Vahit Güntay tarafından yazılmış tüm yazılar

2008 yılında Gazi Üniversitesi, Uluslararası İlişkiler Bölümü'nden mezun oldu. 2009 yılından bu yana Karadeniz Teknik Üniversitesi, Uluslararası İlişkiler Bölümü'nde araştırma görevlisi olarak görev yapmaktadır. Doktora çalışmasına da yine Karadeniz Teknik Üniversitesi, Uluslararası İlişkiler Anabilim Dalı'nda siber güvenlik ile ilgili yazdığı tezle devam etmektedir. Yurtiçi ve yurtdışında siber güvenlik ile ilgili birçok farklı çalışmaya ve projeye de katkı sağlamıştır.

Güç dengesi yaklaşımıyla siber ittifaklar mümkün mü?

Savaşlar arasında bir ayrım yapmak ne kadar mümkündür? Eğer bir ayrım yapılacaksa anlamlı olup olmadığını anlamak için farklı savaşların farklı sonuçları ve etkileri olup olmadığını da deneysel olarak incelememiz gerekecektir. Özellikle günümüz çalışmalarına baktığımızda birçok araştırmacının da bu konuda zorlandığını ve teorik olarak, tipolojik anlamda[1] bir sınıflandırmadan kaçındığını görmekteyiz. Bunun en önemli sebeplerinden birisi de özellikle küresel anlamda savaşlar ile devletler-arası savaşların niteliğinin baş döndürücü şekilde değişmesidir.

Küresel savaşlar kamu harcamalarında ve vergi yükünde uzun vadeli artışlara yol açmaktadır ve konvansiyonel, nükleer caydırıcılık oluşturma adına atılan adımlar salt askeri amaçlar gözetildiği zaman ciddi bir ekonomik güce ihtiyaç duymaktadır. Bu düzlemde bakıldığı zaman daha az maliyetli ve daha etkili silahlara, ortak çıkarların uzun vadeli sonuçlar doğurabileceği ittifak arayışlarına ihtiyaç duyulmaktadır. Bu durumun getirmiş olduğu yaklaşım ve kaygılar yakın geçmişte siber savaşları ve terörizmi karşımıza çıkarmıştır.

VAHİT GÜNTAY’IN DİĞER MAKALELERİNE ULAŞMAK İÇİN TIKLAYIN

İşte tam bu noktada siber savaşın daha kavramsal bir zemine oturtulduğu ve küresel anlamdaki etkisinin çok daha uygun taktiksel niteliklerle sonuç doğurduğu bir ortam ufukta belirmeye başlamıştır. Gücün yoğunlaştığı nokta ise doğal olarak siber mücadelenin yaşandığı kaotik bir ortamla daha karmaşık bir hal almaktadır. Güç dengesi[2] ve güç üstünlüğü gibi modeller arasındaki mantıksal çelişkiler bu durumu ispatlar niteliktedir. Özellikle devletlerin güç elde etme konusunda başarı sağlaması, bunun baskın hale getirilmesi anlamında saldırgan bir niteliğe de bürünmektedir.[3] ABD’nin siber gücün elde edilmesi konusundaki başarısı ve ABD Siber Savunma Komutanlığı’nın çok yönlü düzlemdeki atakları bu konuda tipik bir örnektir. Bu komutanlığın Amerika’daki askeri ve sivil ağları saldırılara karşı koruması ve kendi siber saldırı stratejilerini geliştirerek farklı ülkelerdeki grup ya da gruplarla işbirliği içinde çalışması, ittifak oluşturması bu durumun önemli örneklerindendir. ABD içerisinde siber bir ordu haline gelen bu komutanlığın 2020 başlarına kadar 135 farklı ekip içinde yaklaşık 7 bin kişilik askeri ve sivil teknik personele ulaşması beklenmektedir ve güç dengesi açısından farklı ülkeleri birbirlerine yakınlaştıracaktır.

