Kategori arşivi: disinformation

WhatsApp’tan Hindistan’da dezenformasyona karşı kritik hamle: İki milyondan fazla hesap engellendi

WhatsApp'tan Hindistan'da dezenformasyona karşı kritik hamle: İki milyondan fazla hesap engellendiWhatsApp, Hindistan’da dezenformasyonla mücadele etmek için iki milyondan fazla hesabı engelledi.

ABD’li teknoloji devi Facebook’un sahibi olduğu uygulama  kural ihlali nedeniyle Mayıs ayında Hindistan’da iki milyondan fazla hesabın engellendiğini açıkladı. Bunların yüzde 95’inin, Hindistan’da mesajların kaç defa iletilebileceğine dair kuralların ihlal ettiği belirtildi.

WhatsApp bu verileri, Hindistan’ın yeni tartışmalı teknoloji yasası kapsamındaki ilk aylık raporunda yayımladı. Hindistan, 400 milyon dolayındaki kullanıcıyla WhatsApp’ın en büyük pazarlarından biri.

Firma yetkilileri başlıca odak noktalarının, Hindistan’da zararlı ya da istenmeyen mesajları toplu halde gönderen hesapların engellenmesi olduğunu bildirdi.

WhatsApp’ın yapay zeka teknolojisiyle, dünya genelinde her ay yaklaşık sekiz milyon hesabı yasakladığı belirtiliyor.

Şirket, 15 Mayıs-15 Haziran arasında “yüksek ve anormal sayıda” mesaj gönderen iki milyon hesabın engellendiğini belirtti.

Whatsapp, Hindistan’da dezenformasyon ve sahte haberlerin yayıldığı platform olarak tartışmaların odağında.

WHATSAPP ÜZERİNDEKİ DEZENFORMASYON MESAJLARI ÖLÜMLERE YOL AÇMIŞTI

Bu tür sahte haberler ve aldatmacalar saatler içinde on binlerce kullanıcıya ulaşıyor. Bu şekilde dolaşan mesajlar ve videolar geçmişte şiddet olaylarına ve hatta ölümlere yol açmıştı.

WhatsApp kullanıcı şikayetlerine yanıt vermenin yanı sıra, kötüye kullanımı önlemek için kendi araçlarını da devreye soktuklarını belirtti.

Hindistan’da Şubat ayında gündeme gelen ve Mayıs’ta uygulanmaya başlanan yeni teknoloji yasası, sosyal medya ve video izleme platformlarındaki içeriklere düzenleme getiriyor. Yasa ifade özgürlüğü ve kullanıcı mahremiyeti alanlarında tartışmalara neden oldu.

Karşıtları, yasanın güvenlik güçlerine geniş çapta içeriği internetten silme yetkisi verdiğinden şikayetçi. Ancak hükümet bu kurallarla internet üzerinden taciz ve dezenformasyonu önlemeyi amaçladıklarını iddia ediyor.

Kaynak: BBC Türkçe

Erdoğan’dan sosyal medyayı düzenleme işareti: Dezenformasyon suç kapsamına mı alınıyor?

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan‘ın “Biz de yalan haberin yanında dezenformasyon suçunu tanımlamalıyız ve buna göre cezalar getirmeliyiz. Bu konuda bir çalışma yapalım. Birçok ülke, bu konuda hukuki adımlar attı, biz de bunu gündemimize alalım.” dediği aktarıldı.

Türkiye Gazetesinin haberine göre  AK Parti MYK toplantısında sosyal medya platformları için RTÜK benzeri bir yapının kurulmasının tartışıldı. Haberde Erdoğan’ın konuya ilişkin olarak, “Kemal Kılıçdaroğlu’nun yaptığı şey yalan haber yayma değil. Bu bir dezenformasyon. AB’de dezenformasyon, terör suçu ile eş değer tutuluyor ve ona göre cezalar veriliyor.” ifadelerine yer verildi.

Haberde ayrıca, AK Parti kaynaklarının AB ve dünyadaki diğer uygulamaların inceleneceğini buna göre bir yasal düzenleme yapılacağı dile getirdi. AK Parti kurmayları “Bu konuda, farklı toplum kesimlerinden ve hatta muhalefetten de gelen talepler var. Onlar da muzdarip. Bir denetim mekanizması oluşturulabilir. RTÜK benzeri bir yapının kurulması düşünülebilir. Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumunun (BTK) da desteği ile uzmanlardan oluşan bir yapı kurulabilir. Özellikle son bir yıldır, sahte hesaplar ve sosyal medya ajansları üzerinden yapılan manipülatif paylaşımlara yönelik denetim mekanizması kurulmalı.” değerlendirmesinde bulundu.

