Etiket arşivi: Kavlak Avukatlık Bürosu

Depremzede çocukların fotoğraf ve videolarını paylaşmak: Kamu menfaati mi yoksa gizlilik ihlali mi?

30 Ekim 2020 tarihinde, Kandilli verilerine göre Ege Denizi açıklarında 6,9 şiddetinde meydana gelen depremde 115 kişi hayatını kaybetti. Depremden günler sonra küçük yaştaki çocukların kurtarılmasına yönelik haberler gerek basında gerekse sosyal medyada büyük bir heyecanla karşılandı. Bir yandan ölü ve yaralı sayısının arttığı, bir yandan da küçük çocukların kurtarılmasıyla ‘mucizelerin’ gerçekleştiği yönündeki haberler de tüm medya organlarda kendine yer buldu. 

Basın kuruluşlarının haberlerinde ve sosyal medya paylaşımlarında ‘çocukların’ bu şekilde kullanılması ise tartışma konusu oldu. Söz konusu çocukların fotoğraf ve videolarının paylaşımlarının artmasıyla birlikte, basın özgürlüğünün sınırlarının aşıldığı konusunda uyarılar yapıldı. Paylaşıma sunulan fotoğraflar ve videoların, gelecekte çocukların karşısına çıkması halinde çocuklarda yaratacağı olumsuz etkilerin göz önünde bulundurulması gerektiği konusunu gündeme getiren İstanbul Barosu ve birçok farklı disiplinden uzmanlar, aynı zamanda yapılan paylaşımların “suç teşkil ettiğini” iddia eden açıklamalar da yayınladılar. 

Söz konusu depremden mağdur olan çocukların haberlerinin yapılmasının, Türkiye’nin de taraf olduğu BM Çocuk Hakları Sözleşmesi’nin ve Anayasa’nın 41. maddesindeki ifadeyle çocuğun üstün yararının ihlal edildiği, kişilik hakkının korunmadığı gibi sonuçları doğurduğu söylendi. 

Kişisel Verilerin Korunması Kanunu (“KVKK”) kapsamında konunun aslını, yapılan paylaşımlara hangi perspektiften yaklaşılması gerektiği, çocuğun üstün yararının ihlal edilip edilmediğini, çocukların, basınla bağlantılı olan unutulma hakkını kullanıp kullanamayacağını ve tüm hukuki süreçleri Kavlak Avukatlık Bürosu’ndan Av. Deniz Mina Küpana ile konuştuk. 

https://siberbulten.com/kvkk/unutulma-hakki-isteyen-vatandas-kvkkya-basvurabilecek/

İFADE ÖZGÜRLÜĞÜNÜN SINIRINI DOĞRU BELİRLEMEK ÖNEMLİ 

Doğal afetler gibi kamunun bilgi sahibi olması gereken durumlar yaşandığında basın vb. kanallarda sıkça gördüğümüz kişilere ait fotoğraf vb. kişisel veriler ile ilgili Av. Deniz Mina Küpana, “Afet, deprem veya kamunun bilgi sahibi olması gereken herhangi bir durum olduğunda, KVKK’nın 28.maddesi kapsamında basın özgürlüğü istisnası devreye girecektir. Buna göre özel hayatı ve kişilik haklarını ihlal etmemek kaydı ile ifade özgürlüğünün kullanılması halinde KVKK’nın hükümleri uygulanmaz. Fakat burada ifade özgürlüğünün sınırı yani haber değeri olan ve kamunun gerçekten de  bilgilendirilmesi gereken halleri iyi belirliyor olmamız gerekir. Özellikle de muhatap bir çocuk ise burada özel hayatın ihlali ve ifade özgürlüğü dengesini çok doğru kurmak daha da önemli hale gelecektir”  

NEREDEN BAKMALIYIZ; ÇOCUĞUN ÜSTÜN YARARI MI KAMU MENFAATİ Mİ? 

