Etiket arşivi: Siber liderler

Teknolojinin Güvenlik Gurusu: Bruce Schneier

Teknoloji ve güvenliğin kesişiminde, engin bilgisi ve birden fazla konuya yayılan ilgisiyle dikkat çeken, Counterpane şirketinin kurucusu, 250.000’in üzerinde kişiye ulaşan bir güvenlik bloggerı, teknoloji güvenliği gurusu, popüler Blowfish şifreleme algoritmasının yanında 14 kitap yazan ve IBM’e ait Resilient şirketinin CTO’su Bruce Schneier tabiri caizse bilgi güvenliği dünyasının Chuck Norris’i. Hatta adına açılmış Bruce Schneier Facts isimli bir sitede, hayranlarının ona atfettiği ‘süper kahraman vari’ özelliklerle karşılaşmak bile mümkün.*

TED KONUŞMASI: SCHNEİER: SANAL TEHDİTLER GERÇEKTEN SANAL MI?

Neden güvenlik sorusu karşısında çok da ilgi çekici bir hikayesi olmadığını savunsa da, Schneier aslında fizik altyapılı ve güvenliğe doğuştan ilgisi olduğunu savunan bir bilim adamı olarak başlamış kariyerine. Başvurduğu diğer tüm güvenlik şirketleri mühendislik diploması olmadığı için onu geri çevirirken, ABD Donanması kriptolog olarak işe girmesine yeşil ışık yakmış. 1990’a kadar devlet için kriptoloji üzerine çalışan Schneier, 1990’da AT&T Bell Labs’ta işe girmiş ancak özel sektörün o dönemdeki daralma dalgasından nasibini alıp, 1991’de işten çıkarılmış. Aynı yıl, güvenlik aşkından yılmayıp 2006’da büyük iletişim şirketlerinden biri olan BT tarafından satın alınacak olan Counterpane isimli şirketi kurmuş.

SİBER LİDERLER SERİSİNİN DİĞER YAZILARINA BURADAN ULAŞABİLİRSİNİZ

Güvenliğe beslediği aşkın, bir şeylerin nasıl çalıştığına duyduğu meraktan ziyade, çalışan şeylerin nasıl bozulabileceğine karşı duyduğu heycandan kaynaklandığı söyleyen Schneier’e göre tüm güvenlik uzmanları bir bakıma suçlu çünkü hepsinin beyni sürekli olarak korunaklı sistemleri alt etme yolları arıyor. Schneier’in ilgisi yalnızca teknoloji güvenliğiyle sınırlı değil, geniş kitlelere ulaşan Schneier on Security isimli blogunda havaalanı güvenliği, terorizm, politika, seçimlerden tutun da doğal afetlere kadar pek çok farklı konu üzerine yazılar yayınlıyor.** Bu yazıların çoğu The Guardian ya da The NY Times gibi prestijli kaynaklarda yayınlanıyor. Kendisini ‘meta insan’ olarak tanımlayan Schneier, güvenlikle ilgili temel bilgilerini teknoloji güvenliği ve insanın kesistiği hemen her konuda genelleme yapmak için kullandığını iddia ediyor. Hatta oldukça mütevazi bir dille, kariyerinin sonsuz genellemeler üzerine kurulduğunu söylüyor.

HACKERLARIN BİLİNMEYEN ÖZELLİKLERİNİ KEŞFEDİN: EFSANE HACKERLAR

Kendi bu anlatım şeklini çok da sevmediğini belirtse de, yarattığı “world-sized web” tabiri (dünya boyutunda web), son yıllarda RSA konferanslarında Nesnelerin İnterneti’nden (IoT) bahsedilirken sıklıkla kullanılan bir terime dönüşmüş.  Schneier bu terimi dağıtık bilgisayarlar, sensörler, kameralar, bulut sistemleri,  mobil cihazlar ve otomatik bilgi işleme ünitelerden oluşan, hayatımızdaki tüm objeleri giderek daha da birbirine bağlayan bir dünyayı tanımlamak için kullanıyor. Elbette bu tabir edilen çok parçalı, çok sistemli ve oldukça karmaşık dünya, Schneier gibi idealist bir adam için büyük güvenlik açıklıkları barındırıyor. Ona göre çözüm, kilit sistemleri birbirine bağlamaktansa, dağıtıklaştırıp, lokalize sistemler yaratmaktan geçiyor. Bunu başarmak için de ilerki dönemde akademisyenlerle devletin daha yakın çalışması gerektiğini savunan guru, devletin eninde sonunda bilgi güvenliği ve siber güvenlik alanlarında daha fazla kontrolü eline alması gerekeceğine inanıyor.

