Etiket arşivi: John Podesta

Rusların, ABD’yi nasıl hacklediğinin özeti: Oltalama, X-Tunnel ve X-Agent

Her zaman söylenir bilgi güvenliğinin en zayıf halkası insandır diye…

Son zamanlarda kripto para borsalarında yaşanan hırsızlıkların da arkasında da kullanıcıların veya idari pozisyondakilerin hataları yüzünden giriş bilgileri alınmasıyla hırsızlıklar yaşandı.

İnsan hatalarının büyük bir zaafiyete yol açtığı bir başka olay da, tartışmalı ABD 2016 seçimleri. Ruslar nasıl oldu da ABD seçimlerine bu kadar etkili bir şekilde damga vurdu diye sorsanız, “kullanıcı hatası” derim.

Bu sonuca ise Özel Savcı Robert Mueller’in iddianamesini okumam ile vardım. Yirmi dokuz sayfalık iddianamede Rus hackerlerin hareketleri, izlerini saklamak için neler yaptıkları ve bunlardan öte nasıl oldu da Clinton Kampanyası ve Demokrat Parti sistemlerine sızabildikleri sorusuna ayrıntılı bir şekilde örneklerle cevap veriliyor.

Bu iddianame, ABD Başkanı Donald Trump ile Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin arasındaki Helsinki görüşmesi öncesi ortaya çıkmış ve bayağı da bir toz kaldırmıştı.

Mueller’in iddianamesine göre Rusya Genelkurmay Ana İstihbarat Müdürlüğü’ne bağlı Unit 26165 ile 74455, ABD seçimlerini etkilemek için Mart 2016’da harekete geçiyor. İlk hedefleri Clinton Kampanyası, ardından da Demokrat Ulusal Kongresi (DNC) ve Demokratik Kongre Kampanyası Komitesi’ne (DCCC) oluyor.

İLK ADIM: OLTALAMA

John Podesta

Rusların hem kampanya sistemine hem de Demokratların sistemine girmesi ise oltalama yöntemi sayesinde oluyor. Sahte e-postalar üzerinden gelen linklere tıklayan üst düzey isimlerin e-posta şifreleri ele geçiriliyor. İddianameye göre, 19 Mart 2016 tarihinde Clinton Kampanyasını yöneten John Podesta’ya giden bir e-posta ile süreç başlıyor.

Google’dan gelen bir güvenlik uyarısı gibi duran bu oltama e-postadaki link, Rusların oluşturduğu bir internet sitesine bağlantı veriyordu. Linkin tıklanmasıyla girilen web sitesinde şifre değiştirilmesinin gerektiği ikazıyla karşılaşan kullanıcı, talimatları takip ederek şifre değişikliğini yaptı. 21 Mart 2016 tarihinde Rus hackerler artık Clinton kampanyasının beyni olan Podesta’nın e-posta içeriklerine ulaşmış durumdaydı. Rus hackerler, Podesta’daki başarılarını Clinton Kampanyasındaki diğer isimler üzerinde de denemeye başlayarak aynı e-postayı üst düzey isimlere göndermeye başladılar. Bu şekilde iki kişinin daha e-postaların ulaşmayı başardılar.

Rus hackerler, 6 Nisan tarihinde ele geçirdikleri üst düzey bir kişinin ismiyle e-posta adresi açıp Clinton Kampanyasında görev alan otuz farklı kişiye gönderdikleri e-postada bir excel dosyası gibi gözüken eklenti yine Rusların oluşturduğu web sitesine link veriyor. Mueller’in iddianamesine göre, Rusların bu hackleme çabaları 2016’in yaz ayları boyunca sürdü.

Rus hackerler, Clinton Kampanyası’na karşı saldırı geçtiği tarihlerde Demokratik Kongre Kampanyası Komitesi’ne (DCCC) ve Demokratik Ulusal Kongresi’ne (DNC) karşı da saldırıya geçti. Rus hackerlerin 15 Mart 2016 tarihi itibariyle DNC’in bilgisayarlarını araştırmaya ve bununla ilgili teknik bilgi bulmaya çalıştıkları ortaya çıkarken 7 Nisan tarihinde de benzer bir araştırmayı DCCC için gerçekleştirdikleri görülüyor.

Ruslar, araştırmaları neticesinde Nisan 2016 tarihinde DCCC’in bilgisayar ağını hacklemeyi başardı. Hacklemenin ardından sisteme kötü niyetli yazılımlar yükleyip bilgi çalmaya başladılar.