Kaynak: Türkiye Gazetesi

Pandemide yalan haberler davranışlarımızı gerçekten etkiliyor mu?

Pandemide üretilen yalan haberlerin davranışlara yönelik etkisine ilişkin yapılan ilk araştırmada, sahte haberlerin genel etkisinin kısıtlı ancak sağlık üzerindeki etkisinin büyük olduğunu ortaya koydu.

“Kovid-19’un yayılması ile 5G mobil ağlar arasında ilişki bulunuyor…” “Kovid-19 virüsünün etkisini kırmak için odanızın bir köşesine yarım soğan koyun.” “Güneşli hava Kovid-19’dan koruyor…”

Bunlar Kovid-19 pandemisi sırasında her gün benzerleriyle defalarca karşılaştığımız yalan haberlerden sadece birkaçı. Pandemi sürecinde sahte ve yalan haberlerin sayısı o kadar arttı ki işin uzmanları bu durumu ifade eden yeni bir kavram dahi buldular: “infodemik”

“Fake haber” olgusu yeni bir şey değil. Ancak son yıllarda sosyal medyanın yükselişi ile yalan ve sahte haber sayısında da müthiş bir artış yaşandı. Brexit referandumu ve ABD başkanlık seçimlerinin diğer ülkeler tarafından yayılan dezenformasyondan etkilenmiş olabileceğine dair endişeler nedeniyle 2016’da bu tür haberler daha da fazla dikkat çekmeye başladı.

Bu tür sahte ve yalan haberlerin insanların davranışları üzerinde olumsuz bir etkisi olduğu düşünülüyor. Örneğin, sahte haberlerin insanların maske takma, aşı olma veya diğer halk sağlığı kurallarına uyma isteklerini etkileyebileceği iddia ediliyor. Ancak konuyla ilgili yapılmış bir araştırma yoktu. Dublin Üniversitesi Psikoloji Bölümü Öğretim Üyesi Ciara Greene ve meslektaşları da bu alandaki boşluğu doldurmak üzere yalan haberlerin insan davranışları üzerindeki etkilerini ölçmeye yönelik ilk araştırmayı gerçekleştirdiler. 

Mayıs 2020’de, İrlanda merkezli haber sitesi TheJournal.ie’de yayımlanan bir haber aracılığıyla gerçekleştrilen online araştırmaya 4 bin 500’den fazla kişi katıldı. Katılımcılara, araştırmanın amacının “yeni koronavirüs salgını ile ilgili bir dizi halk sağlığı mesajına ve habere verilen tepkileri araştırmak” olduğu söylendi.

“KAHVE İÇMEK COVID’DEN KORUYOR…”

Her bir katılımcıya pandemi hakkında dört gerçek, iki yalan haber gösterildi. Bu yalan haberler o sırada gerçekten dolaşımda olan sahte haberlere çok benzer şekilde tasarlanmıştı. Sahte haberler arasında kahve içmenin koronavirüse karşı koruyabileceği, acı yemenin Kovid-19 semptomlarını azaltabileceği, ilaç firmalarının o dönemde henüz geliştirilme aşamasında olan aşıların zararlı yan etkilerini sakladığı, İrlanda Halk Sağlığı Hizmetleri tarafından piyasaya sürülecek olan temas takip uygulamasının Cambridge Analytica ile bağlantılı kişiler tarafından geliştirildiği şeklinde içerikler yer alıyordu.

Haberleri okuduktan sonra, katılımcılar bu bilgilerin önümüzdeki birkaç ay içinde daha fazla kahve içme veya temas takip uygulamasını indirmek gibi davranışlarını ne derece etkilediği hakkında bilgi verdiler. 

YALAN HABERİN GENEL ETKİSİ KÜÇÜK, SAĞLIĞA ETKİSİ BÜYÜK

Araştırma sonucunda sahte haberlerin insanların davranışlarını değiştirdiğini ancak bu etkinin çok güçlü olmadığı ortaya çıktı.  Örneğin, temas takip programı ile ilgili gizlilik endişelerini konu alan yalan haberi okuyan kişiler, bu haberi okumayanlara kıyasla uygulamayı indirmede yüzde 5 daha az istek gösterdi. 

