Etiket arşivi: internet of things

IoT cihazlarına yönelik saldırılarda şoke edici artış

Kaspersky Lab IoT raporuna göre, 2018’in ilk yarısında IoT cihazları 120 binden fazla zararlı yazılım sürümüyle saldırıya uğradı. Bu sayı, 2017’nin tamamında görülen IoT zararlı yazılımlarının üç katından daha fazla. Kaspersky Lab, akıllı cihazları hedef alan zararlı yazılım ailelerinde görülen bu büyük artışın tehlikeli bir eğilimin devamı olduğu konusunda uyarıyor. 2017’de de akıllı cihazları hedef alan zararlı yazılım sürümlerinin sayısı 2016’ya kıyasla 10 kat artmıştı.

Akıllı cihazlar olarak da bilinen IoT (Internet of Things – Nesnelerin İnterneti) cihazları pazarı ve bu cihazların günlük yaşantımızdaki yeri büyük bir hızla büyüyor. Siber suçlular da bu alandaki finansal fırsatları görüyor ve saldırılarını artırıp farklılaştırıyorlar. IoT cihazlarını seven tüketiciler için asıl tehlike, hiç beklenmeyen anlarda çıkan tehditlerin zararsız görünen bu cihazları yasa dışı faaliyetler için güçlü makinelere dönüştürebilmesi. Bunlara zararlı kripto para madenciliği, DDoS saldırıları veya cihazların gizlice botnet faaliyetlerine katılması örnek gösterilebilir.

Bu tehlikelerin farkında olan Kaspersky Lab uzmanları, farklı kaynaklardan topladıkları verileri düzenli olarak inceliyor. Bu kaynaklar arasında, siber suçluların dikkatini çekip faaliyetlerini analiz etmek için kullanılan bilgi toplama cihazları da yer alıyor Bu kaynaklardan elde edilen en güncel veriler şok edici. 2018’in ilk yarısında, IoT cihazlarını hedef alan ve araştırmacıların tespit ettiği zararlı yazılım sürümlerinin sayısı 2017’nin tamamında görülenden üç kat daha fazla oldu.

2016-2018 döneminde, IoT cihazlarına yönelik Kaspersky Lab koleksiyonundaki zararlı yazılım sayısı

İstatistikler, IoT zararlı yazılımlarının yayılmak için en sık kullandığı yöntemin hala parolalara kaba kuvvet uygulanması, yani çeşitli parola kombinasyonlarının art arda denenmesi, olduğunu gösteriyor. Tespit edilen saldırıların %93’ünde bu yöntemin kullanıldığı görüldü. Kalan vakaların çoğunda ise IoT cihazlarına erişim, bilinen açıklardan yararlanılarak elde edildi.

Kaspersky Lab’in bilgi toplama cihazlarına açık ara en fazla saldırıda bulunan cihazlar router’lar oldu. Sanal cihazlarımıza yönelik kaydedilen saldırı denemelerinin %60’ı router’lar üzerinden geldi. Geri kalan ele geçirilmiş IoT cihazları arasında DVR cihazlarından yazıcılara kadar birçok farklı teknoloji yer alıyor. Bilgi toplama cihazları, 33 adet saldırının çamaşır makinelerinden geldiğini tespit etti.

Zararlı yazılım bulaşma riskini azaltmak için kullanıcılara şunlar tavsiye ediliyor:

  • Kullandığınız aygıt yazılımlarının güncellemelerini ilk fırsatta kurun. Bir açık bulunduğunda güncellemelerde yer alan yamalarla onarılabilir.
  • Ön yüklü gelen parolaları her zaman değiştirin. Büyük ve küçük harf, rakam ve semboller içeren karmaşık parolalar kullanın.
  • IoT cihazlarınızı açıklara ve bulaşmalara karşı kontrol etmek için Kaspersky Smart Home ve IoT Scanner çözümlerini kullanın.
  • Değişik davranışlar sergilediğini düşündüğünüz cihazları yeniden başlatın. Bu, mevcut zararlı yazılımlardan kurtulmanıza yardımcı olabilir fakat yeniden bulaşma riskini azaltmaz.

Siber Bülten abone listesine kaydolmak için formu doldurunuz

Liseli Bir Girişimcinin Silikon Vadisi Anıları

İlk olarak “Silikon Vadisi” nedir ve neden Silikon Vadisi sorularıyla başlamak daha doğru olur. Silikon Vadisi bir ekosistem ve sanıldığı gibi sadece girişimcilik üstüne değil. Ekosistemi oluşturan bileşenler ise yardım etmek için olan istek ve sürekli olarak üretime olan eğilim. Aslında Silikon Vadisi bu noktada sadece bir ekosistem olarak kalmıyor. Vadi, bu noktada bir kültür haline gelmiş oluyor.

