Etiket arşivi: yazarlar

‘Türkiye’de Bilişim Bakanlığı kurulmalı’

Sivil toplum örgütü Kamu Siber Güvenlik Derneği (KSGD) girişimi ve TOBB Ekonomi ve Teknoloji Üniversitesi’nin de desteğiyle geçtiğimiz salı günü “Bulut Bilişim Güvenliği” temalı Siber Güvenlik Platformu VI gerçekleşti. 2015 yılından bu yana, senede iki defa başkentin dışındaki seslere de kulak vererek Konya, Mersin gibi farklı şehirlerde etkinlikleri hayata geçiren dernek, siber güvenlik farkındalığı oluşturma, konunun teknik, bilimsel, sosyal ve kültürel yanlarını kapsama yolunda istikrarlı bir çalışma yürütüyor. Dernek, bu yıl gündemine 5 bin lira değerindeki Siber Güvenlik Doktora/Tez Ödülü’nü de eklemiş. Katılım istatistiklerine dair bir bilgi etkinlik süresince paylaşılmamış olsa da, umarım takip eden yıllarda oldukça geniş kitlelerin ilgisini çeken, özendirici bir ödül haline gelir.

İlk konuşmacılardan olan, derneğin yönetim kurulu başkanı Ahmet Ercan Topçu, konuşmasında farkındalık yaratma konusunda gerçekleştirdikleri özverili çalışmalardan bahsederken, Türkiye’de gelinen noktada bir Bilişim Bakanlığı kurulmasına duyulan ihtiyaca tekrar tekrar değindi. Her kurumun kendi güvenlik ajandasını belirlediği, bütüncül bir yaklaşımın henüz benimsenemediği bir ortamda ortak bir çatıya ihtiyaç duyulduğunu söyleyen Topçu, bilişim alanında bu yönde bir seferlik başlatılması gerektiğine de dikkat çekti. Tek çatı altında, işbirliği halinde bir Kamu-Özel ortaklığını oluşturma fikri her ne kadar kulağa cazip gelse de, pratikte bu birimlerin siber güvenlik konusuna farklı yaklaşımlarının anlaşılamaması, ne yazık ki bu fikrin hayata geçirilmesi yolundaki en büyük engel. Üstelik Türkiye bu konuda yalnız değil; işleyen bir ortaklık, tam da bu yüzden ne Amerika ne de İngiltere gibi ülkelerde dahi henüz yaratılamadı.[1] Çözüme giden yolda, Kamu ve Özel sektörü ortak hedefleri, sorunları ya da beklentileri olan iki paydaş/kardeş olarak gören yaklaşımı değiştirmek gerekiyor. Böyle bir çatı kurumun oluşturulması halinde iki tarafın ilişkilerini hukuki, teknik, siyasi boyutlarıyla düzenleyecek yasal otoriteyi, sorumlulukları ve hakları net bir dille ortaya koymak, “bütünsel” yaklaşımının temellerini daha sağlam bir tabana oturtmak oldukça önemli.

‘Kriptocular tüm tarafların sahtekar olabileceğini varsayar’

Açılış konuşmalarından sonra ilk söz alan, TÜBİTAK UEKAE Birim Yöneticisi Doç. Dr. Sabir Kiraz, bulut depolamada veri güvenliği ve mahremiyetinden bahsederken, “tüm verileri, kaynakları, uygulamaları bulut sağlayıcısına koyarak kendi verimiz üzerinde hâkimiyetimizi kaybediyoruz” kaygısını dile getirdi. Sunumunda, Türkiye’de çoğunlukla bilgisayarların yüzde 80’inin kullanılmıyor olmasından doğan sorunun, blok zincirde bir düğüm (node) haline gelerek aşılabileceğini söyleyen Kiraz, bu sayede hem hesaplama (computation) hem de depolama (storage) hizmeti vererek para kazanılabileceğini söyledi.  Kiraz, Bulut Bilişim’e mühendislerin ve kriptocuların yaklaşımları arasındaki farka da dikkat çekti; “Kriptocular tüm tarafların sahtekar olabileceğini varsayarak güvenli bir sistem tasarlar.” ifadelerini kullandı. Kriptocuların hatalı yazılım, Truva atları, virüsler aradığını, mühendislerin ise bulut güvenliği ile ilgili büyük sorunlar görmediğini kaydetti.