*En beğendiğim iki yorum: “Bruce Schneier knows Alice and Bob’s shared secret” ve “Bruce Schneier is always the man in the middle” oldu. (https://www.schneierfacts.com/ )

** Siteye göz atmak isteyenler için: https://www.schneier.com/

Siber Bülten abone listesine kaydolmak için formu doldurunuz

Chehade’ın ICANN yönetimini bırakmasının esas sebebi ne?

Geçtiğimiz Mayıs ayında ICANN’deki üç iddialı yılın ardından beklenmedik bir şekilde 2016 Mart’ında ayrılacağını açıklayan Fadi Chehade, pek çok tartışmayı da beraberinde getirdi. Bu tartışmanın detaylarına geçmeden önce ICANN ile ilgili bir kaç bilgi paylaşmakta fayda var. ICANN, Türkçe adıyla İnternet Tahsisli Sayılar ve İsimler Kurumu (Internet Corporation for Assigned Names and Numbers) özel sektör, akademi ve sivil grupları bir araya getirerek internetin teknik, idari ve politik yönetimiyle ilgili güncel olduğu kadar geniş bir tartışma ve uzlaşma ortamı yaratmak amacıyla kurulmuş, kar gütmeyen bir kuruluş esasında. İnternet alan adları yönetimi, IP adres alanlarının kime ne şekilde tahsis edileceği, bütün dünyaya hizmet veren 13 kök DNS sunucusunun koordinasyonu gibi merkezi idareye ihtiyaç duyan alanlarda uzmanlaşan ICANN, yapısı gereği global internetin yönetiminden sorumlu. Tam da bu yüzden kendisi de bir dünya vatandaşı olan Chehade’in 2012 yılında ICANN’in CEO’su pozisyonuna getirilmesi, sonrasında ICANN’in kazandığı ivme düşünüldüğünde belki de yönetim kurulunun o yıllarda aldığı en iyi kararlardan biriydi.

NAZLI BOZDEMİR’İN DİĞER YAZILARI İÇİN TIKLAYINIZ

Köklerine bakıldığında Chehade, Mısırlı bir ailenin Lübnan doğumlu, Mısır, Lübnan ve ABD vatandaşı olmasının yanısıra Arapça, İngilizce, Fransızca ve İtalyanca’yı akıcı konuşan oğlu. Ancak Chehade’in 25 yıllık bilişim kariyerinin tohumları Lübnan’dan çok uzakta, 1980 başlarında hala savaş sonrası yaralarını kapatmaya çalışan Lübnan’dan ayrılıp New York Polytechnic Enstitüsü’nde Bilgisayar Mühendisliği lisansına başladığında atılmış. Burayı takiben Stanford Üniversitesi’nde Mühendislik Yönetimi alanında lisansüstü çalışmalara başlayan Chehade’in kariyeri, internet gibi işbirliği gerektiren teknolojiler ve bu teknolojilerin gerçek hayattaki uygulamaları arasındaki çizgide ilerlemiş. Okul sonrası hayatının ilk yıllarında toplamda kuracağı üç şirketten birincisini hayata geçiren Chehade, 36 yaşında ilk defa CEO koltuğuna oturmuş. 2012 yılında sancılı bir dönemden geçen ve oldukça kan kaybetmiş ICANN’in CEO’su olacağının duyurulmasını takip eden süreçte kuruma prestij, görünürlük, para ve işgücü kazandıran Chehade, göreve ilk atandığında duyulan kuşkuları da boşa çıkarmış. Yine bu dönemde özel bir Amerikan şirketi ve ICANN’e bağlı en önemli departman olan IANA’nın (Internet Assigned Numbers Authority) kağıt üzerinde Amerika himayesinden çıkıp, ICANN’in global yönetimine devredilmesine yönelik büyük adımlar atılmış.

