Etiket arşivi: siberlider

ABD siber komandolarını yetiştiren özgür beyin: Gregory Conti

Albay Gregory Conti, belki de Amerika’daki en zorlu işlerden birine sahip. Çünkü o, yeni nesil Amerikan askerlerinin siber eğitiminden sorumlu Amerikan West Point Harp Akademisi bünyesindeki Siber Enstitü’nün direktörü. Aynı akademide Bilgisayar Mühendisliği bölümünü 1989 yılında tamamlayan Conti, Johns Hopkins ve Georgia Institute of Technology gibi başarısıyla ünlü okullarda yine aynı alanda yüksek lisans ve doktora çalışmaları yürütmüş. Kendisini bir röportajda ‘eski hackerlardan’ olarak adlandırsa da; Albay, hacker kelimesini bir yerlere sızan, zarar veren değil de araştıran, merak eden kişi anlamında kullanmayı seçenlerden.

Teknolojiye merakı, onu ordu yıllarının en başından itibaren diğer askeri temelli siber liderler gibi sinyal istihbaratına yöneltmiş. Siber güvenliğin akademi ayağındaki yoğun çalışmaları, 75’i aşkın makale ve sayısız demeci üzerine bir de doktora tezini verince, ordu Conti’yi siber alanla ilgili tehditlere karşı koyabilmek için kurulan siber savaş araştırma merkezine atamış. Başlangıçta yanında 5 kişi ile yola koyulan Conti, merkezi kısa sürede yüze yakın personeliyle Amerikan Ordusu Siber Enstitüsü ismine kavuşacak şekilde geliştirmiş. Şimdiye kadar okuduklarınızdan Conti’nin teorik çalışan bir subay olduğu anlaşılabilir, ancak aslında Körfez Savaşı esnasında sahada olan Conti, Desert Shield ve Desert Storm operasyonlarında da bizzat görev almış.

SİBER LİDERLER DİZİSİNİN DİĞER YAZILARINA ULAŞMAK İÇİN TIKLAYINIZ

Albay Conti, siber savaş konusuna oldukça farklı yaklaşan bir asker, bu konuda diğer ordu mensubu siber güvenlik çalışanlarından miras aldığı bir karamsarlık da gözlenmiyor değil. Silahların sanal ortamda saniyeler içinde üretilebildiğinden, siber alandaki ‘mermilerin’ ışık hızında yol aldığından, etkisiz hale getirilmiş hedeflerin yeniden canlanabileceğinden ve hatta 17 yaşındakilerin dahi siber bir orduya hükmedebileceğinden bahseden Albay, siber savaşta insanların, bilgisayar karşısında ciddi bir dezavantajı olduğunu da üsteliyor. Tam da bu nedenle, Conti’nin asıl hedefi teknolojiyi ya da politikaları tek başına incelemektense, bu iki alanı ilgilendiren tüm konuları, disiplinler-arası bir perspektifle ele almak. Conti, bu anlamda tarihçilerin, ordu mensuplarının, istihbaratçıların, siyasetçilerin, mühendislerin, psikologların, güvenlik uzmanlarının, sosyal mühendislerin, hukukçuların ve hatta etik üzerine çalışanların bir arada hareket etmesi gerektiğini savunuyor.

Teknoloji, hukuk, siyaset, psikoloji ve etiğin kesiştiği noktada uzmanlaşacak, oldukça donanımlı bireylerin geleceğin siber liderleri olması gerektiğini yineleyen Albay, yeni nesil savaşları ve yeni nesil siber savaşçıları yönetebilecek kapasitede, stratejik düşünebilen siber liderler yetişirilmesine, bu liderlerin global düzeydeki olaylara yön verecek olması nedeniyle büyük önem veriyor.