En iyi siber güvenlik tezi ödülü Sabancı Üniversitesi’nden Altop’a

Bu yıl ilk defa KSGD girişimiyle verilen “Siber Güvenlik Doktora ve Yüksek Lisans Tez Ödülü” kazananı, Sabancı Üniversitesi’nde Albert Levi ile doktorasını yapan Duygu Karaoğlan Altop, Gövde Alan Ağları Güvenliği ile ilgili tez sunumunda hassas kişisel bilgilerin algılandığı, depolandığı ve iletiştiği duyarga düğümleri arasındaki güvenliğin öneminden bahsetti. Sunumunda kalp pilinin EKG sinyalinin ele geçirilmesiyle, elektrik şoku uygulanabileceğinin örneklerinin yaşandığına dikkat çeken Altop bu cihazlar üzerine hedefli saldırlar gerçekleştirilebileceği gibi, hassas kişisel bilgilerin mahremiyetinin de tehlikeye düşebileceğini belirtti. Kazananın bir kadın olması ve böylesine hassas, karmaşık bir konuda verdiği akıcı sunum, gerçekten takdire değerdi.

‘Bulut bilişim elektrik, su, doğalgaz gibi bir hizmet haline geldi’

Öğleden sonra düzenlenen, altı katılımcının söz aldığı  “Bulut bilişim güvenliği” panelindeki ilk konuşmacı, ODTÜ Enformatik’te Bilişim Hukuku dersi aldığım, TOBB ETÜ Öğretim Üyesi, Doç.Dr. Olgun Değirmenci, sunumunda Bulut’un birçok ülkede doğalgaz, su, elektrik gibi bir hizmet olarak tanımlandığına değindi. Hizmet olarak altyapı bulut türünde en çok hukuki sorun yaşama ihtimalimiz olduğuna değinen Değirmenci, geçmişte yürüttüğü ilginç bir araştırmadan da bahsetti. On iki bulut servis sağlayıcının kullanım sözleşmelerini incelediğini kaydeden Değirmenci, bulut kurarken kabul edilen bu sözleşmelerin hepsinde kişisel verilerin işlenmesine yönelik kişinin rızasını alan hükümler bulduğunu iletti.

Özellikle soru-cevap kısmında en çok ilgiyi gören BTK Bilgi Teknolojileri Daire Başkanı Gökhan Evren, geçtiğimiz aylarda düzenlenen Siber Yıldız yarışmasından oldukça yetenekli kişiler bulduklarını, 500’e yakın mülakat sonucu işe alınanları seçme sürecinde çok zorlandıklarından bahsetti. TSE Bilişim Teknolojileri Test ve Belgelendirme Daire Başkanı Mustafa Yılmaz, salondaki gençlere, CMMI (The Capability Maturity Model) ve siber güvenlik standartlarının belirlenmesi, takibi gibi konularda sektörde büyük açıklar olduğunu, bu alanlara yönelebileceklerini söyledi. Ortak Kriterler Tanıma Anlaşması (CCRA) olarak bilinen, 26 önemli ülkede akredite olan bir standarttan bahseden Yılmaz, bu anlaşmayı imzalayan ülkelerin, ürün hangi ülkeden sertifika almış olursa olsun o ürünün belirtilen seviyede güvenli olduğunu kabul etmiş sayılacaklarını belirtti.

[1] Madeline Carr, “Public–private partnerships in national cyber-security strategies,” International Affairs, 92/1 (2016)

Siber Bülten mail listesine abone olmak için formu doldurun

 

Hümanistik Yapay Zeka

Siri’nin yaratıcılarından Tom Gruber, Nisan 2017’deki Ted konuşmasında yapay zeka ile insan işbirliğinin bir hümanistik yapay zeka yaratması halinde, bu durumun sosyal hayatımıza, hafızamıza nasıl etki edeceğinden bahsediyor.

İnsan- Makine İşbirliği

Gruber, endişe verici Hollywood filmlerinin aksine, yapay zekanın amacının makine zekası vasıtasıyla insanı güçlendirmek olduğunu söylüyor. Makine zekası geliştikçe biz de gelişiyoruz. Gruber buna “hümanistik yapay zeka” diyor.

