Etiket arşivi: yazar

Ankara’da ‘Godfather of Cyberdefence’ rüzgarı

27 Kasım’da Sheraton Hotel Ankara’da gerçekleşen, ilk gününe katılma şansı bulduğum 3. Cyber Warfare and Security Conference (ICWC), iki yılın ardından oldukça güçlü bir içerikle karşımıza çıktı. Bu etkinliğin benim açımdan büyük bir önemi vardı: Siber Liderler serisini ilk yazmaya başladığım dönemde, başarılarıyla NATO’da isminden sıklıkla söz ettiren Süleyman Anıl’ın profilini incelediğim yazımda Türkiye’deki üst düzey etkinliklere katılımının sürekli olarak sağlanmasını en büyük temennim olarak iletmiştim. Şayet bu zamana kadar hiçbir ulusal etkinlikte söz almayan Anıl’ı, ilk defa ICWC bünyesinde konuşmacı olarak görmek, üstüne bir de tanışıp, konuşmak, benim için oldukça değerliydi. Konferans süresince sohbet etme imkanı bulduğum, Anıl’ın yerine gelen Christian-Marc Lifländer ve Tuğamiral Önder Çelebi[1] sayesinde, siber alanda söz sahibi üç lider ile bizzat tanışmış oldum.

ICWC’nin bu anlamda, normal hayatınızda denk gelmenizin çok da kolay olmayacağı Türk ve yabancı yöneticiler, direktörler, generaller, amiraller veya profesörler ile karşılıklı fikir alışverişinde bulunabileceğiniz, serbest bir ortam yaratmayı başardığı açıkça görülüyor. Önümüzdeki dönemde ICWC üzerindeki mevcut NATO vurgusu devam eder mi kestiremesem de, bir sonraki etkinliğin açılış konuşmasında savaş çalışmalarını siber alana başarıyla entegre eden Thomas Rid veya uluslararası çatışma uzmanlığını, siber alan ile harmanlayan Nazli Choucri gibi akademiden çıkan ancak politikaları ve siber güvenlik literatürünü derinden etkileyen isimler görmek, eminim ki konferansın kalitesini daha da artıracaktır.

2015 yılında katıldığım 2. ICWC sonrası kaleme aldığım yazımda sunumların içeriğine dair dile getirdiğim yapıcı eleştirilerim, bu etkinlikte tamamen giderilmişti. Etkinliğin bu kapsamda başarısını, TÜBİTAK ve SSM’nin bu konuda uzun bir süredir gösterdiği özveri, etkinliği planlayan Defence Turkey ekibinin vizyonu, akademinin etkinliğe gösterdiği yakın ilgi ve elbette NATO’dan gelen üst düzey katılımcıların varlığı belirledi demek sanırım yanlış olmayacaktır. Aslında NATO’nun beş önemli katılımcı göndererek bu etkinliğe verdiği destek, NATO ile ilişkilerimizin sınandığı bir dönemde kritik önem taşımaktaydı.

İlk konuşanlardan biri olan, SSM Müsteşar Yardımcısı Mustafa Şeker, bu etkinliğin hedefini, teknoloji ve inovasyon odaklı ama ihracat temelli bir kümelenme oluşturma ekseninde değerlendirerek, uzun soluklu bir yol haritasının varlığını hissetmemizi sağladı. Açılış konuşmasını (keynote speech) yapan, NATO Altyapı Servisleri Direktörü Dr. Gregory B. Edwards, siber tehditlerin gerçekliğini vurgularken, birliğin önündeki en büyük engelin, güçlerini birleştirmek[2] olduğunu söyledi. Çok fazla bilgisayarın, düğümün, sunucunun olduğu bir ekosistemde çalışmanın güvenlik açısından yarattığı sorunlara değinen Edwards, NATO’nun bu kapsamda proaktif bir yaklaşımla güncellemeye çalıştığı üç önemli unsura değindi: ortak altyapı, siber güvenlik ve operasyonlarSunumunda NATO’nun politikaları arasında siber savaşçılar (cyber warriors) yetiştirmek olduğunu söyleyen Edwards, insan gücüne bir sermaye olarak yatırım yapılması gerektiğini kaydetti.