Yazıyı hazırlarken inceleme fırsatı bulduğum “Could Googling Take Down A President?” (Bir Başkanı Googlelayarak İndirebilir miyiz?) ve “There is a Fly in My Digital Soup” (Dijital Çorbamda Bir Sinek Var) makaleleri, bu seriyi hazırlarken ilk defa yazının uzun bir parçası olarak paylaşmaya değer bulduğum makaleler. Diğer siber liderlerden, özellikle asker kökenli Amerikalı siber liderlerden farklı olarak Conti yazılarında pek çok ordu mensubunun sıcak bakmayacağını tahmin ettiğim düşüncelere yer veriyor, bu da post-Snowden Amerikası’nda yetişen Harp Okulu öğrencilerini siber güvenlik derslerini mahremiyet, özel hayat ve benzeri konularda aklındakini söylemekten çekinmeyen bir öğretmenin yetiştirdiği anlamına geliyor. Aslında ilk makalesinde değindiği temel konu, her Google’ladığımızda özelimizden ve mahremiyetimizden ödün verdiğimiz gerçeği etrafında dönüyor. Fiziksel adresimiz, sağlık bilgilerimiz, şahsen tanınmamıza ve hatta profillenmemize neden olacak pek çok hassas bilginin güvenliği, aldığımız ve gönderdiğimiz her şeyin İnternet Servis Sağlayıcılar (ISPs) tarafından izlendiği, toplandığı ve hatta değiştirilebildiği gerçeği  pek çok kişinin üzerinde çalıştığı konular.

Yazılanlardan farklı olarak Conti profilleme, data madenciliği ve gün geçtikçe daha da gelişen makine öğreniminin (yapay zeka) bir başkanı yerinden edebilecek kadar ileri gidebileceğini söylüyor. Diğer makalesinde Albay’ın değindiği bir başka düşündürücü konu, inetrnette attığımız her adımda karşımıza çıkan, neredeyse akıllı olmaya başladıklarını düşündüğümüz pop-up reklamlar. Conti, günümüzde karşımıza çıkan her içeriğin (content) bir Web bug halini alma yolunda ilerlediğini söylüyor, bu da her hareketimizin etiketlenip, kayıt altına alınmasıyla ilgili ciddi teknolojilerin geliştirildiğini söylemekle aynı şey aslında. Belki de bu makalenin en can alıcı noktası, gelecekte en derin düşüncelerimizi, isteklerimizi ve hatta arzularımızı biz daha ne olduklarını bilmiyorken bilecek kadar donanımlı ve akıllı hedefli reklamlarla (targeted ads) karşılaşmayı beklememiz gerektiği.

Oldukça korkutucu değil mi?

HAFTALIK SİBER BÜLTEN RAPORUNA ABONE OLMAK İÇİN FORMU DOLDURUNUZ

[wysija_form id=”2″]

Beden eğitiminden siber güvenliğe bir kariyer hikayesi: John Felker

“[Becoming proactive in cybersecurity] is about the human, that human at the keyboard. We have to understand that human’s capability, their capacity, their motivation. [You must] gather every bit of intelligence you can get – signals intelligence, human intelligence, intelligence related to open-source information.”John Felker, 2015

Yakın zamanda ABD Anayurt Güvenliği Bakanlığı (Homeland Security-DHS) altında çalışan Ulusal Siber Güvenlik ve İletişim Merkezi’ne (National Cybersecurity and Communications Integration Center-NCCIC) operasyonel direktör olarak atanan John Felker, esasında adı bir süredir siber güvenlik ve istihbarat ile birlikte anılan bir güvenlik uzmanı. 30 yılını Amerikan Sahil Güvenliği’nin stratejik siber güvenliğini sağlamaya ve kritik siber istihbarat politikalarını belirlemeye adayan Felker, bu göreve seçilmeden önce Hewlett-Packard ve SCI Danışmanlık gibi üst düzey özel firmalara istihbarat temelli, proaktif siber güvenlik politikaları ve iş stratejileri üreterek yön vermiş.

Siber güvenlik kariyerinde eriştiği noktaya bakarak, Felker’ın eğitimini tahmin etmek neredeyse imkansız çünkü Felker 1978’de mezun olduğu Ithaca Koleji’nde lisansını Beden Eğitimi üzerine tamamlamış. Mezun olduktan sonra çeşitli okullarda beden eğitimi öğretmenliği ve futbol koçluğu yapsa da, kariyerinin yönünü değiştirmeye karar veren Felker, 1983 yılında Sahil Güvenlik’e katılmış. Sahil Güvenlik’teki tecrübelerini takip eden yıllarda da Syracuse Üniversitesi’nde Kamu Yönetimi alanında yüksek lisans yapmış. Orduda harekat subayı olarak başlayan serüveni, komutan yardımcılığına kadar uzanan Felker, hem ABD içinde hem de Avusturalya’daki birliklerde görev almasının yanısıra, pek çok başarıya da imza atmış. Bu başarılar arasında en çok dikkatimi çeken, Sahil Güvenlik Kripto Grubu’nun Komutanı olarak dünya çapında kullanılan Sahil Güvenlik Sinyal İstihbaratı Organizasyonu’nu (SIGINT) kurması oldu. Şaşılmayacak şekilde Felker’ın 2007’deki bu başarısını takiben ivme kazanan kariyeri, 2010 yılında Sahil Güvenlik Siber Komutanlığı’na yüksek komutan yardımcısı olarak atanmasıyla taçlanmış. Bu süre boyunca DHS, USCYBERCOM ve NSA ile yakın temasta çalışma fırsatı bulan Felker, siber güvenlik alanında kalıcı olacağını da ispatlamış.