Ege Denizi’nde yaşanan deprem dolayısıyla deprem döneminde ve sonrasında basında ve sosyal medyada, özellikle 18 yaş altı mağdur depremzede çocukların fotoğrafları ve videolarının ölçüsüzce paylaşılmasıyla, kamu menfaati ve çocuğun üstün yararı konusundaki dengelerin bozulduğu, bunun kişilik haklarına ihlal oluşturabileceğini söyleyen Küpana, “Depremden sonra toplumun en hassas damarı olan çocukların umut verici kurtuluş fotoğrafları birçok platformda çokça paylaşıldı. Çocuklar konusunda işin rengi değişiyor. İngiltere’de çocukların kişisel verileriyle ilgili daha çok yeni bir Yasa kabul edildi. Bu yasada çocuklar, toplum içerisinde daha fazla dezavantajlı ve daha hassas bir konumda olduklarından gerek çevrimiçi gerekse çevrimdışı ortamlarda nasıl korunacaklarına ilişkin temel yaklaşımlar belirlendi. Bu Regülasyonun getirilişindeki en temel amaç ise bu yaş grubuna yetişkinlerden daha farklı bir muamele yapılması gerekliliği idi. Türkiye’de çocukların mahremiyeti özelinde benzer bir yasal düzenleme var mı sorusu üzerine ise Küpana, Birleşmiş Milletler’in Çocuk Hakları Sözleşmesini hatırlatıyor. “Çocuğun üstün yararı kavramı çok önemli, çocuğun bedensel, fikri ve ahlaki bakımdan en iyi şekilde gelişebilmesi ve böyle bir gelişmenin gerçekleştirilmesi için, çocuğa sosyal, ekonomik ve kültürel koşulların sağlanmış olmasını içeriyor. Bu yüzden de çocuğun üstün yararını göz önüne alırken, onun bedensel, zihinsel, ruhsal, ahlaki ve toplumsal gelişiminin sağlanması amacının gözetilmesi gerekiyor. Paylaşılan fotoğraf ve videolarda önce buraya bakmamız gerekiyor. Yapılan haberlerde kamu menfaati ve çocukların üstün yararı dengesi ne kadar gözetildi? Çocukların özel hayatına saygı duyuldu mu? Çocukların üstün yararını gözetecek, eldeki iki menfaati dengede tutacak bir bakış açısı yakalamamız gerekiyor” dedi. 

UNUTULMA HAKKI DEVREYE GİREBİLİR

Avrupa’da “the right to be forgotten” olarak tanımlanan unutulma hakkı en kısa şekli ile kişinin internet arama sonuçlarında kendisi ile ilgili çıkan haber, fotoğraf, video, bilgi vb. gibi verilerin artık internet arama sonuçlarında olmasını istememe hakkı olarak biliniyor. Söz konusu durumda çocukların “unutulma hakkı”nı talep edip edemeyeceğine yönelik soruyu yanıtlayan Küpana, “Bir de unutulma hakkı konusu var. Bu konu ‘Sosyal Medya Yasası’ ile birlikte gündeme geldi. Unutulma hakkı elbette ‘bunu kaldırın, bunu görmek istemiyorum’ gibi bir şey değil. Kimsenin öğrenmesinde menfaat kalmamış bir kişisel veri internet ortamında varlığını sürdürmesi ile orada kişiyi ayrımcılığa tabi tutuyorsa, kişiyi daha dezavantajlı konuma sokuyorsa, daha da mağduriyet yaşayacağı bir duruma büründürüyorsa verilerinin silinmesini talep etme hakkı kişiye tanınıyor. Önümüzdeki yıllarda mağdur çocukların da böyle bir hak talebiyle gelmesi çok muhtemeldir.  

Siber Bülten abone listesine kaydolmak için formu doldurunuz

https://siberbulten.com/kvkk/sosyal-medya-yasasi-yururluge-girdi-hayatimizda-neler-degisecek/

 

Sağlık ve Veri Mahremiyeti Dengesi: HES Terazisini Nasıl Dengede Tutacağız?

Koronavirüs pandemisinin hayatımıza girmesiyle beraber tüm dünyada ve ülkemizde virüsü kontrol edebilmek ve üstesinden gelebilmek için tedbirler devam ediyor. Bu tedbirlerin bir aracı olarak halihazırda dünyanın çoğu ülkesinde kullanılan takip etme uygulamaları (tracking apps), ülkemizde de HES (Hayat Eve Sığar) uygulamasıyla kullanıma girdi. Avustralya’nın kullandığı COVIDSafe App, Hindistan’ın kullandığı AarogyaSetu, Almanya’nın kullandığı The Corona-Warn-App gibi takip uygulamalarının Türkiye örneği olarak HES, koronavirüsün ülkemizdeki takibi açısından önemli bir yer tutuyor.

HES uygulaması, seyahatlerden iş yerlerine, kamu kuruluşlarından toplu taşıma araçlarına kadar geniş bir yelpazede tedbir amaçlı kullanılıyor. HES uygulamasıyla alınan kod, kontrollü sosyal hayat kapsamında vatandaşların ulaşımdan iş yerlerine kadar zorunlu tutulmuş her alanda ‘koronavirüs’ açısından herhangi bir risk taşıyıp taşımadığının takibine yarıyor.

Dünyanın çoğu ülkesinde olduğu gibi Türkiye’de de zorunlu kılınan bu uygulamalar bir taraftan pandeminin geleceğini etkilerken diğer taraftan da ‘verilerin mahremiyeti’ konusunu tartışmaya açıyor.