ARİZONA’DA SERVER KİRALAMIŞLAR

Ruslar, 6 Nisan tarihinde bir oltalama e-postası atıp başarı göstermesiyle DCCC’nin giriş bilgilerini  elde etmeyi başardı. Bu adımın ardından Rusların, Haziran ayına kadar 10 kadar DCCC bilgisayarına kendi versiyonlarını ürettikleri X-Agent’i yükledikleri, bu program sayesinde Arizona’da kiraladıkları bilgisayarlara veri çekmeye başladıkları belirlendi.

Bu program ile hackledikleri bilgisayarların kullanıcıların ekran görüntülerini alıp klavyede hangi tuşları kullandıklarını kayıt etmeye başladılar. Mueller’in iddianamesine göre, bir kurbanının bilgisayar faaliyetlerini sekiz saat boyunca takip edip kayıt altına almışlar. Bu sürede ekstra bir güvenlik olarak başka bir server daha kiralayıp takibi zorlaştırmaya çalışmışlar.

Rusların DNC’yi hacklemeleri ise DCCC’deki başarılarının ardından geldi. DNC bilgisayar ağına kötü niyetli yazılımlar yükleyen Ruslar, bu şekilde bilgisayar ağında gezinip veri çalmaya başladılar. DNC ağına girmeye yetkili DCCC’deki insanları özellikle takip eden Ruslar, bunların bilgisayar ekranlarının fotoğraflarını çekip tuş takımlarını takip etmeye başladılar. İddianameye göre, Ruslar, Haziran 2016’da otuz kadar DNC bilgisayarına giriş sağladılar. Bu hackleme neticesinde binlerce Demokratik Parti çalışanının bilgisayar ekranlarını kayıt altına alarak tuş takımlarını izlediler.

İddianamede bilgilerin nasıl çalındığına ve bilgisayar ağının dışına aktarıldığına ilişkin ayrıntıları bilgiler de bulunuyor. Bilgisayar ağındaki dosyaları zipleyen Ruslar, ABD’nin Illinois eyaletinde kiraladıkları bir bilgisayar ağına “X-Tunnel” programı ile aktarmışlar.

Ruslar, DNC ve DCCC bilgisayar ağındaki izlerini de bu giriş-çıkışları kayıt altında tutan veri dosyasından silmeyi başarmış. Bu çabalarına karşın Demokratlar, Mayıs 2016 tarihinde bilgisayarlarına bir şeylerin ters gittiğini fark edip bir şirket ile anlaşarak ne olduğunu anlamaya çalışmış.

İddianamede ismi belirtilmeyen bu şirket hemen kolları sıvayarak hackerleri sistem dışına atmak için çaba göstermiş. Şirketin bu çabasına rağmen Rusların Linux tabanlı X-Agent programı Ekim 2016 tarihine kadar sistemde aktif olarak kalmış. Şirketin bir şekilde Rusların kötü niyetli yazılımlarının önünü kesmesiyle Ruslar, bu sefer Demokratların kullandığı bulut sistemine saldırmış ve buraya erişim sağlamış.

Bu bilgilerin çalınmasının ardından bunların basın ve kamuoyu ile nasıl paylaşacağı sorunu ortaya çıkıyor. Bu sırada Demokratlar, sistemlerinin resmen hacklendiği ilan edip Moskova’yı suçlaması ile Ruslar bu krizi fırsata dönüştürüyor. Bir Romen hacker kimliği oluşturan Ruslar, bu kişinin ortaya çıkıp Demokratları kendisinin hacklediğini ilan etmesini sağlıyor. Bu kişi üzerinden de bilgileri kamuoyu ile paylaşmayı sürdürüyor. Bu sırada Wikileaks üzerinde de paylaşımlar yapılıyor.

Özel Savcı Mueller’in iddianamesini okurken benim ilgimi çeken nokta Rusların, ABD sistemlerini nasıl hacklediği üzerinde oldu. İddianameyi okudukça veri ve siber güvenlikte insan unsurunun ne kadar önemli olduğunu bir kere daha görmüş oldum. Bir kullanıcı hatası ile bir ülkenin kaderi etkilendi. Belki de bu dünyanın geleceği de…

Siber Bülten abone listesine kaydolmak için formu doldurunuz

Türkiye’de seçimler hacklenir mi?

