıyor. Healey konuşmalarında siber alanı kurtarmak dediğinde herkesin aklına ilk gelen sorunun ‘kimden?’ olduğunu ve ofansif aktivitelerin, defansiflere kıyasla çok daha gelişmiş ve ileride olduğu bir dönemde böyle bir yaklaşımın hiç de süpriz olmadığını belirtiyor. Tam da bu nedenle ‘kimden?’ algısını, ‘kimin için?’ yönünde değiştirmediğimiz, interneti suçun, savaşın ve espiyonaj faaliyetlerinin vuku bulduğu bir yer olarak niteleyip, siber alanı silahlandırmaya çalışmaktan vazgeçmediğimiz sürece dijital geleceğimizin çok büyük darbe alacağını ısrarla vurguluyor. Mevcut ‘güvenlik vs. mahremiyet’ tartışmalarını internetin yönetişimine dair olumlu adımların atılmasındaki en büyük engel olarak gören Healey, siber güvenliği ulusal güvenlikle aynı sepete koymanın da sakıncaları olduğunu düşünüyor. Bu konuda yaptığı en çarpıcı benzetme, internetin belli bir süre sonra Somali gibi gözükebileceği üzerine; bir diğer deyişle başarısız, güvenliği sağlanamayan, günlük hayatın her alanının mütemadiyen tehdit altında olduğu bir yer. ‘Internet of things’ kavramıyla herkes için yeni bir kapının aralanacağını savunan Healey, bir bakıma internet yönetişimi ve siber güvenlik algısının yeniden şekillendirilmediği takdirde ateşle oynamaya devam edeceğimizi ve sonunda hepimizin yanabileceğini söylüyor.

Amerika gibi siber alanı silahlandıranların başında gelen bir devletin yetiştirdiği bir siber liderin bu denli protest fikirlere sahip olması hem ilgi çekici, hem düşündürücü. Yazılarını ve konuşmalarını değerlendirirken, bu yazıda da değinmeye çalıştığım söylemlerinin (mevcut siber liderlerden duymamız imkansız olsa da) dikkate alınması ve çok daha yakından incelenmesi gerektiği kanısına vardım. Çoktan güvenlikleştirdiğimiz siber alanı farklı bir platforma taşımak zorluğu yadsınamaz bir iş ve herşeyden önemlisi konunun akıbeti nihayetinde yine teknolojide öncü ve güçlü devletlerdeki karar alıcıların inisiyatifinde. Siber güvenlik meselesinin kısa zamanda savunma sanayi şirketlerine ciddi paralar kazandırdığı unutulmaması gereken bir gerçek, yani aslında mevcut senaryo hem politika yapıcılara, hem de özel sektöre yarıyor. Bu trend gelecekte değişir mi, internet gerçekten de kurtarılabilir mi bilmiyorum, ancak benim karamsarlığımın aksine Healey gibi idealistler için sanırım hala bir umut var.
[1] http://www.forbes.com/sites/richardstiennon/2014/04/07/20-cyber-policy-experts-to-follow-on-twitter/

[2] Joint cyber warfighting unit

Rusya’yı rahatsız eden NATO Direktörü: Albay Artur Suzik

Son yıllarda imza attıkları çalışmalar ve yayınladıkları stratejik akademik dökümanlarla siber güvenlik dünyasında ses getirmeye başlayan Estonya merkezli, NATO akreditasyonuna sahip Siber Savunma Mükemmeliyet Merkezi (CCD COE), diğer tüm mükemmeliyet merkezleri gibi NATO bütçesinden ve emir komuta zincirinden bağımsız bir yapılanma. Uluslararası bir yürütme kurulu tarafından rehberlik edilen bu merkez, siber güvenliğe kıyısından köşesinden dokunan her sunumda ibretlik bir olay olarak anlatılan Estonya siber saldırısını takiben 2008 yılında Talinn’de kurulmuş. O tarihten bu yana iki asker kökenli Estonyalı komutasında yönetilen merkez, 2012 yılı Haziran ayından bu yana Albay Artur Suzik’in önderliğinde çalışmalar yürütüyor.

Suzik ile ilgili açık kaynak tarama yapmak bir hayli zor, bunun sebebi belki hala aktif görevde olması, belki asker kökenli oluşu, belki de bambaşka sebepler, tam kestirmek mümkün değil. Ancak Ukrayna krizi esnasında NATO bünyesinde hareket ettiği düşünülen hackerların Ukrayna’daki bilgi akışını şekillendirecek saldırılar gerçekleştirdiğini iddia eden bir sitede karşıma çıkan bilgiye göre, Suzik’in NATO bünyesinde yer almasından Kremlin bir hayli rahatsız. Öyle ki, Suzik’in Leningrad’da bulunan Askeri Mühendislik Yüksekokulu’ndan mezun olması bu rahatsızlığın asıl sebebi. Bir önceki direktör Albay Ilmar Tamm ile ilgili her türlü bilgiye saniyeler içinde ulaşılabiliyorken, Suzik ile ilgili verdiği kısa demeçler ve NATO strateji dökümanları dışında bir bilgi edinilemiyor olmasında bahsi geçen bu akademik geçmişin rol oynadığı elbette düşünülebilir. Belki bu ve benzeri soruların cevabı Suzik görevden ayrıldığında netlik kazanacaktır, fakat şimdilik Suzik’in kariyeri hakkında net olan nadir bilgilerden biri 2012 yılına kadar Estonya Savunma Kuvvetleri’nin J6 olarak adlandırılan, haberleşme ve bilgi sistemleri üzerine uzmanlaşmış Sinyal Departmanı’nın başında olduğu. Merkez’in başına gelmeden önce de Brüksel’deki NATO Karargah’ında görev yaptığı biliniyor. Bu açıdan kendisi siber liderler serisinin belki de en gizemli lideri.