Bu yapay zekanın insan hayatını değiştirici özellikleri var. Siri’yi düşünelim, akıllı bir yazılım olmasının ötesinde bizi ne kadar etkiliyor olabilir? Görme engelli, el ve ayakları tutmayan biri Siri sayesinde sosyal hayatını geliştirebilir. Bakıcılarına bağlı olmadan telefonlarına, e-postalarına cevap verebilir. İronik bir şekilde, bu insanın yapay zekayla olan ilişkisi onun gerçek insanlarla iletişim kurmasını sağlıyor. İşte bu hümanistik yapay zekadır.

Gruber başka bir örnekle devam ediyor: Kanser teşhisi. Kanser araştırmalarındaki patoloji örnekleri üzerinde sınıflandırma yapmak için yapay zeka kullanılıyor. Bu sınıflandırıcılar resimlere bakarak verilen örneğin kanser olup olmadığını söylüyor. Şaşırtıcı bir şekilde bu yapay zeka %92.5 doğru sonuç veriyor ancak bu bir insan kadar iyi değil. Çünkü insanın buradaki başarısı %96.6.  Fakat makine ve insan yeteneği birleştiğinde bu oran %99.5’e ulaşıyor. Hangi aracın daha iyi sınıflandırabildiği değil, burada önemli olan makine ve insan yeteneklerinin birleşmesinden insanüstü bir performansın çıkmasıdır. İşte bu da hümanistik yapay zekadır, diyor Gruber.

İlgili haber>> Birleşmiş Milletler’den “yapay zekaya” yakın mercek

Tasarımla ilgili bir başka örnekte ise şunlardan bahsediyor: Bir drone tasarlayacaksınız, tüm verileri girdiniz, performans analizi yaptınız, bu size sadece 1 tane tasarım verir. Bu araçları bir yapay zekaya verirseniz size binlerce tasarım sunar. Makine tüm olasılıklar bunlar der ve mühendis tasarımın amacına en uygun olanını seçer. Bu da insan- makine işbirliğinin bizi en iyi sonuca ulaştırabileceğini gösteriyor.

Hafıza ve Yapay Zeka

Makinelerimizi ne kadar becerikli yapabiliriz yerine, makineler bizi ne kadar geliştirebilir sorusuna bakalım. Hafızayı örnek alalım, hafıza insan zekasının temelidir. Ancak insan zekasının eksik yönleri vardır. Detayları hatırlamada zorlanırız ya da zamanla hafızamız zayıflar. Peki bilgisayar hafızası kadar iyi bir hafızamız olsa? Tanıştığımız herkesi isim ve aile bilgileriyle hatırlasak… Ya da yapay zeka okumak istediğimiz kitapları önceden okumuş, dinlemek istediğimiz müzikleri önceden dinlemiş olsa bu birçok şeye erişimimizi kolaylaştırırdı. Bunun yeni bağlantılar kurmak, yeni fikirler üretmek üzerine olan etkisini düşünün. Peki ya bedenimize ne olurdu? Yediğimiz her yemeğin etkisini hatırlasak nasıl olurdu mesela? Bizi iyi hissettiren ya da sağlıklı tutan şeylerle ilgili kendi verilerimize göre kendi bilimimizi yaratabilirdik. Gruber, bunun alerjik ve kronik hastalıklar üzerine olan etkisini düşünün diyor. Kişisel hafıza, özel bir hafızadır,  saklanacak şeyleri biz seçeriz. Bunu güvende tutmak çok önemlidir. Alzheirmer hastalarını düşünün, güçlendirilmiş bir hafıza, saygın ve ilişki kurulabilen bir hayatın anahtarı olacaktır.

Yapay Zeka Rönesansının Ortasındayız

Bugün yapay zekayı başarılı kılan şey kapsamlı veri kullanabilirliğidir. Bu güçlü teknolojiyi nasıl kullanmamız gerektiği konusunda seçim yapabiliriz. Yapay zekayı bizi güçlendirip bizimle işbirliği yapması, bilişsel sınırlarımızı aşıp istediğimiz şeyi daha iyi yapmamıza yardım etmesi için kullanabiliriz. Makinelere zeka kazandırmanın yeni yollarını buldukça bu bilgileri dünyadaki tüm yapay zeka asistanlarına ve sonuçta bunu koşulsuz bir şekilde herkese dağıtabiliriz. Bu yüzden makine zekası geliştikçe biz de gelişiriz.