Sağlık ve veri mahremiyeti terazisini dengede tutabilmek için nelerin yapılabileceği, Kişisel Verileri Koruma Kanunu’nun ilgili olaylarda hangi maddeleri geçerli saydığı, HES’in uygulanabilirliği, Türkiye’deki vatandaşların ‘veri mahremiyeti kültürü’ olup olmadığını ve tüm hukuki süreçleri Kavlak Avukatlık Bürosu’ndan Av. Deniz Mina Küpana ile konuştuk.

SAĞLIK MI MAHREMİYET Mİ?

HES uygulamasının ve dünyadaki HES gibi zorunlu uygulamaların durumu, veri mahremiyeti ile ilgili soru işaretlerine neden oldu. Türkiye, uygulama ilk kullanıma girdiği andan itibaren tüm verilerin İçişleri Bakanlığı ile paylaşılacağını duyurmuştu. HES ve diğer takip uygulamalarının nasıl bir izleme sistemi oluşturduğu sorusunu yanıtlayan Mina Küpana, “HES uygulaması ve dünyadaki diğer uygulamalar, örneğin gitmiş olduğunuz banka, alışveriş yaptığınız market, yürüdüğünüz yol gibi birçok farklı sisteme entegre edilerek gerçek anlamda bir izleme sistemi oluşturuyor” ifadesini kullandı. 

HES KAPSAMINDA ALINAN ŞEY KİŞİSEL VERİ Mİ?

HES kapsamında hem kişisel verilerinizin hem de özel nitelikli verilerin alındığını söyleyen Küpana “Ailenizden biri koronavirüse yakalandığında sizin de verileriniz alınıyor. Hollanda, Belçika ve İngiltere gibi ülkeler pandeminin başında, yaptığı kamuoyu açıklamalarında gerektiği kadar bilgi alınması konusunda uyarılar yapmıştı. Kişisel Verileri Koruma Kurumu da sürecin başlarında yaptığı açıklamada benzer hususlara değinmiş ve bu süreçte mahremetiyet ihlallerine de mümkün mertebe sebebiyet verilmemesini hatırlatmıştı. Ancak diğer yandan HES kapsamında alınan bir takım kişisel bilgiler de mevcut. Özellikle işyerleri vb. kurumlar nezdinde durum  daha da karmaşık. Kurumlar tedbiren çalışanları, ziyaretçileri vb. kişilere ait bilgileri HES kanalı ile elde ederken bu bilgilerin KVKK kapsamında özel nitelikli veri olarak kabul edilmesi de ayrı soruları doğurmaktadır.  

Özel nitelikli veri ise kişisel veriden ayrı olarak getirilen bir tanım. Örneğin X kişisi sağlık açısından riskli durumdadır dediğimizde bu bir özel nitelikli veri kapsamına giriyor. Özel nitelikli verileri işlemek için de kanunun 6. maddesine dikkat etmek gerekiyor. Nedir bu 6. madde, Kişisel Verileri Koruma Kanunu’nun 6. maddesi ‘Sağlık ve cinsel hayat dışındaki özel nitelikli veriler; ancak kanunlarda öngörülen hallerde kişinin açık rızası olmaksızın işlenebilecektir’ ifadesini kullanıyor. Peki biz şirket olarak HES kodunu alacağız ancak yetkili bir sağlık kuruluşu değiliz, nasıl alacağız dendiğinde ya ‘açık rıza’ ile ya da ‘sır saklama yükümlülüğü altında bulunan kişiler’ ile yapmaları Şirketlere söyleniyor. Bu noktada ise şirket bünyesindeki sıklıkla haftanın belirli günleri olan sağlık görevlileri veya açık rıza haricinde Şirketler için büyük bir belirsizlik meydana geliyor.  

HES KODU ENTEGRASYONU

HES uygulamasının kullanımının yaygınlaştırılması ve belirli sektörlerde zorunlu tutulması hakkında konuşan Küpana, “İçişleri Bakanlığı’nın genelgeleriyle HES kodu için, konaklama gibi sektörlerde uygulama zorunluluğu getirildi. Diğer taraftan işyerleri, restoranlar gibi çalışma alanlarına zorunluluk değil ama uygulanması tavsiye edildi. Son olarak da en az 500 çalışanı olan kamu kuruluşları ve işyerleri için de toplu HES kodu entegrasyonu getirildi. Ancak Kişisel Verileri Koruma Kanunu’nda şöyle bir madde var ‘Sağlık ve cinsel hayata ilişkin veriler ise; ancak kamu sağlığının korunması, koruyucu hekimlik, tıbbî teşhis, tedavi ve bakım hizmetlerinin yürütülmesi, sağlık hizmetleri ile finansmanının planlanması ve yönetimi amacıyla, sır saklama yükümlülüğü altında bulunan kişiler veya yetkili kurum ve kuruluşlar tarafından ilgilinin açık rızası aranmaksızın işlenebilecektir.’ 

