Etiket arşivi: Siber savaş tarihi

‘Gelmiş geçmiş en geniş çaplı siber saldırı: Shady RAT’

İlk defa 2011 yılında McAfee’nin hazırladığı bir raporla kamuoyunun haberdar olduğu Shady RAT (Remote Access Tool) saldırıları, gelmiş geçmiş en geniş çaplı siber saldırı olma ünvanını rahatlıkla hak ediyor. Bu çapta bir saldırıda dahi saldırganların kimlikleri tespit edilememiş olsa da McAfee’nin hazırladığı rapor, ekonominin her sektöründe faaliyet gösteren herhangi bir şirketin, benzer siber saldırılara maruz kalabileceğini vurguluyor.

McAfee, Shady RAT’in ilk izlerinin 2009 senesinde, bir savunma şirketinin uğradığı saldırıların forenzik analizinin yapıldığı dönemde keşfedildiğini belirtiyor. McAfee, saldırganların komuta-kontrol serverlarından birisine erişim edindiğini ve saldırı loglarını bu serverlar üzerinden analiz ettiğini belirtiyor.

Rapora göre hedef alınan bir firmada saldırıların fark edilip gerekli önlemlerin alınması hâlinde dahi sızmanın, ilk başladığı andan itibaren yaklaşık bir ay boyunca devam ettiği belirtiliyor. Sızmanın kısa sürdüğü kurbanlar arasında Uluslarararası Olimpiyat Komitesi, Vietnamlı bir teknoloji şirketi, Asyalı bir ülkenin ticaret örgütü, Kanadalı bir devlet kurumu, Amerikalı bir savunma şirketi ile Amerikalı bir muhasebe firması bulunuyor. Ancak rapor, bu sızmaların kısa sürmesini sadece kurbanların siber savunmadaki başarısıyla değil, saldırganların bazı örneklerde zaten kısa bir saldırı amaçlamasıyla da açıklıyor. Diğer taraftan sızmaların 20-28 ay boyunca tespit edilemediği pek çok örnek de var.

Örgütlü bir şekilde saldırdığı anlaşılan hackerların temel hedefleri devletler, örgütler, büyük firmalar, savunma şirketleri ve hatta uluslararası Olimpiyat komiteleri. ABD, Japonya, Tayvan, Birleşik Krallık, Hindistan, Güney Kore, Vietnam ve Kanada büyük zarara uğrayan devletler arasında yer alıyor. Bunun dışında Birleşmiş Milletler ve Uluslararası Olimpiyat Komitesi gibi uluslararası örgütler de saldırıların kurbanı.

McAfee’nin temel iddiası, saldırıların 2006 senesinde başladığı, büyük bir yoğunlukla devam ettiği ancak 2009, 2010 yıllarında yavaşladığı yönünde. Örneğin 2007’de saldırılar yüzde 260 oranında artarken 29 örgüte yayılmış. 2006-2011 arasındaki süreçte toplam 72 örgütün ve 14 ülkenin saldırılardan etkilendiği iddia ediliyor. Bu 72 örgütünse 49 tanesinin ABD’de bulunduğu belirtiliyor.

Kurbanlar arasında enerji ve ağır sanayiiden 6, elektronik ve haberleşme sektöründen 13, savunma sektöründense 13 şirket var. Sistemlerine sızılan yerler arasında ayrıca bir enerji araştırma laboratuvarı ile Koreli çeşitli çelik ve inşaat firmaları bulunuyor.

Shady RAT’in gerçek boyutlarını kestirebilmek mümkün değil. McAfee raporu tam olarak hangi kuruluşların ne ölçüde etkilendiğini söylemiyor. Ancak tespit edilenden çok daha fazla sızma olduğuna yönelik iddialar var.

Raporun yazarı Dmitri Alperovitch, ‘akla gelebilecek tüm sektörlerde önemli büyüklükteki ve değerli fikrî mülkiyeti ile ticari sırları olan bütün şirketlere sızıldığına (veya sızılacağına) ikna olmuş durumdayım’ sözleriyle siber tehditlerin ulaştığı boyut hakkında ilgilileri uyarmaya çalışıyor. Alperovitch analizlerinde oldukça iddialı. Dünyanın en büyük 2000 şirketini ikiye ayıran Alperovitch, bunları ‘sızma olduğunu bilenler’ ve ‘sızma olduğunu bilmeyenler’ olarak kategorize ediyor.

Alperovitch, geçmişte Batı enerji sektörlerinin hedef alındığı Night Dragon Operation ile Operation Aurora siber casusluk faaliyetlerini de soruşturmuş bir isim. Tüm bu saldırıların neden tek bir saldırgan tarafından gerçekleştirildiğinin kabul edildiği sorusuna Alperovitch net bir yanıt vermiyor. Ancak raporda da belirtildiği gibi bu çaptaki bir saldırıyı devletdışı bir aktörün tek başına üstlenebilmesi mümkün değil. Zaten böyle bir saldırıyla elde edilecek sonuçlar bakımından yapılacak kâr-maliyet analizi, ancak bir devletin bu tür bir saldırı gerçekleştirme sorumluluğunu üstlenebileceğini gösteriyor.