“Cybersecurity and Defence Policies of Nations” isimli Mustafa Şeker moderatörlüğündeki ilk oturumda söz alan NATO’da görevli Tuğamiral Çelebi, siber saldırıların hibrid savaşın önemli bir unsuru haline geldiğine, karmaşıklaşan tehditler karşısında “birleşmiş siber operasyonlara”[3] ihtiyaç duyduğumuza dikkat çekti. Çelebi, bu yükü eşit şekilde paylaşmaya hazır olmamız gerektiğini özellikle vurguladı. Aynı panelde konuşan, Süleyman Anıl’ın emekliliğiyle boşalan koltuğu doldurup, NATO Siber Savunma biriminin başına gelen Christian-Marc Lifländer, NATO’nun siber kapasitesinin artmasında en büyük rolün, üye uluslara düştüğünü iletti.

Üyelerin ulusal altyapılarını ve ağlarını savunmaya yönelik kapasitelerini artırmasıyla, birliğin savunma kapasitesinin ciddi şekilde gelişeceğini belirtti. Takiben söz alan Anıl, konuşmasına biriminde lakabının “godfather of cyberdefense” olduğunu paylaşarak başladı. Onun da sunumunun odağında Gürcistan, Estonya, Ukrayna ve Ortadoğu’da gözlemlendiğini kaydettiği hibrid savaşlar vardı. Anıl, bu olaylarda siber bileşenlerin büyük bir rolü olduğunu söylerken,  Hibrid savaşın günümüzde Siber Operasyonlar, Elektronik Harp, Sinyal İstihbaratı ve Psikolojik Operasyonlar ile birleştiğini de savundu.

Oğuz Babüroğlu moderatörlüğünde gerçekleşen, “Cybersecurity Clusters: Collaborations to Strengthen the Cybersecurity Ecosystem” isimli ikinci oturumda ilk söz alan, İspanya Siber güvenlik Kümelenmesi koordinatörü Javier Tobal, inovasyon aktiviteleri sonucu Avrupa Komisyonu H2020 programına bağlı “www.cyberwatching.eu” sitesinin doğduğunu aktardı.  STM Genel Müdür Yardımcısı Ömer Korkut, konuşmasında Türkiye’den tek üyenin kendileri olduğu European Organization for Security (EOS) hakkında bilgi verdi.

Biznet adına konuşan Hakan Terzioğlu, benzer şekilde tercih ettikleri Hollanda menşeili bir kümelenme olan The Hague Security Delta’dan (HSD) bahsetti. Kümelenme konusundaki somut öneri ve fikirleriyle, panelin en dikkat çeken konuşmacısı, SAHA İstanbul (Savunma, Havacılık ve Uzay Kümelenmesi) Derneği Genel Sekreteri İlhami Keleş’ti. Misyonlarının mevcut potansiyeli kullanarak yüksek teknolojik ürün geliştirmek olduğunu söyleyen Keleş, milli sanayideki verimliliğinin yükseltilmesi ve rekabet edebilirliğinin artırılması amacıyla kurulduklarını açıkladı.

Uzun soluklu günün son oturumunda ise, Tübitak SGE Direktörü Mustafa Dayıoğlu’nun moderatörlüğünde “Emerging Technologies for Cybersecurity” başlığı işlendi.

[1] ACT Assistant Chief of Staff, Command & Control, Deployability and Sustainability (C2DS)

[2] “Alliance’s the biggest mission is connecting its forces.”

[3] “Federated cyber operations”

Siber Bülten abone listesine kaydolmak için formu doldurunuz

Ruslar propaganda yapayım derken kritik istihbaratı nasıl kaptırdılar?

Bugün propaganda savaşları, siber çatışma veya algı yönetimi stratejileri üzerine birkaç okuma yapsanız, karşınıza Rusya’nın müdahil olmadığı bir örnek bulmakta zorlanırsınız.

Dünyayı kasıp kavuran ‘ABD seçimlerine müdahale’ operasyonlarından, istihbarat organlarının sistemlerine sızılmasına kadar baş şüpheli olarak gösterilen Moskova yönetiminin, Genelkurmay Başkanı Gerasimov’un yıllar önce yazdığı bir makalede kapsamlı şekilde anlattığı ‘hibrid savaş’ stratejisini başarılı bir şekilde uygulamaya devam ediyor.