SİBER LİDERLER DİZİSİNİN DİĞER YAZILARINI OKUMAK İÇİN TIKLAYINIZ

Mühendislik tabanından gelmeyen Felker, bir röportajında siber güvenlik alanında çalışmayı düşünenlere önerileri sorulduğunda, şimdiye kadar incelediğim siber liderlerden oldukça ayrı bir cevap veriyor. Bu alanda çalışan bir sosyal bilimciyseniz, sizin gibi biriyle birebir çalışmamış siber güvenlikçilere size neden ihtiyaç duyulduğunu anlatmanız zor olabilir, hele de üst düzey sosyal siber güvenlikçiler bu konuda hiç bir şey söylemiyorken. Felker, tam da bu konuda farklı bir yaklaşım sunarak, yöneticiler ve siber güvenlik uzmanları arasındaki iletişimin geliştirilmesine ve bu iki birim arasında ‘çevirmenlik’ görevi yapacak insanlara duyulan ihtiyaçtan bahsediyor. Siber güvenlik konusunda neler olur bittiğinin üst düzeydekilere anlayacakları dilde anlatılamamasının politika geliştirirken, karar alırken ve öncelik belirlerken sorunlara yol açtığını vurgulayan Felker, bunun yalnızca konunun sosyal ve teknik isterlerine anlam verebilen kişiler tarafından önlenebileceğini söylüyor. Felker’ın farklı bir bakış açısına sahip olduğu tek konu bununla sınırlı değil. Mevcut sektöre ve devlete yön veren reaktif, yani tepkisel politikalardan uzaklaşılması gerektiğini fırsat buldukça vurgulayan Felker, günümüz tehditleriyle başedebilmek için proaktif, bir diğer deyişle faal bir yaklaşım benimsenmesini öneriyor.

Felker’a göre etkin siber güvenlik yaklaşımının devlet veya organizasyonların her düzeyinde yerleştirilebilmesinin temelinde istihbaratın da, güvenliğin de ana çalışma konusu olan insanın kabiliyetlerini, kapasitesini ve motivasyonunu her yönüyle anlamlandırmak yatıyor. Klavye başındaki o insana dair tüm istihbarat kanallarını seferber etmeden, saldırgan düzeyine inip, o düzeyde dinamik savunma stratejileri üretmeniz imkansız olur demeye getiriyor lafı Felker. Son dönemde ABD’nin istihbarat çalışmaları sıkça gündemi meşgul ederken, İngiltere mahkemesi İngiliz istihbarat merkezi GCHQ’nun NSA ile ortaklaşa yürüttüğü tüm dünyayı etkileyen istihbarat faaliyetlerinin hukuksuz olduğu hükmünü verirken ABD’nin geri adım atmaması, Felker gibi istihbarat-toplama yanlısı yöneticileri ön plana çıkarmasıyla da bir bakıma konuyu ABD nezdinde meşrulaştırıyor.