 

Siber Bülten abone listesine kaydolmak için formu doldurunuz

Başbakandan yerli yazılım çıkışı: Tarlanın da bizim olması lazım

Geçtiğimiz Cuma gerçekleşen 10. Bilgi Güvenliği ve Kriptoloji Konferansı (ISC Turkey 2017), BTK, Bilgi Güvenliği Derneği ve Gazi, ODTÜ ve İTÜ gibi üç büyük üniversitenin önderliğinde gerçekleşti.

İki günlük bir programa sahip etkinliğin, yüksek katılım alan ve basına dönük ilk gününe katılma imkânı buldum. Son iki yıldır ODTÜ’de gerçekleşen geçmiş konferansların içeriğine ve işleyişine aşina olmamdan ötürü, bu seneki konferansın yayınlanan programını ilk gördüğümde, ister istemez geçmiş senelerle kıyaslarken buldum kendimi.

Etkinliğin ilk günü olarak Cuma’nın seçilmesine, bir de Başbakan’ın katılımı eklenince, ortaya konferansın akışı ve zaman yönetimiyle ilgili sorunlar çıkabiliyor. Bu tip uzun soluklu ve sağlam bir akademik tabana oturmuş olması beklenen konferanslarda özellikle sabah saatlerini verimli kullanmak büyük önem taşıyor. Geçen yıl düzenlenen ISC Turkey 2016’nın Salı ve Çarşamba günlerinde düzenlenmesiyle bu sorunlar ciddi ölçüde giderilmişti, aynı şekilde geçen yıl panellerden, açılış konuşmacılarına kadar daha kapsamlı olduğunu düşündüğüm, akademiyle bağı daha güçlü bir program hazırlanmıştı.

Türkiye’de bilişim ve siber güvenliğin geldiği mevcut noktada, bu konuların tartışıldığı platformlarda yer alan değerli konuşmacıların daha iddialı ve geniş görüşlü içerikler üretmelerini beklemek, hem katılımcıların vizyonunu genişletmek hem de yeni bilimsel tartışmaların fitilini ateşlemek adına oldukça önemli. Yapıcı eleştirilerimi bir kenara bırakırsak, biraz da konferansta konuşulanlara değinmek istiyorum.

UDH Bakanı Ahmet Arslan, BTK Başkanı Ömer Fatih Sayan ve elbette Başbakan Binali Yıldırım’ın konuşmalarının odağında yazılımda yerlilik ve milliliğin önemi vardı. Arslan, konuşmasında sektörün taraflarının işin içine daha fazla girmesi gerektiğine, daha koordineli çalışılan bir ortam yaratmanın gereğine değindi.

Siber tehditlere karşı yerli yazılımlar: Avcı, Azad, Kasırga

Sayan, USOM bünyesinde siber tehditlerle mücadele amaçlı geliştirdikleri Avcı, Azad, Kasırga gibi yerli ve milli uygulamaları da hayata geçirdiklerini dile getirdi. Bahsi geçen uygulamalara dair internette herhangi bir bilgi bulamasam da, dilerim ilerleyen günlerde milli imkânlarla geliştirilen bu çözümlerin güvenliğine, performansına ve kalite kontrollerine dair açık kaynak araştırma yapabilmek mümkün olur.

Dördüncü konuşmacı olarak söz alan Başbakan Yıldırım, siber suçlarla daha etkin mücadele için büyük veri analiz altyapısı oluşturmaya da karar verdiklerini duyurdu. Yıldırım, yerli yazılım dendiğinde yalnızca yerli mühendislerin kodladığı yazılımların kastedilmediğini, yerli yazılım geliştirme platformları üzerinde yazılan yazılımlara ihtiyacımız olduğunu dikkatle açıkladı. “Tarlayı süren çiftçinin bizden olması yetmez, tarlanın da bizim olması lazım” diyen Yıldırım, her halde bu konuyu özetleyen en doğru ve anlaşılır analojiyi yaptı.