İLGİLİ HABER >> RUSYA VE ÇİN SİBER İTTİFAKTA ANLAŞTI ABD TEDİRGİN

Şimdiye kadar anlatılan herşey, başarılarla dolu ve sürekli yükselişte bir kariyer planı çizse de, Chehade’in belki de en büyük başarısı olacak olan IANA devir tesliminin 2016 Eylül ayında tamamlanmasını beklemeden Mart sonu itibariyle görevinden ayrılacağını bir anda açıklaması tüm dengeleri değiştirdi. Üst düzey IANA yetkilileri ve yönetim kurulu üyeleri IANA’nın el değiştirmesinin tek bir lidere mal edilemeyeceği yönünde açıklamalarla çok paydaşlı ICANN ve internet camiasının endişelerini gidermeye çalışsa da, sürecin kamuya ve özel sektöre görünür yüzü olan Chehade’in yaklaşan ayrılığı soru işaretlerini de beraberinde getiriyor. Araştırmam sırasında bu konuda pek çok şeyin yazılıp çizildiğini farketsem de, çoğu yazarın görmezden geldiği ya da görmek istemediği bir sorun farkediliyor: Chehade’in egosu.

Fadi Chehade’in elinde tuttuğu güç ve prestij, ICANN’in global pozisyonu dahilinde değerlendirildiğinde, Chehade siber liderler serisinin teknik, diplomatik ve sivil alana yön verme ehliyetine sahip, en nüfüslu ismi olarak karşımıza çıkıyor. Tam da bu nedenle Chehade’in Edward Snowden’in açığa çıkardığı belgeleri takip eden dönemde şahsi girişimiyle başlattığı ‘yeni bir internet yönetişim organı’ kuralım,  bu yeni yapıyı Amerikan gölgesinden kurtarıp bağımsız yapalım temalı projesinin Amerikan çıkarlarıyla çatışıp alaşağı edilmesi Chehade’in ne karakterine ne de sahip olduğu pozisyonun isterlerine uymuyor. Fadi Chehade hazır olsa da, dünya tam bağımsız bir ICANN’i uzun bir süre daha tecrübe edemeyecek gibi görünüyor.

HAFTALIK SİBER BÜLTEN RAPORUNA ABONE OLMAK İÇİN DOLDURUNUZ

[wysija_form id=”2″]

 

Beden eğitiminden siber güvenliğe bir kariyer hikayesi: John Felker

“[Becoming proactive in cybersecurity] is about the human, that human at the keyboard. We have to understand that human’s capability, their capacity, their motivation. [You must] gather every bit of intelligence you can get – signals intelligence, human intelligence, intelligence related to open-source information.”John Felker, 2015

Yakın zamanda ABD Anayurt Güvenliği Bakanlığı (Homeland Security-DHS) altında çalışan Ulusal Siber Güvenlik ve İletişim Merkezi’ne (National Cybersecurity and Communications Integration Center-NCCIC) operasyonel direktör olarak atanan John Felker, esasında adı bir süredir siber güvenlik ve istihbarat ile birlikte anılan bir güvenlik uzmanı. 30 yılını Amerikan Sahil Güvenliği’nin stratejik siber güvenliğini sağlamaya ve kritik siber istihbarat politikalarını belirlemeye adayan Felker, bu göreve seçilmeden önce Hewlett-Packard ve SCI Danışmanlık gibi üst düzey özel firmalara istihbarat temelli, proaktif siber güvenlik politikaları ve iş stratejileri üreterek yön vermiş.