HAFTALIK SİBER BÜLTEN RAPORUNA ABONE OLMAK İÇİN FORMU DOLDURUNUZ

[wysija_form id=”2″]

Bilişim ve hukuku harmanlayan adam: Tony Scott

“There’s two kinds of CIOs: ones who have been hacked and know it, and those who have been hacked and don’t yet realize it. But the reality is, you’ve been hacked”. –Tony Scott, 201

Hatırlarsanız bundan birkaç ay önce ABD yönetimine bağlı Personel Yönetim İdaresi’ne (OPM) Çin tarafından gerçekleştirildiği düşünülen geniş çaplı bir siber saldırı sonucu, federal kurumlarda çalışmak için başvuruda bulunan milyonlarca kişiye ait hassas bilgiler ele geçirilmişti. Hem ABD içinde, hem de dış medyada geniş yankı bulan bu saldırı sonrası Amerikalılar devletin depoladığı bilgilerin güvenliğini ciddi şekilde sorgularken, federal kurumların siber güvenliğinin sağlanması Beyaz Saray’ın yakın dönemde odaklanacağı en önemli konulardan biri haline geleceğinin sinyallerini verdi.  Sızan bilginin boyutu nedeniyle büyük baskıya maruz kalan OPM direktörü Katherine Archuleta apar topar görevden ayrıldığını açıklarken, olaydan yalnızca 2 ay önce Obama tarafından özel istekle federal Bilişim Daire Başkanı (CIO) olarak atanan Tony Scott’ın misyonu oldukça önem kazanacaktı.

Haftalık Siber Bülten raporuna abone olmak için formu doldurunuz

[wysija_form id=”2″]

35 yılını bilişim sektöründe geçiren, aralarında Microsoft, Walt Disney ve General Motors’un da sayılabileceği iddialı firmalarda CIO, operasyon direktörü (COO) olarak önemli görevler üstlenen Scott, aslında bilişim camiasındaki ününü 2013 yılında CIO olarak göreve başladığı sanallaştırma (virtualization) devi VMware’i buaralar sıkça karşımıza çıkan bulut bilişim konusunda başarıyla ön saflara taşımasına borçlu bir siber lider. Ona devlette ihtiyaç duyulmasını sağlayacak bir başka etken de, San Fransisco Üniversitesi’nde aldığı Bilgi Sistemleri Yönetimi lisans eğitimini takiben Santa Clara Üniversitesi’nde tamamladığı hukuk lisans derecesi (juris doctorate). Siber güvenlik meselesini hem hukuki/sosyal hem de teknik boyutuyla ele alabiliyor olması, Scott’un devlet düzeyinde işleri yürütmek için tercih edilmesini sağlamışa benziyor. Şubat ayında federal CIO olarak işbaşı yaptığında, Obama yönetiminin önümüzdeki dönemde IT başlığı altında ayıracağını belirttiği 84 milyar doları aşkın yüksek bütçenin de kontrolünü devralan Scott’ın öncelikleri arasında siber güvenlik ve e-sağlık hizmetlerini denetlemeye, hem internete erişimi hem de internetin hızını artırmaya yönelik çalışmalar olduğu belirtilmişti.

