Kategori arşivi: Makale & Analiz

Siberbülten siber güvenlik ile ilgili haberlerin bulunduğu bir site olmanın dışında, siber güvenliğin sosyal bilimler ile kesişme noktalarındaki konularla ilgilenen akademisyen, öğrenci ve araştırmacılar için bir yayın platformudur. Bu bölümde siberalan ve siber güvenliğin uluslararası hukuk, uluslararası ilişkiler, strateji, güvenlik ve siyaset bilimine ile ilişkisi ve yansımaları ile ilgili blog tarzı yazılar ve derin analizler bulabilirsiniz.

Türkiye’nin önündeki yol ayrımı: Siber alan tehdit mi, fırsat mı?

Siber güvenlik konusunda öne çıkan ülkelere baktığımızda yönetim şekilleri arasında büyük bir fark olduğunu görüyoruz. ABD, İngiltere, Fransa gibi demokratik, serbest piyasa ekonomisini benimsemiş ülkeler bir yanda, Rusya ve Çin gibi özgürlüklerin kısıtlandığı, devletin ekonomiye hakim olduğu otokratik rejimler de öbür yanda duruyor. Siber alanda ‘güçlü ülke’ olarak anılan bu devletlerin siber alan stratejileri arasında ciddi uçurum bulunuyor.

Birinci gruptaki ülkeler fırsat odaklı bir yaklaşım sergilerken, ikinci gruptaki devler siber alan politikalarını tehdit algısı üzerine şekillendiriyor. Birincilerin siber güvenlik şirketleri dünyanın dört bir yanında ihracat peşinde koşarken, Çin ve Rusya’nın şirketlerine yönelik güven duygusu sürekli azalıyor. İngiltere siber güvenlik stratejisinde hedefini ‘dünyada online ticaretin en güvenli yapıldığı ülke olma’ olarak belirliyor, İsrail siber güvenlik ihracatı her geçen gün artıyor; ABD’de siber güvenlik start-up’larına yatırım yağıyor. Diğer tarafta ise Rus şirketi Kaspersky en büyük müşterisi olan ABD’de ciddi bir bunalım yaşıyor. Güvenlik şüphesiyle yaklaşılan Huawei dışında, Çin sadece siber espiyonaj operasyonlarıyla, İnternet’e getirdiği kısıtlamalar ile gündeme geliyor. Yani demokratik siber güçlerin şirketleri demokratik olmayan siber güçlere fark atıyor. Türkiye’nin de siber alandaki tehditlere değil de fırsatlara yoğunlaşarak özel sektörü güçlendirmesinin orta-uzun vadede milli çıkarımıza olduğuna kesinlikle inandığım için siber güvenlik sektörünü geliştirmeye yönelik adımları kritik önemde buluyorum.

Bu ideal doğrultusunda Türkiye Bilişim Vakfı bünyesinde kurulan Başlangıç Noktası’nın start verdiği Siber Güvenlik Kariyer Sohbetleri hem sektörel bir networking fırsatı sunması açısından hem de tecrübenin yeni kuşakları ulaşması anlamında fonksiyonel bir rolü olabilir.

İlki mart ayında İstanbul’da düzenlenen sohbet serisinin konukları Burak Sadıç ve Levend Abay’dı.

Güvenlik sektöründe farklı şirketlerin değişik kademelerinde bulunduktan sonra siber güvenlik direktörü olduğu PwC’den ayrılan Sadıç ve 27 yıl boyunca Yapı Kredi’nin IT’sinde çalışmış olan Abay dinleyicilere Türkiye’de İnternet’in yayılmaya başladığı günden bu yana tecrübelerini aktardığı etkinlikten çok şey öğrendim. Notlarımdan bazılarını burada paylaşıyorum:

İNSANA YATIRIM DÜŞÜK SEVİYEDE 

Türkiye’de büyük bankaların IT bütçeleri üç haneli milyon dolarlara kadar çıktı ancak bunlardan çok azının insana yatırım için ayrılıyor. Bütçenin yarısının hala donanıma harcanırken, yüzde 10-15’i eğitim için sarf ediliyor. Levend Abay, nispi olarak insana bu kadar az bütçe ayrılmasına rağmen büyük bankalardaki güvenlik çalışanı sayısının 1000’e kadar çıktığını söylüyor.