Kamu kuruluşları sizden HES kodu isterken pandemi sürecinde kamu sağlığının korunmasını örnek göstererek kendilerini istisna tutuyorlar. Diğer taraftan özel sektörde ise ya çalışanlardan rıza alınması ya da HES kodu almak isteyen şirketteki sır saklama yükümlülüğü altında bulunan kişiler yani o şirketin hekimi veya hemşiresine HES kodlarını toplaması gerekiyor. 

Buradaki uygulama yönteminde şu iki sorun karşımıza çıkıyor, birincisi çalışanlar Covid-19 pozitif olduğunu çeşitli ‘iş ve gelecek’ korkularından ötürü paylaşmaktan imtina edebiliyor. Eğer bu rızaya tabii tutulursa çoğu kişi bunu söylemekten imtina edecek. Özellikle mavi yakalılar düşünüldüğünde ‘işimden olurum’ kaygısıyla bilgilerini paylaşmaya rıza göstermeyen pek çok kişi olacaktır. İkincisi ise şirkette genellikle haftada 2-3 gün görev yapan ilgili şirketin hekimi veya hemşiresine inanılmaz bir yük bindiriyor. İşte bu noktada bu kaygılarla HES kodu almak çok zorlaşıyor. Küpana, “Problem de burada başlıyor. Şirketler rıza vermeyeni nasıl yöneteceğim veya sağlık görevlileri kanalı ile nasıl hareket etmem lazım ikileminde hareket ediyor.  Bu ve çoğaltılabilen örnekler HES’in uygulamasının eksikliklerini gösteriyor.” açıklamasını yaptı. 

NASIL BİR YOL İZLEMEK GEREKİYOR?

Pandemi sürecinde kişisel bilgilerin işlenmesinin devam edeceğini ifade eden Küpana, “Bunun yapılmadığı noktada pandemiyi önlemek zorlaşıyor. Ama bunu nasıl yapacağız noktasında da mahremiyet önemli bir konu başlığı. Mahremiyet ve sağlık arasında nasıl bir denge kurulabilir, buraya odaklanmak gerekiyor. Bu sadece Türkiye özelinde değil, Avrupa’da da böyle işliyor. Sağlık ve mahremiyet arasında bir sıkışmışlık söz konusu. Ancak hepsinin başlangıcı, süreç tasarımının başlangıçtan itibaren mahremiyet odaklı olarak düzenlenmesi, veri ihlallerini engellemeye yönelik yapılması, oluşturulan sistemlerin açıklarının çıkmaması, üçüncü kişilerin verilerine erişimin engellenmesi, bu tartışmaları ortadan kaldırmak için bize bir başlangıç noktası sunabilir” ifadesini kullandı.

Siber Bülten abone listesine kaydolmak için formu doldurunuz

Kurumsal e-postalardaki yazışmalar işten çıkarılmak için delil olabilir mi? 

Geçtiğimiz günlerde Anayasa Mahkemesi (AYM), dijital mahremiyet ile ilgili kritik bir karar verdi. Olayda, bir avukatlık ortaklığında çalışanlar arasındaki uyuşmazlığın çözülmesi için başlatılan iç soruşturmada çalışanının kurumsal e-postalarına erişim sağlandı. İçeriği inceleyen şirket, yazışmaları gerekçe göstererek çalışanının iş akdini feshetti.

İşten çıkartılan kişi özel hayatın korunması hakkı kapsamında kişisel verilerinin korunmasını isteme hakkı ve haberleşme hürriyetinin ihlal edildiği gerekçesiyle konuyu iç hukuk yollarını tükettikten sonra AYM’ye taşıdı. AYM, 14 Ekim’de Resmi Gazete’de yayınlanan kararında başvurucuyu haklı buldu. Mahkeme başvurucunun Anayasanın 20. maddesinde güvence altına alınan kişisel verilerin korunmasını isteme hakkı ve Anayasa’nın 22. maddesinde güvence altına alınan haberleşme hürriyetinin ihlal edildiğine hükmetti. 

YÖNETİM HAKKINDA BİLGİLENDİRME VE ŞEFFAFLIK KRİTİK

AYM’nin veri gizliliğini ve özel hayatın mahremiyetini önceleyen kararının ardından kurumların çalışanlarına sağladığı kurumsal e-posta, araç ve telefon gibi imkanların nasıl kullanıldığının kurum tarafından sorgulanmasında bireysel mahremiyetin sınırlarının nasıl belirleneceğine dair bir tartışma başladı. 