Türkiye’de gelecek sene yapılması planlanan seçimler 24 Haziran’a alınmadan önce bir grup siber güvenlik meraklısı ile oturup acaba Türkiye’de ABD’de olduğu gibi bir seçim hacklenmesi söz konusu olur mu diye konuyu enine boyuna tartışmıştık. Herkes gibi biz de erken seçim kararı ile ters köşe olsak da seçim hacklenmesi konusu Türkiye’de demokratik seçimler yapıldığı sürece dikkat edilmesi, önlem alınması gereken bir mesele olarak kalacak.
Aslında 2008’de ‘Ben geliyorum’ diyen, 2014’de Ukrayna’da ‘buradayım’ diye bağıran ve sonunda ABD seçimlerinde inkar edilmesi imkansız hale gelen bir olgu seçim hacklenmesi. Sadece ABD’nin değil, AB’den ayrılma kararı veren İngiltere’nin yaptığı Brexit referandumundan, aşırı sağcıların yükselişe geçtiği Fransa ve Almanya’ya kadar batılı demokrasilerin başının belası haline gelmiş durumda. Üstelik sadece gelişmiş ülkelerin değil, Karadağ gibi sadece uluslararası ilişkiler meraklılarının takip ettiği ülkelerde bile seçim hacklenmesine rastlamak mümkün.
Gelin isterseniz birkaç soruyla Türkiye ve seçim hacklenmesini masaya yatıralım:
1. Önce temel bir soru: Seçim hacklenmesi nedir? 
Seçim hacklenmesini üç farklı ya da birbirine geçmiş durumda incelemek mümkün:
– Seçim sonuçlarının elektronik ortamda değiştirilmesi:
ABD’de oy kullanma makinalarının veya Türkiye’de YSK’nın sistemlerinin hacklenerek oy sayılarıyla oynanması olarak tanımlayabiliriz. Burada hedef alınan seçmenler değil oy sayıları. Dolayısıyla seçmen davranışını etkilemekten ziyade direkt sonuçlarda değişikliği amaçlayan bir saldırı. ABD’de beyaz şapkalı hackerların bu makinaların güvenli olmadığına dair dillerinde tüy bitti ama hala bir önlem alınmadı. Türkiye’de de YSK sistemine yoğun bir şekilde DDoS yapıldığı çeşitli zamanlarda medyada haber olmuştu. Zaten iki sene önce milyonlarca seçmenin kişisel verisinin ortaya saçılması sonrasında takınılan tavır bu konudaki ciddiyeti göstermişti.
– Sosyal medya ve yalan haber aracılığıyla seçmen davranışlarının manipüle edilmesi:
İnternet ile demokrasinin dünyada güçleneceğine inananların yaşadığı en büyük hayal kırıklığı sosyal medya yoluyla demokratik kurumlara olan güvenin sarsılması olsa gerek. Farklı fikirlerin gündeme getirildiği, hükümetlerin değil halklarının sesinin duyulduğu bir mecra olacağı düşlenen sosyal medya baskıcı rejimlerde yaşayan insanların tek nefes alacağı yer olmuştu. 2009’daki İran seçimleri sonrasında muhalif göstericilerin organize olmalarında oynadığı rol ile ‘aktif siyasete giren’ internet, Arap Baharı’na gelindiğinde siyasi rejimleri dönüştürücü bir güce ulaşmıştı. Tabii bu gücün farkına sadece özgürlük isteyen halklar değil aynı zamanda rejimlerini koruma gayesindeki anti-demokratik yönetimler de varmıştı. Kendileri için tehdit olarak gördükleri ‘bilgiyi’ manipüle ederek karşı tarafa yönlendirmenin peşindeydiler.
Her şey zamanla gelişti. Batılı demokratik dünya yıllar sonra bugünlere bakıp yavaş yavaş ve herkesin gözü önünde sosyal medyanın demokrasiye karşı bir silah olarak kullanılmasını okuduğunda Hitler’in yükselmesine verdikleri tepki gibi ‘nasıl da görememişiz?’ diyecekler. Abarttığımı düşünenler olabilir. Ama kimsenin sosyal medyanın demokrasiyi tehdit eden bir hal almasını kritik bir tehlike olarak görmemesi tehlikenin boyutunu bir kat daha artırıyor.
