Minhac Çelik tarafından yazılmış tüm yazılar

2009 yılında Boğaziçi Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler bölümünden mezun olan Minhac Çelik, 2009-2013 yılları arasında medya sektöründe, ardından TÜBİTAK Siber Güvenlik Enstitüsü’nde uzman araştırmacı olarak çalıştı. Yurt içinde ve yurtdışında birçok konferansa konuşmacı olarak katıldı; ulusal ve uluslararası dergiler için makale yazdı. ABD'de Atlantic Council tarafından düzenlenen Siber Güvenlik Stratejisi Yarışması’nda 2014 yılının 'En İyi Karar Ödülü’nü alan takımın başında yer aldı. NATO'nun Terörle Mücadele Mükemmeliyet Merkezi’nde değişik ülkelerden gelen üst düzey askeri yetkililere siber terör hakkında eğitim verdi, workshop yönetti. TSK'nın düzenlediği harp oyunlarına stratejik siber güvenlik konusunda destek sağladı, Siber Savunma Komutanlığı’nın Locked Shields tatbikatına katılan takımında danışman olarak yer aldı. Çelik, Marmara Üniversitesi’nde doktora çalışmalarına devam etmektedir. Şehir Üniversitesi'nde 2016 yılında Stratejik Siber Güvenlik yüksek lisans dersi vermiştir.

31 Mart Elektrik Kesintisi: Paranoyaya çeyrek kala..

Türkiye yaklaşık bir ay önce neredeyse tüm ülkede (İran’dan elektrik alan Van gibi bir kaç yerleşim yeri hariç) geniş çaplı bir elektrik kesintisi yaşadı. Kesintinin nedeni hakkında kuşkular hiçbir somut işaret olmadan siber saldırı üzerinde yoğunlaştı.

Ülkemizde yapılan ya da yapıldığı iddia edilen siber operasyonların haberini yabancı kaynaklardan ve raporlardan öğrenmeye alışık olduğumuzdan, 3 vakte kadar yabancı bir yayından 31 Mart kesintisi ile ilgili bir iddia bekliyorduk. Nitekim bundan önce İran’ın Antalya Havalimanı olmak üzere Türkiye’deki bazı kritik alt yapılara siber saldırı düzenlediğinden Cylance raporundan, Bakü Tiflis Ceyhan boru hattına Ruslar tarafından yapıldığı iddia edilen saldırıyı da Bloomberg’den öğrenmiştik.

Elektrik kesintisi ile ilgili beklenen batı kaynaklı iddia çok gecikmedi. Olaydan 3 hafta sonra Observer’da çıkan bir yazıda elektrik kesinitisinin arkasında İran kaynaklı siber saldırılar olduğu ’81 ilin 44’ünde elektrikler kesildi… Çünkü İran böyle istedi.’ gibi kesin ifadelerle yer aldı.

Micah Halpern’in kaleminden hiçbir uzman ya da devlet yetkilisiyle görüşülmeden  çıkan yazıda, Ankara’nın Yemen politikası ve Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın konuyla ilgili İran’ı hedef alan sözleri İran’ın Türkiye’ye yönelik siber saldırı düzenlemesinin nedeni olarak gösterildi.

Halpern yazısında hiçbir teknik ispat göstermeden sadece siyasi olayların gelişimini ve Erdoğan’ın sözlerini alt alta koyarak bunların İran’ı sinirlendirdiğini ve Türkiye’nin elektriğini keserek Ankara’yı cezalandırdığını ileri sürüyor.

Yemen’de Şii Huti güçlerinin ilerlemesini durdurmak için Suudi Arabistan’ın hava operasyonu düzenleyerek bu ülkeye müdahale etmesi, Türkiye’nin desteğini almış; bölgesel etki alanını Şiiler üzerinden genişletmek isteyen İran’ın ise tepkisini çekmişti. Erdoğan’ın Suudi operasyonuna destek veren açıklamalarından sonra, İran Parlamentosundan Türkiye Cumhurbaşkanının İran’a yapacağı ziyareti ertelemesi bile talep edilmişti.

Halpern, iddiasını güçlendirmek için yazıda gerçekliğin sadece bir kısmını görmeyi tercih ediyor. Halbuki, en basit mantıkla Erdoğan’ın İran’a başarılı bir ziyaret gerçekleştirdiğini, Tahran’da gayet sıcak bir şekilde karşılandığını ve ‘buna rağmen’ elektrik kesintilerinin daha dar kapsamlı olsa da devam ettiğini görmezden geliyor. Oysa Halpern, ‘İran’ın artık Türkiye’ye istediği zaman onların elektriğini kapatacağını gösterdiğini’ iddia etmişti. İsrail lobisine yakın yazarın geçmişi de bize kendisinin bir siber güvenlik uzmanı olmadığını, İran tehdidini ABD kamuoyunda abartarak yansıtmak çeşitli faaliyetler içinde olduğunu bariz şekilde gösteriyor.