Savaş mantığı içinde devletlerin özellikle baskın bu tip güçlere karşı oluşturacakları siber ittifaklar eğer çıkarların çarpıştığı noktada kesişirse, siber terörizm dediğimiz olgu siber savaşla birlikte yeni bir sorunsalı ortaya çıkaracaktır. Dengeyi sürdürmek için birbirine yakınlaşacak devletler veya gruplar gücün nispeten dağınık ve ittifakların esnek olduğu yapılanmada uluslararası sistem içerisinde kendine yer bulmaya çalışacaktır. Herhangi bir devletin atmış olduğu bir adıma karşı farklı devletlerin benzer yapılanmalara gitmesi ve askeri, taktiksel unsurlarla karşı karşıya gelmeleri, ittifak sistemleri içinde yakınlaşmaları beraberinde getirecektir. Görünmeyen siber saldırılar caydırıcılık oluşturma adına, saldıran aktörlerin itiraflarıyla gövde gösterisine dönüşecektir.

Güç dengesi yaklaşımıyla oluşacak kutuplaşmalarda tıpkı konvansiyonel unsurların görsel şova dönüştüğü zamanlarda, siber saldırı kapasitelerine ve unsurlarına da vurgu yapılacaktır. Caydırıcı olma ve etkili olabilme adına ise kurulan siber ordulara karşı güç dengesinin gözetilmesi kaçınılmaz durmaktadır. Güç dengesinin, zorlayıcı tehditler ile kolay bir zafer elde etmenin çekiciliğini ortadan kaldıracağı düşünülebilir. Özellikle yakın gelecekte siber bir güç haline gelecek ve siber savaş kavramını tüm unsurlarıyla hissettirecek bir aktör tam anlamıyla bu başlık altında konuşulmaya başlanacaktır; diğer taraftan tek başına güç dengesinin veya göreli eşitliğin, taraflardan birinin diğerine saldırmasını önleyeceğine dair rasyonel bir gerekçe de yoktur. Güç dengesi bu mantık altında, siber mücadele açısından kolay bir zafer olmayacağı anlamına gelmektedir ve insan doğasındaki savaş ve saldırı güdüsü güç üstünlüğünü oluşturma adına siber mücadeleyi de yakın dönemde baskın hale getirecektir. Savaş tipolojileri içerisinde davranışsal yaklaşım, zaman ve mekandan bağımsız olarak savaşı açıklamaya çalışırken günümüzdeki siber saldırıları ve savaşları ne derece tahmin etti bilinmez ama teorik olarak böyle bir gelişmenin ciddi bir arenayı karşımıza çıkardığını, en azından hissettiğini tespit etmek, buraya not edilmesi gereken unsurlardan birisidir.

 

[1] Vurgulanan tipoloji kavramı savaş tipolojileri açısından farklı yaklaşımlara işaret etmektedir. Savaşların sınıflandırılması açısından yapılan çalışmaların çerçevesi yakın geçmişe dayanmaktadır ve konunun çalışılmasında ciddi felsefi tartışmalar da yer almaktadır.

[2] Güç dengesi olarak belirtilen kavram dünya politikasındaki güç mücadelesini süreklilik boyutuyla ele alır. Siber mücadeleye ilişkin uluslararası sistemin geldiği boyut özellikle süreklilik açısından bu durumla örtüşmektedir. Tehdit olgusu siber saldırılarla birlikte, bu tür kavramlar açısından çalışmaları daha da net şekillendirecektir.

[3] Uluslararası ilişkiler çalışmaları açısından devletlerin güç mücadelesi içerisinde temel aktör olarak ele alınması olağandır. Fakat devlet-dışı aktörlerin de siber saldırılar açısından mağdur olduğu noktalar vardır. Bu aktörlerin nasıl tasnifleneceği ve siber mücadele açısından nasıl bir gruplandırma oluşturacağı başlı başına bir tartışma konusudur. Farklı şirketlerin ve illegal oluşumların da iç içe girdiği siber alan, mücadelenin boyutunu ve karmaşıklığını gözler önüne sermektedir.