Kararı Siber Bülten için yorumlayan Kavlak Avukatlık Bürosundan Avukat Deniz Mina Küpana, iş hukuku düzenlemelerinin işverene bir yönetim hakkı verdiğini ve çalışana sağlanan imkanları denetleme hakkı bulunduğunu belirttikten sonra uyarıyor: “Tabi ki bunlar mahremiyet gözetilerek yapılmalı.” 

Kurumların çalışanlarına sunduğu iletişim araçlarının yönetim hakkı çerçevesinde denetlenirken iki önemli noktaya dikkat edilmesi gerektiğini belirten Küpana, şeffaflık ve ölçülülüğün altını çiziyor: 

“Kurumların farkında olması gereken bir gerçek var. İş ilişkisi müdahaleyi gerektiriyorsa minimumda ilerlenmeli. Eğer çalışanın özel hayatına daha az müdahale etme imkanı var ise bu yöntemler tercih edilmeli.  En önemlisi müdahaleyi gerçekleştirirken şeffaf olmak gerekiyor. Kişiye öncesinde haber verilmesi ve Kanun’a uygun bilgilendirmenin yapılması çok önemli.”

BİLGİLENDİRMENİN ÖNEMİ: BARBULESCU KARARI

AYM’nin verdiği karara benzer şekilde Avrupa’da da özel hayatın gizliliği ve yönetim hakkı arasında bir denge kurulduğu durumlar mevcut. Bunlardan en bilineni Romanya vatandaşı Bogdan Mihai Barbulescu ile ilgili olan ve Barbulescu kararı olarak da anılan AİHM kararı. 

Karara konu olayda, işyerinde mühendis olarak çalışan Barbulescu’nun işveren tarafından açılan e-posta hesabının  başvurucuya bilgi verilmeksizin denetlenmesi söz konusudur. Bu denetlemeye istinaden iş sözleşmesi feshedilen başvurucu iç hukuk yollarından sonra AİHM’e başvurmuş ve Mahkeme de AİHS 8.maddenin ihlal edildiğine karar vererek önemli bir hususun altını çizmiştir. Buna göre AİHM, yaşadığımız iletişim çağında işverenin yönetim hakkı ile işçinin mahremiyetinin dengesinin iyi kurulmasının önemine dikkat çekerek işçiye yapılacak açık ve anlaşılır bilgilendirmenin önemini vurgulamıştır. 

MAHREMİYET VE YÖNETİM HAKKI DENGESİ

Kurumların çalışanlarına verdiği olanaklar arasında kurumsal e-posta dışında cep telefonu, cep telefonu hattı ve araç da bulunuyor. Küpana, işverenlerin yönetim hakkı kapsamında çalışana sağladıkları bu imkanları denetleme hakkı olduğunu fakat bu noktada makul müdahaleler ile  tüm bu süreçlerin açık ve anlaşılır şirket politikaları ile çalışana sunulması gerektiğini belirtiyor. 

“Konuya iki taraf açısından da bakmak gerekir. Şöyle ki çalışan kendisine işin yapılması maksadı ile sunulan bu ekipmanları iş ile bağlantılı olarak kullanmalı işveren de çalışana tahsis edilen ekipmanlar ile ilgili gözetim hakkını kullanırken makul ve ölçülü hareket etmelidir. Burada en önemli nokta ise iki taraf da uyması gereken usulleri veya yapılabilecek olası müdahaleleri şeffaf bir şekilde karşı tarafa sunmalı ve bunu şirket iç metinleri de destekliyor olmalıdır. ” 

AVRUPA’DAKİ DÜZENLEMELER İLE PARALELLİK BULUNUYOR

AYM’nin kararında uluslararası mahkemeler ve sözleşmelere atıf yapması Türkiye’de kişisel verilerin korunması ve özel hayatın dijital ortamda da gizliliğine saygı duyulması açısından Avrupa’daki düzenlemeler ile paralellik içerisinde olduğunu gösteriyor. 

İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi başta olmak üzere Avrupa Birliği Veri Koruma Tüzüğü, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, Avrupa Konseyi Siber Suç Sözleşmesinin ilgili maddeleri AYM’nin kararına dayanak olarak gösterilen uluslararası hukuk düzenlemeleri olarak göze çarpıyor. Mahkeme kararında AİHM’nin özel hayat kavramının geniş bir şekilde tanımlanmasına dikkat çekti.

Kişisel verilerin korunması ile ilgili çalışmalarıyla bilinen Av. Mina Küpana, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin özel hayatla ilgili düzenlemelerin bulunduğu 8. Maddesine AYM kararında özellikle belirtildiğini hatırlattı. Küpana “8. Maddeye göre çalışanın iş hayatında geçirdiği süre özel hayatını kapsayan bir süreçtir. Bu saatler esnasında da kişinin mahremiyetine saygı duyulmalı. Yönetim hakkından doğan müdahaleler en minimal şekilde yapılmalı. Ancak zorunluysa bir sonraki aşamaya geçilmeli.” ifadelerini kullandı. 