İLGİLİ HABER >> ABD SİBER BÜTÇESİNİ 14 KAT ARTIRDI

Fakat Nisan ayında patlak veren, 21 milyon kişiyi etkileyen siber saldırıyla tüm odağını kamu servislerinin siber güvenliğini iyileştirme yönüne kaydıran, bu anlamda ilginç bir çalışmaya imza atan Scott, Haziran’da başlattığı ‘30 Günlük Siber Güvenlik Deparı’ (30 Day Cyber Security Sprint) adını verdiği bir hayli kapsamlı çalışmayla federal ve sivil yapılar bünyesindeki tüm birimlerin siber güvenliğini tek tek teftiş ederken, 30 gün sonunda yayınlanacak karnelerde her birimin bu konuda gösterdiği gelişime dair bir notlama yapacağını ve başarılı olan kurumların kamuya açıklanacağını söylemişti. Birimler denetlenirken belirlenen gündemde bilgi güvenliğinin sağlanması, durumsal farkındalığın artırılması, işlemlerin standartlaştırılması ve otomatik hale getirilmesi, siber saldırı savunma kabiliyetlerinin artırılması ve güçlü otorizasyon sistemlerinin geliştirilmesi ön plandaydı. Scott’un Obama’dan aldığı tam destek ve yakın zamanda yaşanan siber saldırının yarattığı baskıyla rutin, göstermelik bir değerlendirme olmaktan uzak olan bu 30 günlük depar sonunda tüm federal ve sivil birimlerin siber güvenlik kabiliyetlerinin %42’den %72’ye çıkarıldığını kaydederken, güçlü şifreler ve şahsi kmlik doğrulama kartlarından oluşan iki aşamalı otorizasyonun, benimsenmesi gereken en ciddi konu olduğu Scott tarafından her fırsatta dile getiriliyor.[1] İlerleyen dönemde Federal/Sivil Siber Güvenlik Stratejisi’ne evrilmesi beklenen bu çalışma, aslında kurumların siber güvenlik meselesine ayırdığı bütçelerin daha detaylı olarak belirlenmesi, kurumları ve kurum çalışanlarını bilginin güvenliği konusunda yasal bir zorunluluğa sokması açısından büyük önem taşıyor. Scott’a maledilebilecek 30 Günlük Siber Güvenlik Deparı fikri özgün olsa da, öne çıkardığı konulara, siber liderler serisine ilk başladığım dönemde hakkında yazdığım Obama’nın siber güvenlik danışmanı Michael Daniel’ın da bir hayli mesai ayırdığı farkediliyor. Daniel’ın üzerinde çalıştığı siber mevzuatın odağında Scott’un sık sık değindiği özel şirketler ve devlet arasındaki bilgi paylaşımını artırma ve tüm kurumları ilgilendirecek güvenlik standartları geliştirme hedefleri yer alıyor. Scott’un çalışmasına belki de doğru yer ve doğru zamanda uygulandığı için bu denli ilgi gösterilirken, Daniel’ın bu alanda geliştirdiği potansiyel vaadeden projelerin (Trusted Identities in Cyberspace, Cybersecurity Capability Model vs. gibi) rafa kaldırıldığı izlenimine kapılmamak elde değil. Bu açıdan bakıldığına, Michael Daniel projelerini yeteri kadar öne çıkarsa milyonları etkileyen bu son saldırı önenebilir miydi sorusu akla gelse de, yaşanan durum bir musibetin bin nasihatten iyi olduğunu kanıtlıyor.

Siber Liderler dizisinin diğer yazılarına ulaşmak için tıklayınız

İsrail siber gücünün vitrin yüzü: Keren Elazari

“The Internet doesn’t like to have things removed from it. You can’t take the information back and you can’t control what will be done with it.” -Keren Elazari, 2015

İnternetin kullanımımıza sunulduğu ilk günden beri teknoloji dünyasının vazgeçilmez bir parçası ‘hack’ adını verdiğimiz kavram. Facebook, Twitter gibi sosyal medya devlerinin kurucularından tutun da, Apple ile ölümsüzleşen Steve Jobs’a kadar uzanan bir liste dolusu insanın zamanında uzmanlaştığı bir konu aslında hackerlık. Kullanılan hakim anlamının yarattığı olumsuz algı, hackerları merak ve zekadan beslenen, internetin bağışıklık sistemini oluşturan anti-kahramanlar olarak nitelediği TED konuşmasıyla oldukça ses getiren İsrail’li güvenlik araştırmacısı Keren Elazari tarafından değiştirilmeye çalışılıyor.

İLGİLİ HABER >> K. ELAZARI: HACKERLAR INTERNETIN BAĞIŞIKLILIK SİSTEMİ

Kendisi gibi hackerları da ‘güvenlik araştırmacısı’ olarak değerlendiren Elazari, kurulu sistemin hackerlara ihtiyaç duyduğu argümanı üzerine konuşmalarını şekillendiriyor; bu açıdan bakıldığında daha fazla bilgiyi kontrol almaya çalışan devletlerin yakalamaya çalıştığı hackerlar, aynı bilgiye ulaşmak, aynı bilgiyi şekillendirmek ve korumak için gerekiyor. Bilgiye erişmenin günümüzde en kritik güç unsuru olduğunu savunan Elazari’nin tek misyonu elbette hackerların savunuculuğunu yapmak değil. İlk İsrail’li bayan TED, RSA, CyCon ve DefCon konuşmacısı olma sıfatlarını taşıyan Elazari, İsrail siber gücü ve siber güvenlik endüstrisinin Batı’ya açılan yüzü olma niteliğini de taşıyor.