St Petersburg’da, Kremlin desteğiyle kurulan Internet Research Agency (IRA) Rusya’nın troll fabrikası. Troll deyip geçmeyin. Bazı kaynaklara göre, 12 saatlik vardiya usulüyle çalışan ve 20’lerinde olan bu gençlerin haftalık kazançları 1400 dolar. Her ne kadar sosyal medyada kendileriyle alaycı bir ifadeyle dalga geçilse bile, sanıldığı kadar ‘boş’ insanlar değiller.
Özellikle ABD seçimlerine yönelik çalışma yapanların İngilizce ve genel kültür bilgilerinin yüksek olması bekleniyor. IRA bu gençlerin hedefe yönelik daha iyi çalışabilmesi için hiçbir fedakarlıktan kaçınmıyor. ABD basınına göre, seçimler öncesinde Demokrat ve Cumhuriyetçi adaylar arasında  karar veremeyen eyaletlerdeki (swing states) seçmenleri daha yakından tanımak için IRA’da çalışan 2 Rus genç 3 haftalığına araştırma yapmak için bu eyaletlere gönderilmiş.
Tekrar ediyorum troll deyip hafife almamak lazım. IRA’daki Rus gençler bir yandan sosyal medya üzerinden, azınlık hakları, kürtaj, göçmenler ve İslam ile ilgili toplumdaki ayrışmayı derinleştirecek paylaşımlar yaparken, diğer taraftan etkileri fiziksel dünyayı da kapsayacak siber operasyon çekme peşine düşmüşlerdi. 2015 yılında New York’ta ‘Bedava Hotdog’ etkinliği için Facebook’dan bir sayfa açan troller belirledikleri gün ve zaman içerisinde Times meydanında yüzlerce kişinin toplandığını görünce hem Amerikan toplumunun saflığına şaşırmış hem de St Petersburg’daki masalarından dünyanın en güçlü ülkesinde nasıl bir etkiye sahip olduklarını görüp gurur duymuş olmalılar.
Son seçimde, ABD’deki 200 milyon seçmenin yaklaşık 140 milyonu sandığa gitti. Facebook’a verilen reklamlar sayesinde trollerin hayal gücüne dayalı sosyal medya postları ve yalan haberler 128 milyon ABD’li Facebook kullanıcısına ulaştı. Twitter’da ise 288 milyon görüntülenme aldı.
– Gizli yazışmaların ve diğer bilgilerin sızdırılmasıyla kampanya sürecine zarar verilmesi: 
Türkiye’nin 2014 yerel seçimleri öncesinde internette yayınlanan ses kayıtları ile tecrübe ettiği bir durum. ABD’de ise Demokrat Parti’nin kampanya yöneticisinin sürecin ortasında istifa etmek zorunda kaldığı sızdırma operasyonu. Her şey Bill Clinton’un özel kalem müdürlüğünü yapmış, Hillary Clinton’un ise kampanya yöneticiliğini sürdüren John Podesta’nın mailleri Rus ajanların eline geçmesiyle başlıyor. Arkasındaki hikaye ise oldukça ibretlik. Podesta’nın kişisel mail adresini yöneten asistanları sosyal mühendislik teşebbüsü olarak gördükleri bir maili Demokrat Parti’nin bilgi güvenliği uzmanlarından birine gönderiyor. Uzman ‘This email is legitimate’ cevabını veriyor. Aslında ‘illegitimate’ yazmak istemiş ama bir yazım hatası kurbanı olmuş. Sonunda Rus hackerlar Demokrat cephenin ağır toplarından birinin tam 10 yıllık mail geçmişini ele geçirmiş oluyor ve Podesta istifa ediyor.
Sadece Podeasta’nın mailleri ile sınırlı kalmıyor Rusların sızdırma operasyonu. Ukrayna krizi sırasında ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı Victoria Nuland ile dönemin Kiev Büyükelçisi arasında yapılan bir telefon görüşmesi de Youtube’a sızdırılıyor. Konuşmada Nuland, AB’nin Rusların Kırım’ı işgaline sessiz kalmasını eleştirerek ‘Fuck European Union’ ifadesini kullanıyor. Amerikan büyükelçisi de kendisine destek veriyor. Görüşmenin sıradan iki diplomat arasında geçmediğine dikkatinizi çekmek isterim. Görüşmede hangi telefonun kullanıldığına dair bir ayrıntı bulamadım. Ama Nuland gibi Rus karşıtı hatta Putin düşmanı bir diplomatın konuşmalarında daha dikkatli olması beklenir. Nuland sızdırma olayı sonrasında AB ile ABD arasında ilişkilerin yeniden rayına oturması için çabalasa da, yaptığı hata kariyerine mal oldu. Böylece Ruslar hem ABD yönetimini AB ve dünyanın gözü önünde küçük düşürmüş hem de kendilerinden haz etmeyen parlak bir diplomatı saf dışı bırakmış oldu.