Siber Bülten abone listesine kaydolmak için formu doldurunuz

  

‘Sosyal Medya Yasası’ yürürlüğe girdi, hayatımızda neler değişecek?  

Kamuoyunda ‘Sosyal Medya Yasası’ olarak bilinen ve sosyal medya şirketleri başta olmak üzere teknoloji şirketlerine bir dizi yaptırım ve düzenleme getiren yasanın birçok maddesi bugün itibariyle yürürlüğe giriyor. Temmuz ayında TBMM Genel Kurulunda kabul edilen düzenleme günlük erişimi 1 milyondan fazla olan Facebook, Twitter, Instagram, YouTube, Tiktok gibi yurt dışı kaynaklı sosyal ağ sağlayıcılar ile kullanıcılar arasındaki ilişkiyi düzenlemeyi amaçlıyor.  

Bir yandan ifade hürriyetinin kısıtlanması ve sosyal medyaya sansür uygulanması amacıyla kullanılabileceği için eleştirilen yasal düzenleme diğer taraftan internet kullanıcılarının kişisel başvurularında veya kamu kurumlarının bildirimlerinde yaşanan zorlukların aşılması için sosyal ağ sağlayıcılarla muhataplık ilişkisi kurulmasını sağlayacak. 

SOSYAL AĞ SAĞLAYICI NEDİR? WHATSAPP YASA KAPSAMINDA MI? 

Yeni yasanın getirdiği yeniliklerin başında ‘sosyal ağ sağlayıcı’ kavramı bulunuyor.  5651 sayılı ‘İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi ve Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkında Kanun’ ile hayatımıza giren ‘yer sağlayıcı’ ‘içerik sağlayıcı’ ve ‘erişim sağlayıcı’ gibi kavramlara ek olarak yasada tanımlanan ‘sosyal ağ sağlayıcı’ sosyal etkileşim amacıyla kullanıcıların internet ortamında metin, görüntü, ses, konum gibi verileri oluşturmalarına, görüntülemelerine veya paylaşmalarına imkân sağlayan gerçek veya tüzel kişileri ifade ediyor. 

Yasa teklifinin kamuoyuna sunulmasının ardından tartışılan konulardan bir tanesi, sosyal ağ sağlayıcı kavramının içine Whatsapp gibi mesajlaşma uygulamalarının girip girmeyeceği idi. Konuyu yorumlayan hukukçular WhatsApp’ın bir sosyal mecra değil kişiler arasındaki iletişimi sağlamaya yarayan bir teknoloji olduğundan yasanın kapsamının dışında olduğu görüşünde birleşiyor.  

 TEMSİLCİLİK İLE MUHATAPLIK İLİŞKİSİ KURULACAK 

Yasanın internet kullanıcılarına ne gibi değişiklikler getireceği ile ilgili değerlendirmelerini Siber Bülten ile paylaşan Kavlak Avukatlık Bürosundan Av.Deniz Mina Küpana, yasa ile sosyal medyada kişilik haklarını zedeleyen içeriklerin kaldırılmasının hızlanacağını ve sosyal ağ sağlayıcılar ile hem devlet hem de kullanıcılar arasında bir muhataplık ilişkisi kurulacağını ifade etti.  

“Yasa ile gelen önemli değişikliklerden bir tanesi, günlük erişimi 1 milyondan fazla olan yurt dışı kaynaklı sosyal ağ sağlayıcılarının Türkiye’de en az bir kişiyi temsilci olarak belirlemesinin zorunlu hale gelmesi. Bilgi Teknolojileri Kurumu (BTK) ve adli ve idari makamlar nezdinde bu kişi temsilci olacak. Temsilcilik ile sosyal ağ sağlayıcıların Türkiye’deki mevzuatlara uyumu sağlanacak. Türkiye’deki kanunlara riayet ederek faaliyetlerine devam edecekler.” 

VERİ LOKALİZASYONU GENEL BİR STRATEJİNİN SONUCU 

Yasa ile şirketlere gelen yükümlülüklerden başka bir tanesi de Türkiye’deki kullanıcılardan elde edilen verilerin Türkiye’de tutulması gerekliliği. Yeni yasada sosyal ağ sağlayıcılarının Türkiye’deki kullanıcı verilerini Türkiye’de bulundurmak için “gerekli tedbirleri alacağı” hükmediliyor.  

