Uğur Ermiş tarafından yazılmış tüm yazılar

Uğur Ermiş, 2012 yılından beri Uludağ Üniversitesi İ.İ.B.F. Uluslararası İlişkiler Bölümü Siyasi Tarih Anabilim dalında Araştırma Görevlisi olarak çalışmaktadır. “Nükleer Caydırıcılık Olgusunun Siber Caydırıcılık Kavramı ile Karşılaştırmalı Analizi” başlığıyla yaptığı yüksek lisans tez çalışmasını 2015 yılında savunmuştur. Uludağ Üniversitesi'nde doktora eğitimine devam etmektedir. Kritik altyapıların siber güvenliği ve siber caydırıcılık kavramları konusunda yayımlanmış makaleleri bulunmaktadır.

‘Siber Savaş ve Caydırıcılık: Zorluklar ve Trendler’ üzerine bir inceleme

Amir Lupovici’nin “Cyber Warfare and Deterrence: Trends and Challanges in Research” adlı çalışmasında siber uzayda devletler tarafından caydırıcılığın sağlanıp sağlanamayacağını sorgulamaktadır. Lupovici’ye göre caydırıcılığın başarılı olabilmesi için kapasitenin (defansif kapasite) ve tehdidin gerçekliğinin olması bunun yanında muhtemel rakibe tehdidin başarılı bir şekilde iletilebilmesi gerekmektedir. Caydırıcılığa ilişkin ortaya konulan bu üç ilke ise siber uzaya uygulandığında başarısız olmaktadır.

Bu üç ilkeden ilki olan kapasitenin siber uzaydaki durumunu inceleyecek olursak, Lupovici’ye göre siber uzayın asimetrisi, yapılan saldırı sonrasında yüzleşilecek bedelleri etkilemektedir. Bu noktada sistemdeki göreli olarak küçük devletler, konvansiyonel silahlara yapılan yatırımdan çok daha azıyla siber uzayda önemli bir saldırı kapasitesi oluşturabilmektedir. Oysa ki büyük ve gelişmiş devletler saldırı kapasitelerini geliştirmelerine rağmen, ağlanmış yapılarından dolayı defansif kapasitelerini aynı oranda geliştirememektedirler. Caydırıcılıklarını sağlamak için yapacakları siber misilleme tehdidi ise saldırıyı yapan devletin ağlanmamış olması durumunda önem içermeyecektir. Bu durum, sistemdeki küçük devletlerin alacağı riski arttırmaktayken,  büyük devletlerin kapasitelerini sorgulamasına neden olmaktadır.

İkinci olarak siber uzayda tehdidin gerçekliğini ele almak gerekirse, bir strateji olarak caydırıcılıkta Sanayi Devrimi sonrası ve özellikle I. Dünya Savaşı öncesi silah sanayisinde yaşanan gelişmeler kırılma noktası oluşturmuştur. Bu süre boyunca savunmacı devletin saldırgan karşısında üstünlüğü varken yaklaşık bir asır sonra siber uzayda bu üstünlük tekrar savunmacı devletten saldırgan lehine dönmektedir.

İLGİLİ YAZI >> SALDRIGAN’IN GERİ DÖNÜŞÜ: 1. DÜNYA SAVAŞINDAN SİBER UZAYA

Bu durum savunmacı devleti misillemeye başvurmaktan dahi vazgeçirebilmektedir. Siber misillemeyle saldırgana verilecek zarar, saldırganı caydırmaya ya da kapasitesini ortadan kaldırmaya yetmeyeceği gibi çatışmayı tırmandırma riskini de ortaya çıkaracaktır. Çatışmanın tırmanması durumunda ise saldırganın yapacağı ikincil ve üçüncül saldırılar, savunmacı devlete misillemeyle saldırgana verdiği zarardan çok daha fazlasını verebilir. Nihai aşamada, savunmacı devletin misilleme sonrası göreceği zararın daha fazla olacağı gerçeği karşısında misillemeden vazgeçme ihtimali ortaya çıkarken, saldırgan ise misillemenin göreli olarak etkisiz olacağını ya da misilleme yapılmayacağını değerlendirerek riski göze alıp, muhtemel hedeflerini gerçekleştirmek için daha saldırgan davranabilir.