2. Türkiye’de seçim hacklenmesi neyi etkiler?  
Aylar öncesinde EDAM’ın bir yuvarlak masa toplantısında Akın Ünver hocaya aynı soruyu sormuştum. ‘Zaten kutuplaşmış bir toplumuz. Kimin hangi partiye vereceği belli. Neden böyle bir toplumda siber gereçler kullanılarak manipülasyon yapılmak istensin?’ Akın Hoca cevaben sosyal meseleler etrafında kutuplaşmış toplumların seçim hacklenmesine daha kolay hedef olacağını belirtip, asıl Türkiye gibi toplumların dikkat etmesi gerektiğini söylemişti.
Evet, manipülasyon kutuplaşmış bir toplumda seçimleri etkileyen bir psikolojik harp aracı olarak kullanılabilir. Fakat, eğer direkt seçim sonuçlarını değiştirebilecek bir operasyondan bahsediyorsanız sosyal medya pek bir işe yaramaz. Yani CHP’li olan birini AK Partili hale getirmeyeceği gibi tersini de başaramaz. İnsanların zaten oy vermeyi planladığı partiye/adaya ilişkin güvenini ve inancını perçinler; diğer taraftan da rakibinden olabildiğince nefret etmesini sağlar. Sonuç kaçınılmaz bir kutuplaşma olarak karşımıza çıkar. Facebook algoritmaları, kullanıcının bir post’u beğendiğinde, aynı düşünce atmosferine sahip daha fazla post’u görmesini sağlıyor. Bu da insanların sosyal medyada ‘siyasi mahallelerinden’ (Rahmetli Şerif Mardin’in kazandırdığı bir terim) çıkamamasını sağlıyor. İsterseniz siyasi görüşünüzün tersi postları beğendiğiniz bir Facebook hesabı açın çok farklı bir tecrübe yaşayacağınıza eminim 🙂
Oy sayısını değiştirme odaklı baktığımızda bir işe yaramayan sosyal medya operasyonları seçime katılım ve seçimde görev alma gibi yan faktörler konusunda oldukça etkili olabiliyor. Bir arkadaşınızın Facebook’da seçim günü gönüllü olduğunu gördüğünüzde veya bir başkasının mitingde çekilmiş fotoğrafı denk geldiğinde sizin de kampanya süreçlerine olan katılımınızın artması bekleniyor. Ya da tam tersi oluyor: O arkadaşı listenizden siliyorsunuz.
Seçime katılım özellikle merkezden uzak bölgelerde milletvekili sayısını ciddi şekilde etkileyen bir faktör. Seçim sisteminin ittifakların önünü açmasıyla daha da önemli hale geldi.  Sosyal medyanın, seçmenlerin savunduğu siyasi kutup ile ilişkilerini perçinlemede bir etmen olduğunu kabul edersek ‘Nasıl olsa benim adayım kazanmayacak’ ya da ‘oyum boşa gidecek’ gibi düşüncelerle sandığa gitmeyecek insanları Facebook postları sandığa götürebilir. Ama yine de sosyal medya manipülasyonunun Türkiye’de seçim sonuçlarında kazananı belirlemede  etkili olması beklenemez. Bunun en önemli nedeni seçimin galibi ile ikincisi arasında bu kadar oy farkının olmasıdır.
Türkiye’de ‘kemik seçmen’e dahil olmayan, kimi araştırma şirketine göre yüzde 2, kimine göre yüzde 8-9’luk bir kitle var. Bu kişilerin seçmen davranışlarının ‘hackleme’ neticesinde manipüle edildiğini varsaysak bile Türkiye’deki başkanlık seçimlerinde kazananı değiştirecek boyuta ulaşması söz konusu olamaz. Oysa ABD’de 2016 seçim sonuçları tam anlamıyla kıl payı şekilde sonuçlanmıştı.
Sosyal medya manipülasyonu sadece seçimde mi işe yarar? 