Rapora göre en dikkat çekici konu, saldırganın sırlara ve fikrî mülkiyete olan devasa açlığı. Saldırıları sıradan bir siber suç olayından ayıran temel fark belki de bu motivasyon. Zaten Advanced Persistent Threat olarak adlandırılan bu tür saldırılar, saldırganın hedefine ulaşmak için sahip olduğu yüksek motivasyona işaret ediyor. Ayrıca raporun yazarlarına göre Birleşmiş Milletler ve Uluslararası Olimpiyat Komitesi gibi kuruluşların hacklenmesi ekonomik menfaat getirmeyeceğinden temelde bir devlete işaret ediyor. ASEAN örgütüne yapılan saldırılar da raporu benzer bir sonuca götürüyor.

Diğer taraftan raporun içindeki belirsizlikler dikkat çekici. Örneğin sızma gerçekleştirilen bilgisayarların kime ait olduğu hâlâ bilinmiyor. Örneğin binlerce şirket çalışanının bilgisayarlarını hackleyebilirsiniz ancak bunların hiç birisi, tek bir yönetici bilgisayarının hacklenmesi kadar kritik önemde olmaz. Rapor hangi firmaların net olarak hedef alındığını belirtmiyor. Saldırganların kim olabileceğine dair de tahmin yürütmüyor. İçinde pek çok belirsizlik barındıran böyle iddialı bir raporun neden yayınlandığı sorusu net bir cevap bulabilmiş değil. Bilindiği üzere McAfee önemli bir güvenlik şirketi. Siber güvenlik ve anti-korsan yazılımlar üzerine yaptıkları çalışmalar yakından takip ediliyor. Rapor, tek tek firma ismi vermemesinin sebebini daha çok saldırıya uğrayan firmaların olumlu/olumsuz reklam yapmamakla açıklayarak geçiştiriyor. Oysa bu raporla McAfee en çok kendi reklamını yapmış görünüyor. Rapor boyunca sık sık tekrarlanan bir düşünce var: ‘Şirketler, devletler ve uluslararası örgütler! Hepiniz bir siber saldırının kurbanısınız ancak çoğunuz bunun farkında bile değilsiniz!’ Yani bu tehditlerden korunmak istiyorsanız bize gelmelisiniz çünkü biz sizi koruyabiliriz.

Sonuç olarak Shady RAT, iddiaların boyutu itibarıyla gelmiş geçmiş en büyük siber saldırı olma niteliğini hak ediyor. Hem ekonomiden, hem devletlerden hem de uluslararası örgütlerden kendisine pek çok kurban seçen hackerlar, organize bir siber saldırının ulaşabileceği boyutları gözler önüne seriyor. Advanced Persistent Threat türünden saldırılar, saldırganın sahip olduğu yüksek motivasyon nedeniyle senelerce sürebiliyor. Saldırgan, sızdığı sistemde tatmin olmazsa kendisine hemen başka bir hedef seçebiliyor. Hem veri hırsızlığı hem de fikrî mülkiyet hırsızlığı yapılıyor. İşin ilginç yanı, rapor, çalınan bu bilgilerle korsanların ne yaptığının bilinemediğini belirtiyor. Özellikle uluslararası piyasalarda rekabetin hat safhada olduğu ve şirket sırlarının, plan ve stratejilerinin ekonomik başarı açısından çok kritik öneme sahip olduğu günümüzde şirketler, hiç beklemedikleri bir anda, sırf bilgisayar korsanlarına çaldırdıkları bilgiler nedeniyle devasa kayıplara uğrama riskiyle karşı karşıya.

HAFTALIK SİBER BÜLTEN RAPORUNA ULAŞMAK İÇİN FORMU DOLDURUNUZ

[wysija_form id=”2″]

 

 

 

 

İlk Siber Savaş Örneği Olarak Kosova

 “Siber savaş” ifadesi okuyucuya, son zamanlarda bolca kullanılan ve içi boşaltılan bir kavramı ifade ediyormuş gibi gelebilir. Özellikle Amerikalılar bu işi abartma eğilimindeler. Mesela eski Milli İstihbarat Şefi Mike McConnell’ın görüşleri bu yönde. Hem Bush hem de Obama döneminde görev yapan McConnell, Mart ayında katıldığı bir konferansta Amerika Birleşik Devletleri’nin hâlihazırda bir siber savaş verdiğini ve bu savaşı kaybetmekte olduğunu iddia etti. Siber uzayda en büyük düşmanın Çin olduğunu vurgulayan McConnell, Amerikan ulusunun elindeki potansiyelin sadece %30-40’ını kullandığı tahmininde bulundu.