Deniz Mina Küpana, yasadaki bu hükmü Ankara’nın ‘Türkiye’nin verisi Türkiye’de kalacak’ stratejisi çerçevesinde atılmış bir adım olarak değerlendiriyor. Geçtiğimiz senelerde Kişisel Verileri Koruma Kurumu’nun kurumsal e-posta hizmetinin yabancı bir ülkede bulunan bir sunucu üzerinden verilmesini ‘verilerin yurtdışına aktarılması’ olarak gören kararını hatırlatan Küpana, 2019/12 Sayılı Cumhurbaşkanlığı Bilgi ve İletişim Güvenliği Tedbirleri Genelgesinin de bu kararla aynı çerçevede olduğunu belirtti.  

Cumhurbaşkanlığı genelgesinde güvenliği tehdit edebilecek veya kamu düzeninin bozulmasına yol açabilecek kritik türdeki verilerin, yurt içinde güvenli bir şekilde depolanması şartı getirilmişti. 

UNUTULMA HAKKI TALEBİ ARTIK YASAL 

Kamuoyu tarafından her ne kadar ‘Sosyal Medya Yasası’ olarak anılsa da yeni yasanın arama motorlarını ilgilendiren tarafları da bulunuyor. Bunların başında unutulma hakkı geliyor.  

Unutulma hakkı kişi ve kurumların internette kendi adlarıyla arama yapıldığında derlenen sonuçlar arasında kendileriyle ilgili bilgi, fotoğraf, belge gibi verilere yer verilmemesini isteme hakkı olarak biliniyor.  

Avrupa Birliği (AB) Adalet Divanı’nın verdiği ve ‘Gonzalez kararı’ olarak bilinen karara göre özel hayatın gizliliğini korumak amacıyla Google arama motorunun kişisel arama sonuçlarını silmesi gerekiyor. Dava, evinin açık artırmaya çıkarıldığına dair bir ilanın Google arama sonuçlarında çıkmasıyla gizliliğin ihlal edildiğini savunan İspanyol kullanıcı Mario Costeja Gonzalez tarafından açılmıştı. Google uzun bir hukuki sürecin sonunda kararı kabul etmiş ve unutulma hakkını AB ülkelerinde tanımıştı.  

Deniz Mina Küpana, yasadaki değişiklikle birlikte unutulma hakkının sulh ceza hakimliği nezdinde talep edilebilecek bir hak haline geleceğini belirtti.  5651 no’lu yasanın mevcut halinde içeriklerin erişime engellenmesi hakkının bulunduğunu belirten Küpana, değişiklik ile birlikte erişim engellenmesinin uygulamada yarattığı sorunların da önüne geçilebileceğini ekledi. 

Siber Bülten abone listesine kaydolmak için formu doldurunuz

  

Son kayıt tarihi yaklaşan VERBİS neyi değiştirecek?

Türkiye’de kişisel verileri işleyen tüm şirketleri ilgilendiren VERBİS nedir? VERBİS’e nasıl kayıt yapılır? Son kayıt tarihi ne zaman? VERBİS’e kayıt tarihleri neden sürekli erteleniyor? 

Kişisel Verileri Koruma Kurulu (Kurul) tarafından 2018 yılından bu yana zorunlu hale getirilen VERBİS, kişisel verileri işleyen gerçek ve tüzel kişilerin, veri işlemeye başlamadan önce kaydolmaları gereken bir sicil kayıt sistemi olarak tanımlanabilir. Türkiye’de veri güvenliği açısından önemli bir eşik olarak görülen VERBİS sayesinde, kişisel veri toplayan ve işleyen tüm şirketler, bundan böyle verileri işlemeden önce herkesin erişimine açık bir sisteme yani VERBİS’e envanter girişi yapmak zorunda.  

Yıllık çalışan sayısı 50’den çok veya yıllık mali bilanço toplamı 25 milyon TL’den çok olan şirketler, 30 Eylül 2020 tarihine kadar VERBİS’e kayıt yaptırmak zorundalar. VERBİS’in veri güvenliği açısından sağlayacağı faydaları ve veri işleyen şirketlerin sorumluluklarını Kavlak Avukatlık  Bürosu’ndan Av. Deniz Mina Küpana ile konuştuk. 

“HERKESİN ERİŞİMİNE VE KAMUOYU DENETİMİNE AÇIK” 

VERBİS’in tüm yurttaşların erişimine açık olduğunu söyleyen Küpana, “Gündelik yaşamda karşımıza çıkan pek çok şirket, dijital alanda kişisel verileri kullanarak işlem yapıyor. VERBİS, bu verilerin ne amaçla kullanıldığını ne düzeyde kullanıldığını ve ne tür bir kategorizasyon ile depolandığını alenen denetlememizi sağlıyor. Yani bugün herhangi bir yurttaş VERBİS’in sistemine girerek alışveriş yaptığı bir şirketin, ne tür kişisel bilgileri kayıt altına aldığını görebilir” dedi.  