İLGİLİ HABER >> SİBER ALAN’IN DİKKAT ÇEKEN 10 START-UP’I

Silikon Vadisi son 2-3 yıllık süreçte Türkiye’de tam olarak duyulmaya başladı. Oraya gidene kadar benim de tam olarak bir fikrim yoktu. Hatta birkaç makale ve köşe yazıları okuduktan sonra Vadi’yi gözümde inanılmaz büyütmüştüm. Bence Silikon Vadisi hakkındaki en büyük yanılgımız bu. Kıyaslama yaptığımızda ise bizim buradaki en büyük eksikliğimiz yardımlaşma. Halbuki Vadi’yi Vadi yapan ne oradaki binalar ne de teknoloji ve girişimcilik merkezi olması. Hatta merkez haline gelmesi bahsetmiş olduğum bu farka dayanıyor. Bizim aksimize toplum olmanın temel yapıtaşı olan ve ne yazık ki giderek unutmaya başladığımız yardımlaşma kavramı her zaman ön plana çıkıyor. Bunu Silikon Vadisi’nin en önemli özelliği olarak da ifade edebiliriz. Küçük bir kıyas yapmak gerekirse; yapmak istediğiniz şeyle ilgili biriyle görüşürseniz size yardım etmekle kalmıyor, sizi başka kişilere de yönlendiriyor ve kendinizi muhteşem bir “network” ün içinde buluyorsunuz. Bu aralar çok duyuyoruz değil mi? Herkes networkten bahsediyor. Bu noktada her şey size bağlı oluyor. Yani yapmanız gereken sadece iletişim halinde olduğunuz kişilerle bağlarınızı koparmamak. Buna karşı, ülkemizde durumun tam tersi mevcut. Tek bir kişiye ulaşabilmek için bile birçok farklı kişiyle görüşmeniz gerekiyor. Ayrıca sürekli iletişim halinde kalmanız oranın aksine olumsuz sonuçlanıyor. Maalesef ki insanlar rahatsız olmaya başlıyor. Bunun sonucunda“start-up” konseptinin de ülkemizde iyice yerleşmesiyle beraber bu bizim için çok büyük bir olumsuzluk yaratıyor. Bu olumsuzluk da “Türkiye’de neden Silikon Vadisi olmaz” tartışmalarına sebebiyet veriyor.

Kültürün bir başka önemli parçası da hata yapmak. Bu noktada yardımlaşmayla bağlantılı olarak hata yapmaya olan sonsuz hoşgörü doğuyor. Bunun en önemli getirilerinden biri de sonraki zamanlarda start-up’ların en hayati dönemeci olan “death valley/ölüm vadisi” diye ifade edilen sürecin minimum hasarla atlatılabilmesi. Yani başarısızlıkların hiç biri başarısızlık olarak görülmüyor. Başarıya uzanan bir adım, yeni bir öğreti olarak görülüyor. Bununla birlikte yatırımcılar birkaç defa “batmış” kişilere karşı daha olumlu bakıyor. Yani işin olmazsa olmazı olan tecrübe, en acı ama en faydalı olan yolu rahat geçirebilmek adına müthiş bir imkan sağlanmış oluyor. Yani, tüm düzenin düşmeden kalkamazsın felsefesine dayalı olması girişimciler için olabilecek en uygun ortamı oluşturmuş oluyor.