Kendisinden beyaz şapkalı hacker olarak bahsetmesi, hackerlığın temelinde araştırmacı/geliştirmeci bir ruhun yattığını her fırsatta yinelemesi, biyografisinden haberi olmayan her insanı ilk başta mühendis/yazılımcı olduğuna ikna etse de, Elazari aslında tam bir sosyal bilimci. Tel Aviv Üniversitesi’nde Tarih ve Filozofi Bölümü’nde lisansını, Güvenlik Çalışmaları üzerine de yüksek lisansını tamamlayan Elazari, hala Tel Aviv Üniversitesi bünyesinde siber çatışma ve politika üzerine araştırmalar yürütüyor. 2000’den bu yana İsrail’deki Big 4 ve Fortune 500 listelerinde sayılabilecek güvenlik firmaları ve konuyla ilgili önde gelen devlet kurumlarında çalışan Elazari’nin sektörde 15 yıllık tecrübesi bulunuyor. An itibariyle GIGAOM adlı bir medya şirketinde endüstri analisti ve siber güvenlik uzmanı olarak görev yapan Elazari, asıl ününü 1.4 milyon kişi tarafından izlenen TED konuşmasından sonra kazanmışa benziyor. Elazari, bilgi güvenliği ve mahremiyetin 20. yüzyıla ait değerler olduğuna değindiği konuşmasında Google, Amazon, Facebook, Apple gibi şirketlerden saklayabileceğimiz bir özelimizin kalmadığını savunurken sistem karşıtı bir ruhu yansıtıyor. ‘Kullandığınız bir ürün için para ödemiyorsanız, ürün sizsiniz’ diyen Elazari, mahremiyetimiz karşılığında bu ürünlerden faydalandığımızı belirtiyor. Oldukça protest söylemleri, siyah kıyafetleri ve yarı kızıl kahküllü saçlarıyla Hollywood’un çizdiği kız hacker profilini birebir yansıtan Elazari, hackerlara karşı büyük şirketlerin ve toplumun duruşunun bir an önce değiştirilmesi gerektiğini vurguluyor.

Elazari İsrail’in en eski günlük gazetesi Haaretz’e verdiği bir mülakatta, tüm hackerların suçlu olarak değerlendiremeyeceğini belirtse de, bir hackerın motivasyonunu merak mı, ideoloji mi yoksa suç işleme güdüsünün mü tetiklediğinin belirlenmesinin olduka zor olduğunu kanıtlamak adına çarpıcı bir örnek sunuyor.  İsrail’in de adının karıştığı, siber güvenlik literatürüne damgasını vurmuş Stuxnet’in yaratıcısından ‘biz İsraillileri dehasıyla büyülüyor’ şeklinde bahsederken, İran’dakilerin aynı yaratıcıyı ‘terorist, suçlu’ olarak nitelediğini söyleyen Elazari’nin konuşmalarının satır aralarında ilk bakışta milliyetçi gözükmeyen söylemler, biraz daha detaylı bakıldığında farkediliyor.  İsrail’de düzenlenen CyberTech’in de aralarında sayıldığı büyük çaplı siber güvenlik etkinliklerinde öne çıkan aktifliği, Tel Aviv Üniversitesi ve devlet kurumlarıyla arasındaki yakın bağ, sempatik görünümü ve akıcı İngilizcesi ile akıllarda kolayca yer edinen Elazari, bulunduğu pozisyon itibariyle damardan politika yapıcı, karar alıcı bir siber lider olarak karşımıza çıkmasa da, İsrail’i temsil eden duruşu ve konuşmalarında sunduğu protest konu başlıklarıyla dinleyicilerine liderlik ediyor.

İLGİLİ HABER >> İSRAİL’İN SİBER BEYNİ: EVIATAR MATANIA

En az on beş dakikalık konuşmalarında, mülakatlarında, yazılarında politik, stratejik duruşunu ustalıkla gizleyen Elazari, önceki yazılarımda değindiğim İsrailli bir başka siber lider olan, bahsettiği her konuda çok konuşup aslında çok az şey söyleyen Eviatar Matania’yı andırıyor.  Matania’nın İsrail’i ‘Batı’ ekseninde, ‘Batı’ için hareket eden bir siber güç olarak konumlandırdığı düşünüldüğünde, teknoloji ve güvenlik dünyasının medyatik/sempatik yüzü olma yolunda ilerleyen Keren Elazari, giderek güçlenen İsrail siber sektörünün Batı’daki vitrin yüzü olma görevini layığıyla yürütüyor.