Son ilke olan muhtemel rakibe tehdidin başarılı bir şekilde iletilmesini inceleyecek olursak, siber uzayda caydırıcılığı sağlayabilmek için meydan okuyan aktöre tehdidin iletilmesi süreci oldukça zordur. Bu noktada iki alanın netliğe kavuşturulması gerekmektedir:

  1. Saldırganın tespiti,
  2. Saldırganın kapasitesinin tespiti.

Konvansiyonel ya da nükleer bir saldırıda saldırganın tespiti fiziki takip ya da istihbarat imkanları dahilinde mümkünken, siber uzayın doğası gereği saldırganın tespiti oldukça zordur. Bu noktada saldırganın tespitinde yaşanan zorluğun sebebi sadece saldırganın kendisini siber uzayda anonim tutması değildir. Zira aktörün sadece devletler değil, diğer devlet altı gruplardan bireylere uzanan geniş yelpaze içinden herhangi biri olabilmesi de aynı zamanda etkilidir. Bu doğrultuda devletler, siber uzaydaki kontrol yapılarını arttırmaya çalışmaktadırlar.

Saldırganın tespitinin zorluğu ve hatta bazı durumlarda imkânsızlığı, yaşanan saldırının siber suç, siber uzayın terörizm amaçlı kullanımı ya da siber saldırı olup olmadığının tespitini de zorlaştırmaktadır. Saldırının türüne ait bu tespit problemi, verilecek karşılığın ölçülülüğünü sağlamayı da zorlaştırmaktadır. Örneğin saldırı devlet düzeyinden değil birey düzeyinden geliyor ve ekonomik maksatlı bir siber suçsa, hukuk sistemi içerisinde suçlunun cezalandırılmasıyla bu problem çözülebilecekken, aynı saldırının bir başka devletten geldiği varsayımı savaşla sonuçlanacak bir çatışma ihtimalini ortaya çıkarmaktadır. Verilecek karşılığın ölçülülüğün sağlanmasında, işlenen fiil kadar işleyenin kimliği ve saiki de önem kazanmaktadır. Siber saldırı sonrasında siber uzayın sağladığı anonimlik her ne kadar istihbarat imkânları sayesinde bir ölçüye kadar aşılacak olsa da tam olarak tespit/isnat mümkün olmayacaktır. Bu zorluk aynı zamanda saldırganın yeteneklerini/kapasitesini de tahmin etmeyi zorlaştırmaktadır. Caydırıcılık her şeyden önce saldırmaya niyetli tarafın savunmacının kapasitesini bilmesi ve misilleme tehdidinden çekinmesi üzerine kuruluyken, siber uzay bu durumu belirsiz hale getirmektedir.

Mesajın iletilmesinde yaşanan bir diğer zorluk ise Soğuk Savaş’tan farklı olarak aktör sayısında yaşanan artışın meydana getirdiği yeni problemlerdir. Soğuk Savaş boyunca belirli sayıda aktörün sınırlı ve saldırı sonrasında tespit edilebilir kapasitesi, bu aktörlerin birbirlerini caydırmak için ortaya koyduğu pratikleri de belirli bir düzen içerir hale getirmiştir. Siber uzayın getirdiği imkanlarla devletin varlığı için tehdit yaratabilecek aktörlerin çoğalması, bu aktörlerin kimliğinin ve kapasitesinin tespitinde yaşanan zorluklar, Soğuk Savaş ve öncesinde uygulanagelen pratiklerin işlevsiz hale gelmesine neden olmuştur. Siber uzaydaki tehditlerin sayısında ve türünde yaşanan bu artış, caydırıcılık sağlamak için iletilmesi gereken mesajın kime iletileceği kadar, aktörün kimliğine göre nasıl iletileceği sorusunu da ortaya çıkarmaktadır.

