Uğur Ermiş tarafından yazılmış tüm yazılar

Uğur Ermiş, 2012 yılından beri Uludağ Üniversitesi İ.İ.B.F. Uluslararası İlişkiler Bölümü Siyasi Tarih Anabilim dalında Araştırma Görevlisi olarak çalışmaktadır. “Nükleer Caydırıcılık Olgusunun Siber Caydırıcılık Kavramı ile Karşılaştırmalı Analizi” başlığıyla yaptığı yüksek lisans tez çalışmasını 2015 yılında savunmuştur. Uludağ Üniversitesi'nde doktora eğitimine devam etmektedir. Kritik altyapıların siber güvenliği ve siber caydırıcılık kavramları konusunda yayımlanmış makaleleri bulunmaktadır.

Siber Uzayda Güçlü Olmak

Uluslararası ilişkiler teorisyenleri 20. Yüzyılın başından itibaren gücün ne olduğunu, ne kadar gücün yeterli olduğu, güç edinmenin amacını sorgulamışlardır. Özellikle realistler güç üzerinde çalışmalar yaparken, klasik realistler devletlerin temel amacının güç edinmek olduğunu iddia etmiş, neorealistler ise gücü güvenliği sağlamanın aracı olarak görmüşlerdir. Literatürde gücün hesaplanmasına yönelik matematiksel formülleri de içeren birçok çalışma olmasına rağmen üzerinde mutabakat sağlanan bir tanım bulunmamaktadır. Buna karşın güce ilişkin verilen tanımların ortaklaştığı noktalar üzerinden, gücün bir başka aktör üzerindeki etki kapasitesi olduğu söylenebilir.

Ortaya konulan tanımdan da anlaşılacağı üzere güç mutlak değil görelidir. Bir aktör diğer bir aktör karşısında güçlüyken farklı bir aktörle kıyaslandığında güçsüz olabilir. Güç, 20. Yüzyılın büyük bir kısmında sadece askeri güç (hard power) olarak kabul edilirken, Joseph Nye’ın kavramsallaştırması sonrasında askeri gücün yanında yumuşak gücün (soft power) varlığı da kabul edilmiştir. 21. Yüzyılda ise askeri güç ile yumuşak gücün ortak kullanılmasıyla ortak çıkan smart power (henüz kavramın Türkçesi üzerinde mutabakat bulunmamaktadır) güç türleri arasındaki yerini almıştır.

Gücün tanımlanması ve hesaplanmasındaki problemlere rağmen dört boyutta (kara, hava, deniz, uzay) gelişen pratikler ve tarihsel referanslar bu alanlarda karşı karşıya gelen aktörler arasında kıyaslama yapmayı kolaylaştırmaktadır. İnsanın yaratıcısı olduğu beşinci boyut olarak kabul edilen siber uzayda ise güç ve güçlü olmak çok daha zor belirlenebilir hale gelmiştir. Bu durumun en temel sebebi siber uzayın doğasının ortaya çıkardığı çelişkili yapıdır. Bu yapı diğer dört boyutun aksine bu alanda üretimde bulunanı ve alanı yoğun olarak kullananı aynı zamanda saldırıya en açık hale getirmektedir. Kara boyutu ile siber uzayı karşılaştırmalı olarak örneklendirmemiz gerekirse, kara araçları (tank, zpt [zırhlı piyade taşıyıcı], zma [zırhlı muharebe aracı]) üreten bir devlet, ürettiği her bir araçla saldırı kabiliyeti kadar savunma kabiliyetini de kuvvetlendirirken, siber uzayın yoğun olarak kullanan (ağlanmış), yazılım üreten, bu yazılımları üçüncü ülkelere ihraç eden bir devlet her ne kadar saldırı kabiliyetini geliştirse de ağlanmışlığın getirdiği kullanım yoğunluğu nedeniyle savunmasını da kırılgan hale getirmektedir. Bu durumun en büyük nedeni diğer dört boyutta geliştirilen saldırı kapasitesi ile rakibin saldırı kapasitesini ortadan kaldırmak mümkünken, siber uzayda bunun çok mümkün olmamasıdır. Kritik altyapıların mekanik sistemlerle kontrol edildiği, ağlanmışlığın oldukça az olduğu bir devlete yapılacak bir siber saldırı hiçbir anlam ifade etmeyebilir. Bu duruma karşın klasik boyutlu güm mantığıyla zayıf olarak tanımlanan bir devlet konvansiyonel silahlara yapacağı yatırımdan çok daha az bir bütçeyle ve yetişmiş insan gücüyle siber silah geliştirip ağlanmış bir devlete çok pahalıya mal olacak saldırılar düzenleyebilir. İronik olarak saldırıya uğrayan devlet, ödemek zorunda kalacağı bedele karşın saldırının faili olan devletin kim olduğunu hiçbir zaman tespit edemeyebilir.