HAFTALIK SİBER BÜLTEN RAPORUNA ABONE OLMAK İÇİN FORMU DOLDURUNUZ

[wysija_form id=”2″]

’11 Eylül geliyor’ dedi; cezası siber güvenlik oldu: Richard Clarke

“If you spend more on coffee than on IT security, then you will be hacked. What’s more, you deserve to be hacked.” –Richard Clarke, 2002

Amerikan hükümeti için çalıştığı 30 sene boyunca göreve gelen dört ayrı başkanın yakın çemberinde yer almış, neredeyse hizmet ettiği her dönemde devlet politikalarına üst düzeyde yön vermiş nadir isimlerden birisi Richard A. Clarke. Siber güvenlik camiası, Clarke ismine çok ses getiren “Cyber War: The Next Threat to National Security and What to Do About It” kitabından aşina da olsa, aslında kendisi Clinton döneminden başlayarak 2001 yılına kadar ABD’nin ‘terörle mücadele çarı’ olarak karşımıza çıkıyor. Clarke’ın 11 Eylül terör saldırıları öncesi Bush yönetiminin terörle mücadele karşısında takındığı vizyonsuzluğu ve saldırılar sonrası Irak ile savaşa girme politikasını ciddi şekilde eleştirdiği açıkça biliniyor. Özellikle 2002 yılında 11 Eylül olayları ile ilgili olarak ulusal kanalda kurduğu “hükümetiniz sizi başarısızlığa uğrattı” (your government failed you) cümlesiyle dikkat çeken ve halktan kameralar önünde özür dileyen Clarke, bu tavrını takiben 2003 yılında Bush hükümeti ile bağlarını kopararak siber güvenlik risk yönetimi ve danışmanlık sağlayan Good Harbor şirketini kurup, başına geçiyor. Bush’un özel siber güvenlik danışmanı olarak Beyaz Saray’da bulunduğu iki yılda özellikle kritik altyapıların siber güvenliği üzerine önemli çalışmalar yürüten Clarke, zaman zaman yaptığı beklenmedik açıklamalarla gündemi bugün bile meşgül etmeyi başarabilen bir siber lider. Clarke’ın terörle mücadele konusundan siber güvenliğe nasıl geçtiği de hayli ilginç. El Kaide’nin ABD’yi hedef alan büyük bir saldırı planladığını 1990’ların ikinci yarısından itibaren ısrarla tekrar eden Clarke’a artık bu işlerden ziyade siber güvenlik dosyasıyla ilgilenme görevi veriliyor. Böylece Clarke ABD’nin başına gelen en büyük felaketlerden birini engelleyememiş olsa da, daha 1997 yılında siber güvenlik konusunda önde gelen uzmanlardan biri olma yoluna hızlı bir giriş yapmış oldu.

SİBER LİDERLER DİZİSİNİN DİĞER YAZILARI İÇİN TIKLAYINIZ

Amerika’nın ilk ve bugün hala öğrenci kabul eden en eski devlet okulu olma özelliği taşıyan Boston Latin Okulu’ndan 1968 yılında mezun olan Clarke, sonrasında Pennyslvania Üniversitesi’nde lisans eğitimini tamamlamış. Üniversitede öğrenci olduğu sırada, okulun en prestijli onur topluluğu kabul edilen ve üyelerini öne çıkan bireysel başarılara imza atmış gençler arasından seçen Sphinx Senior Society’e seçilmeye değer bulunan Clarke, oldukça başarılı bir öğrenciymiş. Mezun olduktan sonra bir yandan Savunma Bakanlığı’nda Avrupa güvenliği konusunda uzmanlaşırken, bir yandan da M.I.T.’de İşletme yüksek lisansını tamamlayan Clarke, bu yıllarda güçlü bir siyasi altyapı kazanmış. Reagan döneminde önce istihbarat, sonra siyasi-askeri ilişkiler özelinde çalışmalar yürütmüş, 1992 yılındaysa Bush’un atamasıyla üst düzey katılımcılardan oluşan Ulusal Güvenlik Konseyi bünyesindeki terörle mücadele grubunun başkanlığına getirilmiş. Clinton döneminde de vazgeçilmez olduğunu kanıtlayan Clarke, bu sefer de Ulusal Güvenlik, Kritik Altyapı Güvenliği ve Terörle Mücadele Direktörü olarak görev başındaymış. Bush Jr. döneminde bir süre daha bu göreve devam etse de, 2001 yılından, Beyaz Saray ile yollarını ayrıcağı 2003 yılına kadar başkanın özel siber güvenlik danışmanlığını yürüten eski Çar’ın, terörle mücadele konusunda Bush yönetimini uyarmasına rağmen gerekli önlemlerin alınmadığını her fırsatta söylemesi, onu Amerikan basınında bir hayli meşhur etmiş.