Putin’in 2014 yılında Ukrayna’da fark ederek siber operasyonlarla istismar ettiği olgu sosyal ayrışmalardı.  Ülkenin Rusça konuşan tarafı ile geri kalan bölümleri arasındaki derin ayrılıklar, Kremlin’e kurumlara olan güveni sarsma, seçim sonuçlarından mahkeme kararlarına kadar her şeye şüpheyle yaklaşmaya neden olan bir psikolojik atmosfer oluşturma imkanı sunmuştu. Benzer ve daha kapsamlı bir süreç bugün ABD’de işliyor. Başta demokrasi olmak üzere kurumsallaşmış yapılar güvensizlik sendromuyla boğuşuyor.

Sonuç olarak her ne kadar seçim sonuçlarında kazananı belirleyebilecek faktörler arasına girmese de sosyal ayrışmanın her geçen gün daha da derinleştiği ülkemizde azınlık hakları, dini inanç, Atatürk ve hatta futbol takımları ekseninde yalan haber üzerinden ayrışma noktaları kaşınabilir.
Dikkatli olup Taksim Meydanı’nda ‘Bedava Döner’ kampanyasına atlamamak lazım.

Siber Bülten abone listesine kaydolmak için formu doldurunuz

ABD çocukların sanal güvenliği için harekete geçti

Washington yönetimi, Amerika’da 8 milyar dolarlık bir ekonomik hacme ulaşan eğitim programlarının toplandığı bilgilerin güvenliği için harekete geçti.

Beyaz Saray yönetimi, öğrencilerin sanal alemde bıraktıkları izleri, “büyük veri” analizlerinden korumak için Amerikalı senatör ve temsilcilerle ortak bir çalışma yürütüyor. Öğrencilerin sanal verilerinin sadece eğitim ve yasal araştırma programlarında kullanılmasıyla sınırlandırılması hedefleniyor.

Temsilcileri Meclisi’nin Indiana milletvekili Luke Messer, “Amerikalı öğrencileri, ‘büyük veriden’ korumak partiler üstü bir mesele olmalı,” diye konuşurken Colorado eyaletinden Demokrat vekil Jared Polis de, “Ailelerin duyduğu endişelerin çözümü için yasa en iyi yol. Ayrıca bu şekilde yeni ürünlerin de önü açılır,” ifadelerini kullandı.

Target ve Home Depot gibi şirketlerde yaşanan güvenlik açıklarının ardından Obama, tüketicilerin sanal güvenliğinin korunması yönünde daha fazla adım atmayı hedefliyor. Anthem adlı sigorta şirketini hedef alan siber saldırıda 80 milyon üyenin bilgileri çalınmıştı.

Başkan Obama’nın siber güvenlik danışmanı Michael Daniel, son yapılan saldırının “rahatsız edici” olduğunu vurgulayarak bu tür saldırılar nedeniyle Beyaz Saray’ın konuyu ABD Kongresi ile ortak yürütmeyi hedeflediğini kaydetti. Öğrencilerin sanal güvenliği, bu ortak çalışmanın ilk ürünü olacak gibi gözüküyor.

Ayrıca Beyaz Saray, Stanford Üniversitesi’nde 13 Şubat’ta bir siber güvenlik zirvesi düzenleyerek teknoloji, market ve bankacılık sektöründen üst düzey isimleri bir araya getirecek. Hukukçuların ve tüketici hakları derneklerinin de katılacağı toplantıyla Beyaz Saray’ın siber güvenlik çalışmalarına da destek aranacak. Obama yönetimi, bunun yanı sıra, tüketicilerin sanal alemdeki bilgi güvenliğine ilişkin bir tasarıyı da yakında açıklaması hedefliyor.

ABD Ulusal Güvenlik Ajansı’nın eski çalışanı Edward Snowden’in ifşalarının ardından Başkan Barack Obama, John Podesta’yı danışman olarak atayarak tüketicilerin sanal izlerinin nasıl korunabileceği üzerine çalışmasını istemişti.

Podesta öğrencilerin sanal izlerinin korunmasının önemli olduğuna dikkat çekmişti. 2013 yılında yapılan bir araştırma, çok sayıda okulun bilgi güvenliği noktasında zayıf olduğunu göstermişti.

Şimdiye kadar kamuoyuna yansıyan bir güvenlik açığı olmamasına rağmen yetkililer, önceden harekete geçmesi noktasında kararlı gözüküyor.

Ayrıca Microsoft ve Google’un da aralarında olduğu 100’den fazla şirket, çocukların sanal bilgilerinin kötüye kullanılmasının önüne geçeceklerini ilan eden bir bildiri yayımlamışlardı.