Bugün Türkiye’nin NATO üyeliğinin sorgulanmasına sebep olan Norveç’teki krizde bile şüpheli gözler Rus parmağı arıyor.

İster istemez insanın aklına ‘Peki Rusya farklı ülkelerde düzenlediği iddia edilen ‘etki operasyonları’ sırasına hiç açık vermiyor mu? Hiç operasyon kazasına uğramıyor mu?’ soruları geliyor.

Geçtiğimiz hafta EDAM’ın düzenlediği ‘Siber Politikalar ve Dijital Demokrasi’ başlıklı toplantıda sunum yapan Dr. Can Kasapoğlu’nun bahsettiği bir olay ava giden Rusların da avlanabileceğini gösteren cinsten.

EDAM toplantısından bir kare

Kasapoğlu’nun naklettiğine göre, Ruslar Suriye’deki askeri varlıklarının propagandasını yapmak amacıyla yürüttükleri kampanyanın bir parçası olarak, bu ülkedeki hava üssüne inen bir Rus savaş uçağının videosunu YouTube’a yüklüyorlar. 5-6 dakikalık videoyu dikkatli gözlerle inceleyen uzmanların videonun 1-1,5 saniyelik kısmında önemli bir şey dikkatini çekiyor. “O bir şeyin ne olduğunu merak edip, yaklaştırdığınızda arkada bir Krashuka-4 elektronik harp sisteminin durduğunu fark ediyorsunuz.” ifadelerini kullanıyor Kasapoğlu.

Moskova’nın Ukrayna’dan sonra bu sistemleri bir de Suriye’ye konuşlandırdığı işte bu videodaki ayrıntıya gören uzmanlar tarafından dünyaya duyuruluyor. Krashuka-4 Esad ve Rus uçakları için 300 km’lik güvenli bir hat oluşturuyor. Sistem, menzili içerisinde düşman insansız hava araçlarını etkisiz kılmak ve radar görevi görmenin yanısıra elektronik savaş amaçlı da kullanılıyor. Sinyal bozucu jammer vazifesi gören sistem, uydu sinyallerini bozduğu gibi, radyo-elektronik cihazlara da kalıcı zararlar veriyor.

“Her savaşın bir de YouTube cephesi var.” diyen Kasapoğlu videoyu Rusların harekât güvenliği kazası olarak nitelendiriyor ve propaganda yapmak isterken nasıl bir istihbarat zafiyetine neden olunduğuna dikkat çekiyor.

Yumuşak gücünü ve caydırıcılığını artırmak için sosyal medya üzerinden propaganda kampanyaları düzenleyenlerin ya da mikro ölçekten devletin en tepe noktalarından fotoğrafları sosyal medyaya koyanların da bu tür istihbarat zafiyetlerine kapı aralayabileceklerini akıldan çıkartmamak lazım.

Sosyal medya -genelde İnternet teknolojilerinin- getirdiği imkanların yanında bu tür hata ihtimallerini de barındırmasına rağmen hiçbir taraf bu nimetleri değerlendirmekten geri durmuyor. İronik bir şekilde tam da İnternet’in sağladığı kolaylıklar aynı zamanda zafiyetleri de kendi içerisinde barındırıyor. Soğuk Savaş yıllarında Sovyetlerin Ortadoğu’ya bir elektronik harp sistemi konuşlandırdığını öğrenebilmek için gerekli istihbarat ile masa başındaki araştırmacıların biraz dikkatle bu bilgiye ulaşmalarındaki kolaylık arasında dağlar kadar fark var.

Türkiye’deki seçime müdahale önemli risk

2019 Türkiye’nin seçim yılı olacak. Son referandum sonuçlarından da görüldüğü gibi Türkiye’de seçmenler ortadan ikiye bölünmüş, birinin ak dediğine diğer kara diyor. Toplantıda sosyal medya üzerinden yapılan algı operasyonlarının perde arkası hakkında bilgi veren Akın Ünver’e yöneltilen ‘Türkiye gibi zaten polarize olmuş bir toplulukta yabancı bir devletin seçim müdahalesi riski var mı?’ sorusunda Ünver “Kesinlikle var.” cevabını veriyor.