Siber güvenlik çalışmalarında raporların önemli bir yeri var. Fakat bazı raporların –-Halpern’in yazısında olduğu gibi- tarafsız bakış açısından uzak ve siyasi ajandayla yazıldığı ortada. En son Neo-Con’lara yakın American Enterprise Institute tarafından yayımlanan raporda da, İran siber kabiliyetleri abartılarak sunulmuş, bu rapor ABD’deki bazı yorumculardan da tepki almıştı. Tabi tüm bunlar İran’ın ciddiye alınması gereken bir siber güç olarak yükselmeye başladığı gerçeğini de değiştirmiyor.

Kesintiye geri dönecek olursak, olaya bir de ‘kuzeyden’ bakmayı deneyelim. 31 Mart günü yurtdışında bulunan Cumhurbaşkanı Erdoğan, kendisine konuyla ilgili yorumu sorulunca, kesintinin Türkiye’nin nükleer enerjiye ne kadar ihtiyaç duyduğunu bir kez daha gösterdiğini ifade etmişti. Elektrik kesintisinden bir gün sonra, nükleer santral işbirliği antlaşması TBMM’de kabul edildi. Yine aynı gün Merisn Akkuyu’da yapılacak nükleer tesisin reklamları televizyonda dönmeye başladı.

15 gün sonra yani 14 Nisan günü de Rus devlet şirketi ROSATAM’ın işleteceği Akkuyu’daki santralin temeli atıldı. Rusya’yla 2010’da yapılan antlaşmaya göre, tesisin ve burada üretilen elektriğin sahibi ROSATAM olacak. Elektrik satın alma anlaşmasının sona ermesinin ardından, ROSATAM santralin her bir ünitesi için işletmeye girişten 15 yıl sonra net karın sadece yüzde 20’sini Türkiye’ye verecek. Bu ödeme, santralin ömrü boyunca devam edecek.

Rusya için oldukça karlı bu tür antlaşmalara Türkiye yabancı değil. İskenderun’da inşa edilen demir-çelik fabrikası da yine Ruslar tarafında kurulmuş ve işletilmişti. Hatta renkli kişiliğiyle ön plana çıkan Rus siyasetçi Vladimir Jirnovski –kendisi Moskova Devlet Üniversitesi Türk Dili Edebiyatı bölümünden mezundur- bir dönem İskenderun’daki bu tesiste çalışmış. Bu arada ‘sıcak denizlere inmeyi’ 3 asırdan fazla süredir stratejik hedef olarak gören Rus devlet aklının İskenderun ve Mersin gibi Akdeniz limanlarımızda fiziki varlığını göstermesini de bir yere not edelim. Kesintiden hemen sonra başlayan reklamların, sadece bir hafta önce projeye halkla ilişkiler müdürü bulunduğunu da göz önünde bulundurursak, iletişimde ne kadar başarılı olduğu bilinmez ama elektrik kesintisinin nükleere karşı sesleri cılızlaştırdığı kesin.

Erdoğan’ın İran’dan özür dilememesinden Türkiye’nin kritik alt yapısına geniş çaplı siber saldırı iddiası ileri sürülebiliyorsa, yukarıdaki bilgileri yan yana getirdiğimizde de bu işin arkasından da Rusya çıkacaktır. Bu tür temelsiz iddiaların dünya kamuyounda mâkes bulmaması için Ankara’nın inandırıcı bir açıklama ile küresel medyanın önüne çıkması gerekmez mi?

HAFTALIK SİBER BÜLTEN RAPORUNA ABONE OLMAK İÇİN FORMU DOLDURUNUZ!

[wysija_form id=”2″]

 

Siber Güvenlik Algısının Önündeki Tehlike: Fuat Avni

Sosyal medya fenomeni Fuat Avni’nin bir yıldan fazla süredir Türkiye siyasetinde gündem belirleyen aktörler arasında yer aldığını söylemek abartılı olmaz. Gözaltı operasyonlarının ne zamanı yapılacağını bilmesi ve Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın kişisel yaşamı hakkında çok az kişinin bildiği düşünülen –ve bir türlü ispatlanamayan- iddiaları ile Fuat Avni bir kesim tarafından neredeyse kanaat önderi muamalesi görüyor. Medyanın ilgisi de hayli yüksek. Sadece yerel medya organları değil, Foreign Policy ve New York Times gibi önde gelen küresel yayın araçları da mezkur sosyal medya fenomeni hakkında haberler yayınlıyor. Son olarak Erdoğan da katıldığı bir mitingde Fuat Avni’ye “Delikanlıysan çık ortaya!” diye seslenerek, bu hesabın yeniden gündeme gelmesine vesile oldu.