KÜÇÜK ŞİRKETLERİ DE KAPSIYOR 

Sistemin sadece büyük şirketleri kapsamadığını belirten Küpana, “Bazı şirketler, çalışan kişi sayısı ve yıllık cirosu bakımından küçük olsa da faaliyet gösterdiği alan dolayısıyla kişisel verileri kullanıyor. Örneğin sağlık sektöründe faaliyet gösteren küçük çaplı şirketler, pek çok kişinin sağlık bilgilerini, özel bir takım kişisel bilgilerini depoluyor. KVKK, bu tarz şirketlerin de büyüklüklerine bakmadan kişisel verileri depoladıkları için sisteme kayıt olmaları zorunlu tutuyor” şeklinde konuştu. 

YURTTAŞLAR AÇISINDAN ÖNEMİ 

Sistemin yurttaşlar açısından en önemli avantajının aleniyet olduğunu söyleyen Küpana, “Geçmişte kendi kişisel verilerimizin şirketler tarafından ne düzeyde depolandığını ve kullanıldığını bilmiyorduk. Örneğin siz bir uçak bileti alırken, şirkete verdiğiniz kişisel verilerin kaç yıl depolandığını, siz verdikten sonra aracı firmalara verilip verilmediğini ve bu bilgilerin ne amaçla kullanıldığını bilemezdiniz. Bu sistemle birlikte şirketlerin kişisel verileri ne sürede ve ne için depoladığını görebiliyorsunuz. Bunu görebildiğiniz için de bir başvuru hakkınız doğabiliyor. Geçmişte bu veri elimde olmadığı için böyle bir başvuru hakkım da yoktu” ifadelerini kullandı. 

ŞİRKETLER AÇISINDAN ÖNEMİ 

VERBİS’in şirketler açısından da önemli değişikliklere yol açacağını belirten Küpana, “VERBİS, şirketlerin sahip oldukları bilgileri düzenleme, kontrol etme ve hangi bilginin neden o şirkette yer aldığını bir kurala bağlaması açısından önemli. Bu yolla bir şirket, aslında kendisine bir nevi ‘anayasa’ oluşturmuş oluyor. Yani ‘Ben şu bilgileri şu kadar yıl şu amaçlarla tutarım’ diyebileceği bir kurallar bütününe sahip oluyor. Şu an şirketlerin büyük bölümünde pek çok bilginin ne işe yaradığı, neden orada olduğu ve ne kadar daha orada kalacağına dair bir sistem oturmuş değil. VERBİS sayesinde bu anlamda bir sadeleşme ve kurala bağlanma söz konusu” dedi. 

VERBİS’TE SON KAYIT TARİHİ NEDEN SÜREKLİ ERTELENİYOR? 

Şirketlere son kayıt için verilen sürenin tam üç kez ertelendiğini hatırlatan Küpana, “VERBİS’e kayıt için belirlenen ilk son tarih olarak 2019’un Eylül ayı belirtilmişti. Daha sonra süre Aralık 2019 tarihine ertelendi. Bunu takiben Kurul’un yapmış olduğu bir açıklama ile VERBİS kayıt sürecinin şirketler tarafından doğru anlaşılamaması sebebi ile sürenin 2020’nin 6. ayına ertelendiği duyuruldu. Sonrasında ise pandemi nedeniyle Eylül ayı sonuna ertelendi. Bu ayın sonuna kadar kişisel verileri depolayan ve işleyen tüm kuruluşlar sicil kaydını yapıp envanter girişini tamamlamak zorunda. Fakat ertelemenin kaynağındaki sorun da tam olarak bu. Yani şirketler buna bir türlü hazır olamadı. Kurul tarafından yapılan incelemelerde şirketlerin sisteme henüz hazır olmadığı ve usulüne uygun envanter giremediği belirtilmişti. Bu nedenle Kurul da artık VERBİS’in anlaşılmasını ve gerekli şekillerde envanter girişi yapılmasını bekliyor” ifadelerini kullandı.  

VERBİS’TE SİCİL KAYDI NASIL YAPILIR? 

Yurt içi ve yurt dışında yerleşik veri sorumluları için son kayıt tarihi 30 Eylül olan VERBİS sistemine kayıt olmak için öncelikle Kişisel Verileri Koruma Kurulu’nun internet sitesine girmeniz gerekiyor. Ardından ana sayfada bulunan VERBİS başlığına tıklamanız ve çıkan formda ilgili alanları doldurarak kaydınız tamamlamanız gerekiyor. Kaydolan şirketin belirlediği irtibat kişisine sistem tarafından gönderilen kullanıcı adı ve şifresiyle sisteme giriş yapılabilecek. Sisteme girilen veriler istenildiği zaman düzeltilebilecek. 

Siber Bülten abone listesine kaydolmak için formu doldurunuz