Askeri gücün aksine yumuşak güç açısından bakıldığında ise ağlanmış devletler ve yazılım üreten devletler diğer devletler üzerinde en fazla etkiye sahip olanlardır. Bu devletlerde üretilen sosyal ağlar, video paylaşım platformlarının, siber uzayda ortaya çıkardığı etkileşim diğer toplumları ve dolayısıyla devletleri etkilemektedir. 2010 yılında başlayan ve Ortadoğu’da büyük değişimlere yolan açan Arap Baharı üzerindeki sosyal medyanın etkisi düşünüldüğünde siber uzayın yumuşak güç olarak etkisi çok daha net olarak anlaşılmaktadır. Bu devletlerde devrilen iktidarların siber uzayı tüm engelleme çabalarına rağmen, çeşitli yöntemlerle (Twitter’ın SMS ile Twit atılmasını sağlaması) siber uzaya ulaşım sağlanmıştır.

Yukarıda genel ve soyut olarak incelenen örneklerde askeri güç ve yumuşak gücün siber uzayla ilişkisi göstermektedir ki siber uzayda ağlanan devletlerin askeri anlamda savunulması zor hale gelmektedir. Buna karşın bu devletlerin yumuşak güçleri ise artmaktadır. Siber uzayda bir bütün olarak güçlü olmanın yegane yolu ise smart power’ı oluşturabilecek şekilde yapılanmaktır. Bu sebeple devletler aşırı ağlanmaktan maliyet etkinliğine rağmen çekinmeli ya da acil durumlarda siber uzaydan bağımsız olarak devletin işlevselliğini sağlayacak ikincil yapılara sahip olmalıdır. Fakat tüm risklere rağmen toplumu dijital bilgi üreticisi haline getirerek çok değerli olan yumuşak güç kapasiteside geliştirilmelidir.

Saldırganın Geri Dönüşü: 1. Dünya Savaşı’ndan Siber Uzaya

Uğur ERMİŞ*

18. asrın son çeyreğinde başlayan ve 19. Asrın ilk yarısına kadar büyük biçimde üretim ilişkilerini değiştiren Sanayi Devrimi’nin askeri ürünleri I. Dünya Savaşı’nda kendini göstermiştir. Dikenli tel, seri atış yapabilen makinalı tüfekler, beton ve çeliğin II. Dünya Savaşı’ndaki kadar olmasa da kullanımı saldırganın üstün konumuna son vermiştir.

Daha somut bir biçimde belirtmek gerekirse, I. Dünya Savaşı’nda Alman İmparatorluğu, Bismarck’ın iki cepheli savaş korkusunu yaşamamak için Schlieffen Planı çerçevesinde Belçika üzerinden Fransa’ya saldırmıştır. Bilindiği üzere zırhlı birliklerin olmadığı bir dünyanın Blitzkrieg’i olarak hazırlanan Schlieffen Planı 1913’te ölen eski Alman Genelkurmay Başkanı Alfred von Schlieffen tarafından hazırlanmıştır. Plana göre büyük bir kara imparatorluğu olan, Rusya, seferberliğini tamamlamadan Fransa savaş dışı bırakılacak ve Alman İmparatorluğu iki cepheli savaş tehdidi altında kalmadan yüzünü rahatça doğuya dönebilecekti. Yapılan plan kâğıt üzerinde kusursuz görünse de 24 saatte ele geçirilmesi planlanan Liege’in ancak 12 günde düşürülmesi makinalı tüfeklerin, mayınların, hendeklerin ve dikenleri tellerin dünyasında eski planların işlevsiz olduğunu savaşın ilk günlerinde göstermiştir. Bu ilk örneğin ardından savaş boyunca Çanakkale Cephesi’nden, Batı Avrupa’daki Somme ve Verdun Cephelerine kadar birçok noktada savunmacının teknolojiyle birleşen imkânları sayesinde muharebe bazen aylarca bazen de yıllarca kilitlenmiştir. En net ifadesi ile saldırganın imkânları ve insan gücü hendekler, dikenli teller ve hendeklerin arkasındaki askerlerin kullandığı makinalı tüfekler karşısında erimiştir.