Yaklaşık 700 bin takipçisi bulunan ve bir kaç kez hesabı askıya alınan Fuat Avni son aylarda devletin ilgili kurumlarının da önemli gündem maddeleri arasında yer alıyor. Özellikle siber güvenlik uzmanlarının çalıştığı kurumlar Fuat Avni hesabının arkasında kim ya da kimler olduğunu bulabilmek için gayret sarf ediyorlar. Çeşitli iddialara göre MİT ve emniyet birimlerinde dair başkanlığı seviyesindeki yetkililer bu konuyla hesabın yönetildiği gerçek IP adresinin bulunabilmesi için bizzat ilgileniyorlar. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’nda da hesabın sahibinin ortaya çıkarılması için soruşturmalar açıldı.

Devletin tepesinde nelerin yaşandığını dünya ile paylaşan bir hesabın arkasında kimler olduğunu bulmak ilgili kurumların görev ve sorumluluğu içerisinde yer alıp almadığı bu yazının konusu değil. Asıl dikkat çekilmek istenen nokta ‘siber güvenlik’ olgusunun bir sosyal medya hesabının peşine düşülmesine indirgenmesidir. Siber güvenlik farkındalığının emekleme seviyesinde olan ülkemizde, terör örgütlerinin siber araçları kullanarak neler yapabileceği, dünyayı sarsan siber suçlar ve NSA’in yaptığı siber operasyonlar bile haber olarak görülmezken; bir twitter hesabının arkasındaki IP’nin ortaya çıkarılması için devletin seferber edildiği algısını oluşturmak siber güvenlik farkındalığının gelişmesine yardımcı olmayacağı gibi bu kavramın geniş şekilde anlaşılabilmesinin önüne geçecektir.

Siber Güvenlik = Fuat Avni’yi Bul! yanlış algısını güçlendiren gelişmelerden birine geçtiğimiz hafta rastladım. Siber Güvenlik Teknolojileri Derneği isimli bir dernek kuran 20 kadar hacker hedeflerini Fuat Avni’yi bulmak olarak açıkladı. Dernek kurucularından Vahap Eren, Fuat Avni’nin bulunması konusunda ‘ellerini taşın altına koymaya’ karar verdiklerini belirterek, “Bu konudaki bunca bilgi ve birikime sahip olup da bir şey yapmadan durmamız düşünülemez.” ifadelerini kullanmış. Siber güvenlik gibi zor bir konuda sivil toplumun attığı her olumlu adım desteklenmeli fakat, kurulan yeni bir derneğin hedefini daha vizyoner bir şekilde koyması beklenirdi. Fuat Avni’nin kim olduğunu devlet tarafından bilindiğini iddia eden siber güvenlik uzmanları olsa da, sadece Fuat Avni’yi bulma misyonuyla kurulan bir derneğin isminin ‘Siber Güvenlik Teknolojileri Derneği’ yerine ‘Fuat Avni’yi Bulma Derneği’ olması daha isabetli olurdu.

Fuat Avni siber güvenlik ilişkisine –briaz zor da olsa- olumlu şekilde yaklaşılmaya da çalışılabilir. Bu mesele bir fırsat olarak değerlendirilip siber güvenliğin devletleri yakından ilgilendiren çok boyutlu bir konu olduğu, müstear bir sosyal medya fenomeninin neler yapabileceğini görüldüğünü ve siber güvenlik ile daha kapsamlı şekilde stratejik olarak ele alınması konusunda kamu görüşü oluşturulabilir. Sadece Fuat Avni’ye odaklanmak da günün sonunda siber alanda ‘faili bulmanın’ (attribution) ne kadar zor olduğuna yönelik bir farkındalık geliştirebilir.

Fakat medyada konunun ele alınış biçimi açısından umutlu olmak zor. Umarım bu indirgemeci tutum sadece Türkiye medyasında sınırlı kalır ve devletin istihbarat birimlerine yansımaz. Sıfırıncı gün açıklığı ve İleri Seviye Sürekli Tehditler (APT) gibi konular varken, IP adreslerinin takibi gibi ikincil olarak görülebilecek bir konuya odaklanmak, siber güvenlik birimlerinin kaynaklarının bu konuya sarf etmeleri verimlilik açısından yanlış olarak değerlendirilmelidir. Kamu ile özel sektör işbirliğinin stratejik konular üzerine yoğunlaşması yerine, ‘Fuat Avni’yi bulacaksan beraber çalışabiliriz’ anlayışı ciddi zaman kaybına neden olacaktır.