Türkiye’nin bir yandan Rusya ile ilişkilerini geliştirirken diğer yandan NATO üyesi olduğuna vurgu yapan EDAM araştırmacısı “Türkiye belki de bu yüzden seçime müdahale riski taşıyan bir numaralı yer.” dedi. Bu tür algı operasyonlarında failin bulunmasının tüm dünyada bir sorun olduğunun altını çizen Ünver İngiltere’de bulunan The Alan Turing Institute’da 68 araştırmacının siber saldırıların ve siber müdahalelerinin nasıl ölçüleceği ile failin belirlenmesi konusunda ciddi çalışmalar yürütmelerine rağmen herhangi bir sonuca henüz ulaşamadıklarını kaydetti.

“Türkiye birçok ülke için önemli bir ülke. Bu yüzden seçime müdahale edilmesi oldukça yüksek bir ihtimal. Fakat Türkiye’de öyle bir seçime müdahale olabilir ki, seçime müdahale edildiğini fark etmeyebiliriz.”

Siber Bülten abone listesine kaydolmak için formu doldurunuz

‘Türkiye’de Bilişim Bakanlığı kurulmalı’

Sivil toplum örgütü Kamu Siber Güvenlik Derneği (KSGD) girişimi ve TOBB Ekonomi ve Teknoloji Üniversitesi’nin de desteğiyle geçtiğimiz salı günü “Bulut Bilişim Güvenliği” temalı Siber Güvenlik Platformu VI gerçekleşti. 2015 yılından bu yana, senede iki defa başkentin dışındaki seslere de kulak vererek Konya, Mersin gibi farklı şehirlerde etkinlikleri hayata geçiren dernek, siber güvenlik farkındalığı oluşturma, konunun teknik, bilimsel, sosyal ve kültürel yanlarını kapsama yolunda istikrarlı bir çalışma yürütüyor. Dernek, bu yıl gündemine 5 bin lira değerindeki Siber Güvenlik Doktora/Tez Ödülü’nü de eklemiş. Katılım istatistiklerine dair bir bilgi etkinlik süresince paylaşılmamış olsa da, umarım takip eden yıllarda oldukça geniş kitlelerin ilgisini çeken, özendirici bir ödül haline gelir.

İlk konuşmacılardan olan, derneğin yönetim kurulu başkanı Ahmet Ercan Topçu, konuşmasında farkındalık yaratma konusunda gerçekleştirdikleri özverili çalışmalardan bahsederken, Türkiye’de gelinen noktada bir Bilişim Bakanlığı kurulmasına duyulan ihtiyaca tekrar tekrar değindi. Her kurumun kendi güvenlik ajandasını belirlediği, bütüncül bir yaklaşımın henüz benimsenemediği bir ortamda ortak bir çatıya ihtiyaç duyulduğunu söyleyen Topçu, bilişim alanında bu yönde bir seferlik başlatılması gerektiğine de dikkat çekti. Tek çatı altında, işbirliği halinde bir Kamu-Özel ortaklığını oluşturma fikri her ne kadar kulağa cazip gelse de, pratikte bu birimlerin siber güvenlik konusuna farklı yaklaşımlarının anlaşılamaması, ne yazık ki bu fikrin hayata geçirilmesi yolundaki en büyük engel. Üstelik Türkiye bu konuda yalnız değil; işleyen bir ortaklık, tam da bu yüzden ne Amerika ne de İngiltere gibi ülkelerde dahi henüz yaratılamadı.[1] Çözüme giden yolda, Kamu ve Özel sektörü ortak hedefleri, sorunları ya da beklentileri olan iki paydaş/kardeş olarak gören yaklaşımı değiştirmek gerekiyor. Böyle bir çatı kurumun oluşturulması halinde iki tarafın ilişkilerini hukuki, teknik, siyasi boyutlarıyla düzenleyecek yasal otoriteyi, sorumlulukları ve hakları net bir dille ortaya koymak, “bütünsel” yaklaşımının temellerini daha sağlam bir tabana oturtmak oldukça önemli.