HAFTALIK SİBER BÜLTEN RAPORUNA ABONE OLMAK İÇİN FORMU DOLDURUN

[wysija_form id=”2″]

“Beşinci savaş ortamının” hukuku olur mu?

“Savaş” kavramının algısal düzeyi, tarih boyunca fiziki unsurların çarpışması olarak karşımıza çıkmıştır. Artık kara, deniz, hava ve uzay ortamının yanında siber uzayda yapılan savaşlar dikkat çekici boyutlarda ele alınıyor ve etkilediği yön siyasi, kültürel ve ekonomik unsurlarla da daha çetin bir hal alıyor. Beşinci bir savaş ortamı olarak görülen bu düzey uluslararası güvenlik alanındaki çalışmalara da yeni bir konsept eklemektedir.

Uluslararası ilişkiler cephesinde ise “Jus Ad Bellum”, belirli bir durumda belirli bir nedenle savaşa başvurmanın gerekli olup olmadığını sorgulamaktadır. Bu kavramsal ilkeyle beraber savaşın haklılığına ilişkin parametreler ele alınırken, geçmişten günümüze tartışılan “Haklı Savaş (Just War)” gibi kavramlar yasal ve askeri nitelikteki unsurlara, pratikteki boyuta atıflar yapmamızı sağlıyor. Hal böyle olunca savaşanların hukuku veya hukuksal durumu gibi tartışma başlıkları egemenlerin çarpıştığı uluslararası alanda beşinci savaş ortamı olan siber savaşların da bir hukuku olur mu ya da olmalı mı gibi soruları karşımıza çıkarıyor.

VAHİT GÜNTAY’IN DİĞER YAZILARINA ULAŞMAK İÇİN TIKLAYIN

Özellikle uluslararası anlamda, hukuksal olarak siber alana ilişkin temel sorunlardan bir tanesi bu beşinci boyut içindeki yargılama yetkisi sorunudur. Devletler özelinde sahip olunan yetkisel özellikler ve gücün baskınlaştırılmaya çalışıldığı ortam, yasa dışı gruplarla işbirliğini de karşımıza çıkarmaktadır ve hukuksal olarak ele alınabilecek boyut kısır bir döngüye dönüşebilmektedir. En temel sorunların başında yargısal anlamda devletlerin ya da diğer uluslararası aktörlerin suçun aidiyeti anlamında taraf gösterilmesiyle beraber yaşanılan belirsizlik gelmektedir. Beşinci savaş ortamına dönüşen siber uzay alanının küresel yapısı hakkında şu husus net bir şekilde söylenmelidir ki, silahlar dünyanın herhangi bir ucundan diğer ucuna saldırı ve suç işleme boyutunda doğrultulabilmektedir ve anlık olarak gerçekleşmektedir. Harekat boyutunun anlık etki doğurması ve hatta daha sonrasında bu boyutun yönüne ilişkin belki de izlerinin kalmaması hukuksal olarak ispatı zor duruma dönüştürmektedir. Hukuksal bir sonuç doğuracaksa da müeyyide kısmında sorunlar başgösterecektir.

Diğer önemli hususlardan birisi de suç oluşturabilecek, uluslararası arenada devletleri zora sokacak gelişmelerin sorun teşkil ettiği noktada, failin ve mağdurun farklı sınırlarda bulunması sorunudur. Hatta bilindiği gibi siber alandaki savaşın boyutu küresel bir alana etki edebilir, hukuksal durumu tüm dünyayı etkileyebilir ve trajikomiktir ki mağdur tüm küresel alan olabilmektedir. Hukuk kime, nereye göre ve nasıl işletilecektir. Uluslararası arenada savaş boyutu olarak ele alınan siber savaşlar ile ilgili gelişmelerde failler nerede nasıl gözaltında tutulacak ve hangi normlarla yargılanacaktır. Bu türden ilginç sorular alanın geleceği ve kapsayıcılığı açısından ortak bir bütün oluşturmayı ve kararların uygulanabilmesi açısından fiziki unsurların devreye sokulmasını da gerekli kılabilecektir.