[wysija_form id=”2″]

 

 

 

 

Suriye Elektronik Ordusu ile ilgili bilmemiz gereken 10 şey

Geçtiğimiz hafta Suriye Elektronik Ordusu’nun (SEO) Cumhurbaşkanlığı başta olmak üzere diğer bazı devlet kurumlarına ait mailleri sızdırıp yayınlaması uzun bir aradan sonra siber güvenlik konusunu gündemin ön sıralarına taşıdı. Televizyonlar güvenlik uzmanlarını canlı yayınlara çıkardı, yorumcular savaşların artık siber alana taşındığı, Türkiye’nin siber ordusu olması gerektiği gibi meselelerin üzerinde durdular.

Çoğunlukla yapılan analizler Türkiye’yi merkeze alırken, saldrıgan odaklı yorumlar pek üretilmedi. Halbuki SEO geçtiğimiz 3-4 yıl içerisinde siber kabiliyetlerini geliştirerek Türkiye’ye karşı ciddi bir stratejik tehdti haline geldi. Bu noktadan hareket ederek SEO saldırısını daha kapsamlı değerlendirebilmek için bazı önemli noktaları bir araya getirdik:

  1. Nereden çıktı bu SEO?

Tunus’ta başlayan Mısır ve Libya’dan sonra Suriye’ye sıçrayan ve kısaca ‘Arap Baharı’ olarak adlandırılan kitle hareketleri sırasında diktatör yönetimlerin internet politikası genelde ‘sınırlamacı ve reaktif’ olarak nitelendirilebilir. Sitelere erişimin engellenmesi, hesapların askıya alınması ve nihayetinde tüm ülkenin internet erişiminin kapatılması gibi yöntemler bu stratejinin taktiksel adımları olarak öne çıktı. Fakat Esad rejimi bu stratejiyi ‘müdahaleci-proaktif’ bir hale çevirdi. Suriye de Mısır ve Tunus gibi interneti kapattığı oldu fakat, Şam yönetimi siber alanı aynı zamanda bir operasyon sahası olarak da gördü. Sosyal medyada Esad yanlısı hesaplar açıldı. Şam’ı destekleyen hacktivist gruplar oluştu. 2011 Mart ayında başlayan rejime muhalif hareketlerden iki ay sonra ise siber alan SEO ile tanıştı.

  1. Kim bu adamlar?

Bu sorunun cevabı çok net olmasa da önemli ipuçları var. Bir kısmının Suriye’de olduğuna kesin gözüyle bakılsa da, ülke dışında yaşayan Suriyeli mühendislerin de yardımcı olduğuna inanılıyor. Suriye’de devlet yanlısı medyada  kahraman muamelesi görüyorlar. Televizyonlara canlı yayında bağlanıyorlar. Gazetelere demeç veriyorlar. Fakat şu ana kadar gerçek kimliği tespit edilebilen yok. Twitter hesaplarından yaptıkları eylemlerin bilgilerini paylaşıyorlar. Hepsinin Suriyeli olmadığı tahmin ediliyor. Özellikle Rus hackerlardan destek aldıkları düşünülüyor.

  1. Ne tür eylemler gerçekleştirdiler?

 SEO ilk olarak Suriyeli muhalifleri takip-izleme amaçlı çalıştı. DARKCOMET ve XTREME adlı truva  yazılımları ile muhaliflerin bilgisayarlarının kamerasını kontrol etme, bazı anti-virüs programlarını devre dışı bırakma, tuş kullanımını kaydetme, şifre çalma ve ekran görüntüsü alma gibi casusluk faaliyetleri gerçekleştirdi. Bu iki yazılımın da elde ettiği bilgileri Suriye’deki bir IP adresine gönderdikleri belirlenmiştir. BLACKSHADES isimli yazılımın da kaydettiği Skype konuşmalarını Suriye Telekomünikasyon’una gönderdiği tespit edilmiştir.