Bazı katılımcılar, okudukları yalan haberler hakkında sahte anı sendromu dahi geliştirdi. Daha önce sahte bir Kovid-19 haberi duyduğunu “hatırlamak”, çalışmaya katılan bazı kişileri belirli bir şekilde hareket etmeye daha çok eğilimli hale getirdi. Örneğin, temas takip uygulamasının gizlilik sorunları hakkında haber okuduğu konusunda yanlış bir algısı olan kişilerin temas takip uygulamasını indirme olasılığı, haberi okuyan fakat hatırlamayanlara göre yüzde 7 daha az olarak gerçekleşti.

Greene’e göre bu tür etkiler oldukça hafif olmakla birlikte büyük değişikliklere neden olabilir. MMR aşısından örnek veren Greene, zamanında bu aşı ile otizm arasındaki bağlantıya ilişkin temelsiz endişelerin, 2000’li yılların başlarında çocukluk çağı aşılama oranlarında nispeten küçük bir düşüşe (yaklaşık %10) yol açtığını hatırlatıyor. Bu da kızamık vakalarında önemli bir artışa neden olmuş. Dolayısıyla, araştırmada görüldüğü üzere yalan haberlerin küçük etkilerinin insanların sağlığı üzerinde daha büyük etkileri olabildiğini belirtiyor Greene. 

Dikkat eksikliği yalan haberin önünü açıyor: ABD’liler yalan haberi çoğu kez yanlışlıkla paylaşıyor

Greene araştırmada dikkate alınması gereken bazı önemli noktalar olduğunu hatırlatıyor. Örneğin çalışmada insanların gerçekte yaptıkları şey değil bir şeyler yapmaya dair niyetleri ölçülmüş. “Niyetler her zaman eylemlere dönüşmez” diyen akademisyen, hepimizi daha sağlıklı yemek ya da daha fazla egzersiz yapmaya dair geçmişe yaptığınız planları düşünmeye davet ediyor. Bununla birlikte, eğer insanlar davranışlarını değiştirmek istemiyorlarsa, bunu gerçekten yapma şansları düşük oluyor, bu yüzden niyetleri ölçmek önemli bir ilk adım olarak görülüyor.

İkincisi, çalışma sadece bahsi geçen uydurma haberleri tek bir kere okuyan insanlara dayanıyor. Gerçek hayatta, insanlar sosyal medyada birçok kez yalan haberlerle karşılaşabiliyor. Greene’e göre aynı habere tekrar tekrar maruz kalmak, haberin doğru görünme ihtimalini artırabilir. Bu nedenle, sahte haberleri tekrar tekrar görmenin sonuçları hakkında daha fazla araştırmaya ihtiyaç duyuluyor.

DEZENFORMASYON UYARILARININ HİÇBİR ETKİSİ YOK

Çalışmanın ikincil bir amacı devletler ve medya kuruluşlarının dezenformasyon ile ilgili yaptıkları genel uyarıların etkilerini incelemek olarak belirlenmiş. Bu uyarılar genellikle insanların internet üzerindeki bilgiler hakkında eleştirel düşünmeye ve paylaşmadan önce düşünmeye teşvik ediyor.

Yine, bu konuda çok fazla araştırma yapılmadığını anlatan Greene, araştırmada, bazı katılımcıların gerçek ve sahte haberleri okumadan önce genel bir yanlış bilgilendirme uyarısı okumalarının sağlandığını belirtiyor. Şaşırtıcı bir şekilde, bir uyarıyı okumanın insanların yalan haberlere verdiği tepkiler üzerinde hiçbir etkisi olmadığı görülmüş. Greene, “Devletler yalan haber stratejilerini düşünürken bunu dikkate almalılar. Yalan haberlerin etkisi beklenenden daha az olsa da, herhangi bir uyarının etkisi de düşük olabiliyor.” değerlendirmesinde bulunuyor.

İçerik moderasyonu aşırı sağ söylemlere karşı ne kadar etkili?

İstenmeyen aktörlerin platformlardan kaldırılması anlamına gelen içerik moderasyonu, YouTube gibi sosyal medya platformlarında yaygınlaşmış durumda.