‘Kriptocular tüm tarafların sahtekar olabileceğini varsayar’

Açılış konuşmalarından sonra ilk söz alan, TÜBİTAK UEKAE Birim Yöneticisi Doç. Dr. Sabir Kiraz, bulut depolamada veri güvenliği ve mahremiyetinden bahsederken, “tüm verileri, kaynakları, uygulamaları bulut sağlayıcısına koyarak kendi verimiz üzerinde hâkimiyetimizi kaybediyoruz” kaygısını dile getirdi. Sunumunda, Türkiye’de çoğunlukla bilgisayarların yüzde 80’inin kullanılmıyor olmasından doğan sorunun, blok zincirde bir düğüm (node) haline gelerek aşılabileceğini söyleyen Kiraz, bu sayede hem hesaplama (computation) hem de depolama (storage) hizmeti vererek para kazanılabileceğini söyledi.  Kiraz, Bulut Bilişim’e mühendislerin ve kriptocuların yaklaşımları arasındaki farka da dikkat çekti; “Kriptocular tüm tarafların sahtekar olabileceğini varsayarak güvenli bir sistem tasarlar.” ifadelerini kullandı. Kriptocuların hatalı yazılım, Truva atları, virüsler aradığını, mühendislerin ise bulut güvenliği ile ilgili büyük sorunlar görmediğini kaydetti.

En iyi siber güvenlik tezi ödülü Sabancı Üniversitesi’nden Altop’a

Bu yıl ilk defa KSGD girişimiyle verilen “Siber Güvenlik Doktora ve Yüksek Lisans Tez Ödülü” kazananı, Sabancı Üniversitesi’nde Albert Levi ile doktorasını yapan Duygu Karaoğlan Altop, Gövde Alan Ağları Güvenliği ile ilgili tez sunumunda hassas kişisel bilgilerin algılandığı, depolandığı ve iletiştiği duyarga düğümleri arasındaki güvenliğin öneminden bahsetti. Sunumunda kalp pilinin EKG sinyalinin ele geçirilmesiyle, elektrik şoku uygulanabileceğinin örneklerinin yaşandığına dikkat çeken Altop bu cihazlar üzerine hedefli saldırlar gerçekleştirilebileceği gibi, hassas kişisel bilgilerin mahremiyetinin de tehlikeye düşebileceğini belirtti. Kazananın bir kadın olması ve böylesine hassas, karmaşık bir konuda verdiği akıcı sunum, gerçekten takdire değerdi.

‘Bulut bilişim elektrik, su, doğalgaz gibi bir hizmet haline geldi’

Öğleden sonra düzenlenen, altı katılımcının söz aldığı  “Bulut bilişim güvenliği” panelindeki ilk konuşmacı, ODTÜ Enformatik’te Bilişim Hukuku dersi aldığım, TOBB ETÜ Öğretim Üyesi, Doç.Dr. Olgun Değirmenci, sunumunda Bulut’un birçok ülkede doğalgaz, su, elektrik gibi bir hizmet olarak tanımlandığına değindi. Hizmet olarak altyapı bulut türünde en çok hukuki sorun yaşama ihtimalimiz olduğuna değinen Değirmenci, geçmişte yürüttüğü ilginç bir araştırmadan da bahsetti. On iki bulut servis sağlayıcının kullanım sözleşmelerini incelediğini kaydeden Değirmenci, bulut kurarken kabul edilen bu sözleşmelerin hepsinde kişisel verilerin işlenmesine yönelik kişinin rızasını alan hükümler bulduğunu iletti.

Özellikle soru-cevap kısmında en çok ilgiyi gören BTK Bilgi Teknolojileri Daire Başkanı Gökhan Evren, geçtiğimiz aylarda düzenlenen Siber Yıldız yarışmasından oldukça yetenekli kişiler bulduklarını, 500’e yakın mülakat sonucu işe alınanları seçme sürecinde çok zorlandıklarından bahsetti. TSE Bilişim Teknolojileri Test ve Belgelendirme Daire Başkanı Mustafa Yılmaz, salondaki gençlere, CMMI (The Capability Maturity Model) ve siber güvenlik standartlarının belirlenmesi, takibi gibi konularda sektörde büyük açıklar olduğunu, bu alanlara yönelebileceklerini söyledi. Ortak Kriterler Tanıma Anlaşması (CCRA) olarak bilinen, 26 önemli ülkede akredite olan bir standarttan bahseden Yılmaz, bu anlaşmayı imzalayan ülkelerin, ürün hangi ülkeden sertifika almış olursa olsun o ürünün belirtilen seviyede güvenli olduğunu kabul etmiş sayılacaklarını belirtti.

