Etiket arşivi: içerik moderatörlüğü

İçerik moderasyonu aşırı sağ söylemlere karşı ne kadar etkili?

İçerik moderasyonu aşırı sağ söylemlere karşı ne kadar etkili?İstenmeyen aktörlerin platformlardan kaldırılması anlamına gelen içerik moderasyonu, YouTube gibi sosyal medya platformlarında yaygınlaşmış durumda.

Ana akım internet platformları “uygunsuz” olduğu düşünülen içerikleri ve kanalları platformdan kaldırma yoluna giderken bu uygulamanın aşırı söylemlerin ya da uygunsuz içeriklerin etkisini azaltmada ne kadar etkili olduğu konusu henüz bilinmiyor. 

“Deplatforming” de denilen içerik moderatörlüğüne ilişkin yapılmış araştırma sayısı henüz yeterli bir sayıya ulaşmış değil. Ulusal Tayvan Üniversitesi’nden Adrian Rauchfleisch ile Harvard Üniversitesi’nden Jonas Kaiser konuya ilişkin “Aşırı Sağın Platformlardan Kaldırılması- YouTube ve BitChute Üzerine Bir Analiz” başlıklı bir araştırma gerçekleştirdi. Araştırma sonuçlarının yayımlandığı 15 Haziran 2021 tarihli makalede deplatforming uygulamasının platformdan kaldırılan içerikler ve kanallar üzerindeki etkilerine dair bulgular yer alıyor.  

YOUTUBE’DAN İÇERİK KALDIRMA AŞIRI SAĞ SÖYLEME KARŞI  ETKİLİ

Çalışmada, içerik moderasyonunun aşırı sağ söyleme sahip kanallar üzerindeki etkisi ölçülmeye çalışıldı. Bunu yapmak için iki veri kümesi analiz edilerek 2018- 2019 yılları arasında 11 bin 198 YouTube kanalının hangilerinin kaldırıldığı ve hangi nedenle kaldırıldığı kontrol edildi. Daha sonra platformdan kaldırılan aşırı sağ kanalların alternatif video platformu Bitchute’da kendilerine yeni bir yer bulup bulmadığı araştırıldı.

Analiz, içerik moderasyonunun dezenformasyon ve aşırı sağ söylemlerine erişimini en aza indirmede etkili olduğunu gösterirken bu tür içeriğe izin verecek alternatif platformların YouTube’dan kaldırılmış olmanın olumsuz etkisini hafifletemediğini ortaya koydu. 

POLİTİK KANALLAR EN ÇOK AŞIRI SAĞ SÖYLEM NEDENİYLE PLATFORMDAN KALDIRILIYOR

Çalışma genel olarak aşırı sağ söyleme sahip içerik oluşturucuların başarısının YouTube platformuna güçlü bir şekilde bağlı olduğunu gösteriyor. 11 binden fazla kanalın analiz edildiği çalışmada politik kanalların en çok aşırı sağ söylemler nedeniyle kaldırıldığını, müzik kanallarının ise en çok “kimliğini gizleme” nedeniyle kaldırılma ihtimalinin olduğunu ortaya koyuyor. Bu durum, YouTube’un platformdan çıkarma nedenlerinin keyfi olmadığını, sezgisel bir mantığı takip ettiğinin kanıtı. İkinci olarak platformdan kaldırılan aşırı sağ kanalların BitChute üzerinde YouTube’da olduğu kadar etkili olamadığı sonucu çıktı.

Analiz edilen tüm kanallara ilişkin olarak ise şu sonuç ortaya çıkmış: YouTube, bu kanallara Bitchute’dan daha fazla görüntüleme ve etkileşim sağlıyor. Üçüncü olarak ise platformdan atılan en büyük üç kanal üzerinde gerçekleştirilen analizin sonuçları dikkat çekici. Buna göre YouTube tarafından platformdan kaldırıldıktan sonra BitChute içindeki görüntüleme sayılarını bir miktar da olsa artırabilecekleri görülüyor.

Amerikalı radyo programı sunucusu ve aşırı sağcı komplo teorisyeni olarak bilinen Alex Jones bu kısa vadeli artışı Bitchute’da da sürdürse de görüntüleme sayısı Youtube’daki görüntüleme sayısıyla karşılaştırılamayacak seviyede. 

DİĞER PLATFORMLAR YOUTUBE KADAR ETKİLİ DEĞİL

Bu anlamda içerik moderasyonu, aşırı sağ söylemlerini en aza indirmede oldukça etkili bir araç olarak dikkati çekiyor. Öte yandan bu tür içeriğe izin verecek alternatif platformlar, YouTube’dan atılmanın olumsuz etkisini tam olarak hafifletemiyor.