Günümüz Türkiye’sinde güvenlik yöneticileri çoğunlukla mühendis kökenli insanlardan seçilse de, dünyada farklı alanlarda kariyerlerini yapmış insanların güvenlik yönetiminin başına geçtiğini de görüyoruz. (Bunun sayısız örneği var ancak sitemizde yayınlanan Siber Liderler dizisi mutlaka bir fikir verecektir.) Güvenlik sadece bir BT meselesi değildir. Güvenlik çok farklı boyutları olan bir meseledir.

SERTİFİKA YETERLİ Mİ,  DİPLOMA DA GEREKLİ Mİ?

Eleman alımında önyargılı olunmaması gerekiyor. Katılımcılardan biri ‘sertifika mı diploma mı’ diye soruyor. Yani bir adayın üniversite mezunu olup olmaması veya mezun olduğu üniversite/bölüm mü işe alımında daha önemli; yoksa geçmiş tecrübeleri, güvenlik alanında aldığı uluslararası sertifikalar mı? Burak Sadıç düşünmeden üniversite ve diploma diyor. AMA diye büyük harflerle ekliyor: “PwC’deki ekibime çok yetenekli bir lise mezununu aldım. İstisna olarak kabul edilmesi için çok bastırdım. Başarılı oldu. Şu anda büyük bankalardan birinde güvenlik uzmanı olarak çalışıyor.” diye de ekliyor. Genelde konuştuğum insanlar ki buna lise mezunları da dahil üniversitenin iş yaşamında profesyonel bir nosyon kazandırdığı görüşüne katılıyorlar.

İlk programını 20 sayfa şeklinde kağıda yazdığını anlatan Sadıç 1999’da floopy üzerinden ilk firewall‘u kurduğunu aktarıyor. Bilgi Üniversite’sinde bir yüksek lisans bölümünün 2000’li yıllarda kuruluş sürecinde nasıl bir ‘bilgi güvenliği’ hatasına kurban gittiğini de acı bir gülümsemeyle paylaşıyor.

Firewall zamanla siber güvenliğin vazgeçilmez araçlarında biri haline geldi ve Windows Defender Firewall ileri derece bir güvenlik çözümü olarak ön plana çıktı.

“İSTEMEDEN YÖNETİCİ OLDUM”

Levend Bey başka bir probleme dikkat çekiyor: ‘İstemeden yönetici oldum’ Bugün hala kabul etmeseydim diye geçiriyorum içimden. İdealler ve maaşlar dengesiz.” Abay, Türkiye’de yaptığı işin en iyisi olmak için yola çıkmış bir mühendisken kendisinden bir birim kurması ve bunu yönetmesi istenmiş. Kendisini ikna etmek için tepe yöneticiler bile araya girmiş. Hatta üst düzey bir yönetici ‘Levend, insanlar beni onları yönetici yapmam için ikna etmeye çalışıyor, ben ise seni yönetici olman için ikna etmeye çalışıyorum’ diyerek yakınmış.

Levend Abay’ın aktardıklarından önemli bulduğum bir nokta askerliğin IT kariyerinde oynadığı önemli rol. “Askerde işleri öğrendim. Çeşitli askeri birimler müşterimiz oldu ve adeta güvenlik stajını en doğru yerde, ‘askerlikte’ bitirdim.”

Bunu duyunca aklıma İsrail Ordusu’ndan çıkan askerlerin kurdukları start-up’lar geliyor ki, Abay ekliyor: “2003’de güvenlik danışmanlığını İsrail’den aldık.” Bu bana Burak Sadıç’ın ‘bir kaza maili’ sonrasında suya düşen Bilgi üniversitesindeki master programını hatırlatıyor. ‘O zamanlar bu işe başlansaydı’ diyerek hayıflanmadan edemiyorum.

Yapay Zekâ, Veri Güvenliği ve GDPR

Günümüzde pek çok sektörde kullanılmaya başlanana yapay zekâ ve makine öğreniminin öne çıkan özellikleri arasında, verileri programatik araçlardan ve insandan çok daha hızlı analiz edebilmesi ve verilerin nasıl işleneceğini kendi kendine öğrenebiliyor olması bulunuyor.