Ana akım internet platformları “uygunsuz” olduğu düşünülen içerikleri ve kanalları platformdan kaldırma yoluna giderken bu uygulamanın aşırı söylemlerin ya da uygunsuz içeriklerin etkisini azaltmada ne kadar etkili olduğu konusu henüz bilinmiyor. 

“Deplatforming” de denilen içerik moderatörlüğüne ilişkin yapılmış araştırma sayısı henüz yeterli bir sayıya ulaşmış değil. Ulusal Tayvan Üniversitesi’nden Adrian Rauchfleisch ile Harvard Üniversitesi’nden Jonas Kaiser konuya ilişkin “Aşırı Sağın Platformlardan Kaldırılması- YouTube ve BitChute Üzerine Bir Analiz” başlıklı bir araştırma gerçekleştirdi. Araştırma sonuçlarının yayımlandığı 15 Haziran 2021 tarihli makalede deplatforming uygulamasının platformdan kaldırılan içerikler ve kanallar üzerindeki etkilerine dair bulgular yer alıyor.  

YOUTUBE’DAN İÇERİK KALDIRMA AŞIRI SAĞ SÖYLEME KARŞI  ETKİLİ

Çalışmada, içerik moderasyonunun aşırı sağ söyleme sahip kanallar üzerindeki etkisi ölçülmeye çalışıldı. Bunu yapmak için iki veri kümesi analiz edilerek 2018- 2019 yılları arasında 11 bin 198 YouTube kanalının hangilerinin kaldırıldığı ve hangi nedenle kaldırıldığı kontrol edildi. Daha sonra platformdan kaldırılan aşırı sağ kanalların alternatif video platformu Bitchute’da kendilerine yeni bir yer bulup bulmadığı araştırıldı.

Analiz, içerik moderasyonunun dezenformasyon ve aşırı sağ söylemlerine erişimini en aza indirmede etkili olduğunu gösterirken bu tür içeriğe izin verecek alternatif platformların YouTube’dan kaldırılmış olmanın olumsuz etkisini hafifletemediğini ortaya koydu. 

POLİTİK KANALLAR EN ÇOK AŞIRI SAĞ SÖYLEM NEDENİYLE PLATFORMDAN KALDIRILIYOR

Çalışma genel olarak aşırı sağ söyleme sahip içerik oluşturucuların başarısının YouTube platformuna güçlü bir şekilde bağlı olduğunu gösteriyor. 11 binden fazla kanalın analiz edildiği çalışmada politik kanalların en çok aşırı sağ söylemler nedeniyle kaldırıldığını, müzik kanallarının ise en çok “kimliğini gizleme” nedeniyle kaldırılma ihtimalinin olduğunu ortaya koyuyor. Bu durum, YouTube’un platformdan çıkarma nedenlerinin keyfi olmadığını, sezgisel bir mantığı takip ettiğinin kanıtı. İkinci olarak platformdan kaldırılan aşırı sağ kanalların BitChute üzerinde YouTube’da olduğu kadar etkili olamadığı sonucu çıktı.

Analiz edilen tüm kanallara ilişkin olarak ise şu sonuç ortaya çıkmış: YouTube, bu kanallara Bitchute’dan daha fazla görüntüleme ve etkileşim sağlıyor. Üçüncü olarak ise platformdan atılan en büyük üç kanal üzerinde gerçekleştirilen analizin sonuçları dikkat çekici. Buna göre YouTube tarafından platformdan kaldırıldıktan sonra BitChute içindeki görüntüleme sayılarını bir miktar da olsa artırabilecekleri görülüyor.

Amerikalı radyo programı sunucusu ve aşırı sağcı komplo teorisyeni olarak bilinen Alex Jones bu kısa vadeli artışı Bitchute’da da sürdürse de görüntüleme sayısı Youtube’daki görüntüleme sayısıyla karşılaştırılamayacak seviyede. 

DİĞER PLATFORMLAR YOUTUBE KADAR ETKİLİ DEĞİL

Bu anlamda içerik moderasyonu, aşırı sağ söylemlerini en aza indirmede oldukça etkili bir araç olarak dikkati çekiyor. Öte yandan bu tür içeriğe izin verecek alternatif platformlar, YouTube’dan atılmanın olumsuz etkisini tam olarak hafifletemiyor.