Temel olarak bakacak olursak; siber suçların mücadelesi hususundaki temel sorunların başında siber uzay diye bahsettiğimiz alanın bir sınırının olmaması gelmektedir. Uluslararası hukukun temelinde yatan sorunlardan birisi zaten güven ve samimiyet ikilemi iken bir de böyle bir sınırsızlığın mevcut olması bu duruma ilişkin karamsarlığı ikiye katlamaktadır. Siber savaşlara ilişkin hukuksal sorunsalda, siber saldırı unsurlarının klasik konvansiyonel savaşlara destek olarak uygulanabilmesi ve klasik anlamda savaş suçlarına ilişkin gelişmelerin boyutunu arttırabilecek nitelikte olması, daha büyük bir problematik çerçeveyi karşımıza çıkarmaktadır. Özellikle uluslararası aktörler arasındaki güç mücadelesinde kritik altyapılara ilişkin saldırılar ve dengelerin değiştirilmesine yönelik adımlar da hukuksal anlamda tartışmalı alanın çerçevesini genişletmektedir.

HAFTALIK SİBER BÜLTEN RAPORUNA ABONE OLMAK İÇİN FORMU DOLDURUNUZ

[wysija_form id=”2″]

Tırmanma (Escalation) sorununun artık yeni bir düzlemi var: Siber çağ

Uluslararası ilişkilerde halihazırda “Atom Çağı” için bahsedilen ve stratejik bir terim olarak var olan tırmanma (escalation) atom silahlarının ve türevlerinin, sahip olduğu kapasitenin önüne geçilemediği ve hızlanmasının önünde bir engelin olmadığı durumu ifade etmektedir. Çeşitli kaynaklarda karşı tarafın hareketlerinin izlenerek askeri imkanların hesaplı bir şekilde arttırılması, cepheye sevkiyatın fazlalaştırılması, savaş durumunda yer alan ülke sayısının artması ve savaşın yayılması gibi durumları ifade etmek için de tam olarak bu kavram karşımıza sık sık çıkmaktadır.

Uluslararası politika çalılşmalarında tırmanma kavramı bir politika ve gidişat çeşidi olarak; tırmanma politikası (escalation policy) olarak da yer edinmiştir ve sınırlı bir çatışmanın giderek yoğunlaşması durumunda topyekün bir bir savaşın ortaya çıkışında dizginleyici bir durumu ifade etmek için de ele alınmaktadır. İfade edilen bu durum alt yoğunluktaki mücadelelerde farklı seviyelerdeki tırmanma durumlarında uzlaşmaya varılabilmektedir.

VAHİT GÜNTAY’IN DİĞER YAZILARINA ULAŞMAK İÇİN TIKLAYIN

Tırmanmanın tam olarak 21. yüzyıldaki düzlemi siber çağ olarak adlandıracağımız siber mücadelenin yaşanmaya başladığı yeni dönemdir ve devletler özelinde farklı birimlerin, orduların, nitelikli insanlara ihtiyaç duyulmasının ve istihbaratın bu yöne kaymasının başka bir izahı da yoktur. “Cyberdeterrence and Cyberwar” adlı eserinde, sahip olduğu yoğunluğa göre gücün baskınlığını ortaya koymaya çalışan Martin Libicki; “Siber Etkiyi” diplomatik ve ekonomik yaptırım gücünden daha da üst sıralara yerleştirirken, nükleer etki ve konvansiyonel etkinin yanında önemli bir tırmanma politikası unsuru olduğunu gözler önüne sermiştir.