Siber güvenlik kariyerinde eriştiği noktaya bakarak, Felker’ın eğitimini tahmin etmek neredeyse imkansız çünkü Felker 1978’de mezun olduğu Ithaca Koleji’nde lisansını Beden Eğitimi üzerine tamamlamış. Mezun olduktan sonra çeşitli okullarda beden eğitimi öğretmenliği ve futbol koçluğu yapsa da, kariyerinin yönünü değiştirmeye karar veren Felker, 1983 yılında Sahil Güvenlik’e katılmış. Sahil Güvenlik’teki tecrübelerini takip eden yıllarda da Syracuse Üniversitesi’nde Kamu Yönetimi alanında yüksek lisans yapmış. Orduda harekat subayı olarak başlayan serüveni, komutan yardımcılığına kadar uzanan Felker, hem ABD içinde hem de Avusturalya’daki birliklerde görev almasının yanısıra, pek çok başarıya da imza atmış. Bu başarılar arasında en çok dikkatimi çeken, Sahil Güvenlik Kripto Grubu’nun Komutanı olarak dünya çapında kullanılan Sahil Güvenlik Sinyal İstihbaratı Organizasyonu’nu (SIGINT) kurması oldu. Şaşılmayacak şekilde Felker’ın 2007’deki bu başarısını takiben ivme kazanan kariyeri, 2010 yılında Sahil Güvenlik Siber Komutanlığı’na yüksek komutan yardımcısı olarak atanmasıyla taçlanmış. Bu süre boyunca DHS, USCYBERCOM ve NSA ile yakın temasta çalışma fırsatı bulan Felker, siber güvenlik alanında kalıcı olacağını da ispatlamış.

SİBER LİDERLER DİZİSİNİN DİĞER YAZILARINI OKUMAK İÇİN TIKLAYINIZ

Mühendislik tabanından gelmeyen Felker, bir röportajında siber güvenlik alanında çalışmayı düşünenlere önerileri sorulduğunda, şimdiye kadar incelediğim siber liderlerden oldukça ayrı bir cevap veriyor. Bu alanda çalışan bir sosyal bilimciyseniz, sizin gibi biriyle birebir çalışmamış siber güvenlikçilere size neden ihtiyaç duyulduğunu anlatmanız zor olabilir, hele de üst düzey sosyal siber güvenlikçiler bu konuda hiç bir şey söylemiyorken. Felker, tam da bu konuda farklı bir yaklaşım sunarak, yöneticiler ve siber güvenlik uzmanları arasındaki iletişimin geliştirilmesine ve bu iki birim arasında ‘çevirmenlik’ görevi yapacak insanlara duyulan ihtiyaçtan bahsediyor. Siber güvenlik konusunda neler olur bittiğinin üst düzeydekilere anlayacakları dilde anlatılamamasının politika geliştirirken, karar alırken ve öncelik belirlerken sorunlara yol açtığını vurgulayan Felker, bunun yalnızca konunun sosyal ve teknik isterlerine anlam verebilen kişiler tarafından önlenebileceğini söylüyor. Felker’ın farklı bir bakış açısına sahip olduğu tek konu bununla sınırlı değil. Mevcut sektöre ve devlete yön veren reaktif, yani tepkisel politikalardan uzaklaşılması gerektiğini fırsat buldukça vurgulayan Felker, günümüz tehditleriyle başedebilmek için proaktif, bir diğer deyişle faal bir yaklaşım benimsenmesini öneriyor.

Felker’a göre etkin siber güvenlik yaklaşımının devlet veya organizasyonların her düzeyinde yerleştirilebilmesinin temelinde istihbaratın da, güvenliğin de ana çalışma konusu olan insanın kabiliyetlerini, kapasitesini ve motivasyonunu her yönüyle anlamlandırmak yatıyor. Klavye başındaki o insana dair tüm istihbarat kanallarını seferber etmeden, saldırgan düzeyine inip, o düzeyde dinamik savunma stratejileri üretmeniz imkansız olur demeye getiriyor lafı Felker. Son dönemde ABD’nin istihbarat çalışmaları sıkça gündemi meşgul ederken, İngiltere mahkemesi İngiliz istihbarat merkezi GCHQ’nun NSA ile ortaklaşa yürüttüğü tüm dünyayı etkileyen istihbarat faaliyetlerinin hukuksuz olduğu hükmünü verirken ABD’nin geri adım atmaması, Felker gibi istihbarat-toplama yanlısı yöneticileri ön plana çıkarmasıyla da bir bakıma konuyu ABD nezdinde meşrulaştırıyor.