Özellikle son yıllarda hem kamu hem de özel sektörde sıklıkla kullanılan profilleme ve otomatik karar verme sistemleri, artan verimlilik ve kaynakların korunması bakımından bireylere ve kurumlara çeşitli faydalar sunarken aynı zamanda riskleri de beraberinde getiriyor. Bu sistemlerin aldığı kararlar bireyleri etkileyebiliyor ve karmaşık yapısı dolayısıyla kararlarının gerekçesini izlemek mümkün olamayabiliyor. Örneğin, yapay zekâ, bir kullanıcıyı belirli bir kategoriye kilitleyip, önerilen tercihlere göre kısıtlayabiliyor. Bu, dolayısıyla onların kitap, müzik veya haber yazısı gibi belirli ürün ve hizmetleri seçme özgürlüklerini de daraltabiliyor. (Article 29 Data Protection Working Party, WP251, sf.5)

Mayıs ayında Avrupa’da yürürlüğe girecek olan GDPR, profilleme ve otomatik karar vermenin bireylerin hakları üzerinde olumsuz bir etki doğuracak şekilde kullanılmaması için çeşitli hükümler barındırıyor. GDPR, profillemeyi madde 4’te şöyle tanımlıyor: “Profilleme, belirli bir şahısla ilgili onun kişisel yönlerini değerlendirmek için kişisel verilerinin kullanılması; özellikle bu kişinin işteki performansı, ekonomik durumu, sağlık bilgileri, ilgi alanları, güvenilirlik, davranış, konum veya hareketlerinin analiz edilmesi veya tahmin edilmesidir.” (WP251, sf.6) Profilleme, çeşitli kaynaklardan bireylerle ilgili elde edilen verilerin kullanılarak, kişilerle ilgili tahminlerde bulunmada kullanılır. Bu açıdan, yaş, cinsiyet, kilo gibi özelliklere dayanarak bireylerin değerlendirilmesi ya da sınıflandırılması olarak da düşünülebilir.

Otomatik karar verme ise insan müdahalesi olmaksızın teknolojik araçlarla (yapay zekâ gibi) karar verme özelliğidir. Otomatik karar verme herhangi bir veri türüne dayanabilir. Örneğin, kişiler tarafından doğrudan sağlanan veriler (ankete verilen cevaplar); kişilerden sağlanan veriler (uygulama aracılığıyla konum verisinin toplanması); önceden oluşturulmuş, türetme ya da sonuç çıkarmaya dayalı bireyin profili.

Potansiyel bir profilleme için ise üç yol vardır:

-i. Genel profilleme,

-ii. Karar verme temelli profilleme,

-iii. Yalnızca otomatik karar verme içeren profilleme (madde 22)

(ii) ve (iii) arasındaki fark, (ii)’de tamamen otomatik araçlarla üretilen bir profile dayalı insan kararı vardır. (iii)’te ise kararı algoritma verir ve karar anlamlı insan girdisi olmaksızın bireye otomatik olarak teslim edilir. (WP251, sf.8)

Burada karşılaşılacak önemli sorular ise şunlardır:

-Algoritma bu verilere nasıl erişiyor?

-Verinin kaynağı doğru mu?

-Algoritmanın verdiği karar, kişi üzerinde yasal etkiler doğuruyor mu?

-Bireyler otomatik işlemeye dayalı verilen karar karşısında birtakım haklara sahip olabilir mi?

-Veri sorumluları bu durumda ne gibi önlemler almak zorunda?

Günümüzde çoğu şirket müşterilerinin davranışlarını onlardan topladıkları verilerle analiz edebiliyor. Örneğin, bir sigorta şirketi, sürücünün sürüş davranışlarını izleyerek sigorta primlerini otomatik karar verme yoluyla belirleyebilir. Bunun yanında özellikle reklam ve pazarlama uygulamalarında farklı kişilerin verilerinden yola çıkarak yapılan profilleme ve otomatik karar verme sistemleri, diğer bireyler üzerinde de etkili sonuçlar doğurabiliyor. Varsayımsal olarak, bir kredi kartı şirketi, bir müşterinin kart limitini, kendi ödeme geçmişine dayanmadan aynı bölgede yaşayan ve aynı mağazadan alışveriş yapan diğer müşterileri analiz ederek azaltabilir. Dolayısıyla bu, başkalarının eylemlerine dayalı olarak, bir fırsattan mahrum kalma anlamına gelir.

Hataların hesabı veri sorumlusundan sorulacak

Bu nokta dikkat edilmesi gereken husus, toplanan veya paylaşılan verilerdeki hatalar ya da önyargılar otomatik karar verme sürecinde yanlış sınıflandırmalara ve kesin olmayan sonuçlara dayalı değerlendirmelere neden olup bireyler açısından olumsuz etkiler doğurabilmesidir. Kararlar güncel olmayan verilere dayanabilir ya da dışarıdan alınan veriler sistem tarafından yanlış yorumlanabilir. Yani otomatik karar vermede kullanılan veri doğru değilse bu durumda sonuçtaki karar ya da profilleme de doğru olmayacaktır.