HAFTALIK SİBER BÜLTEN RAPORUNA ABONE OLMAK İÇİN FORMU DOLDURUNUZ

[wysija_form id=”2″]

Hibrid Savaş ve Siber Uzay

9 Kasım 2012’de Rusya Federasyonu(RF) Genel Kurmay Başkanlığı görevine getirilen General Valery Gerasimov, “hibrid savaş” olarak kavramsallaştırılan stratejinin mimarı kabul edilmektedir. “Gerasimov Doktrini” olarak da adlandırılan hibrid savaş, “non-linear” war, “kirli savaş” gibi farklı isimlerle de anılmaktadır. Gerosimov hibrid savaş kavramına ilişkin düşüncelerini 27 Şubat 2013’te Military-Industrial Kurier Dergisi’nde yayınlanan “The Value Of Science In Prediction” adlı makalesinde ortaya koymuştur.

Gerasimov makalesinin giriş kısmında savaşların doğası ve bu doğanın değişimi üzerinde durmaktadır. Savaşın doğasının her geçen gün değiştiği vurgusunu yapan Gerasimov, Arap Baharı ve Renkli Devrimler’den çıkarılabilecek önemli dersler olduğunu düşünmektedir. Yaşanan devrimler bir devlete kendi içerisindeki unsurların dışarıdan yapılacak bir müdahaleden çok daha büyük zararlar verilebileceğini göstermiştir. Hibrid savaş stratejisi de bu süreçlerden çıkarılan derslerle oluşturulmuştur. Stratejinin temeli, barış durumunu beyaz, savaş durumunu siyah olarak kabul edersek iki durum arasında kalan gri bölgenin kullanılmasına dayanmaktadır. Gri bölgede askeri olmayan kapasitenin yönlendirilmesi ve yönetilmesi konvansiyonel güç kullanımından çok daha etkili olmaktadır. Askeri kapasitenin (regular military) hibrid savaş içerisinde kullanılması ise belirlenen amaçlara ulaşıldıktan sonra elde edilen kazanımın korunması için kullanılmaktadır.

Hibrid savaşın asıl özünü ise regular military’nin savaş içerisinde kullanılmadığı süreçte kullanılan araç ve yöntemler oluşturmaktadır. Kullanılan bu araç ve yöntemler saldırıda bulunulan devletin konvansiyonel savaşlarda kullanılan savaş hukukunu, düzenli ordusunu ve bu ordu için oluşturulan stratejisini, ittifak ilişkilerini ve uluslararası ilişkilerin çatı örgütü olan Birleşmiş Milletler’in getirebileceği yaptırımları büyük ölçüde engellemektedir. Bunun asıl nedeni ise iki devlet arasındaki savaş durumunun hibrid savaşta ortaya çıkmamasıdır. Bu süreçte kullanılan araçlar yaklaşımın esnekliğinden dolayı uygulamadan uygulamaya farklılaşmakla beraber, stratejinin en önemli unsurlarından biri, düşman devlet içerisindeki ayrılıkçı/muhalif unsurların desteklenmesi ya da desteklenecek bir ayrılıkçı/muhalif unsurun oluşturulmasıdır. İkinci önemli unsur ise ayrılıkçı unsurların ağırlık kazandığı bölgeye tespit/isnat yapılamayacak şekilde özel kuvvetlerin sevkidir. Özel operasyon kuvvetlerinin yönetimi altında ayrılıkçı/muhalif unsurların yönetimi ele geçirerek istenilen hedefin elde edilmesi doğrultusunda yönetilmesi ise hibrid savaşın stratejik boyutunu oluşturmaktadır.

Hibrid savaş stratejisine ilişkin olarak Gerasimov’un yayını 2013 yılında olmasına rağmen hibrid savaşın farklı düzeyde uygulamaları daha eskiye gitmektedir. I. Dünya Savaşı’nda Almanya’nin İngiltere yönetimi altındaki Hindu ve Müslüman unsurları kışkırtması en eski örneklerden biri olarak gösterilmekle birlikte 2006 yılında Hizbullah-İsrail arasında gerçekleşen çatışma, 2008 yılında yaşanan Gürcistan-Güney Osetya çarpışması (sonraki süreçte RF-Gürcistan Savaşı), 2011 yılında İran’a gerçekleştirilen STUXNET saldırısı ve 2014 yılında gerçekleşen Kırım’ın Ukrayna’dan bağımsızlık süreci farklı yazarlar tarafından hibrid savaşa örnek olarak gösterilmektedir.