Farklı birçok çalışmada da işaret edilen ve artık teorik bir boyutu da olan siber güvenlik, uluslararası ilişkiler içindeki çalışma alanında, tırmanma politikasının ve kavramının bizzat güncel boyutu haline gelmiştir. Bunun en önemli göstergesi, pratik olarak devletlerin de artık bir caydırma mekanizması olarak kullandığı siber güvenliğe ilişkin söylemler ve atılan adımlardır. Çin Halk Cumhuriyeti 2011 yılında “Mavi Ordu” isimli siber savaş biriminin varlığını açıklarken vermek istediği mesaj savaş ve çekişme alanına ilişkindi. ABD yine siber yapılanmalar yerine siber ordular oluşturduğunu ve bu konuda sağlam duracağını defalarca vurguladı. USCYBERCOM, National Security Agency, Department of Homeland Security, Federal Bureau of Investigation gibi kurumlar tırmanmanın kurumsal nitelikte ve pratik boyuttaki önemli merkezleridir. Rusya’nın yakın dönemde yürüttüğü politikalar ve sahip olduğu kapasite tırmanma politikaları içinde önemli bir durağı oluşturmaktadır. Yine halihazırda Rusya Federal Güvenlik Servisi önemli birimlerden biridir pratikteki bir gerçekliği oluşturmaktadır. Tırmanmanın diğer önemli aktörlerinden biri olan İngiltere yine siber güvenlik alanında bütçesiyle de bu boyutun önemli bir unsurudur ve Office of Cyber Security and Information Assurance ve Cyber Security Operations Center gibi kurumlar pratikteki güçlü örneklerdir. Bu ve benzeri yapılanmalar, ülkelerin söylemleri ve atılan adımlar adına tırmanma kavramının yeni bir çağda gerçekleştiğinin en önemli ispatlarıdır.

Tırmanma ve caydırma kavramlarının kesiştiği uluslararası ilişkiler çalışmaları içerisindeki siber güvenlik aktörlerin sahip oldukları saldırı kapasiteleri ve saldırılarla da evrimini sürdürmektedir. Bu konuyla ilgili en güzel tespitlerden birisi de ABD’de uzun yıllar siber güvenlik alanında önemli görevler almış Richard Clark’tan geliyor ve “Cyber War: The Next Threat to National Security and What to do About It?” adlı eserinde bu durumu şu şekilde ifade ediyor:

“…Bu ortamda ‘tırmanma baskınlığı’ dediğimiz kavram da önem kazanmaktadır. Bu stratejide, taraflardan biri şunu söyler: ‘Biz artık daha sonra büyüme olasılığı olan küçük çapta çarpışmalarla ilgilenmiyoruz. Savaşacaksak, büyük çapta savaşalım, zarar çok olsun.’ Bu tehdidi savurduktan sonra da, savaşı tamamen ve hemen durdurmazsa, karşı tarafa büyük ölçüde zarar verileceği mesajı iletilir.”

HAFTALIK SİBER BÜLTEN RAPORUNA ABONE OLMAK İÇİN FORMU DOLDURUNUZ

[wysija_form id=”2″]

Siber Dengesizlik mi yoksa Güç Asimetrisi mi?

Uzay boşluğunun görünmeyen dalgaları arasındaki mücadelede makro savaş teorileri açısından bakacak olursak, güç sahibi olmak isteyen her aktörün en azından yeterli gücün(!) sahibi olunması açısından siber araçları da kullandığı bir gerçektir. Bu gerçekliğin savaş ve mücadele arzusunu daha da arttırdığı ya da dengeyi oluşturduğu yaklaşımları ise tartışma konusudur. Güç dengesi açısından devletlerin ittifaklarını sağlamlaştırması kimi teorisyenlere göre barışın bir yoludur. Yayılma ve baskı kurma ile ilgili durum böylece engellenecektir görüşü de diyebiliriz başka bir ifadeyle.

VAHİT GÜNTAY’IN DİĞER YAZILARINA ULAŞMAK İÇİN TIKLAYIN

Teorik olarak farklı ittifakların birbirini dengelediği zamanlarda barış sürecinin ya da durağanlığın yaşandığı zamanlarla ilgili de örnekler verebiliriz. 1648 Westphalia Barışı ve Fransız İhtilali’nin 1800 yılların başında neden olduğu savaşlar arasındaki dönemde, yine 1815-1914 arası I. Dünya Savaşı sürecine kadar geçen dönemde kısmi bir durağanlıktan söz edebiliriz. Dengeler bozulduğunda savaşlar şiddetlenmiştir.