HAFTALIK SİBER BÜLTEN RAPORUNA ABONE OLMAK İÇİN FORMU DOLDURUNUZ

[wysija_form id=”2″]

NATO’nun İlk Sivil Siber Güvenlik Direktörü: Sven Sakkov

“Cyber is not a new security challenge any more, it is here to stay and it is transforming most facets of our everyday life. It is ubiquitous and all-encompassing.” –Sven Sakkov, 2015

1971 Tartu doğumlu Sven Sakkov, Ağustos ayında Estonya merkezli, NATO akreditasyonuna sahip Siber Savunma Mükemmeliyet Merkezi (CCD COE) direktörlüğü görevini Albay Artur Suzik’ten devralmasıyla isminden bahsettirmeye başladı. Fakat onu ayrıcalıklı kılan yalnızca başarılı kariyeri ve eğitim geçmişi değil, Sakkov aynı zamanda Merkez’in başına getirilen ilk sivil yönetici. Üst düzey bir bürokrat olan Sakkov’un 1995 yılında Estonya Cumhurbaşkanı’nın ulusal güvenlik ve savunma danışmanı olarak başlayan kariyerinde, Estonya’nın Washington büyükelçiliğinde savunma danışmanlığı görevini yürütmesi ve 2008 yılından bu yana da Savunma Bakanlığı bünyesinde savunma politikalarından sorumlu müsteşar olarak görev alması hemen göze çarpıyor. Son görevine atanana kadar NATO ve Avrupa Birliği ile kurulan ilişkiler, uluslararası işbirlikleri ve ulusal savunma politikalarını planlamaktan sorumlu olan Sakkov ile birlikte merkez için yeni, sivil inisiyatifli ve savunma odaklı bir dönem başlayacağı hissediliyor. Estonya gibi Sovyet işgalinde uzun yıllar geçirmiş bir ülkenin Batı kurumları ile kurduğu ilişkilerde kilit rol sahibi olmak bir yandan Sakkov’un Estonya için önemini gösterirken aynı zamanda Avrupa ve Amerikalılar için Merkez’in yeni patronunun yabancı bir isim olmadığı değerlendirmesine yol açıyor.

SİBER LİDERLER DİZİSİNİN DİĞER YAZILARINA ULAŞMAK İÇİN TIKLAYINIZ

Yeni direktörün sivil kariyerinin yanı sıra eğitimi de dikkat çeken bir başka konu. Tartu Üniversitesi’nde Tarih, Amerikan St. Lawrence Üniversitesi’nde Siyaset Bilimi lisansını takiben Cambridge Üniversitesi’nde Uluslararası İlişkiler alanında yüksek lisansını tamamlayan Sakkov, Londra Kraliyet ve NATO  Savunma Kolejlerinde de lisansüstü çalışmalar yürütmüş. Estonya tarafından kendisine layık görülen üstün hizmet madalyaları ve Polonya Ordusu’ndan kazandığı altın madalya ile başarılı bir kariyere sahip olduğunu kanıtlayan Sakkov, tüm bunlara ek olarak Baltık ülkelerinin dış politikaları ve güvenliği üzerine yoğunlaşan Diplomaatia dergisinde hem yazar hem de  denetim kurulu üyesi. Dergideki yazılarında Rusya’nın Avrupa Birliği güvenliğine büyük bir tehdit teşkil ettiğine, NATO’nun olduğu kadar ABD’nin de özellikle Baltık bölgesinde bu tehdide karşı etkisini artırması gerektiğine ve Ukrayna krizi sonrası şekillenen dönemde NATO’nun Rusya ile ilgili tüm ilişkilerini yeniden gözden geçirmesi zorunluluğuna değindiği yazılarında milliyetçi bir üslup kullanmaktan çekinmeyen yeni direktör, en az bir önceki direktör Albay Suzik kadar Kremlin’i rahatsız edeceğinin sinyallerini veriyor.