Alex Jones’un YouTube’da 2,4 milyondan fazla abonesi varken, Jones’un sahip olduğu ve aşırı sağ komplolarının yer aldığı haber sitesi Infowar’ın Haziran 2021’deki Bitchute varlığı yaklaşık 125 bin abonede kalmış. Bu, platformdan kaldırılan aşırı sağ aktörlerin “genişleme gücünü ” kaybettiğinin bir kanıtı. Öte yandan YouTube’un içerik oluşturucular için katma değerinin yalnızca teknik altyapısından değil, ayda 2 milyar aktif kullanıcısı olmasından kaynaklandığını gösteriyor.  

Ayrıca, YouTube’un aşırı sağ söylemler ve dezenformasyona karşı koyma politikasındaki değişiklikle birlikte 2018 ve 2019 yılları arasında aşırı sağ kanalların kaldırılma nedeni ile ilgili net bir bağlantı görülebiliyor. Siyasi kanallar, en çok aşırı sağ söylemler nedeniyle kaldırılma riski ile karşı karşıya.

Çalışmadan daha genel manada, ana akım sosyal medya platformlarının ABD’de aşırı sağcılar için önemli bir işlev gördüğünü ve yalnızca alternatif platformlara dayanan kanal yaratıcılarının daha küçük topluluklarla sınırlı olduğunu ve dolayısıyla daha az erişime sahip olduğunu ve daha az etkiye sahip olduğu sonucu çıkıyor. 

Birçok aşırı sağ kanalı Anti-Semitik, ırkçı ve / veya kadın düşmanı içeriğe sahip ve bu nedenle doğal olarak platformun hizmet şartlarıyla çelişmekte. Öte yandan platformdan kaldırma uygulamasının potansiyel olarak bu kaldırılan platformların daha fazla radikalleşmeye ittiği gerçeği değişmiyor. 

YOUTUBE’UN PLATFORMDAN KALDIRMA POLİTİKASI SANSÜR MÜ?

Bununla birlikte, araştırmanın ortaya koyduğu bulgular, deplatforming ve sansüre ilişkin genel sorunun varlığını zayıflatmıyor. Deplatforming’in istenmeyen sesleri kısmasının etkileri ve etikliği tartışmaya açık bir konu. Özel platformların ağa bağlı kamusal alan üzerinde bu güce sahip olup olmaması gerektiği sorusu ister istemez akıllara geliyor.

Makaleyi kaleme alanlar “Ne yazık ki, bu soruya iyi bir cevabımız yok.” diyor. Platformdan kaldırmanın platformdan kaldırılanlar üzerindeki etkisine ve daha geniş anlamda ABD’deki aşırı sağcılar için ana akım ve alternatif platformların rolüne katkıda bulunmayı amaçlayan çalışma önemli sonuçlar ortaya koysa da bu alanda daha fazla araştırmaya ihtiyaç duyulduğu kesin. Zira bu uygulamadan hem diğer siyasi toplulukların nasıl etkilendiğini hem de alternatif platformların deplatformingi nasıl tamponlayabildiğini ve son olarak deplatformingin daha aşırı bir söyleme katkıda bulunup bulunmadığını anlamak gerekiyor.

Öte yandan bu çalışmada esas olarak sadece Youtube’daki ABD aşırı sağına odaklanılmış. Makaleyi bizzat kaleme alanların görüşü gelecekteki çalışmaların aşırı sağın yanı sıra platformdan kaldırılan diğer siyasi kanalları da masaya yatırılması ve kapsamlarını ABD dışında genişletilmesi gerektiği yönünde.

Çalışmayı gerçekleştirenlerin dile getirdiği bir başka husus da bu çalışmanın YouTube’un her bir kanal için platformdan kaldırma gerekçelerinin geçerliliğine dair herhangi bir yorum getirmediği. İkiliye göre, nitel araştırmalar bu konuya ışık tutabilir ve YouTube’un nedenlerinin meşru veya abartılı olup olmadığını açıklamaya yardımcı olabilir. 

ABD, dezenformasyon yaptığı için İran destekli web sitelerine el koydu

ABD’nin haziran ayının sonlarında İran’ın destek verdiği 36 web sitesine dezenformasyon ve propaganda suçlamasıyla el koyması ifade özgürlüğü ve devlet egemenliğinin ihlaline ilişkin yeni bir tartışma başlattı. 