Alex Jones’un YouTube’da 2,4 milyondan fazla abonesi varken, Jones’un sahip olduğu ve aşırı sağ komplolarının yer aldığı haber sitesi Infowar’ın Haziran 2021’deki Bitchute varlığı yaklaşık 125 bin abonede kalmış. Bu, platformdan kaldırılan aşırı sağ aktörlerin “genişleme gücünü ” kaybettiğinin bir kanıtı. Öte yandan YouTube’un içerik oluşturucular için katma değerinin yalnızca teknik altyapısından değil, ayda 2 milyar aktif kullanıcısı olmasından kaynaklandığını gösteriyor.  

Ayrıca, YouTube’un aşırı sağ söylemler ve dezenformasyona karşı koyma politikasındaki değişiklikle birlikte 2018 ve 2019 yılları arasında aşırı sağ kanalların kaldırılma nedeni ile ilgili net bir bağlantı görülebiliyor. Siyasi kanallar, en çok aşırı sağ söylemler nedeniyle kaldırılma riski ile karşı karşıya.

Çalışmadan daha genel manada, ana akım sosyal medya platformlarının ABD’de aşırı sağcılar için önemli bir işlev gördüğünü ve yalnızca alternatif platformlara dayanan kanal yaratıcılarının daha küçük topluluklarla sınırlı olduğunu ve dolayısıyla daha az erişime sahip olduğunu ve daha az etkiye sahip olduğu sonucu çıkıyor. 

Birçok aşırı sağ kanalı Anti-Semitik, ırkçı ve / veya kadın düşmanı içeriğe sahip ve bu nedenle doğal olarak platformun hizmet şartlarıyla çelişmekte. Öte yandan platformdan kaldırma uygulamasının potansiyel olarak bu kaldırılan platformların daha fazla radikalleşmeye ittiği gerçeği değişmiyor. 

YOUTUBE’UN PLATFORMDAN KALDIRMA POLİTİKASI SANSÜR MÜ?

Bununla birlikte, araştırmanın ortaya koyduğu bulgular, deplatforming ve sansüre ilişkin genel sorunun varlığını zayıflatmıyor. Deplatforming’in istenmeyen sesleri kısmasının etkileri ve etikliği tartışmaya açık bir konu. Özel platformların ağa bağlı kamusal alan üzerinde bu güce sahip olup olmaması gerektiği sorusu ister istemez akıllara geliyor.

Makaleyi kaleme alanlar “Ne yazık ki, bu soruya iyi bir cevabımız yok.” diyor. Platformdan kaldırmanın platformdan kaldırılanlar üzerindeki etkisine ve daha geniş anlamda ABD’deki aşırı sağcılar için ana akım ve alternatif platformların rolüne katkıda bulunmayı amaçlayan çalışma önemli sonuçlar ortaya koysa da bu alanda daha fazla araştırmaya ihtiyaç duyulduğu kesin. Zira bu uygulamadan hem diğer siyasi toplulukların nasıl etkilendiğini hem de alternatif platformların deplatformingi nasıl tamponlayabildiğini ve son olarak deplatformingin daha aşırı bir söyleme katkıda bulunup bulunmadığını anlamak gerekiyor.

Öte yandan bu çalışmada esas olarak sadece Youtube’daki ABD aşırı sağına odaklanılmış. Makaleyi bizzat kaleme alanların görüşü gelecekteki çalışmaların aşırı sağın yanı sıra platformdan kaldırılan diğer siyasi kanalları da masaya yatırılması ve kapsamlarını ABD dışında genişletilmesi gerektiği yönünde.

Çalışmayı gerçekleştirenlerin dile getirdiği bir başka husus da bu çalışmanın YouTube’un her bir kanal için platformdan kaldırma gerekçelerinin geçerliliğine dair herhangi bir yorum getirmediği. İkiliye göre, nitel araştırmalar bu konuya ışık tutabilir ve YouTube’un nedenlerinin meşru veya abartılı olup olmadığını açıklamaya yardımcı olabilir. 

Dezenformasyonun önlenmesinde içerik moderatörlüğü nerede duruyor?

Son birkaç yıla damgasını vuran KOVID-19 salgını ve ABD’deki seçimler, dezenformasyonun çevrimiçi ortamda ne kadar hızlı yayılabildiğini ortaya koydu.