Yapay zekâ ve makine öğrenmesinin kullanıldığı bu gibi sistemlerde oluşabilecek benzeri muhtemel hatalar karşısında “veri sorumlusunun” birtakım yükümlülükleri doğacaktır. Veri sorumlusu, kullanılan ya da dolaylı olarak elde edilen verilerin doğru ve güncel olması için yeterli önlemleri almalıdır. Ayrıca verilerin saklanma süreleri de doğruluk ve güncelliğin sağlanması için sakıncalar yaratabileceği gibi, orantılılık ilkesi ile de çelişeceğinden uzun süreli veri saklanması konusunda da veri sorumlusu gerekli adımları atmalıdır.

Diğer önemli husus ise özel nitelikli kişisel verilerin bu sistemlerce işlenip kullanılmasıdır. GDPR, özel nitelikli kişisel verilerin işlenmesinde ilgili kişinin açık rızasını aramaktadır. Ancak, bu durumda veri sorumlusunun unutmaması gereken şey, profillemenin özel nitelikli kişisel veri olmayan verilerin birleşimi ile özel nitelikli kişisel veri oluşturabilir olmasıdır. Örneğin, bir kişinin sağlık durumu, gıda alışverişi kayıtlarından, gıdaların kalite ve enerji içeriği ile ilgili verilerinden elde edilmesi ile mümkün olabilir. (WP251, sf.22)

GDPR, verileri kullanılarak otomatik karar verme işlemlerinden etkilenen kişilerin bu durum karşısında bazı hakları olduğundan da bahseder. GDPR’ın temelini oluşturan şeffaflık ilkesi göz önüne alındığında, madde 13 ve 14’e göre, veri sorumlusu bireylere açık bir şekilde profilleme veya otomatik karar verme sürecinin nasıl işlediğini açıklamalıdır.

Profilleme, hata riskini artıran bir tahmin unsuru içerebilir. Girdi verileri yanlış veya alakasız olabilir ya da bağlam dışı kalabilir. Bireyler kullanılan verilerin ve gruplandırmanın doğruluğunu sorgulamak isteyebilir. Bu noktada, madde 16’ya göre, ilgili kişinin düzeltme hakkı da söz konusu olacaktır.

Benzer şekilde, madde 17’de belirtilen silme hakkı da bu çerçevede ilgili kişi tarafından talep edilebilir. Profillemenin temeli için rıza gösterilirse ve bu rıza sonradan geri çekilirse veri sorumlusu profilleme için başka yasal dayanak olmadığı sürece ilgili kişinin kişisel verilerini silmek zorundadır.

Çocukların kişisel verilerinin önemi

Profilleme ve otomatik karar vermede dikkat edilmesi gereken bir başka nokta ise çocukların kişisel verilerinin kullanılmasıdır. Çocuklar özellikle çevrimiçi ortamlarda daha duyarlı olabilir ve daha kolay etkilenebilir. Örneğin, çevrimiçi oyunlarda profilleme, algoritmanın daha fazla kişiselleştirilmiş reklam sunmasının yanı sıra, oyunda para harcamasının daha olası olduğunu düşündüğü oyuncuları hedeflemesi için de kullanılabilir. GDPR madde 22’de işlemenin çocuklar ve yetişkinler ile ilgili olup olmadığı konusunda ayrım yapmıyor. Ancak yine de çocuklar bu tür pazarlama çalışmalarından kolayca etkilenebileceği için, veri sorumlusu, çocuklar için uygun önlemleri almalı ve bu önemlerin çocukların haklarını, özgürlüklerini ve meşru çıkarlarını korumada etkili olduğundan emin olmalıdır.

Sonuç olarak, yapay zekâ ve makine öğrenimi gibi sistemlere dayanarak yapılan profilleme ve otomatik karar verme, birey hakkında önemli sonuçlar doğurabilir. Bu teknolojiyle bağlantılı olarak toplanan verilerin, kişilerin rızası alınarak toplanması ya da yasal bir zemine oturtulması gerekir. Akabinde kullanılacak olan bu verilerin toplandıkları amaçla bağlantılı olarak kullanılması da önemlidir. Sistemin aniden alışılmadık kararlar almaya başlaması halinde ne gibi yol haritaları izleneceği de dâhil olmak üzere, veri sorumlusu gereken önlemleri almalı ve ilgili kişilerin hak ve özgürlüklerini de gözetmelidir.