Açılış konuşmacısı olarak salonda bulunan Prof. Dr. Erdal Çayırcı, siber güvenliği üç seviyede değerlendirdiğini belirtti: Siber emniyet, hibrid ortamlarda yapılan mücadele ve siber savaş. “Hibrid” savaş kavramının Batı’ya ait bir isimlendirme olduğuna, Rusya ve Doğu Bloğu’nun aynı kavrama “lineer olmayan ortamlarda yapılan mücadele” olarak yaklaştığına değinen Çayırcı, bu kapsamdaki en belirgin hedefin karşı tarafın istikrarını bozmak olduğunu kaydetti.

Kamuda Endüstri 4.0 ve Siber Güvenlik Yaklaşımı isimli ilk panelde, benim için en öne çıkan konuşmacı, Biznet Bilişim İş Geliştirme Direktörü Eser Ateş’ti. Gündeminde Endüstriyel IoT ve Operasyonel Teknolojiler (OT) konularına yer veren Ateş, Endüstri 4.0 ile birlikte OT’lerin dijital bir kılıf giymek zorunda kaldıklarını belirtti. OT güvenliği konusunda uzman sayısının çok az olduğunu ve bu konuda yeterli düzenleneme bulunmadığını belirten Ateş, OT sistemlerinde açıkların kapatılma sürelerinin oldukça uzun olabildiğini kaydetti.

Yine panelde öne çıkan bir diğer isim Atar Labs CEO’su Burak Dayıoğlu’ydu. Dayıoğlu, mevcut çözümlerde çok fazla alarm ve saldırı göstergesi bulunduğunu, ancak insan kas gücünün buna yetişmekte zorlandığını söyledi. Bunun temelinde yatan sorunu, alarmları inceleme işinin hala elle kumanda edilmesi olarak açıklayan Dayıoğlu, “Mevcut iş gücü ihtiyacını dramatik şekilde karşılamak mümkün olmadığı için, var olan insan gücünü robotlarla desteklemeliyiz” dedi.

Büyük Veri Analizi ve Veri Merkezleri Güvenliği isimli ikinci panelde söz alan NETAŞ Siber Güvenlik Teknoloji Geliştirme Direktörü Uğur Çağal, dünyada artık çok gizli olan verilerin güvenliğinin, bağımsız denetçiler tarafından denetlendiğini ve çok büyük cezalar kesildiğini dile getirdi.

Intellfor Global Strategy Başkanı Mustafa Avcı, artık savaş teknolojileri yerine yeni silahın bilgi olduğuna dikkat çekti, dünyayı yönetmek için veriye sahip olmanız gerekiyor değerlendirmesini yaptı. Benzer şekilde büyük verinin önemine değinen TÜRKSAT Siber Güvenlik Yönetim Direktörü Mehmet Ali Ortayatırtmacı, büyük verinin, siber güvenlik operasyonlarından artık ayrı düşünülemeyeceğini dile getirdi.

Saat 18.00’dan sonra düzenlenmesi planlanan yuvarlak masa toplantılarına bizzat katılamasam da, sonuçları Konferans Sonuç Bildirgesi üzerinden takip ediyor olacağım.

Siber Bülten abone listesine kaydolmak için doldurunuz!

Robotlar, Güvenlik ve Mahremiyet

Robotlar hayatımızın büyük bir bölümünde yer almaya ve hayatımıza artan bir hızla etki etmeye başladı. Evinizde kullandığınız temizlik robotundan tutun endüstriyel üretim, savunma sanayii ve diğer birçok alanda sayıları her geçen gün artıyor. Örneğin, Amazon’un yirmi ana dağıtım deposunda toplam 45 bin robot çalışıyor. Geçen yıl bu rakam 30 bin, ondan önceki yıl 15 bin civarındaydı. Yani Amazon her yıl kadrosuna 15 bin robot katıyor. (Bilim ve Teknik, Şubat 2017)