Peki bu dengeler arasındaki durumu yakın zaman açısından yorumlarsak ve siber mücadeleyi de işin içine dahil edersek durağanlık ve denge nasıl sağlanacaktır ya da sağlanması mümkündür. Asimetrik şartlar altında savaşın daha da muhtemel olduğu farklı örneklerle daha da somutlaşabilir. Siber mücadele açısından karşımıza çıkan durum güç dengesinin temel parametrelerinden çıkartılıp, güç hiyerarşisi kavramıyla açıklanabilir. Uluslararası alanda diğer aktörler açısından da aynı tespit geçerlidir. Gücün siber açıdan asimetrik oluşu, bu aktörleri hiyerarşik bir sıraya yerleştirmektedir.

Tarihi örnekler içinde güç hiyerarşisi geçiş dönemleri bazında bozulmaktadır ve savaşın sonucunda nisbi güç ortaya çıktığında barış gelmektedir. Peki siber mücadelede ve asimetrisinde bu gerçekleşebilecek midir? Eğer gerçekleşmeyecekse neden “Siber Savaş” kavramı kullanılmaktadır? Ya da bu savaş sonsuza kadar mı sürecektir? Bu gibi sorular kavramsal açıdan da tehlike doğurmaktadır çünkü savaş kavramının ifade ettiği durum bellidir ve daha önce bir çok uzman tarafından açıklanmaya çalışılmıştır. O zaman bilinen “Güç Asimetrisi” yerini siber anlamda tam da bu kavramla bütünleşen bir boşluğa bırakmaktadır.

Benzeri soruları siber dengesizlik açıdan savaşın bir sonucu olan barışın nasıl geleceği, ya da gelmesinin muhtemelliği üzerinde yoğunlaştırmak daha da gerçekçi olabilecektir. Yani siber mücadele açısından bir savaşın var olduğu hususu ve ardından hiçbir siber aracın kullanılmadan böyle bir mücadelenin son bulacağı yaklaşımından bahsetmek mümkün olabilecek midir? Savaşın doğal bir sonucudur barış göreceli de olsa. O zaman beyinlerdeki savaş algısı siber dengesizlik açıdan bir “imaj” ya da “algı” mıdır?

Devlet destekli siber saldırıların “Siber Savaş” olarak okunması güç asimetrisi açısından bizleri yanılgıya düşürebilecektir. Siber Savaş Komutanlıklarının kurulması siber dengesizlik açısından savaş ve hiyerarşi boyutunu elbette oluşturacaktır; fakat cephe, taraf, ittifak gibi kavramları manipüle edecektir. Siber mücadelenin yaşandığı mücadele alanında görünen o ki denge kısa vadede imkansız görünmektedir. Savaş ise hala bu dengesizlik içerisinde asimetrik açıdan siber mücadeleyi açıklayacak net bir kavram değildir.

HAFTALIK SİBER BÜLTEN RAPORUNA ABONE OLMAK İÇİN FORMU DOLDURUNUZ

[wysija_form id=”2″]

Hobbes’un Leviathan’ı karanlıkların otoritesindeki siber uzay mı olacak?

Politzer “Felsefenin Temel İlkeleri” adlı eserinde felsefe ile ilgili şöyle bir tanım yapıyor:

“Felsefe çok kez şöyle görünür: gerçeklikle ilgisi olmayan bir fikir oyunu; birkaç bilgicin ayrıcalığında olan karanlık bir oyun; ve alınteriyle yaşayan insanlara pek de yararı olmayan herhalde tehlikeli bir oyun.”

Ve de devam ediyor:

“…Bütün bu düşünceler, son tahlilde, bir dünya anlayışından, bir felsefeden doğuyor: Toplum dokunulmazdır, onu olduğu gibi kabul etmek gerekir yani ya sömürüye katlanacaksın, ya da toplum içinde dirseklerinle ite ite kendine ufak bir yer açacaksın.”