Kırım’ın bağımsızlık süreci örnek vaka olarak ele alınacak olursa hibrid savaş stratejisinin teorik yaklaşımlarının uygulanışı daha net olarak anlaşılacaktır. Ukrayna’nın başkentinde AB taraftarı kitlelerin Rus yanlısı yönetimi protesto üzerine, Kırım ve RF sınırındaki bazı bölgelerde bulunan RF yanlısı unsurlar bölgelerinde protestolar ve yerel idareyi ele geçirme teşebbüsünde bulunmuştur. Bu süreçte RF ordusu, sınıra yığınak yapmak ve alarm durumuna geçmekle beraber Ukrayna karşısında düzenlik birliklerini kullanmamış fakat ayrılıkçı unsurlara insan haklarına aykırı müdahalelere karşı koruma tedbirlerine başvuracağını açıklamıştır.

Kırım’da ise daha sonradan RF Özel Kuvvetleri (GRU, SPETNAZ) oldukları anlaşılan, Avrupa medyası tarafından little green man olarak adlandırılan kimlikleri ve aidiyetleri belli olmayan, iyi eğitimli ve ağır silahlı, yüksek koordinasyona sahip gruplar kritik öneme sahip yapıları, hızlı ve en az çatışmaya girecek şekilde işgal etmiştir. Ukrayna ve AB tarafından Kırım’daki organize güçlerin RF Birliği olduklarını iddialarını RF Devlet Başkanı V. Putin kesin bir dille reddederken, Savunma Bakanı Sergey Shouygu bu durumu karanlık bir odada siyah bir kedi aramaya benzetmiş ve özellikle bu kedi akıllı cesur ve kibarsa(polite) kediyi aramanın aptalca olacağını eklemiştir. Shouygu’nun bu tarifinden sonra “little green man” tabirinin yerini “polite man” tabiri almıştır. Polite man’lerin yönetimi altındaki Kırım’da ancak bağımsızlık referandumu ve RF’ye bağlanma kararının alınmasından sonra Rus düzenli birlikleri Kırım’a girmiştir.

Yukarıda verilen Kırım örneği hibrid savaşın iki unsurunu ortaya koymaktadır. Özel birliklerin organize bir şekilde yaptıkları operasyon hibrid savaşın ağ merkezliliğini (network centric), RF düzenli birliklerinin savaşa karışmadan sonuç alınması ise hibrid savaşın temassız (non contact) olduğunu göstermektedir.

Siber uzay ise hibrid savaşın yürütülmesi için gereken iki unsurun sağlanmasında ve savaşın kazanılmasında oldukça önemli bir yere sahiptir. Bu önem iki yönlü olarak görülmelidir. Her şeyden öte hibrid savaşın başarısı büyük ölçüde savaşı yürüten asimetrik birliklerle komuta kontrol mekanizması arasındaki oldukça sıkı iletişime dayanmaktadır. Ağ merkezli muharebe olarak kavramsallaştırılan bu yapıda komuta-kontrol mekanizması, aracı mekanizmalara gereksinim duymadan alandaki unsurları eşgüdümlü olarak yönetebilmektedir. Sahadaki farklı unsurlar arasında sağlanan eşgüdüm ise başarı için kritik öneme sahiptir. Siber uzayın öneminin her geçen gün arttığı dünyada 1990’lı yıllardan itibaren ağ merkezli muharebe, orduların gündeminde yer işgal etmiştir. Bu yaklaşımı ilk uygulayan devletlerden biri siber uzayın varlığının kaynağı olan ABD’dir. Türk Silahlı Kuvvetleri’de 2000’li yılların başından itibaren ağ merkezli muharebe kapasitesini geliştirme yolunda hızla ilerlemiştir.