HAFTALIK SİBER BÜLTEN RAPORUNA ABONE OLMAK İÇİN FORMU DOLDURUNUZ

[wysija_form id=”2″]

Siber savunma ve siber saldırı konularının NATO’nun 5.nci maddesi olarak karşımıza çıkan kolektif savunma prensibi kapsamına girdiğini vurgulayan, kendi uzmanlık alanları da ulusal savunma, diplomasi ve işbirliği olarak öne çıkan Sakkov’un yönetiminde geliştirilecek politikaların, asker yöneticilerin inisiyatifinde geliştirilmiş politikalardan daha farklı ve daha sivil odaklı olacağını düşünüyorum. Kanımca, Sakkov bürokrat olmasının ayrıcalığını, eski direktörün adıyla anılan, mevcut siber simülasyonlar arasında en geniş çaplı olma özelliği taşıyan Locked Shields tatbikatlarının uluslararası diplomasi ve uluslararası hukuk ile uyumluğuna daha fazla önem vererek gösterecek. Merkezin Albay Suzik döneminden farklı olarak, endüstriyle daha yakın bağlar kurması, siber savunma kabiliyetlerini artırmak ve adından daha fazla bahsettirmek adına daha fazla eğitim, çalışma grubu ve egzersiz planlaması da muhtemel.

 

 

Bilişim ve hukuku harmanlayan adam: Tony Scott

“There’s two kinds of CIOs: ones who have been hacked and know it, and those who have been hacked and don’t yet realize it. But the reality is, you’ve been hacked”. –Tony Scott, 201

Hatırlarsanız bundan birkaç ay önce ABD yönetimine bağlı Personel Yönetim İdaresi’ne (OPM) Çin tarafından gerçekleştirildiği düşünülen geniş çaplı bir siber saldırı sonucu, federal kurumlarda çalışmak için başvuruda bulunan milyonlarca kişiye ait hassas bilgiler ele geçirilmişti. Hem ABD içinde, hem de dış medyada geniş yankı bulan bu saldırı sonrası Amerikalılar devletin depoladığı bilgilerin güvenliğini ciddi şekilde sorgularken, federal kurumların siber güvenliğinin sağlanması Beyaz Saray’ın yakın dönemde odaklanacağı en önemli konulardan biri haline geleceğinin sinyallerini verdi.  Sızan bilginin boyutu nedeniyle büyük baskıya maruz kalan OPM direktörü Katherine Archuleta apar topar görevden ayrıldığını açıklarken, olaydan yalnızca 2 ay önce Obama tarafından özel istekle federal Bilişim Daire Başkanı (CIO) olarak atanan Tony Scott’ın misyonu oldukça önem kazanacaktı.

Haftalık Siber Bülten raporuna abone olmak için formu doldurunuz

[wysija_form id=”2″]

35 yılını bilişim sektöründe geçiren, aralarında Microsoft, Walt Disney ve General Motors’un da sayılabileceği iddialı firmalarda CIO, operasyon direktörü (COO) olarak önemli görevler üstlenen Scott, aslında bilişim camiasındaki ününü 2013 yılında CIO olarak göreve başladığı sanallaştırma (virtualization) devi VMware’i buaralar sıkça karşımıza çıkan bulut bilişim konusunda başarıyla ön saflara taşımasına borçlu bir siber lider. Ona devlette ihtiyaç duyulmasını sağlayacak bir başka etken de, San Fransisco Üniversitesi’nde aldığı Bilgi Sistemleri Yönetimi lisans eğitimini takiben Santa Clara Üniversitesi’nde tamamladığı hukuk lisans derecesi (juris doctorate). Siber güvenlik meselesini hem hukuki/sosyal hem de teknik boyutuyla ele alabiliyor olması, Scott’un devlet düzeyinde işleri yürütmek için tercih edilmesini sağlamışa benziyor. Şubat ayında federal CIO olarak işbaşı yaptığında, Obama yönetiminin önümüzdeki dönemde IT başlığı altında ayıracağını belirttiği 84 milyar doları aşkın yüksek bütçenin de kontrolünü devralan Scott’ın öncelikleri arasında siber güvenlik ve e-sağlık hizmetlerini denetlemeye, hem internete erişimi hem de internetin hızını artırmaya yönelik çalışmalar olduğu belirtilmişti.