[1] Madeline Carr, “Public–private partnerships in national cyber-security strategies,” International Affairs, 92/1 (2016)

Siber Bülten mail listesine abone olmak için formu doldurun

 

Hümanistik Yapay Zeka

Siri’nin yaratıcılarından Tom Gruber, Nisan 2017’deki Ted konuşmasında yapay zeka ile insan işbirliğinin bir hümanistik yapay zeka yaratması halinde, bu durumun sosyal hayatımıza, hafızamıza nasıl etki edeceğinden bahsediyor.

İnsan- Makine İşbirliği

Gruber, endişe verici Hollywood filmlerinin aksine, yapay zekanın amacının makine zekası vasıtasıyla insanı güçlendirmek olduğunu söylüyor. Makine zekası geliştikçe biz de gelişiyoruz. Gruber buna “hümanistik yapay zeka” diyor.

Bu yapay zekanın insan hayatını değiştirici özellikleri var. Siri’yi düşünelim, akıllı bir yazılım olmasının ötesinde bizi ne kadar etkiliyor olabilir? Görme engelli, el ve ayakları tutmayan biri Siri sayesinde sosyal hayatını geliştirebilir. Bakıcılarına bağlı olmadan telefonlarına, e-postalarına cevap verebilir. İronik bir şekilde, bu insanın yapay zekayla olan ilişkisi onun gerçek insanlarla iletişim kurmasını sağlıyor. İşte bu hümanistik yapay zekadır.

Gruber başka bir örnekle devam ediyor: Kanser teşhisi. Kanser araştırmalarındaki patoloji örnekleri üzerinde sınıflandırma yapmak için yapay zeka kullanılıyor. Bu sınıflandırıcılar resimlere bakarak verilen örneğin kanser olup olmadığını söylüyor. Şaşırtıcı bir şekilde bu yapay zeka %92.5 doğru sonuç veriyor ancak bu bir insan kadar iyi değil. Çünkü insanın buradaki başarısı %96.6.  Fakat makine ve insan yeteneği birleştiğinde bu oran %99.5’e ulaşıyor. Hangi aracın daha iyi sınıflandırabildiği değil, burada önemli olan makine ve insan yeteneklerinin birleşmesinden insanüstü bir performansın çıkmasıdır. İşte bu da hümanistik yapay zekadır, diyor Gruber.

İlgili haber>> Birleşmiş Milletler’den “yapay zekaya” yakın mercek

Tasarımla ilgili bir başka örnekte ise şunlardan bahsediyor: Bir drone tasarlayacaksınız, tüm verileri girdiniz, performans analizi yaptınız, bu size sadece 1 tane tasarım verir. Bu araçları bir yapay zekaya verirseniz size binlerce tasarım sunar. Makine tüm olasılıklar bunlar der ve mühendis tasarımın amacına en uygun olanını seçer. Bu da insan- makine işbirliğinin bizi en iyi sonuca ulaştırabileceğini gösteriyor.

Hafıza ve Yapay Zeka

Makinelerimizi ne kadar becerikli yapabiliriz yerine, makineler bizi ne kadar geliştirebilir sorusuna bakalım. Hafızayı örnek alalım, hafıza insan zekasının temelidir. Ancak insan zekasının eksik yönleri vardır. Detayları hatırlamada zorlanırız ya da zamanla hafızamız zayıflar. Peki bilgisayar hafızası kadar iyi bir hafızamız olsa? Tanıştığımız herkesi isim ve aile bilgileriyle hatırlasak… Ya da yapay zeka okumak istediğimiz kitapları önceden okumuş, dinlemek istediğimiz müzikleri önceden dinlemiş olsa bu birçok şeye erişimimizi kolaylaştırırdı. Bunun yeni bağlantılar kurmak, yeni fikirler üretmek üzerine olan etkisini düşünün. Peki ya bedenimize ne olurdu? Yediğimiz her yemeğin etkisini hatırlasak nasıl olurdu mesela? Bizi iyi hissettiren ya da sağlıklı tutan şeylerle ilgili kendi verilerimize göre kendi bilimimizi yaratabilirdik. Gruber, bunun alerjik ve kronik hastalıklar üzerine olan etkisini düşünün diyor. Kişisel hafıza, özel bir hafızadır,  saklanacak şeyleri biz seçeriz. Bunu güvende tutmak çok önemlidir. Alzheirmer hastalarını düşünün, güçlendirilmiş bir hafıza, saygın ve ilişki kurulabilen bir hayatın anahtarı olacaktır.