Siber uzayın öneminin diğer boyutu ise hibrid savaşın doğasına uygun biçimde sağladığı saldırı ortamıdır. Hibrid savaşta saldıran devletle ile saldırılan devlet arasında olması gereken temassızlık hali (non contact) düzenli birlikle sağlanamazken siber saldırı kapasitesi ile sağlanabilmektedir. Siber uzayda yapılan saldırılarda verilebilecek zarar kapasitesi her geçen gün artarken tespit/isnat (attribution) problemi varlığını sürdürmektedir. Bu sebeple hibrid savaşı daha iyi anlayabilmek için siber uzayın aktif olarak kullanıldığı Estonya, Gürcistan ve İran örneklerini incelemek oldukça önemli olacaktır.

Ağlanmışlığın her geçen gün artması ise tespit/isnati zor gri bölgede kullanılan saldırı seçeneklerini arttıracaktır. Sonuç olarak devletlerin hibrid savaş stratejisine bir uygulayıcı olarak hazırlanması gerekmektedir. Bunun da ötesinde ilgili kurumlar tarafından böyle bir saldırıya maruz kalınması durumunda yaşanan örnekler üzerinden alınması gereken dersler olduğunu kabul ederek savunma önlemleri üzerine de kuramsal ve kurumsal bazda çalışmalıdır.

Siber Uzayda Caydırıcılık Üzerine

Siber uzayın kullanımının giderek yaygınlaştığı günümüzde, devletlerin siber uzayı caydırıcılık stratejilerinin bir parçası olarak kullanıp kullanamayacağı büyük bir tartışma konusudur. Bu tartışmanın sonuçları “evet” yada “hayır” gibi cevapları vermemektedir. Bunun da ötesinde “hangi aktöre/aktörlere karşı”, “nasıl”, “hangi kontrol mekanizmaları üzerinden” gibi farklı soruların ortaya çıkmasına neden olmaktadır.

Bilindiği üzere caydırıcılık, uluslararası ilişkilerde en basit şekliyle karşıdaki devleti emellerinden vazgeçirebilme kapasitedir. Caydırıcılığı sağlamak için kullanılan araç ise güçtür. Gücün ölçülmesi ise oldukça problemlidir. Bir devletin ne kadar güçlü olduğu ancak bir başka devlet ile karşılaştırıldığında anlam kazanır.

Siber uzayda caydırıcılık sağlanabilmesi ise tarih boyunca uygulana gelen caydırıcılık stratejilerinden birkaç noktada olumsuz anlamda ayrılmaktadır. Bu problemlerin varlığı ve siber uzayda yaşanan hızlı değişimler ise siber caydırıcılığı bir bütün olarak sorgulatmaktadır. Bu problemlerden ele alınması gereken ilki “siber uzayda tespit/isnat sorunu”dur. Caydırıcılığın sağlanması için ilk bilinmesi gereken rakibin kimliğidir. Rakibin kimliği stratejinin uygulanması sürecindeki taktiklerin belirlenmesi için kilit öneme sahiptir. Siber uzayda 2007 yılında Estonya’ya gerçekleştirilen siber saldırıda yada 2011 yılında İran’a gerçekleştirilen STUXNET saldırısında saldırıyı yapanın tespiti sorunu ortaya çıkmıştır. Bunun yanında siber uzayda sadece ulus-devletler değil bireyler ve belli bir amaç etrafında toplanmış gruplar da saldırıda bulunma kapasitesine sahiptir. Böyle bir durumda saldırının kaynağı belli bir devlet ülkesine kadar daraltılsa dahi bu tespit devlet kaynaklı mı yoksa o devlet içindeki farklı aktörlerden mi geldiği sorusunu cevaplamaya yetmemektedir.

Ele alınması gereken ikinci önemli problem de caydırıcılığın işlevselliğinde ki iki unsurundan biri olan “savunmanın gerçekleştirilmesi”dir. “Saldırı” ve “savunma” olarak iki tür önlem caydırıcılıkta birbirine entegre olarak kullanılmaktadır.  Bu noktada saldırının ve savunmanın tek merkezli olması caydırıcılığı arttırdığı gibi devletin kaynaklarını etkin olarak kullanabilmesini de sağlamaktadır. Siber uzayda ise savunma, merkezi olmaktan öte savunulması gereken yada düzenli saldırıya uğrayan kurumlar tarafından yerel olarak gerçekleşmektedir. Bu durum savunmada zafiyet oluşturduğu gibi bütüncül bir yaklaşım sergilemenin önüne de geçmektedir.