Suzik’in adını öne çıkaran en önemli konu, 2012 yılından bu yana düzenlenen ve mevcut siber tatbikatlar arasında en geniş çaplı olma özelliği taşıyan Locked Shields simülasyonu. Simülasyonun asıl amacı, yarışan takımların siberalanda kurgulanmış bir senaryo dahilinde, gerçek-zamanlı olarak ağ savunması yapması. Sonuncusu geçtiğimiz yıl düzenlenen Locked Shields, iki gün sürmesi, 17 ülkeden 300 katılımcıyı bir araya getirmesi ve takımların saldıran bir takım karşısında savunma stratejilerini hayata geçirmeleri açısından kritik. Her sene senaryolarını geliştiren Locked Shields’e, 2014 yılında Android işletim sistemli cihazlar, IP kameralar ve VoIP (Voice over IP) gibi uygulamalara yönelik siber saldırıların da dahil edilmesi, gerçek dünyada karşımıza yeni yeni çıkmaya başlayan açıklıklara yer vermesi açısından kayda değer. Locked Shields kapsamında takımlar iki gün boyunca birbirleriyle rekabet halinde de olsa, oyun bir şekilde iş birliği ve bilgi paylaşımına da sevk edecek şekilde tasarlanmış. Zaten Suzik de değerlendirmesinde tatbikatın öncelikli amacının bu tarz kriz anlarında uluslararası bilgi paylaşımının ve farklı ülkelerde konuşlanmış bilişim uzmanlarının koordineli çalışabilmesinin önemini vurgulamak olduğunu belirtiyor. Konu siber güvenlik olunca, düşük teknolojili çözümlerin artık mevzubahis olmadığını söyleyen Suzik, ulusların siber savunma stratejileri geliştirirken hatları kesin çizgilerle belirlenmiş bir plana bağlı kalmaktansa, sürekli değişen bir düzleme hızlı ve doğal bir şekilde adapte olabilecek modeller izlenmesi gerektiğini ısrarla dile getiriyor. Tam da bu yüzden Locked Shields gibi oyunların, katılımcılara deneme, yanılma ve pratik yapma imkanı tanıması nedeniyle, stratejik modellerin hayata geçirilme sürecinde büyük rol oynadığını düşünüyor.

Türkiye’nin de katıldığı Locked Shields 2014’te Polonya’nın birinci olduğu bilinmesine rağmen, diğer ülkelerin nasıl bir sonuç aldığı açıklanmıyor. Ülke isimlerine yer verilmese de, tatbikat sonrası yayınlanan değerlendirmede takımların baş etmekte zorlandıkları siber açıklıkları bulmak mümkün. Bunların başında custom web uygulamalarının korunması, IPv6 üzerindeki kötücül trafiğin filtrelenmesi ve tespiti, önceden yerleştirilmiş, anti-virüs uygulamalarını etkisiz bırakabilen zararlı yazılımların saptanması ve en önemlisi de iyi durum değerlendirme raporlarının yazılması geliyor. Sıralanan listeye bakıldığında, Türkiye de dahil olmak üzere katılan tüm ülkelerin katetmesi gereken uzun yollar olduğunu söylemek mümkün. Türkiye özeline inecek olursak, bu konuya ayrılan bütçe, konuyla ilgilenecek siber güvenlik uzmanlarının motivasyonu ve ülke olarak tutarlı bir duruş sergilemeye kalıyor. Türkiye, Merkez’e Milli Gönüllü Desteği (National Voluntary Contribution) adı altında bulunan ülkeler arasında yer alıyor. Bu üyelik modelinde her hangi bir maddi destek bulunmuyor. Kamu’da çalışan görevliler belirli sürelerle Merkez’e gelerek burada çalışıyorlar. Aynı zamanda, kısa eğitimler hem vermek hem de almak için Türkiye’deki siber güvenlik uzmanları Tallinn’e gidiyor. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın ekim ayında gerçekleştirdiği Estonya ziyaretinde Merkez’e de uğraması umut verici olsa da, o tarihten sonra somut bir adım atılmadı.

Bu kapsamda görüşüm, TSK ve diğer ilgili kurumların siber birimlerinin gerek Suzik ile gerekse CCD COE ile daha sıkı bağlar kurması, Türkiye’de düzenlenecek daha fazla eğitim, konferans, akademik çalışma ve tatbikatın içinde yer alacağımız aktivitelere imza atması hem programının bir üyesi olarak merkezden yarar sağlamasına, hem de gerek akademik gerek stratejik anlamda merkeze fayda getirmesine neden olacağı yönünde.