Yapay Zeka Rönesansının Ortasındayız

Bugün yapay zekayı başarılı kılan şey kapsamlı veri kullanabilirliğidir. Bu güçlü teknolojiyi nasıl kullanmamız gerektiği konusunda seçim yapabiliriz. Yapay zekayı bizi güçlendirip bizimle işbirliği yapması, bilişsel sınırlarımızı aşıp istediğimiz şeyi daha iyi yapmamıza yardım etmesi için kullanabiliriz. Makinelere zeka kazandırmanın yeni yollarını buldukça bu bilgileri dünyadaki tüm yapay zeka asistanlarına ve sonuçta bunu koşulsuz bir şekilde herkese dağıtabiliriz. Bu yüzden makine zekası geliştikçe biz de gelişiriz.

 

Siber Bülten abone listesine kaydolmak için formu doldurunuz

Başbakandan yerli yazılım çıkışı: Tarlanın da bizim olması lazım

Geçtiğimiz Cuma gerçekleşen 10. Bilgi Güvenliği ve Kriptoloji Konferansı (ISC Turkey 2017), BTK, Bilgi Güvenliği Derneği ve Gazi, ODTÜ ve İTÜ gibi üç büyük üniversitenin önderliğinde gerçekleşti.

İki günlük bir programa sahip etkinliğin, yüksek katılım alan ve basına dönük ilk gününe katılma imkânı buldum. Son iki yıldır ODTÜ’de gerçekleşen geçmiş konferansların içeriğine ve işleyişine aşina olmamdan ötürü, bu seneki konferansın yayınlanan programını ilk gördüğümde, ister istemez geçmiş senelerle kıyaslarken buldum kendimi.

Etkinliğin ilk günü olarak Cuma’nın seçilmesine, bir de Başbakan’ın katılımı eklenince, ortaya konferansın akışı ve zaman yönetimiyle ilgili sorunlar çıkabiliyor. Bu tip uzun soluklu ve sağlam bir akademik tabana oturmuş olması beklenen konferanslarda özellikle sabah saatlerini verimli kullanmak büyük önem taşıyor. Geçen yıl düzenlenen ISC Turkey 2016’nın Salı ve Çarşamba günlerinde düzenlenmesiyle bu sorunlar ciddi ölçüde giderilmişti, aynı şekilde geçen yıl panellerden, açılış konuşmacılarına kadar daha kapsamlı olduğunu düşündüğüm, akademiyle bağı daha güçlü bir program hazırlanmıştı.

Türkiye’de bilişim ve siber güvenliğin geldiği mevcut noktada, bu konuların tartışıldığı platformlarda yer alan değerli konuşmacıların daha iddialı ve geniş görüşlü içerikler üretmelerini beklemek, hem katılımcıların vizyonunu genişletmek hem de yeni bilimsel tartışmaların fitilini ateşlemek adına oldukça önemli. Yapıcı eleştirilerimi bir kenara bırakırsak, biraz da konferansta konuşulanlara değinmek istiyorum.

UDH Bakanı Ahmet Arslan, BTK Başkanı Ömer Fatih Sayan ve elbette Başbakan Binali Yıldırım’ın konuşmalarının odağında yazılımda yerlilik ve milliliğin önemi vardı. Arslan, konuşmasında sektörün taraflarının işin içine daha fazla girmesi gerektiğine, daha koordineli çalışılan bir ortam yaratmanın gereğine değindi.