Üçüncü önemli problem ise devlet kapasitesine ait bilginin düşmana aktarılmasıdır. Caydırıcılığın sağlanmasında en etkin unsurlardan biri ise cezalandırıcı işlevi gören saldırı kapasitesinin kontrollü ifşasıdır. Caydırıcılığını sağlamak isteyen devlet tarafından saldırgan kapasitenin kontrollü olarak ifşa edilmesi, diğer devletlerin uygulayacağı politikaların oluşturulmasında oldukça önemlidir. Örneğin klasik askeri güç bağlamında devletler kapasitelerini göstermek için ulusal günlerde geçit törenleri ya da düzenli tatbikatlar gerçekleştirmektedir. Siber uzayda ise kapasite hakkında doğru mesajın nasıl ve kime verileceği oldukça şüphelidir. Birey ve gruplara karşı gösterilmesi gereken kapasite ile devletlerarası düzeyde gösterilmesi gereken kapasitesi arasında farklılık bulunmaktadır. Bunun da ötesinde siber uzayda saldırılar sistemde bulunan yazılım açıkları kullanılarak yapılmaktadır. Geliştirilen kapasitenin ifşası aynı zamanda açığın da ifşası anlamına gelmektedir. Açık kapatıldığında ise geliştirilen kapasite yapılan tüm yatırım ve emeğe karşın anlamsız hale gelmektedir.

Yukarıda ortaya konuların problemlerin kısa vadede çözülmesi oldukça zor gözükmektedir. Siber uzayın insan temelli olması nedeniyle yaratılan bu boyutta yaşanacak değişimlerin çözüm olanakları sunması kaçınılmaz olsa da aynı nedenden ötürü yeni problemlerin ortaya çıkmasına da neden olacağı aşikardır. Devletler caydırıcılıklarını sağlamak zorundadırlar. Bu nedenle bu alanda yapılan çalışmalar ve yaşanan gelişmeler çok daha farklı bakış açılarının oluşmasına neden olacaktır.

 

Siber tehdit algısı köpürtülüyor mu?

Hiç şüphesiz son yılların en popüler konularından biri de siber uzay ve buna bağlı ortaya çıkan yeni olasılıklardır. Bu popülerlik bir yandan siber uzayla ilgili bireylerde yüzeysel bir bilinç oluştururken öte yandan yüzeysel bilincin getirdiği yarı-cahillik kendi içerisinde tehlikeleri de barındırmaktadır.  ABD’nin oldukça popüler TV dizilerinden Naval Crime Investigation Service: LA’in (NCIS: LA) yayınlanan son iki sezonunda giderek artan siber savaş ve siber tehlike vurgusu ya da ABD’de oldukça popüler TV serilerinden bir diğeri olan Crime Investigation Service (CSI)’in yapımcılarının 2015 yılında alt seri olarak CSI: Cyber’ı yayınlayacaklarını duyurmaları bu duruma örnek olarak verilebilir. Popülerliği kullanılan bu alanda bireylere yansıtılan tehdidin ise gerçek olup olmadığı oldukça tartışmaya açıktır.

Siber uzayın kullanımında son 20 senede gerçekleşen artışla beraber, bir aktör olarak birey her geçen gün önem kazanmıştır. Bunun en önemli sebeplerinden biri ise siber uzayın doğasının bu alanda devletin tahakkümünü ve klasik egemenlik yaklaşımlarını büyük ölçüde uygulanamaz hale getirmesidir. Geçen bu süreçte bireyler ulus-devlet aidiyetinden farklı örgütlenmelere giderek sanal cemaatler gibi yeni yapılar ortaya çıkarmışlardır. Ulus-devletler ise siber uzayın doğurduğu imkanları ve olası zararlarını bireylerin bir aktör olarak kendilerini kanıtlamalarından sonra fark ederek bu alanda varlık göstermeye başlamışlardır. Bu bağlamda siber uzay devletler tarafından güvenlikleştirilmeye çalışılmaktadır. Güvenlikleştirmedeki oldukça önemli süreçlerden biri olan liderlerin (karar alıcıların) toplumu ikna etmek için kullandıkları söylemlerle yukarıda bahsettiğimiz TV dizileri aynı bakış açısına sahiptir.