Siber Bülten abone listesine kaydolmak için formu doldurun

Siber güvenlik stratejisi 2019’un kurbanı olmasın!

Türkiye’de siber güvenliğin stratejik bir mesele olarak ele alınmaya 2010 yılında başladığını söylesek heralde yanılmış olmayız. KKK (Koridor-Karargah-Köşk) üçgeninde siber alan bir muharebe sahası olarak değerlendirilmeye başlamış; TSK’nın vizyoner bir doktrin hazırlayarak gerekli adımları atacağına dair beklentiler yükselmişti. Siber alanda güçlü ve aktif bir Türkiye için gerekli kurumsal düzenlemelerin oluşması adına stratejik seviyede bazı gerekliliklerin yerine getirilmesi için düğmeye basılmıştı.

BM Silahsızlanma Araştırma Enstitüsü’nün 2011’de yayınladığı rapora göre, siber alanı askeri doktrinlerine entegre ettiğini ilan eden ülkelerin sayısı bir yılda 23’den 47’e çıkmış; 2010 yılında ülkemizin güvenlik doktrinini şekillendiren ‘Kırmızı Kitap’a siber tehditlerin eklenmesiyle Türkiye de bu 47 ülke arasındaki yerini almıştı. Tabi, İran’ın nükleer programını hedef alan Stuxnet operasyonunun (Stuxnet’e sadece bir zararlı yazılım demeye dilim varmıyor) aynı yıl ortaya çıkmasının da bu ilgi artışında payını es geçmemek lazım.

Aradan geçen yıllarda Türkiye’de siber güvenlik adına önemli gelişmeler yaşandı. Ankara, iki strateji belgesi yayınladı ve daha da önemlisi Genelkurmay Başkanlığına bağlı Siber Savunma Komutanlığı kuruldu. Fakat tüm bu adımlara rağmen -sadece Türkiye için değil, diğer ülkeler için de- gidilmesi gereken daha çok yol olduğu herkesin kabul ettiği bir gerçek.

Objektifi biraz genişletip 2010’dan bu yana Türkiye’de nelerin yaşandığına baktığımızda, son 7-8 senelik zaman diliminde normal kabul edilmeyen, olağanüstü durumları tecrübe ettiğimizi rahatlıkla söyleyebiliriz. Sert güç mücadelelerinden, yönetim değişikliklerine; darbe teşebbüsünden Irak ve Suriye başta olmak üzere içinde bulunduğumuz coğrafyanın kendine has yapısından kaynaklanan gelişmelere kadar bir çok alanda çeşitli badireler atlattık. Gündem maddeleri kronometrede saniyeleri gösteren rakamlar gibi hızla birbirini takip etti. Daha birkaç ay önce Irak Kürtlerinin bağımsızlık referandumunu konuşan uzmanlarımız, şimdi Afrin operasyonu hakkında televizyonlarda görüşlerini paylaşıyor. Gündemin hızı, karar vericilerin çalışmalarını da, düşünce kuruluşlarının ilgi alanlarını da, mahalle kahvelerindeki sohbetleri de aynı şekilde etkiliyor.

Hızlı gündem değişimlerinin önemli yan etkilerinden biri, konular üzerinde odaklanıp fikir ve proje üretmeye izin vermemesi. Tüm odağımızı güncel meselelere sabitlemek, parkurun biraz dışına çıkıp soluklanmanın, ‘Dünyada neler oluyor?’ sorusunun peşine düşmenin ve bugünü konuşmak yerine geleceği tasarlamanın yollarını maalesef kapatıyor. Bunun ilacı tamamen olmasa da biraz olsun gündemden uzaklaşmak ya da kendi gündemimizi oluşturmak olmalı.

İki hafta önce Speaker Agency’nin düzenlediği Digital Transformation Talks’da çok değerli konuşmacıların, Endüstri 4.0, blok zincir ve siber güvenlik konuları hakkındaki fikirlerini dinleme şansı buldum.