Bu süreçte içerik moderatörlüğü de büyük önem kazandı. Peki içerik moderatörlüğü dezenformasyonun yayılmasını tek başına önleyebilir mi? İçerik moderatörlüğü gerektiği gibi düzenlenmezse yanlışın yanında doğru bilgileri de kaldırma tehlikesine yol açabilir mi? Bu yeni trend, dijital otoriterlik konusunda hangi noktada duruyor? Wired.com’dan Evelyn Douek bu soruların cevabını ele alan bir makale kaleme aldı. 

Sakıncalı içerikleri denetlemekle görevli olan içerik moderatörlüğü tüm dünyayı sarmış durumda ve hiçbir platform, kullanıcı tarafından oluşturulan içeriğin denetlenmesi yönündeki taleplerden muaf değil. İçerik moderatörlüğü yeni bir şey değil, ancak küresel bir salgın ve ABD’deki 2020 seçimleri bu durumu epeyce hızlandırdı. 

Douek’e göre Facebook ve Twitter gibi platformların internet kullanıcılarının kendi kendilerini yöneteceklerine dair inançları sonucunda yaşananlar herkesin malumu ve şimdi bunun neticesinde yaşananları düzeltmeye çalışsa da eski günlere asla geri dönmeyeceklerin bilincindeler. Ancak, sorunu içeriği internetten kaldırarak çözme girişimi, karmaşık konulara basit ve etkisiz bir yaklaşım olarak göze çarpıyor.

İnternet önemli bir kavşakta duruyor ve bu noktada seçtiğimiz yol hakkında kafa yormamız gerekiyor. Daha fazla içerik moderasyonu “daha iyi bir moderasyon” anlamına gelmiyor.

Pandemiye ilişkin dezenformasyon konusunu ele alacak olursak, küresel acil durum karşısında platformların hızlı hareket etmeleri beklenen bir şey. Bu beklenti ile platformlar COVID-19 hakkındaki dezenformasyona sert bir şekilde müdahale edebildi. Bu tepkilerin sadece tıbbi alanda değil, tüm dezenformasyonlar için verilmesi yönünde çağrılar da gecikmedi üstelik. Başlangıçta, platformlar COVID-19 dezenformasyonunun farklı bir konu olduğunda ısrar etti. Bundan kaynaklanabilecek olası zararın çok daha yüksek olacağını  savundular. Ayrıca, kendilerine neyin doğru neyin yanlış olduğunu söyleyebilecek çok net bir kaynakları vardı: Dünya Sağlık Örgütü.

Ancak bu da uzun sürmedi. Platformlar, insanların söyleyebilecekleri şeyler üzerinde giderek daha fazla baskı kurmaya devam etti. ABD’deki 2020 seçimleri sırasında yasaklama girişimlerini artırdılar. Holokost inkarcılarını, QAnon’a inananları ve nihayetinde Amerika Birleşik Devletleri Başkanını platformlarından çıkardılar.

İÇERİK MODERATÖRLÜĞÜNÜN BERABERİNDE GETİRDİĞİ HASAR GÖZ ARDI EDİLİYOR

Sosyal medya platformlarında sakıncalı içerikleri denetlemekle sorumlu olan içerik moderatörleri çığ gibi büyüyor ve beraberinde getirdiği hasar da çok sık göz ardı ediliyor. İşin ilginç tarafı baskıdan yana olanlar için tüm bunlar bile yeterli değil. Platformların daha iyi performans göstermesi ve daha fazla içeriğin kaldırılması yönünde çağrılar yükselmeye devam ediyor. Şu anda dünyada sosyal medyayı o veya bu şekilde denetlemeye yönelik hamle yapmayan tek bir ülke yok. Daha geçen hafta, Avrupa Birliği, “çevrimiçi dezenformasyonun yarattığı tehditler hızla arttığı” ve devam eden dezenformasyon salgını “insanların hayatını tehlikeye attığı ” için daha güçlü kuralların gerekli olduğunu ileri sürerek dezenformasyona ilişkin düzenlemelerini güçlendirdi.  ABD’li senatörler hala platformlara belirli profilleri kapatması çağrısında bulunuyor. Platformlar, dezenformasyonun yayılmasını sınırlamayı amaçlayan yeni kurallar yayınlamaya devam ediyor.

Şirketler, içeriği bulmak ve kaldırmak için giderek daha fazla teknoloji geliştirdikçe, bunları kullanmaları gerektiği yönünde bir beklenti oluşuyor. 