Güvenlikleştirmede söylemin başarılı olması durumunda ise ikinci aşama olarak güvenliği sağlama gerekçesiyle güvenlikleştirilen alanda devlet kontrolünü arttırıcı önlemler alınacaktır. Bu önlemler web sayfalarının yasaklanmasından, kişinin siber uzayda geçirdiği her anın kayıt altına alınmasına kadar farklı düzeylerde olabilir. Bahsedilen bu eylemler son 5 senede farklı devletler tarafından uygulanmaya konulmuş ve günümüzde uygulanmaya çalışılmaktadır. Bu noktada bireye karşı söylemlerde oldukça fazla yer bulan tehlikenin gerçekliği sorgulanmalıdır. Siber güvenliğin ön plana çıkmasına neden olan olaylara tarihsel düzlemde bakıldığında 2007 Estonya Saldırı, 2008 Gürcistan Saldırı ve 2010’da varlığı ortaya çıkarılan STUXNET saldırısı kırılma noktalarını oluşturmaktadır. Bu saldırılar ayrıntılı olarak incelediğinde ise bu saldırılardan ilk ikisinin arkasında Rusya Federasyonu’nun, STUXNET’in arkasında ise ABD ile İsrail’in olduğu iddiaları oldukça gerçekçi hale gelmektedir. Özellikle ilk defa fiziki zarar vermesi açısından STUXNET devletler açısından oldukça önemli bir risk olarak ortaya çıkmaktayken New York Times yazarı David Sanger’in STUXNET hakkında ortaya çıkardığı gerçekler bu tür yazılımları üretmenin maliyeti ve zorluğunu ortaya koymaktadır. Bu maliyet ve zorluk bu tür siber silahların ancak devlet destekli ve uzun süreçler sonunda fiziki istihbaratında yardımıyla oluşturulabileceğini göstermektedir.

Genel ve soyut olarak aktardığımız bilgilerden anlaşıldığı üzere siber uzayda bir devlet için asıl saldırı tehlikesi diğer devletlerden yada devletin desteklediği gruplardan gelmektedir. Oysa devletler bu süreçte diğer devletlere karşı önlem söylemi altında bireylerin siber uzaydaki varlıklarını kısıtlama yoluna gitmektedir. Bunun asıl nedeni ise ulus-devlet merkezli oluşturulmuş mevcut sistemde devletlerin asıl tehlikeyi uzun vadede diğer devletlerde değil bireylerde görmeleridir. Bu çerçevede popüler dizilerle ya da söylemlerle oluşturulan algı, bireyin güvenliğinin artmasına değil özgürlüğünün azalmasına neden olmaktadır.

 

Siber Uzay ve Ulus-Devlet Egemenliğinin Yeniden Sorgulanması

Güç, tarih boyunca farklı düzeylerdeki aktörler (veya aktör grupları) arasında el değiştirmiştir. Modern uluslararası sistemin temellerinin atıldığı 1648 Westphalia Barış Antlaşmaları öncesi Pre-Westphalian Dönem’de güç; dini aktörler, Orta Çağ’dan kalma yerel otoriteler ve imparatorluk/krallıklar arasında bölüşülmüştür. Westphalian Dönemde ise imparatorluklar/krallıklar sistemin diğer aktörlerine baskın gelmiş ve merkezileşen yönetimler yerel otoriteleri büyük ölçüde ortadan kaldırmıştır. 1804 yılında imparatorluğunu ilan eden Napolyon Bonaparte ise tacını papanın giydirmesine izin vermeyerek dini otorite ile dünyevi otorite arasındaki sıralamanın bir daha eski haline gelmeyecek şekilde değiştiğinin sembolü olmuştur. 1848 Devrimleri’nde yaşanan işçi hareketleri ise çok daha büyük bir kırılmaya neden olmuştur. Sonraki süreçte “uluslar baharı” olarak adlandırılacak olan bu devrimler, günümüzün temel ve meşru aktörü olan ulus devletlerin temellerini atmıştır. Üç büyük kara imparatorluğu 1. Dünya Savaşı sonunda ortadan kalkmış ve ulusların “self determinasyon / kendi kaderini tayin ilkesi” çerçevesinde yeni devletler ortaya çıkmıştır.