Savunmacının bu üstünlüğü ilk defa 6 Ağustos 1945’te Hiroşima’da kullanılan atom bombasıyla teknik olarak sona ermiştir. SSCB’nin 1949’da atom bombası üretmesi ve nükleer misilleme tehdidi atom bombasının saldırı amacıyla üstünlüğünü ortadan kaldırırken, caydırıcılığın sağlanmasındaki önemini daha da arttırmıştır. Bu açıdan bakıldığında bir devletin başka bir devlet üzerinde nükleer silah kullanma ihtimali her geçen gün azalırken, nükleer silah sahibi olan devletlerin saldırıya uğrama ihtimalide buna paralel olarak azalmıştır. Teknik açıdan saldırı amaçlı olan nükleer silahlar, stratejik açıdan savunma için değerini Soğuk Savaş boyunca kanıtlamıştır. Günümüzde dahi nükleer silah sahibi Kuzey Kore’nin tüm revizyonist politikalarına karşı ambargodan daha fazlasıyla karşı karşıya kalmamasının en büyük sebeplerinden biri, hiç şüphesiz sahip olduğu nükleer güçtür.

1990’lı yıllar boyunca hızla kullanım alanı artan ve önem kazanan siber uzayda ise saldırgan güç yaklaşık yüz yıl önce kaybettiği bu üstünlüğü geri kazanmıştır. Özellikle internetin güvenlik kaygısı taşımayan mimarisi, anonimlik, isnat ve tespitte yaşanan güçlük, saldırı ve savunma arasındaki maliyet farkları, saldırganın vereceği zarar karşısında ödeyeceği bedelin göreli azlığı, siber uzayı saldırgan güç için çok avantajlı bir alan haline getirmiştir. Günümüzde devletlerin kritik altyapılarını ağlar üzerinden yönettiği düşünüldüğünde bu altyapılara düzenlenecek siber saldırılar çok ağır sonuçlara yol açabilmektedir. Örneğin İran nükleer tesislerine yapılan STUXNET saldırısıyla, yüzlerce santrifüj devre dışı bırakılmış ve İran nükleer programının 2 yıl geriye döndüğü iddia edilmiştir. Estonya’ya yapılan siber saldırıyla yaklaşık bir ay boyunca bu ülkede hayat büyük ölçüde sekteye uğratılmıştır. Her iki saldırı sonrasında saldırıya uğrayan devletler diğer devletleri suçlayan açıklamalarda bulundularsa da suçlamalar kanıtlamamış ve suçlanan devletler için herhangi bir yaptırım söz konusu olmamıştır.

Buraya kadar belirttiklerimizden de anlaşıldığı üzere siber uzayın kullanımı sayesinde yaklaşık bir asır sonra savunmacıdan, saldırgan güce yeniden geçen üstünlük, nükleer ve konvansiyonel güç üzerinden ayrımı yapılan büyük-küçük devlet farkının her geçen gün azalmasına neden olmaktadır. Bu fark nedeniyle Soğuk Savaş sonrasında kutupların önemini yitirdiği ve nihayetinde kutupsuzlaşmaya giden dünyada siber uzay üzerinden gerçekleşen saldırılar hiç şüphesiz artacaktır.

* Araştırma Görevlisi, Uludağ Üniversitesi, Uluslararası İlişkiler Bölümü, Siyasi Tarih  ABD