İLGİLİ HABER >> ABD SİBER BÜTÇESİNİ 14 KAT ARTIRDI

Fakat Nisan ayında patlak veren, 21 milyon kişiyi etkileyen siber saldırıyla tüm odağını kamu servislerinin siber güvenliğini iyileştirme yönüne kaydıran, bu anlamda ilginç bir çalışmaya imza atan Scott, Haziran’da başlattığı ‘30 Günlük Siber Güvenlik Deparı’ (30 Day Cyber Security Sprint) adını verdiği bir hayli kapsamlı çalışmayla federal ve sivil yapılar bünyesindeki tüm birimlerin siber güvenliğini tek tek teftiş ederken, 30 gün sonunda yayınlanacak karnelerde her birimin bu konuda gösterdiği gelişime dair bir notlama yapacağını ve başarılı olan kurumların kamuya açıklanacağını söylemişti. Birimler denetlenirken belirlenen gündemde bilgi güvenliğinin sağlanması, durumsal farkındalığın artırılması, işlemlerin standartlaştırılması ve otomatik hale getirilmesi, siber saldırı savunma kabiliyetlerinin artırılması ve güçlü otorizasyon sistemlerinin geliştirilmesi ön plandaydı. Scott’un Obama’dan aldığı tam destek ve yakın zamanda yaşanan siber saldırının yarattığı baskıyla rutin, göstermelik bir değerlendirme olmaktan uzak olan bu 30 günlük depar sonunda tüm federal ve sivil birimlerin siber güvenlik kabiliyetlerinin %42’den %72’ye çıkarıldığını kaydederken, güçlü şifreler ve şahsi kmlik doğrulama kartlarından oluşan iki aşamalı otorizasyonun, benimsenmesi gereken en ciddi konu olduğu Scott tarafından her fırsatta dile getiriliyor.[1] İlerleyen dönemde Federal/Sivil Siber Güvenlik Stratejisi’ne evrilmesi beklenen bu çalışma, aslında kurumların siber güvenlik meselesine ayırdığı bütçelerin daha detaylı olarak belirlenmesi, kurumları ve kurum çalışanlarını bilginin güvenliği konusunda yasal bir zorunluluğa sokması açısından büyük önem taşıyor. Scott’a maledilebilecek 30 Günlük Siber Güvenlik Deparı fikri özgün olsa da, öne çıkardığı konulara, siber liderler serisine ilk başladığım dönemde hakkında yazdığım Obama’nın siber güvenlik danışmanı Michael Daniel’ın da bir hayli mesai ayırdığı farkediliyor. Daniel’ın üzerinde çalıştığı siber mevzuatın odağında Scott’un sık sık değindiği özel şirketler ve devlet arasındaki bilgi paylaşımını artırma ve tüm kurumları ilgilendirecek güvenlik standartları geliştirme hedefleri yer alıyor. Scott’un çalışmasına belki de doğru yer ve doğru zamanda uygulandığı için bu denli ilgi gösterilirken, Daniel’ın bu alanda geliştirdiği potansiyel vaadeden projelerin (Trusted Identities in Cyberspace, Cybersecurity Capability Model vs. gibi) rafa kaldırıldığı izlenimine kapılmamak elde değil. Bu açıdan bakıldığına, Michael Daniel projelerini yeteri kadar öne çıkarsa milyonları etkileyen bu son saldırı önenebilir miydi sorusu akla gelse de, yaşanan durum bir musibetin bin nasihatten iyi olduğunu kanıtlıyor.

Siber Liderler dizisinin diğer yazılarına ulaşmak için tıklayınız