Elbette ABD gibi bir ülkede istihbarat teşkilatının zirvesinde bulunmuş bir bürokratın sözleri önemli. Ancak siber savaş ifadesi, daha hassas ve sınırlı kullanılmalı. Çünkü “savaş” dendiğinde ortaya çıkan can kayıpları, yıkımlar ve trajediler bugüne kadar siber saldırılardan kaynaklanmadı. Dolayısıyla siber savaş tabirini, gerçek dünyada devam etmekte olan bir sıcak çatışma ve organize şiddet eylemleri ile birlikte meydana gelen siber saldırılar için kullanmak daha yerinde olacaktır. Bu tür bir kullanım aynı zamanda siber savaş konseptinin de içinin boşaltılmamasını ve gerçekten müdahale gerektiren hâlleri daha kolay ayırt etmemizi sağlayacaktır.

Kosova Savaşı

1990’lar aslında Balkanlar’da katliamın katliamı takip ettiği, trajedi yüklü bir dönemdi. Her ne kadar Sovyetler’in dağılması görece kansız gerçekleşmiş olsa da Yugoslavya’nın bölünüşü çok büyük  travmalara sahne oldu. Özellikle milenyumun başlangıcına yaklaşıldığı dönem, Kosova’da yaşayan Arnavutlara karşı artan şiddet eylemlerinin Avrupa’daki istikrar ortamını ciddi anlamda tehdit etmeye başladığı yıllardı.

Birleşmiş Milletler Sözleşmesi madde 2(4) hükmü devletlerin uluslararası ilişkilerinde güç kullanmasını yasaklıyor. Bu yasağın iki istisnası var. İlk ihtimalde Birleşmiş Milletler Sözleşmesi’nin 51. maddesindeki meşru müdafaa hükümlerine gidilebilir. Ya da uluslararası barış ve güvenliğin tehdit altında olduğu ihtimallerde BMGK, kuvvet kullanımı kararı alabilir.

Kosova örneğinde ise NATO, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nden müdahale kararı çıkmamasına rağmen Kosova’ya müdahale etme kararı aldı. 24 Mart – 10 Haziran 1999 tarihleri arasında NATO, çeşitli Sırp hedeflerine hava saldırıları düzenledi.

Fakat hemen her hava saldırısında olduğu gibi, kaçınılmaz olarak hedeflenenin dışında kayıplar yaşandı. 7 Mayıs 1999 tarihinde ABD Hava Kuvvetleri tarafından düzenlenen saldırılarda Belgrad’taki Çin Büyükelçiliği vuruldu ve üç Çinli gazeteci hayatını kaybetti.

Bombalama sonrası Çin’in Belgrad Büyükelçiliği yıkılmadan önceki son fotoğrafı

Her ne kadar dönemin Başkanı Bill Clinton yaşananların bir kaza olduğunu belirtip özür dilese de bu, Çin kamuoyununun öfkesini dindirmeye yetmedi. Çin halkı öfkesini internet üzerinden göstermeye başladı. Yaşanan talihsizliği takip eden günlerde pek çok Amerikan ve NATO internet sayfası siber saldırıya uğradı.

Örneğin İçişleri Bakanlığı ve Enerji Bakanlığı’nın internet sayfaları Çinli hackerların eline geçti. Beyaz Saray da yoğun bir şekilde maruz kaldığı DDoS (Distributed Denial of Service) saldırıları nedeniyle tedbiren üç gün boyunca internet sayfasını kapalı tuttu.

Aslında NATO bombardımanları sırasında Sırp hackerlar siber uzayda pek çok saldırı gerçekleştiriyordu. Bu saldırılarda NATO’nun kendisi ve NATO üyesi ülkeler hedef alınıyordu. Çin büyükelçiliğinin vurulmasıyla mevcut denkleme Çinli hackerlar da dahil oldu. Bu dönemde yaşananları CNN “çevrimiçi savaş” olarak tanımlarken İngiliz yayın kuruluşu BBC “Net’te propaganda savaşı”, The Guardian gazetesi ise doğrudan “siber savaş” ifadesiyle nitelendirdi. Aslında bugün yaşanan kavram kargaşasının o günlerde de bulunduğunu söyleyebiliriz.

Başlangıçta değindiğim kuramsal tartışmayı burada hatırlamakta fayda var. Siber savaş ifadesi, ancak ve ancak gerçek dünyada devam eden bir silahlı çatışma veya organize şiddet eylemi varsa anlamlı. Kosova örneği, gerçek bir savaş ortamında gerçekleşen siber saldırılar içerdiğinden, siber savaş konseptinin ilk defa içinin dolu olduğu bir vakayı temsil ediyor. Çünkü buradaki çatışma sadece siber uzayla sınırlı değil; aktörler, amaçlar ve menfaatler bakımından aralarında benzerlik bulunan iki çatışmadan bahsediyoruz. Aradaki asıl fark kullanılan vasıtalarda ve saldırıların gerçekleştiği fiziksel evrende.