  1. Kimleri hedef aldı?

 İlk hedefleri Suriye’deki devrimi destekleyen muhalif site ve sosyal medya hesapları oldu. Daha sonra uluslararası medya organları ve küresel popülerliğe sahip kişilerin hespalarını hackleyerek rejim yanlısı mesajlar yerleştirdiler. Al Jazeera, BBC, Reuters, Al Arabia , Sky News Arbia, CNN, CBS, New York Times, Huffington Post, Washington Post, Reuters, BBC, The Guardian, The Financial Times hacklenen medya organları arasında sayılabilir. Bunların yanı sıra, Kaliforniya ve Harvard gibi üniversiteler Linkedin gibi internet platformları da saldırılardan payını almıştır. SEO en sansasyonel eylemini Associated Press (Nisan 2013) ajansının Twitter hesabından attığı ” Beyaz Saray’da iki patlama oldu. Barack Obama yaralandı.” paylaşım ile gerçekleştirmiştir.

  1. Türkiye’den başka devlete saldırdılar mı?

Suriyeli muhaliflere destek veren Türkiye’nin dışında Katar’ın devlet kurumlarından da gizli mailleri sızdırdılar. Bu mailler arasında dönemin Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun da Katarlı yetkililerle yaptığı temasların ayrıntıları mevcut. Ayrıc Suriye’ye uluslararası müdahalenin tartışıldığı günlerde ABD Deniz Kuvvetleri’nin sitesini hackleyerek müdahale karşıtı resimler konmuştu. SEO’nun saldırıları ile Suriye ile ilgili gelişmeler arasında ciddi bir parallelliğin varlığı dikkat çekiyor.

  1. Siber kapasiteleri gelişme gösteriyor mu?

Kesinlikle. 2011 yılından bu yana gerçekleştirdikleri siber saldırılar giderek daha komplike hale geliyor. SEO’nun faaliyetleri dikkatle incelendiğinde grubun kurulduğu ilk aylarda amatör hackerların kolaylıkla gerçekleştirebileceği sosyal medya hesaplarının çalınmasından, ilerleyen zamanda daha karışık bir işlem olan kullanıcı bilgileri çalma, veri kaçağı, Tango ve Viber gibi akıllı telefon uygulamalarından bilgi sızdırma gibi DNS ayarlarının exploit edilmesi gerektiren eylemlere doğru bir kayma olduğu fark edildi. 2013 Ağustos ayında düzenlenen saldırıda üçüncü taraf olarak domain ismi sağlayan şirketlerin sistemlerinin kullanması, grubun daha gelişmiş hacker yöntemlerine başvurduğunun göstergesi sayılabilir.

  1. SEO’nun küresel bilinilirliği nasıl?

Özellikle ABD’de ve Arap dünyasında Türkiye’den daha fazla popüler olduğu açık. 3 ayrı platformda 2 senedir yaptığım SEO ile ilgili konuşmalardan sadece birinde salondaki bir kişi bu grubun ismini duyduğunu söylemişti. Buna rağmen SEO 2013’ün başında gizli hacker grupları arasında yapılan bir sıralamada en etkili dördüncü grup seçildi.

  1. Dış destek alıyorlar mı?

Kısa zamanda siber kapasitelerini geliştirmelerinin arkasında Rusya, Çin ve İran gibi Şam yönetiminin arkasında duran devletlerin desteği olduğu düşünülüyor. SEO’nun saldırılarını önlemek için Network Solutions’ın Suriye’den alınan domainleri kapatmasının ardından syrianelectronicarmy.com ve sea.sy siteleri Rusya’dan verilen bir host üzerinden domain buldular. Grup üyesi olduğu iddia eden kişiler, internet üzerinden verdikleri röportajlarda herhangi bir dış destek almadıklarını öne sürdüler. Saldırı taktiklerinin Çinli hackerların siber espiyonaj operasyonlarına benzemesi bu ülkeyi ‘olağan şüpheli’ haline getiriyor. Ayrıca bugüne kadar SEO’nun kullandığı tespit edilen SQL injection yazılımı ‘Havij’in de İranlı hackerlar tarafından üretildiği biliniyor. SEO’ya Rus desteğini araştıranların karşısına ise esrarengiz bir isim çıkıyor. Andrey Nebilovich Taame adlı Suriye doğumlu Rus vatandaşı. Suriye’de yaşadığı tahmin ediliyor. 35 yaşındaki Taame akıcı şekilde İngilizce ve Rusça konuşabiliyor. FBI’ın en çok aranan hackerlar listesinde yer alıyordu. Rusya ve Güney Kıbrıs’a seyahat ettiği tespit edildi. Muhtemelen doğum yeri olan Suriye’ye de geçtiği düşünülüyor. Taame Rusya’nın siber alanda Suriye’ye desteğinde anahtar rol oynayabileceği iddia ediliyor.