Dünyada toplumların ve devletlerin iç içe geçmişliği düşünülürse, fikir oyununun artık sadece kağıt üzerinde ve askeri stratejilerle yapılmadığı ortada. Diğer taraftan bireylerin artık dikkate bile alınmadığı bir sofrada, toplumlar ve siber uzayın başat aktörleri devletler. Devletler ya kendine ite ite siber uzayda bir yer edinecek ya da uzun vadede tamamiyle yok olacaklar. Sanal gerçeklik içindeki mücadele ise diğer taraftan artık devletlerin mücadele alanını oluşturan siber uzayda gerçekleşecek. Siber uzayda olmak ya da olmamak.

Teknolojik altyapıların ve bilginin yönettiği dünyadaki mücadele artık bu aleme çoktan kaymış durumda. Sürekli gündemde olan siber saldırılar, istihbarat operasyonları ve bu ortamda birbirini yok etme gibi mücadele çerçevesi aslında Hobbes’un Leviathanı’na da ciddi göndermeler yapmakta.

Bu noktada Hobbes’tan yıllar önce Leviathan adlı eserindeki en can alıcı tespit şöyle geliyor:

“…Tek karar verici sürekli olmalıdır. İnsanların bütün hayatları boyunca sürmesini arzu ettikleri güvenlik için, bir çarpışma veya bir savaşta olduğu gibi, belirli bir süreyle tek bir karar verici tarafından sevk ve idare edilmeleri yeterli değildir. Çünkü, ortak bir düşmana karşı birleşmiş gayretleriyle zafere ulaşsalar bile; daha sonra, ortak bir düşmanları olmadığı veya bazılarınca düşman kabul edilen birisi başka bazılarınca dost sayıldığı vakit, farklı çıkarları nedeniyle dağılacaklar ve kendi aralarında savaş edeceklerdir.”

Savaşma ve mücadele arzusu konvansiyonel boyutlardan nükleer boyutları aştı. Hatta bu boyut an itibariyle dolup taşmıştır. Siber boyuttaki mücadele Hobbes’un vurguladığı ve mücadele alanı içerisindeki değişen çıkar mücadelesi alanının önemli bir kısmını oluşturur hale gelmiştir. Hal böyle olunca artık karar vericiler çok ayaklı bir hale gelmiştir. Siber uzayda devletler, uluslararası kuruluşlar ve çıkar grupları nasıl ve niçin, nerede birliktelik içindeler kestirilmesi imkansız bir hal aldı. Hal böyle olunca çıkar çatışmalarının şiddeti, siber saldırıların yönü ve teknolojik gelişmelerin boyutu barutun ateşli silahlara çevrilmesi gibi en özelde bireyleri tehdit eden bir şekilde gelişti. Tehdit ve caydırma bir yana, Hobbes’un yıllar önce yine vurguladığı gibi Leviathan içinde insan canını hedef alan bir noktaya doğru da evrimini sürdürmektedir.

Elbette savaş hep var olmuştur ve var olacaktır da. Hegel savaşın toplum açısından olumlu yönlerinden birinin de devletin iç bütünlüğünü sağlamada önemli bir olgu düşünür. Yeni Leviathan olma kapasitesindeki siber uzayda da iç bütünlük ve çıkarlar anlamında savaşlar devam edecektir. Fakat Hobbes’un bu konudaki akıl sahibi olmayan yaratıkların haksızlık ile zarar arasındaki ayrımın yapılmadan ihtiraslar uğruna bilgeliğin yönlendirdiği bir Leviathan’ın hep bir savaş ve mücadele alanını tetikleyeceği yönündeki tespiti mücadele alanının ve araçlarının değişim halinde olacağını gözler önüne sermektedir ve tespitinin haklılığını ortaya koymaktadır.

İnsanların emrine sunulan siber uzaydaki araçlar tıpkı geçmişte yine insanoğluna sunulan araçlar gibi güzel kapıları araladığı kadar savaşları, kayıpları da beraberinde getirecektir. İnsanın doğasında var olan mücadelede hukuk yetersiz kalacak, siber uzayın bilinmezliğinde yaşanılan mücadelede kimi devletler yok olmaya mahkum olacaktır…