İLGİLİ HABER >> SİBER GÜVENLİK START-UP’LARI İÇİN 1 MİLYON DOLAR DESTEK

Bulunduğum iki hafta boyunca Vadi’de bu ve benzeri durumlarla neredeyse sürekli karşılaştım. Bir araya geldiğim elliden fazla girişimci ve katıldığım “meet-up”lar… Fakat bunlar Silikon Vadisi’ni bütünüyle tanımlamak için yeterli değil. Çok önemli bir bileşen daha var: Mutlu olmak. Herkes onca yoğunluğun arasında mutlaka kendine zaman ayırıyor. Bu sadece kişilerle de sınırlı kalmıyor; aynı şey şirketler, kurumlar için de geçerli. Google, Facebook, Twitter gibi şirketleri de gezerek söylediklerimi gözlemleme şansım oldu. Hatta bu şirketlerde en çok dikkatimi çeken şey kampüslerin spordan oyun odasına, oyun odasından dinlenme alanına kadar her tür aktiviteye imkan verecek şekilde düzenlenmiş olmasıydı. Buna bağlı olarak farkına vardığım bir diğer ilginç durum ise yapılması gereken şey zamanında bittikten sonra kimin ne zaman gelip ne zaman gittiğinin, ne yaptığının önemi olmaması. Eğer saat 16.00’da bitmesi gereken bir proje varsa ve o saatte teslim edebiliyorsam işe 15.00’de gelmemin veya erkenden gelip plaj voleybolu oynamamın bir önemi yok. Yani kişinin rahat ve mutlu olduğu ortamda çok daha verimli çalıştığının çok iyi farkındalar. Bu bilgileri edinmemi sağlayan süreçten ve orda yaşadıklarımdan biraz daha bahsedeyim.

İLGİLİ RÖPORTAJ >> DEVLETİN BEĞENMEDİĞİ PROJEME AVRUPA’DAN MİLYON DOLARLIK TEKLİF GELDİ

İlk haftam eğitim, geziler ve tanışma yoğunluklu geçti. Birçok yönden “start-up” kavramını ve ortamını gözlemleme, farklı durumları inceleme şansım oldu. Eğitim merkezimiz olan Plug and Play Tech Center’da olmak da hem kuluçka merkezi konseptini öğrenmeme hem de şu anda dünyayı kasıp kavuran bazı kavramları önceden keşfetme ve inceleme olanağı sağladı: “IoT/Nesnelerin İnterneti” ve “Big Data”gibi. Hazır bahsetmişken bu iki kavrama da biraz değinmek istiyorum. Big Data, bilişim dünyasının sürekli olarak gelişmesinden dolayı ortaya çıkmış olan inanılmaz büyük bir veri çöplüğü olarak değerlendirilebilir. Bu noktada “Big Data”nın başlıca iki kaynağı var: Cloud service/bulut depolama servisleri ve IoT. Veri, etkileşim sonucu ortaya çıkan bir şey ve bu yüzden de etrafımızda bulunan sayılamayacak kadar çok olan nesnelerin de etkileşime geçmesiyle, ortaya inanılmaz büyüklükteki bir veri ağı çıkıyor. Şirket gezileri esnasında Goolge Car gibi IoT ürünü olan birçok farklı yeni teknoloji gördüm. Bununla birlikte yeni doğmakta olan start-upların çoğunlukla veri toplama veya toplanmış olan veriyi kategorize ederek pazara sunma üstüne olması da dikkatimi çekti. Yani Big Data kavramı yeni bir kavram olmakla kalmamış, çok büyük bir pazar değeri de oluşturmuştu. Silikon Vadisi’nin teknolojinin de merkezi olduğunu deneyimleyerek öğrenmem bu sayede gerçekleşti ve bana farkındalığın ne kadar önemli olduğunu hatırlattı.

SİBER BÜLTEN HAFTALIK RAPORUNA ABONE OLMAK İÇİN FORMU DOLDURUNUZ

[wysija_form id=”3″]

Bu sürecin ardından “Big Data” temalı bir hackathona katıldım. Teoride öğrendiklerimi henüz tazeyken pratiğe geçirebilme fırsatı çok önemli bir nokta oldu. 54 saatlik yoğun bir sürecin ardından final sunumları başladı ve en önemli tecrübelerimden birini edindim. Kalabalık bir topluluğa karşı İngilizce ve çok sınırlı bir sürede sunum yapmak zorundaydım. İlk tecrübemiz olmasında rağmen süreci başarıyla tamamlayarak, Hackathon sonunda grubumla beraber genç girişimciler ödülünü de kazandık.

İki hafta sonunda sadece bir şeyler öğrenmekle kalmayıp 14 yaşındaki bir genç girişimci olarak kendime olan güvenimi biraz daha arttırmış oldum. Ve tüm bu tecrübelerimin sonucunda edinmiş olduğum çok önemli bir kazanım var ve bunu kendimce bir slogan olarak sizlerle paylaşmak istiyorum: “Girşimcilik bir meslek değil, girişimcilik bir yaşam tarzı.”

Her Şey Cep Telefonunuz Gibi Çalıştığında

Bugün The Atlantic dergisinde çıkan Alexis C. Madrigal ve Robinson Meyer imzalı bir haber, eşyaların interneti (internet of things) olgusunun beraberinde getirdiği sahiplik/aitlik meselesinin nasıl olacağını irdeliyor. Yazı şu şekilde ilerliyor:

Bir şey internete bağlandığı zaman üç şey olur: Akıllı hale gelir, hacklenebilir hale gelir, ve artık size ait olmayan bir şeye dönüşür.