Günümüzde bu robotlar kendi kendini programlayabiliyor, çevresini algılayıp kararlar alabiliyor. Bundan 100 yıl kadar öncesini düşündüğümüzde, günümüzdeki bu teknolojiler akla getirilmesi imkansız fikirler olarak görülürdü. Ancak teknoloji inanılmaz bir hızla ilerliyor. Ray Kurzweil’e göre 2045 yılında üretilecek bir yapay zeka, bugünkü insan nüfusunun toplam zekasından 1 milyar kat daha güçlü olacak. (Predictions made by Ray Kurzweil)

Yapay zekanın ve robotların kullanımı, kuşkusuz işgücü, zaman ve masraf bakımından bize birçok fayda sağlayacak. Ancak getireceği faydanın yanında birtakım sorunlar doğurması da söz konusu olabilir. Gelişmiş sensörler ile gözlem yeteneğine sahip, her türlü şekil ve boyuttaki robotlar, özel hayatın gizliliği ve kişisel verilerin güvenliği konuları üzerinde dikkatle durmayı gerektiriyor. Güvenlik ve gözlem amaçlı olarak robotlar pek çok alanda kullanıyor.

Örneğin, insansız hava araçları havada fark edilmeden günlerce kalabiliyor ve geniş bir coğrafyayı tarayabiliyor. Bu bakımdan ordu ve kolluk güçleri bu teknolojiyi kullanmaya başlamış durumda. Bunun yanında hükümetler, gözlem izlenimi yaratarak istenmeyen davranışları önlemek için sosyal robotları kullanma eğiliminde. Bilgisayar korsanları açısından ise robotik teknolojilerin saldırıya açık alanları, özel yaşama ilişkin bilgilere ulaşabilmek için yeni bir fırsat sunuyor.

Sosyal hayatta kullanılan bu robotlar, ticari işletmeler için veri toplama bakımından harika bir imkan oluşturuyor. Japonya’da kullanılan alışveriş asistanlarını düşünün. (https://www.youtube.com/watch?v=q4pzNl2vQOM ) Bu makineler müşterileri tanımlayıp onlara erişir ve ürünlere yönelik rehberlik etmeye çalışır. Ancak sıradan mağaza çalışanlarının aksine robotlar işlemin her alanını kaydedebilir ve işleyebilir. Yüz tanıma teknolojisi sayesinde yeniden kolayca tanımlayabilir. Bu müşteri verileri, hem kayıp önleme hem de pazarlama araştırmalarında kullanılabilmektedir. (Ryan Calo, Robot and Privacy, sf.4)

Bunun dışında ev robotlarını düşünelim. Standart ve kızılötesi kameralarla, koku algılayıcılarla, GPS ve diğer sensörlerle donatılabilirler. Bu robotlar, aslında gizlilikle ilgili birçok farklı tehlikeyi de beraberinde getiriyor. Örneğin, evin içinde internete bağlanabilen bir robotun kullanılması, evin iç mekanının görüntülenmesinin yolunu açabilir, tek başına kaldığımız özel alanlara girerek mahremiyeti azaltabilirler. Harika “hafızaları” sayesinde elde ettikleri bilgilerimizi depolayabilirler ve daha da kötüsü bunları başkalarıyla paylaşabilirler.

Tamara Denning, Tadayashi Kohno ve Washington Üniversitesi’ndeki meslektaşları tarafından yapılan bir çalışma, piyasada bulunan ev robotlarının güvensiz olduğunu ve bilgisayar korsanları tarafından ele geçirilebildiğini gösteriyor.( https://sensor.cs.washington.edu/pubs/ubicomp_robots_authors_copy.pdf) Washington Üniversitesi’ndeki araştırmacılar, her biri kameralarla donatılmış, kablosuz ağ oluşturma özelliğine sahip üç robota, WowWee Rovio, Erector Spykee ve WowWee RobotSapien V2’ye baktı. Sonuç, korsanlar, örneğin Rovio veya Spykee’nin veri akışlarını belirleyebilir ve yakındaki konuşmaları dinleyebilir veya robotu çalıştırabilirler.( Calo, sf.9)

Facebook kurucusu Zuckerberg’nin geçtiğimiz yıl laptop kamerasını ve mikrofon girişini bantlaması gündeme gelmişti. Web kameralara karşı güvensizlik bu noktada iken; kaydetme, aktarma, hareket edebilme ve kontrol edilebilme özellikleri sebebiyle ev robotları, güvenlik açığı duygusunu daha da artırmaktadır.