  1. Suriye devleti ile nasıl bir ilişkileri var?

 Şam yönetimi de SEO için çalışan hackerlar da organik bir bağın varlığını reddediyorlar. Dijital veri kayıtları 2013 nisanına kadar SEO’nun altyapısının büyük bir kısmı Suriye’de devlete ait domain sağlayıcısı kurum tarafından yönetildiğini göstermiştir. SEO kurucuları grubun internet sitesinde kendilerini “Suriye’deki olaylarla ilgili saptırılmış gerçeklere karşı pasif kalmak istemeyen Suriyeli gönüllüler” olarak tanıtmıştır. Devlet Başkanı Beşşar Esad 2011 Haziran ayında Şam Üniversitesi’nde yaptığı konuşmada SEO’ya atıf yaparak, “Sanal gerçeklikte, gerçek bir ordu gibi davranan bir Elektronik Ordu bulunuyor.” ifadelerini kullanmıştır. SEO bu övgüye karşılık olarak internet sitesinden yaptığı açıklamada Esad’ın konuşmasında kendilerinden bahsetmesinden onurlandıklarını ifade etmiş, buna rağmen rejim ile resmi bir bağlarının olmadığını tekrarlamışlardır.

        10. İyi de, Suriye gibi bir ülkede bu hackerlar nasıl çıktı?

Bu konuda ön yargılı olmamak gerekiyor. Suriye Bilgisayar Topluluğu (Syrian Computer Society) adlı devlet destekli grup 1989’da bilişim konusunda çalışmalar yapmak için kurulmuş. Kurucusu dönemin Devlet Başkanı Hafız Esad’ın oğlu Basil Esad. Basil öldükten sonra kurumun başına şimdiki Devlet Başkanı Beşar Esad geliyor. Makina mühendisi olan Basil’in şahsi merakı ile nispeten erken bir dönemde kurulan SBT’ye Esad’ın oğullarının yönetmesi bu konuya gösterilen önemin bir işareti. SBT’nin bazı eski üyelerinin SEO içerisinde aktif olduğu düşünülüyor. SBT şu anda Suriye’deki domain isimlerinin dağıtılmasından sorumlu.

Siber alanda Türkiye’nin önündeki 2015 tehdidi

Geçtiğimiz Aralık ve Ocak ayında stratejik siber güvenlikle ilgili yayınların bir çoğunun başlığı aynıydı: ‘2015 yılının başlıca siber tehditleri nelerdir?’ Uzmanlar genel olarak tıpkı geçen sene olduğu gibi siber saldırganların kabiliyetlerini biraz daha geliştireceklerini ve kritik alt yapıların önceki senelere göre daha fazla risk taşıdığını öne sürerken, daha ileri gidip 2015’in bir siber savaş yılı olacağın savunan yorumcular da bulunuyor.

Aynı soruyu biraz yerelleştirip soracak olursak, henüz birinci ayını tamamladığımız yeni yılda Türkiye’ye yöndelik siber alanda ne tür tehditler belirebilir?

Şüphesiz bu soruya mantıklı cevaplar üretmenin yolu 2015’de yaşanacak siyasi gelişmelere göz atmaktan geçiyor. Günümüz dünyasında iç/dış siyasi gelişmelerin siber alana yansımaması söz konusu değil. Gerek İran nükleer programını yavaşlatmak için geliştirilmiş ‘Stuxnet’ gibi stratejik hedeflere hizmet eden kötücül yazılımlar olsun, gerek günlük siyasi gerilimlerin yansıması olarak düzenlenen DDoS saldırıları olsun siber alandaki gelişmelere yön veren faktörler arasında siyaset ve uluslararası ilişkiler görmezden gelinemez.

Afganistan-Pakistan, Ermenistan-Azerbaycan ve K. Kore-G. Kore gibi birbirleriyle derin sorunlar bulunan ülkeler arasındaki anlaşmazlıklar hemen her hafta siber alana taşınıyor. Devlet tarafından desteklenen ya da vatansever duygularla hareket ederek ‘düşman’a siber alanda savaş açan hackerların verdikleri zararlar hedef alınan sistemlere göre bağlı olarak değişkenlik gösteriyor. Kuzey Kore’li hackerların Güney Kore bankalarına yaptığı saldırının olumsuz etkileri ciddi finansal boyutlara ulaşabilirken, Pakistanlı hackerların kurduğu ‘Pakistna Siber Ordusu’ saldırı düzenlediği Hindistan Ordusu’nun ancak bazı web sitelerini çökertmekle yetinmek zorunda kalıyor. Sadece devletler arasında değil yaşanan güncel gelişmelere göre de hackerlar tavırlarını siber alanda gösteriyorlar. Charlie Hebdo saldırısının ardından Fransız sitelerine yönelik ‘cihatçı’ gruplar tarafından yapılan saldırılar ve Filistin Davası’na destek veren oluşumların İsrail’in siber alandaki çıkarlarını hedef alan siber saldırılar hackerların belirli bir ideoloji etrafında harekete geçebileceklerini de gösteriyor.