Gönlünü ve aklını Endüstri 4.0’a adamış olan Dr. Ali Rıza Ersoy, 32 yıllık Siemens tecrübesini her anlamda hissettirdiği konuşmasında çok önemli bir bilgi verdi: Almanya 2013 yılında sanayisini Endüstri 3.0’dan 30 yıl içerisinde 4.0’a nasıl taşıyacağına dair stratejisini açıklamış. Gelişmelerin baş döndürücü bir hızla ilerlediği günümüzde, ’30 yıl sonra neden Endüstri 5.0’ı konuşmuyorlar?’ sorusu sizin de aklınıza gelebilir. Fakat eminim günümüzde oldukça genişleyen stratejilerin esneme payını hesaba katmışlardır. (Bu durumun bir sonucu olarak ulusal siber güvenlik stratejilerinin 4-5 yıllık hazırlandığını da buraya not edelim.)

Ersoy, bundan önceki sanayi devrimlerine geç kalan ülkemizin Endüstri 4.0 için ancak 4-5 sene geç kaldığını söyleyerek, yakın zamanda Endüstri 4.0 stratejisinin açıklanması için hazırlıklar yapıldığını ‘ancak araya Suriye olaylarının’ girdiğini söyledi. Yani yine ‘gündem’ yapılması gereken diğer tüm işleri bir tarafa itti; şımarık bir çocuk gibi tüm ilgiyi üzerine çekti.

Kahve arasında ‘gündemin işgal ettiği zihinler’ ile ilgili yakınmalarımı dinleyen Ersoy, çare olarak günlük siyasetle araya belirli bir mesafe konulması gerektiğine işaret etti. Endüstri 4.0 stratejisi Suriye olaylarına takılıyorsa, ‘Siber güvenlik eylem planında yer alan maddelerin hayata geçirilmesi de sınır komşumuz ile yaşanan son gelişmelerden olumsuz etkilenmiş midir?’ diye sormadan edemiyor insan.

Aslında daha da önemlisi, siber güvenlik gibi milli güvenliği etkileyen stratejik bir mesele gündeme karşı dayanıklı bir zırhın arkasına kendisini korumaya alabilecek mi?

 

Gelecek sene Türkiye’nin önünde iki önemli seçim var. Ülkemiz önemli bir virajdan geçecek. Ama aynı zamanda 2019 iki yıl önce hazırlanan siber güvenlik stratejimizinde son senesi olacak. UDHB’nin yayınladığı 2016-2019 Ulusal Siber Güvenlik Stratejisi’nin genel bir değerlendirilmesinin yapılarak kamuoyuyla paylaşılması, bir sonraki strateji belgesi için hazırlıkların yapılması, stratejinin eylem planındaki adımlardan hangilerinin gerçekleştiğinin açıklanması siber alanı bir muharebe alanı olarak kabul etmiş diğer ülkelerin ‘stratejilerinin son zamanlarında’ attıkları adımlardan sadece bazıları.

 

Seçime giden aylar ülkemizde gündemden uzak kalmanın neredeyse imkansız olduğu zaman dilimleri… Bir yandan ‘seçimlerin hacklenmesine’ karşı çeşitli tedbirleri almak mecburiyetinde olan Türkiye, aynı zamanda bir sonraki 4 yıllık ulusal siber güvenlik stratejisini de hazırlayıp açıklamak zorunda. Aksi bir tutum siber alanda caydırıcılık peşinde koşarken gardımızın düşmesine neden olabilir. Sadece siber güvenlik camiası için değil, aynı zamanda Türkiye’nin geleceği adına hepimizin sorması gereken soru şu: ‘Siber güvenlik stratejisi seçim gündemine kurban mı gidecek?’

Siber Bülten abone listesine kaydolmak için formu doldurunuz

Siber Almanak: Size 2017’yi unutturmayacağız!

Siber güvenlik alanında yaşanan gelişmeler o kadar hızlı ve yoğun bir şekilde meydana geliyor ki, sadece stratejik seviyedeki olayları takip etmek bile zorlaşıyor. Birbiri ardına gelişen olayların hızı çoğu zaman üzerinde düşünüp yorum yapmaya fırsat bırakmıyor. Öte yandan birçok alanda olduğu gibi bilgi/siber güvenlik konusunda da geçmişi bilmeden günü yorumlamak ve geleceğe dair öngörülerde bulunmak temelsiz çabalardan öteye geçmiyor. Böyle önemli bir ihtiyacı biraz olsun karşılayabilmek amacıyla Siber Bülten olarak ‘Siber Almanak 2017’ adlı bir çalışma gerçekleştirdik.