Bunun sonucunda hukuki ve teknik sorunlar oluşabileceği gibi etik sorunlarla da karşılaşmamız muhtemel. Örneğin, antropomorfik özelliklere sahip sosyal robotlara karşı insanlar paylaşımda bulunmaya daha meyilli olabilecektir. Bu da kişilerle ilgili bilgi toplayabilmek adına kötüye kullanımın önünü açabilir.

Hukuksal açıdan ise; örneğin, eşinin sadakatsizliğini ortaya çıkarmak isteyen bir eş, robotun verilerine başvurabilir mi? Ya da hükümetler devlet güvenliği, gizliliği gereği evin içini izleyebilir mi? gibi sorular mahremiyet ve güvenlik ile ilgili sorunlara işaret etmektedir.

Bu alanla ilgili olarak, robotik teknolojiye uygulanabilecek mevzuat ise şu şekildedir:

Avrupa Birliği Temel Haklar Şartı’nın 8. Maddesi,

2016/679/EU sayılı Tüzük,

95/46/EC sayılı Direktif,

2002/58/EC sayılı Direktif,

2009/136/EC sayılı Direktif,

45/2001 sayılı Tüzük

Yukarıda aktarılan mevzuat kapsamında, veri işlemenin süjesi olan kişinin sürece dair bütün aşama ve olaylarla alakalı olarak önceden bilgilendirilmesi, bir verinin süjesinin veri işleme sürecinin kontrolüne sahip olması ve bu sürece itiraz edebilmesinin her zaman mümkün olması şeklinde düzenlemeler öngörülüyor. Robotların veri kullanımı söz konusu olduğunda da bu düzenlemelerin aynı şekilde geçerli olacağı söylenebilir.( Çağlar Ersoy, Robotlar, Yapay Zeka ve Hukuk, sf.72,73)

Sonuç olarak, robotların sosyal hayatımızın vazgeçilmez bir parçası olması uzak bir gelecek değil. Durum gösteriyor ki, mahremiyet ve güvenlik ile ilgili hukuki düzenlemeler yapılmasına ihtiyaç duyulacaktır. Bu düzenlemeler gerekli teknik standartlar oluşturulup,  robotların sosyal boyutu da dikkate alınarak yapılmalıdır.

Siber Bülten abone listesine kaydolmak için doldurunuz!

Siber Güvenliğin Medyatik Blogger’ı: Brian Krebs

Krebs’in çalışma odasından bir fotoğraf

En meşhur güvenlik bloglarından biri olan ve aylık ziyaretçi sayısı 3.5 milyonu bulan krebsonsecurity.com’un sahibi 43 yaşındaki Brian Krebs, tam anlamıyla bir siber lider olmasa da, haberleriyle siber güvenlik dünyasına yön veren bir isim.

Sitesinin ‘özgeçmiş’ kısmında 1995’ten bu yana The Washington Post, The New York Times gibi oldukça tanınmış mecralarda 1.500’ü aşkın habere, 8 baş sayfa içeriğine imza attığını söyleyen Krebs, bu bilgilerin hemen ardından kendine has üslubuyla ‘ama gerçekten özgeçmişimi öğrenmek istemiyordunuz, değil mi?’ diye soruyor. Ardından bilgisayar güvenliği ile tanışma hikâyesini anlatmaya başlıyor.

George Mason Üniversitesi, Uluslararası İlişkiler bölümünden 1994 yılında mezun olan Krebs, okuduğu dönemlerde biraz programlama ile ilgilenmiş olsa da, teknik bir altyapıya kesinlikle sahip değil. Güvenlik alanıyla tamamen tesadüfen tanıştığını söyleyen Krebs’in bu merakı, 2001 yılında kendi ev ağı Çinli bir hacking grubunun saldırısına uğradığında başlamış. Bu olayın akabinde kendi eski HP sisteminde Red Hat Linux (6.2) ile denemeler yapmaya yeltenen Krebs’in çalıştığı bilgisayar, bu sefer de Lion Worm isimli bir zararlı yazılım tarafından alt ediliyor. Üst üste yaşanan iki ‘talihsizliğin’ ardından bilgisayar ve İnternet güvenliğine merak salan Krebs, bu alandaki bilgilerinin büyük kısmını dünya üzerindeki en zeki ‘geek’lerle iletişime geçerek edindiğini söylüyor.