Bu açıdan değerlendirildiğinde, Türkiye’nin karşılabileceği siber tehditleri incelerken içinde bulunduğumuz yılın Ermenistan ve Ermeni diasporası için oldukça önemli olan 1915 Ermeni Olaylarının yüzüncü yıldönümü olduğunu akılda tutmakta fayda var. Ermeni diasporasının 2015 yılına özel önem vererek, birkaç yıl önceden çalışmalara başladığı medyaya yansımıştı. Öyle ki, Anadolu’dan dünyanın değişik yerlerine zorla göç ettirilen Ermenilerin Arjantin’de yaşayan torunları, geçtiğimiz hafta bu ülkede yayına giren ‘Binbir Gece’ adlı Türk dizisini dahi ‘Ermeni Soykırımının yüzüncü yılını gölgelemeye dönük bir çaba’ olarak niteleyerek gösterimden kaldırılmasını istedi.

Bu tür faaliyetlerin siber alana taşınmamasını düşünmek neredeyse imkansız. Öncelikle Ermeni ve Azeri hackerların oldukça aktif bir şekilde kendi ülkeleri adına bir diğerinin siber menfaatlerine saldırıda bulunduğunu hatırlamak gerekiyor. İki ülke arasındaki ‘siber gerilimin’ 5 seneden fazla bir geçmişe sahip olduğu söylenebilir.

Cybergates.org sitesinden alınan bilgiye göre, Ermenistan’a ait am. ile Azrbaycan’a ait az. domain’lerinde çökertilen site sayısının karşılaştırılması

 

2010 yılında Ermeni hacker gruplarının Azeri sitelerini hedef almasıyla başlayan gerilim, Azeri hackerların karşılık vermeye başlamasıyla giderek arttı. Bu sırada her iki taraf da siber kabiliyetlerini çok geliştiremeseler de insan gücünü arttırmayı başardılar. 2010 yılında 3-4 Ermeni hacker grubu bulunurken 2014 yılına gelindiğinde Ermeni siber ordusu (Armenian Cyber Army), Ananun, A.S.A.L.A, Monte Melkonian Cyber Army, Armenian Rabiz Army gibi grupların başını çektiği bir çok hacker grubu oluştu. Ermeni hackerların hedefleri arasında Azeri kamu siteleri ve büyükelçilik siteleri bulunuyor. Monte Melkonian adlı grup geçtiğimiz yıl ekim ayında Belçika ve Polonya’da bulunan Azeri elçiliklerinin sitelerini çökertti.

Bu zamana kadar Ermeni bir hacker grubunun kritik altyapılara yönelik bir saldırısı bilinmiyor. Fakat ABD’de yaşayan diasporanın ülkenin dijital kalbi olan California’da yoğunlaştığı göz önüne alındığında Ermeni hackerların onlara ideolojik yakınlık duyan ve bilgisayar kabiliyetleri daha gelişmiş hacker grupları ile iş birliği içerisinde site çökertmenin ötesine geçme ihtimalleri doğabilir.

Diplomatik alanda Türkiye’nin de Ermeni hamlelerine karşı elini güçlendirecek adımlar attığı biliniyor, fakat siber alanda yapılacak saldırılara karşı nasıl korunacağı konusunda siber güvenlik uzmanlarını önemli bir sınav bekliyor olabilir.

Ne de olsa, siber alanda sınırlar kapatılamaz…

 

 

 

 

 

Siber güvenlik dersi açacağız. Ama nasıl?

 

Siber güvenliği sosyal bilimler açısından ele alan akademik çalışmalar dünyada artarken Türkiye’de henüz yeterli seviyeye ulaşamadı. Hala Türkçe yayın sayısı bir elin parmağını geçmediği gibi, ülkemizdeki akademisyenlerin bu konuda uluslararası yayın yapması da henüz olağan bir olay haline gelmedi.