SİBER ALMANAK’A ULAŞMAK İÇİN TIKLAYINIZ

2017 yılında yaşanan ve etkisi görülen olayları 10 başlık üzerinde toplayıp, yüzlerce haberin üzerinden geçerek elle tutulur bir çalışma ortaya koymaya çalıştık. Hazırlık sürecinde kronolojik bir yaklaşım sergilemeden geçtiğimiz yıl vuku bulmayan ama ‘etkisi görülen’ olayları da Almanak’a dahil ettik. Şüphesiz bu olayların en önemlisi 2015’de ilk işaretleri görülen ABD seçimlerine yönelik siber müdahale sürecidir. Burada derlediğimiz bilgilerin gelecek sene iki önemli seçim geçirecek olan Türkiye demokrasisinin siber alanda da güçlenmesine yardımcı olacağına inanıyorum.

Bu çalışmanın ortaya çıkmasında aylarca çalışarak büyük pay sahibi olan Siber bülten editörlerine ve katkılarını esirgemeyen Türkiye Bilişim Vakfı’na ve teknik konuları doğru ifade etmede kapısını çaldığımız Emre Tınaztepe’ye çok teşekkür eder, okuyucularımızın yapıcı eleştirilerine açık olduğumuzu bir kez daha hatırlatmak isterim.

Siber Bülten abone listesine kaydolmak için formu doldurunuz

Türkiye Yapay Zeka Zirvesi – Yeni Aşkımız Yapay Zeka

Türkiye Yapay Zeka İnisiyatifi tarafından, 14 Şubat’ta, İTÜ Süleyman Demirel Kültür Merkezi’nde “Yeni Aşkımız Yapay Zeka” sloganıyla harika bir etkinlik gerçekleştirildi. Yoğun katılım olan etkinliğin sponsorluğunu da IBM, Google, SAP ve Yapı Kredi gibi önemli markalar üstlendi. Etkinlik, sanat ve teknolojinin birleşmesine ve 14 Şubat’a ithafen bir piyano dinletisi ile başladı. Akabinde GelecekHane kurucularından Halil Aksu’nun yapay zekanın günümüzdeki durumuna ve olumlu kullanımı sayesinde getireceği faydalara değindiği açılış konuşması ile devam edildi.

Kaçırılmayacak etkinlik >> Siber Güvenlikte Başarılı Kariyer -Mentor Burak Sadıç

Etkinlikteki dört panelden ilki “Finans Dünyasında Yapay Zeka” üzerine idi. IBM Veri Bilimcisi Dr. Eva Marie Multer-Stuler, panel öncesi yaptığı vizyon sunumunda finans sektöründeki yapay zeka örneklerine değindi. Panel, HBR Genel Yayın Yönetmeni Serdar Turan’ın moderatörlüğünde ve Anadolu Sigorta GYM’si Mehmet Abacı, İşbankası CIO’su Hakan Aran, Yapıkredi COO’su Cahit Erdoğan, Miletos Kurucusu Berkin Malkoç ve IBM Türkiye Genel Müdürü Defne Tozan’ın panelistliğinde gerçekleştirildi. Bankacılık sektöründe de özellikle yapay zeka ve robotik uygulamalarının geliştirilmeye başlandığı vurgulandı.

Önümüzdeki dönemlerde bankaya girdiğimizde sıra numarasını robotlardan alıp, bekleme anında robot ile belli finansal işlemler yapabiliriz. Bunun yanında toplanan verilerin güvenilirliği ve siber güvenlik stratejileri de bu alanla ilgili önemli bir konuyu oluşturuyor. Örneğin, otomatik sistemlerin vardığı sonucun nedenini belirleyemiyorsak, bunun kullanılmaması gerektiğine yönelik mevzuat çalışmaları üzerinde duruluyor. Panelde dile getirilen finans sektörünün bu teknoloji ile ilgili beklentileri ise kısaca regülasyonlar ile önünün açılması.

Devamında verilen arayla birlikte, zirvede “Ticaret Dünyasında Yapay Zeka” paneline geçildi. İkinci panelin vizyon konuşmasını Google Cloud Machine Learning uzmanı Khalid Salama yaptı. Pazarlama danışmanı Hakan Akben’in moderatörlüğündeki panele, Vispera kurucusu Aytül Erçil, Google Cloud Genel Müdürü Önder Güler, Multinet CEO’su Demirhan Şener, LC Waikiki COO’su Osman Şentürk, Migros CIO’su Kerim Tatlıcı ve TANI Genel Müdürü Hülya Varlık panelist olarak katıldı. Panelde üzerinde durulan konular ise şöyleydi: Günümüzde özellikle analizlerde yapay zekanın kullanılıyor olması müşterilere daha iyi hizmet vermede iyi çözümler sağlıyor. Elimizdeki veriyi kullanarak sektörün ve dolayısıyla ülkemizin gelişmesine katkıda bulunabiliriz. Bu açıdan panelde verilen en önemli mesaj, start-upların desteklenmesi gerektiğiydi.