22 Haziran’da ABD Adalet Bakanlığı yaptığı açıklama ile 36 websitesinin kontrolünü ele geçirdiğini duyurdu. İran İslami Radyo ve Televizyon Birliği (IRTVU) Iraklı Şii paramiliter grubu Haşdi Şabi’nin bir parçası olan Hizbullah Tugaylarına (Kata’ib Hizballah) ait web sitelerine yönelik operasyon mahkeme kararıyla ve ABD yaptırımlarının ihlal edildiği gerekçesiyle yapıldı. 

Kapatılan web sitelerinin medya organizasyonu görünümü altında İran hükümetinin emrinde çalıştıkları dezenformasyon ve etki operasyonları ile ABD’yi hedef aldıkları ifade edildi. 

ABD, IRTVU’yu geçtiğimiz yıl İran Devrim Muhafızlarının özel kuvvetler gücü olan Kudüs Gücü tarafından kontrol edildiği gerekçesiyle yaptırımların kapsamına dahil etmişti. Kuruma yönelik suçlamalar arasında ABD Başkanlık Seçimlerinde Amerikalı seçmenleri yönlendirme amaçlı online dezenformasyon kampanyası yürütme de bulunuyor.  

Amerikan kolluk kuvvetleri daha önce de dark web’deki siber suç forumları ile ilişkili olan web sitelerini ele geçirmişti. 

GEREKÇE ABD’DEN DOMAİN HİZMETİ ALMAK

Yaptırım kapsamında yer alan kurumların özel bir lisansa (OFAC lisansı) sahip olmadan ABD’den web site ve domain hizmetleri de dahil olmak üzere herhangi bir hizmet almaları yasak. IRTVU’nun kontrolünde olan 33 web sitesinin bir ABD’li firmadan domain hizmeti aldığı fakat bu kurumun OFAC lisansına sahip olmadığı belirlendi. 

İran devletinin sahibi olduğu İngilizce yayın Press TV ve Arapça yayın yapan Al-Alam TV başta olmak üzere birçok İran bağlantılı web sitesine girenler, sitenin FBI ve ABD Ticaret Bakanlığı tarafından ele geçirildiğini gösteren bildirile karşılaştı. Kapatılan web sitelerinin bir kısmı açıkça İran propagandası yapsa da Press TV gibi medya kurumlarının da operasyondan etkilenmesi dikkat çekti. İngilizce yayın yapan ve daha çok dış politika konularına yer veren Press TV geçtiğimiz günlerde İran ile P5+1 ülkeleri arasındaki nükleer müzakerelere katılmış diplomatlar ile röportajlar yayınlamıştı. 

ABD, İranlı dezenformasyon sitelerini tespit edip ele geçirdi

Amerikan dış politikasını eleştiren bir tutum sergileyen Press TV, daha önce de Google, Instagram ve Twitter gibi platformlarda benzer sansür uygulamalarına maruz bırakıldığını açıklamışı.

DEVLET EGEMENLİĞİ İHLALİ SAYILIR MI?

Beyrut merkezli yayın yapan Al-Masirah sitesi de ABD tarafından ele geçirilen web siteleri arasında yer alıyor. Al-Masirah, Yemen’de faaliyet gösteren İran destekli Huti milisleri lehine yayınlar yapıyordu. ABD’nin üçüncü bir ülkede yayın yapan web sitesini ele geçirerek yayınlarını terör propagandası yapması gerekçesiyle durdurması başka bir devletin egemenlik alanındaki siber bir varlığa operasyon yapmasının ne kadar hukuki olduğuna dair soru işaretlerini de gündeme getirdi. 

Öte yandan Haşdi Şabi’nin bir kolu olan Hizbullah Tugayları’nın yönetimindeki 3 web sitesi de ABD tarafından benzer gerekçelerle ele geçirildi. İran’ın Irak’ta faaliyet gösteren Haşdi Şabi’ye destek verdiği biliniyor. Irak’ta konuşlu Koalisyon Güçleri ve Irak güvenlik güçlerini hedef alan terör saldırılarını düzenleyen Haşdi Şabi, ABD tarafından 2009 yılında yaptırım listesine eklenmişti. Hizbullah Tugayları’na ait web sitelerinin de ABD’li bir firmadan domain hizmeti aldığı tespit edildi.