Dünyanın dört bir yanındaki otoriter ve baskıcı hükümetler, liberal demokrasilerin kendi sansürlerini haklı çıkarma söylemlerine vurgu yaptılar. Bu açıkça aldatıcı bir karşılaştırma idi. Hindistan hükümetinin yaptığı gibi, hükümetin bir halk sağlığı acil durumunu ele alma biçimine yönelik eleştirileri engellemek, konuşma özgürlüğüne açık bir hakaret. Ama platformlara yönelik ‘bunu kaldırın’ ‘bunu kaldırmayın’ şeklinde bir baskı da kendi içinde bir gerginliğe sebep olmakta. Şimdiye kadar, Batı hükümetleri bu sorunu çözmeyi reddetti. Dijital otoriterliğin küresel yükselişinde kendilerini savunmak için platformları büyük ölçüde yalnız bıraktılar. Platformlar kaybetmeye devam ediyor. Douek, hükümetlerin sınırları dışındaki birçok kullanıcının haklarını savunmak istiyorsa hem platformların düzenlenmesi hem de konuşma özgürlüğü hakkında konuşması gerektiğini düşünüyor.

GERÇEKTEN DEĞERLİ OLAN FİKİRLERİN KALDIRILMASI RİSKİ VAR

İçerik moderasyonu hiçbir zaman mükemmel olmayacağından, kurallar uygulanırken hatanın hangi tarafında yer alıp almayacağı sorusunun sorulması gerekmekte.  Daha katı kurallar ve daha ağır uygulama, yanlış sonuçlar doğuracaktır. Bir başka deyişle gerçekten değerli olan fikirler de kaldırılmış olacaktır. Bu sorun, içeriğin kaldırılmasında otomatik moderasyona olan bağımlılığın artmasıyla daha da kötüleşmektedir: Bu araçlar kaba ve yanlış sonuç veriyor.

Daha fazla içeriğin kaldırılması söylendiğinde, algoritmalar bunun hakkında iki kez düşünmez. Örneğin, bağlamı değerlendiremezler veya şiddeti yücelten içerik ile insan hakları ihlallerine işaret eden bilgiler arasındaki farkı ayırt edemezler. Bu tür bir yaklaşımın bedeli, son dönemde yaşanan Filistin–İsrail çatışması sırasında net bir şekilde ortaya çıktı. Facebook’un Filistinlilerden gelen ve Filistinliler hakkında yapılan önemli içerikleri defalarca kaldırdı.  Bu tek örnek değil. Bu hataların halihazırda marjinalleşmiş ve savunmasız olan topluluklara orantısız bir şekilde zarar verme eğiliminde olduğunu biliyoruz.

Dezenformasyonun farkına var: Özgürlüğünü yalana karşı koru!

Son olarak, içeriğin kaldırılmasının, ilk etapta içeriğin oluşturulmasına yol açan temel sosyal ve politik sorunları ele almadığı her geçen gün daha net hale geliyor. QAnon, büyük platformlar tarafından büyük ölçüde yasaklanmış olmasına rağmen şaşırtıcı derecede popüler olmaya devam ediyor. “Birşeyleri basitçe silmek” içeriği kaldırır, ancak nedenini ortadan kaldırmaz. Toplumu daha mutlu ve daha sağlıklı bir bilgi ortamına yönlendirebileceğimizi bilmek ya da son birkaç yılın en kötü sosyal dejenerasyonlarının daha fazla mesajın kaldırılması halinde önlenebileceğini düşünmek işin kolayına kaçmak. Ancak sosyal ve politik sorunları çözmek, birkaç satır daha iyi koddan yararlanmaktan çok daha zor bir iş olacaktır. 

PEKİ NE YAPMAK GEREKİYOR?

Twitter artık insanları bir postu retweetlemeden önce okumaya ya da rahatsız edici olabilecek bir cevabı yeniden düşünmeye itiyor.  Kullanıcılara yayınlarındaki rahatsız edici yorumları toplu olarak silmek gibi kendi deneyimlerinden sorumlu olma fırsatı vermek gerçek bir koruma sağlayabilir. İnsanların içeriği bir seferde kaç kez iletebileceğine dair kısıtlamalar koymak, viral içeriğin yayılmasını önemli ölçüde azaltabilir. Platformlar, toksik içerikle etkileşimde bulunan hesapları kapatabilir, ancak bu Ayarlamalar bile tekleme yapabilir. Bu önlemlerin hiçbiri Silikon Vadisi’nin veya başka birinin bir yazının doğru olup olmadığını belirlemek ve bunu geri kalanımıza dikte etmesini gerektirmez.

Acil içerik moderatörlüğü durumunun kötülükten çok iyilik yapması ve belli başlı hataların olabileceğini kabullenmek de mümkün tabi.  Ancak, pandemi sırasında meydana gelen her şey gibi, bu durum da körü körüne kabul edilmemeli.