Siber tehditlere karşı yerli yazılımlar: Avcı, Azad, Kasırga

Sayan, USOM bünyesinde siber tehditlerle mücadele amaçlı geliştirdikleri Avcı, Azad, Kasırga gibi yerli ve milli uygulamaları da hayata geçirdiklerini dile getirdi. Bahsi geçen uygulamalara dair internette herhangi bir bilgi bulamasam da, dilerim ilerleyen günlerde milli imkânlarla geliştirilen bu çözümlerin güvenliğine, performansına ve kalite kontrollerine dair açık kaynak araştırma yapabilmek mümkün olur.

Dördüncü konuşmacı olarak söz alan Başbakan Yıldırım, siber suçlarla daha etkin mücadele için büyük veri analiz altyapısı oluşturmaya da karar verdiklerini duyurdu. Yıldırım, yerli yazılım dendiğinde yalnızca yerli mühendislerin kodladığı yazılımların kastedilmediğini, yerli yazılım geliştirme platformları üzerinde yazılan yazılımlara ihtiyacımız olduğunu dikkatle açıkladı. “Tarlayı süren çiftçinin bizden olması yetmez, tarlanın da bizim olması lazım” diyen Yıldırım, her halde bu konuyu özetleyen en doğru ve anlaşılır analojiyi yaptı.

Açılış konuşmacısı olarak salonda bulunan Prof. Dr. Erdal Çayırcı, siber güvenliği üç seviyede değerlendirdiğini belirtti: Siber emniyet, hibrid ortamlarda yapılan mücadele ve siber savaş. “Hibrid” savaş kavramının Batı’ya ait bir isimlendirme olduğuna, Rusya ve Doğu Bloğu’nun aynı kavrama “lineer olmayan ortamlarda yapılan mücadele” olarak yaklaştığına değinen Çayırcı, bu kapsamdaki en belirgin hedefin karşı tarafın istikrarını bozmak olduğunu kaydetti.

Kamuda Endüstri 4.0 ve Siber Güvenlik Yaklaşımı isimli ilk panelde, benim için en öne çıkan konuşmacı, Biznet Bilişim İş Geliştirme Direktörü Eser Ateş’ti. Gündeminde Endüstriyel IoT ve Operasyonel Teknolojiler (OT) konularına yer veren Ateş, Endüstri 4.0 ile birlikte OT’lerin dijital bir kılıf giymek zorunda kaldıklarını belirtti. OT güvenliği konusunda uzman sayısının çok az olduğunu ve bu konuda yeterli düzenleneme bulunmadığını belirten Ateş, OT sistemlerinde açıkların kapatılma sürelerinin oldukça uzun olabildiğini kaydetti.

Yine panelde öne çıkan bir diğer isim Atar Labs CEO’su Burak Dayıoğlu’ydu. Dayıoğlu, mevcut çözümlerde çok fazla alarm ve saldırı göstergesi bulunduğunu, ancak insan kas gücünün buna yetişmekte zorlandığını söyledi. Bunun temelinde yatan sorunu, alarmları inceleme işinin hala elle kumanda edilmesi olarak açıklayan Dayıoğlu, “Mevcut iş gücü ihtiyacını dramatik şekilde karşılamak mümkün olmadığı için, var olan insan gücünü robotlarla desteklemeliyiz” dedi.

Büyük Veri Analizi ve Veri Merkezleri Güvenliği isimli ikinci panelde söz alan NETAŞ Siber Güvenlik Teknoloji Geliştirme Direktörü Uğur Çağal, dünyada artık çok gizli olan verilerin güvenliğinin, bağımsız denetçiler tarafından denetlendiğini ve çok büyük cezalar kesildiğini dile getirdi.

Intellfor Global Strategy Başkanı Mustafa Avcı, artık savaş teknolojileri yerine yeni silahın bilgi olduğuna dikkat çekti, dünyayı yönetmek için veriye sahip olmanız gerekiyor değerlendirmesini yaptı. Benzer şekilde büyük verinin önemine değinen TÜRKSAT Siber Güvenlik Yönetim Direktörü Mehmet Ali Ortayatırtmacı, büyük verinin, siber güvenlik operasyonlarından artık ayrı düşünülemeyeceğini dile getirdi.

Saat 18.00’dan sonra düzenlenmesi planlanan yuvarlak masa toplantılarına bizzat katılamasam da, sonuçları Konferans Sonuç Bildirgesi üzerinden takip ediyor olacağım.

Siber Bülten abone listesine kaydolmak için doldurunuz!