Verilen yemek arasının ardından “Yapay Zeka ve Etik” konusunda AI Ethics Lab kurucusu Cansu Canca ve Sabah Gazetesi yazarı Timur Sırt, yapay zeka teknolojisinin dokunduğu alanlardaki etik tartışmaların neler olduğuna ve ne gibi çözüm yolları getirilebileceğine dair interaktif bir konuşma yaptı.

Akabinde “Üretim Dünyasında Yapay Zeka” konulu panele geçildi. SAP İnovasyon Mimarı Stratis Pelekidis’in vizyon sunumunda üretim sektöründeki yapay zeka örneklerine değinildi. Fortune Türkiye Teknoloji Editörü Kerem Özdemir’in moderatörülüğündeki panel oldukça keyifliydi. Panelistler ise üretim sektöründeki önemli isimlerden oluşuyordu, SAP Türkiye Genel Müdürü Uğur Candan, Tazi.ai Kurucusu Zehra Çataltepe, Tüpraş CIO’su Barış Düzenli, Maersk CDO’su İbrahim Gökçen, Arçelik CDO’su Ahmet Hasanbeşeoğlu ve Ford Otosan CDO&IT Direktörü Hayriye Karakuzu Karadeniz idi.

Panelde vurgulanan noktalar ise şunlar oldu: Otonom araçlar ve akıllı cihazların geliştiriliyor olması, bu teknolojinin ilk olarak üretim sektörünü etkileyeceğinin habercisidir. Artık süreçler de dijitalleşiyor. Bir süre sonra ürünü satmak için reklamlara gerek kalmayacak, ürünler insanları buluyor olacak. Tedarikçilerin ürünün nereden geldiğini takip etmesi ve üretim bandında yanlış üretilmiş bir ürün varsa bunun ayırt edilmesi noktasında da yapay zekadan yararlanıyor olacağız. Özellikle insan olarak yapamadığımız, yeterli olamadığımız şeylerde yapay zekayı kullanmaya yönelmeliyiz.

Üretim dünyasındaki önemli isimlerin verdiği mesajlarla sonlanan panelin verilen aranın devamında zirvenin son paneline geçildi. “Türkiye ve Yapay Zeka” konulu panelde moderatör Dünya Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hakan Güldağ idi. Türkiye’de teknoloji konusunda farklı uzmanlıkları olan isimleri bir araya getiren panelde, Etiya CEO’su Aslan Doğan, Dülger Hukuk Ofisi’nden Av. Volkan Dülger, TOBB Yazılım Meclis Başkanı Melek Bar Elmas, TTGV İstanbul Şube Müdürü Siber Eşder, ScaleX Ventures Partner’ı Alper Mat ve TEPAV ‘dan Selin Arslanhan Memiş panelist olarak yer aldı.

Türkiye’de bu alana kamusal olarak ne gibi destekler sunulması gerektiği ve özel sektörün önünü açacak düzenlemeler konusundaki beklentiler üzerinde duruldu. Dünyadaki benzer örneklerde olduğu gibi, devletin bir yapay zeka stratejisi belirlemesi gerektiği mesajı verildi. Bu bakımdan, Türkiye’nin de bu alandaki yarışa dahil olabilmesi için start-upların önünün açılmalı. Çok hızlı gelişen bu alanda kuşun konduğu değil, konacağı yer tespit edilmeli.

Türkiye’deki gelişmeler ve beklentileri konu alan panelin ardından, son olarak, George Mason Üniversitesi’nden Robin Hanson kapanış konuşması ile geleceğe yönelik önemli fikriler verildi.

TRAI olarak gelenekselleştirilmesi planlanan yapay zeka zirvesinin 2018 ayağı oldukça başarılıydı. Finans, üretim, ticaret, hukuk ve etik gibi pek çok konunun bu teknoloji karşısındaki değişimine ve gelişmesinde izlenmesi gereken yol haritalarına işaret edildi. Türkiye’nin de yarışa dahil olabilmesi, farkındalık yaratılabilmesi için bu gibi etkinliklerin artması dileğiyle…

Siber Bülten abone listesine kaydolmak için formu doldurun