Çeşitli üniversitelerde siber güvenlikle alakalı konularda yüksek lisans ve doktora tezleri yazılıyor fakat bu çalışmalar bireysel girişimler ve insiyatiflerin ötesine geçmiyor.  Siber güvenlik temalı Türkçe bir kitabın basılması gittikçe artan bir ihtiyaç olarak özellikle Anadolu’daki üniversitelerde hissediliyor. Bu eksikliğin nasıl aşılabileceğini tartışma imkanı bulduğumuz hocalar, kaliteli yayınların artması için üniversitelerin lisans ve yüksek lisans müfredatlarına siber güvenlik derslerinin açılmasını öncelikli gereklilik olarak işaret ediyorlar.

Geçtiğimiz günlerde (29 Kasım) Sakarya Üniversitesinde fikirlerimi arz etme imkanı bulduğum Siber Güvenlik ve Uluslararası İlişkiler Konfernasından sonra üniversitede ders veren hocalarla sohbet ederken, söz yine aynı konuya geldi. Sakarya Üniversitesi Ortadoğu Araştırmaları Merkezi hocalarından Yıldırım Turan siber güvenlik çalışmalarının gün geçtikçe genişlediğine dikkat çekerek, bir an önce çalışmalara başlamanın gerektiğini belirtiyor. Doktora seviyesinde siber güvenlik konusunda çalışmak isteyen öğrencilerinin varlığından bahsediyor. Fakat bireysel insiyatiflerin ötesinde süreklilik kazanmış siber güvenlik çalışmaları için Turan hoca da ders açılmasının altını çiziyor. Siber güvenlik genelinde, stratejik siber güvenlik özelinde ders açılmadığı sürece; yapılan akademik çalışmalar fikri anlamda kendinden öncekilerden kopuk olacağı için bu konuda bir akademik tartışma ortamı oluşmaması riski oldukça yüksek.

Tabi ki ders açmak ‘haydi’ deyince olacak birşey değil. Kapsamlı bir okuma listesinin hazırlanmasının yanı sıra konu siber güvenlik gibi multi-disipliner bir konu olduğunda farklı zorluklar da ortaya çıkıyor. Cevaplanması gereken konulardan bir tanesi dersin hangi bölümde açılması gerektiği. Sosyal bilim eksenli, içerisinde güvenlik, hukuk ve strateji konularının ağırlıkta bulunacağı uluslararası ilişkiler bölümlerinde bu ders açılabileceği gibi, aynı zamanda teknik konuların ağırlıkta olduğu mühendislik fakültelerinde de açılabilir.

İkinci soru derslerin kimler tarafından verileceği konusunda yoğunlaşıyor ki bu soru aslında dersin içeriğinin nasıl olması gerektiğini de şekillendiriyor. Stratejik siber güvenlik denildiğinde her ne kadar sosyal bilimler ağırlıklı bir program aklımıza gelse de, temel teknik kavram ve konseptlere vakıf olmadan konuyu geniş bir vizyonla değerlendirmek mümkün olmayacaktır. Temel teknik kavramların anlatılması gerekli olduğundan bu dersin iki veya daha fazla hoca tarafından verilmesine imkan tanıyan bir esneklik sağlamak optimum sonucu almanın yolunu açabilir. Teknik temel kavramları anlatabilecek hoca(ların) yanı sıra sosyal bilimlerin farklı dallarından, örneğin savaş hukuku alanında uzman bir uluslararası hukuk hocası veya güvenlikleştirme üzerine çalışmış bir siyaset bilimcinin verdiği dersler öğrencilerin siber güvenliği geniş boyutlarıyla kavramasında faydalı olacaktır.

Dünyanın önde gelen üniversitlerinde verilen siber güvenlik derslerinde de benzer bir yaklaşım benimsendeği görülebilir. Harvard Üniversite’sinde hazırlanan siber güvenlik dersinin müfredatına bakıldığında, bir yandan internet altyapısı hakkında genel bir görüş açısı sağlanırken diğer yandan savaş hukukunun kapsamında bulunan jus ad bellum / jus in bello gibi terimlere yer verildiği de görülür. Dersin bir bölümünde siber suç kavramı ele alınırken başka bir bölümünde ağların güvenlik zaafiyetleri üzerinde durulmaktadır.

Bildiğim kadarıyla stratejik siber güvenlik dersi Türkiye’de sadece TOBB Üniversitesinde açıldı. Geçen dönem verilen derste mühendislik öğrencilerine genel çerçevesiyle uluslararası ilişkiler ve uluslararası hukuk terimleri tanıtıldı. Farklı ülkelerin ulusal siber güvenlik politikaları ve stratejileri anlatıldı. Müfredatta siber uzaydaki temel aktörler ve internet yönetişimi, askeri alanda siber güvenlik ve siber-savaş, siber suç, siber espiyonaj ve siber terörizm, kritik bilgi sistem altyapılarının korunması gibi konular da bulunuyor.