Ulus-devletler, 1. Dünya Savaşı’ndan Soğuk Savaş’ın sonuna kadar uluslararası sistemin meşru aktörü olarak varlıklarını devam ettirmiştir. Günümüzde yaklaşık 200 devletten oluşan uluslararası sistem her ne kadar varlığını devam ettirse de ulus devletlerin varlıkları ve güçleri her geçen gün sorgulanmaktadır. Soğuk Savaş devam ederken kurulan ulus-üstü bir birlik olan Avrupa Birliği (AB); Soğuk Savaş sonrası yaşanan küreselleşmeyle sayıları hızla artan çok uluslu şirketler ve dünya çapında faaliyet gösteren sivil toplum kuruluşları makro ölçekte devletlerin meşruiyetlerinin sorgulanmasına yol açıp güçlerini azaltırken, siber uzayda aynı eylemi mikro ölçekte gerçekleştirmektedir.

Ağlanmışlığın gelişmiş ülkelerde oldukça yüksek olduğu, gelişmekte olan ülkelerde ise hızla yükseldiği günümüzde siber uzay, ulus-devlet içinde ve/veya ulus-devletten bağımsız yeni aktörler oluşmasına neden olmaktadır. Siber uzay üzerinden bireyler ulusal kimliklerinden bağımsız olarak dünya çapında örgütlenebilmektedir. Ortaya çıkan bu örgütlenmeler ulus-devletlere farklı konularda tepkilerini dile getirebilmek için hacktivizmi bir eylem biçimi olarak benimsemektedirler. Örneğin Edward Snowden, Julian Assange gibi bireyler fiziki yollarla elde ettikleri bilgileri siber uzay üzerinden kamuoyuna açıklayarak, ulus-devletlere olan bağlılığın sorgulanmasına yol açabilmektedirler.

Çok uluslu şirketlerin siber uzay üzerindeki güçleri de egemenlik ve meşru şiddet kullanım hakkını tartışmaya açmaktadır. Son dönemde yaşanan örneklerde de görüldüğü üzere Sony, Google gibi şirketler aktif siber savunma kapsamında kendilerine yapılan saldırılara karşılık verebilmektedir. Verilen karşılık neticesinde meydana çıkan zarar sadece saldırıyı yapanın etkisiz kalmasıyla sonuçlanmamaktadır. Bu durum Aynı zamanda ulus-devletlerin egemenlik alanları içerisinde fakat ulus-devletlerin bağımsız diğer aktörlerin birbirleriyle ilişki kurduğu yeni bir yapı ortaya koymaktadır. Post-Westphalian dönemde ortaya çıkan bu kaotik yapı, Pre-Westphalian dönemin aktör ve egemenlik karmaşasıyla benzerlik göstermektedir. Zira siber uzay sayesinde ortaya çıkan sanal cemaatler güçlerini her geçen gün fiziki dünyada arttırmaktadır.

Sonuç olarak Westphalian Dönem boyunca her geçen gün merkezileşen ve yatay olarak el değiştiren güç, siber uzayında etkisiyle içinde bulunduğumuz Post-Westphalian Dönemde tekrar ve dikey olarak el değiştirmektedir. Bu yeni dağılım günümüzde, ulus-devlet üzerinde örgütlenen makro aktörlerin ve ulus-devlet altında oluşan mikro aktörlerinin olduğu yeni bir sistem oluşturmuştur. Sistemin yeni aktörleri ile eski aktörleri arasındaki çatışma, eski aktörlerin yeni aktörlerin varlığını de jure olarak tanıyacağı güne değin devam edecektir.