Siber Liderler dizisindeki tüm yazılara ulaşmak için tıklayınız

Brian Krebs şu an medyatik bir blogger olsa da, aslında başarı ve ününün ardındaki sır hislerine güvenen bir araştırmacı gazeteci olması. Yazıların konusu, organize siber suç örgütleri, siber casusluk, İnternet üzerinden dolandırıcılık ve daha pek çok konuda çeşitlilik gösteriyor. 2008-2011 yıllarında üzerinde çalıştığı en önemli yazı dizilerinden birinde kuzey Kaliforniya çıkışlı yer sağlayıcı (hosting server) Atrivo’nun kapanmasına neden olan Krebs, Atrivo’nun en büyük müşterilerinden biri olan alan adı yazmanı (domain registrar) EstDomains’in başkanı Vladimir Tšaštšin’in yakın zamanda kredi kart dolandırıcılığı, belgede sahtecilik ve para aklama suçlarından hüküm giydiğini de ortaya çıkarmış. Bu haberi takiben Tšaštšin hakkında önce ICANN harekete geçerek EstDomains’i kapatırken, Estonya Hükümeti de Tšaštšin’in de arasında bulunduğu beş kişiyi DNS Değiştiren bir Trojan yardımıyla gerçekleştirilen oldukça büyük çaplı bir tıklama dolandırıcılığından (click fraud) yakalamış. 2010 yılında henüz adının Stuxnet olduğu bilinmeyen bir zararlı yazılım ile ilgili ilk haber yapan kişi olma sıfatını taşıyan Brian Krebs, yayınladığı her uzun soluklu yazı serisinde birilerini derinden rahatsız ediyor. Bu ‘birileri’ bazen azılı siber suç örgütleri bazen de ucu ulus devletlere kadar uzanabilen amansız hacker grupları olabiliyor.

Stuxnet’in perde arkası: Hedef alınan İranlı şirketler

Bu kadar göz önünde bir güvenlik araştırmacısı olmanın bedelini tam da bu nedenle fazlasıyla ödemiş biri Brian Krebs. Uğraştığı kişiler tarafından pek çok kere kimliği çalınan,  kapısına postayla eroin gönderilip, SWAT ekiplerine haber verilen Krebs, duruma hayli alıştığını söylese de, yaşadığı en travmatik olay geçtiğimiz yıl gerçekleşti. Bahsettiğim olay 2016’da, Krebs tarafından ortaya çıkarılan İsrail menşeli Çevrimiçi Saldırma Servisi ‘vDOS’un kurucuları olduğuna inanılan iki kişinin tutuklanmasının ardından yaşandı. İnternet tarihinin en büyük DDOS saldırılarından biri olan, zararlı trafik hızı 665 Gbps’a kadar ulaşan ve sonradan Mirai botnetinin kullanıldığını öğrendiğimiz saldırı, o ana dek siteye karşılıksız hizmet sunan Akamai’nin çekilmesiyle başarıya ulaşarak sitenin 3 gün boyunca kapalı kalmasına yol açtı.

AIoT saldırıları: Dün Krebs, bugün DYN, yarın?

Olayı gazetecilik hakkının elinden alınması ve susturulmak olarak nitelendiren Krebs, bu yeni trendi, ‘sansürün demokratikleşmesi’ olarak adlandırıyor. Giderek gücü daha da artan bu araçlar ve hatta ‘silahlar’ sayesinde devlet sansürünün ‘mavi kalemi ve makasına’ ihtiyaç duyulmadan karşıt fikirlere sahip birini susturmak herhangi biri tarafından mümkün hale geliyor. Krebs’in yaşadığından ders çıkararak, sayısı milyarlara, trilyonlara ulaşan savunmasız İnternet’e bağlı cihazların varlığı düşünüldüğünde, bu cihazların güvenlik açıklıklarıyla beslenen büyük bot ağlarının ileride asimetrik bir savaş unsuru olarak kullanabileceğini bir an önce görmemiz gerekiyor.