Basında sıkça yer bulmasının bir diğer sebebi, çoğu kişi tarafından abartılı bulunan tespit ve öngörüleri. Konuşmalarında sık sık vurgu yaptığı ‘dondurulmuş Pentagon bilgisayar sistemleri, kör edilmiş uydular, etkisiz hale getirilmiş güç santralleri, hizmet veremeyen ve halkı kaosa sürükleyen sayısız metro ve patlatılan petrokimya tesisleri’ senaryolarıyla Clarke, siber güvenliğin karanlık yüzünü olduğundan daha da tehlikeli gösteren siber liderlerden. Siber savaş, siber ordu, siber çatışma kavramlarına sıklıkla değinse de, Amerika’nın karşısındaki en büyük tehdidin siber casusluk ve en tehlikeli aktörün Çin olduğuna dikkat çekmesi ise oldukça şaşırtıcı. Clarke’ın bu konudaki tartışmalı pek çok açıklaması arasında ‘ABD’deki tüm önde gelen şirketlere en az bir kere Çin tarafından sızıldığı’ ve yeni nesil savaş uçakları arasında öne çıkan F-35’in planlarını Çin’in çaldığı iddiaları şüphesiz en önemlilerden. Bu anlamda eski terörle mücadele Çarı ulusal siber güvenlikle ilgili en büyük kaygısının siber espiyonaj faaliyetleri karşısında milyarlarca dolarlık emeklerinin ve araştırmalarının heba olup, ABD’nin hem uluslararası pazarda, hem de askeri anlamda Çin karşısında rekabet gücünü kaybetmesi olduğunu belirtiyor. “CHEW” olarak adlandırdığı kısaltmasında cyber Crime, cyber Hacktivism, cyber Espionage ve cyber War (siber suç, siber hacktivizm, siber casusluk ve siber savaş) kavramlarının yaklaşan dönemde ABD için büyük sıkıntılar doğuracağının altını çizen Clarke, ilginçtir ki siber terörizmi bu listeye yerleştirmiyor. Siber ve terör kavramlarının iki bağımsız sorun olarak değerlendirilmesi gerektiğini ısrarla belirten Clarke, kanımca iki terimin bir arada kullanılmasının doğuracağı belirsizliğin, terörle mücadele açısından katkı sağlamayacağını düşünüyor.

İLGİLİ HABER >> ÇİN’İN EN BÜYÜK SİBER CASUSLUK OPERASYONU

Siber savaş ve çatışma konularında konuşurken soğuk savaş mentalitesiyle hareket ettiğini hissettirse de, o yıllardaki deneyimlerini siber güvenliğe uyarladığı önemli bir önerisi bulunuyor. 1987 yılında Moskova ve Washington’daki operasyon merkezlerini birbirine direk olarak bağlayan ve risk taşıyan herhangi bir faaliyetin tespit edilmesi durumunda tarafları anında iletişime geçiren Nükleer Risk Azaltma Merkezi’nden (Nuclear Risk Reduction Center) bahseden Clarke, aynı mantığın Siber Risk Azaltma Merkezi adıyla yeniden hayata geçirilebileceğini söylüyor. Böyle bir merkezin uluslararası düzlemde yeniden yapılandırılmasıyla, devletlerin karşı taraftan risk taşıyan bir aktivite yaptıklarına dair uyarı almaları durumunda hızlıca harekete geçebileceklerini savunan Clarke, bu şekilde başka ülkeler üzerinden gerçekleştirilen siber saldırıların daha kolay kontrol altına alınabileceğini iddia etse de, uluslararası hukuğun siber alandaki gri çizgileri ve devletlerin takınacağı ‘benim bilgim yok’ tepkisi nedeniyle önerinin pratikte sorunları olması muhtemel gözüküyor.

NOT: Clarke’ın kitabının Türkçe tercümesini buradan bulabilirsiniz

HAFTALIK SİBER BÜLTEN RAPORUNA ABONE OLMAK İÇİN FORMU DOLDURUNUZ

[wysija_form id=”2″]