Herkes bir pompanın nasıl çalıştığını bilir. Bir dükkana gidip pompa satın aldığınızda o artık sizindir. Pompa elinizden alınırsa artık pompalık vasıfları da onunla birlikte gider. Fakat cep telefonu daha farklıdır. Sahibine ait olmasına rağmen ayrıca başka başka platformların da parçasıdır. Şirketler GPS yoluyla aletin dünyada nerede olduğunu belirler; hizmet sağlayıcısı ile yapılan sözleşme yoluyla da kullanıcı bağlanır. Bunlar cihazdan ayrılamayacak özelliklerdir. Yani aslında bir telefona “sahip olmak” bir pompaya sahip olmaktan çok farklıdır.

“Eşyanın internetinin” gelişimi ile hayatımızdaki bir çok nesne de artık sahip/ait olunma özellikleri açısından bir değişikliğe uğrayacak gibi görünüyor. Sıradan eşyaların önüne gelen “akıllı” kelimesi, bu cihazların kendi işletim sistemleri bulunduğu ve ağ erişimleri nedeniyle de güvenlik sorunlarına açık hale geldiklerini gösteriyor.

Geçtiğimiz günlerde Apple’ın tanıttığı akıllı saatler de bu özelliklere sahip. Akıllı eşyalar beraberlerinde bütün bir ekosistemi de getiriyor. Diğer bir deyişle, akıllı eşyaların uygulama marketleri ve güncellenme özellikleri bulunuyor. Bu akıllılık özellikleri sadece saatlere değil, diğer kimi eşyalara da uygulanmaya çalışılıyor. Günümüzde halihazırda akıllı şemsiyeler veya tencereler üretmenin çalışmalarını yürüten şirketler bulunuyor.

Akıllılık ile birlikte bir özellik daha eşyalara gelmiş oluyor: Hacklenebilme. Bir bilgisayarınız varsa ve ağa bağlıysa, herhangi bir kişi veya şey tarafından içinde sızılması mümkün demektir. Yani akıllı bir vantilatör yaptığınızda artık bu da hacklenebilir demektir. SmartHomes şirketinin siber güvenlikten sorumlu uzmanı ve genel müdürü Kevin Meagher de, GigaOm’a verdiği bir röportajda, akıllı evlerin hayata geçirilmesi halinde son derece karışıklık içinde bulunacağını ima eden ifadeler kulllandı:

“Bu kadar büyük bir ekosistemi yönetebilmenin tek yolu, buluttan buluta (cloud-to-cloud) bir sistem kurmak. Yani aslında cihazın üreticiyle erişim kurduğu zaman, bunu bulut platformu üzerinden yapması.”

Meagher’in bununla kastettiği de şu anlama geliyor: Akıllı evlerin iletişimi, doğrudan birbiriyle değil de, devasa veri merkezleri ile, ve bu merkezlerin birbiri ile iletişmesi ile olacak.

Siber suçluların bir vantilatörü hackleyerek ülkenize saldırması tabi ki akıl dışı bir senaryo. Ama hafızası olan her şey, bir botnete katılarak bir siber saldırının parçası olma patonsiyelini içinde barındırır. Buna vantilatörler veya akıllı olan diğer ev eşyaları da dahil.

Son yapılan siber saldırıları düşündüğümüzde bunların ileri derecede dizayn edilmiş kodlarla değil, bulut bilişim (cloud) servislerine erişim sağlayarak başarılmış olduğunu görebiliyoruz. Akıllı evler veya diğer akıllı eşyalar da tam da bu şekilde başarısızlıkla sonuçlanmış bulut sistemlerini kullanmayı amaçlıyor.

Akıllı eşyaların “sahipliği” meselesine geri dönersek, bu eşyalar sadece size ait olmadığı gibi bazı açılardan da tamamen size ait olabiliyor. Yani diğer eşyalarınız çalınırsa artık başkalarının oluyor, ama akıllı aletler çalındığı zaman eğer özellikler yüklenmişse, sahibine geri bildirimde bulunuyor ve bu şekilde dünyanın neresine giderse gitsin bir bakıma sizin kalıyor. Gerçek hayatta da bunun etkilerini görmek mümkün. Apple, telefonlarına uzaktan erişim imkanı tanıma özelliğini yerleştirdiği zaman iPhone hırsızlığı olayları yüzde 19 azalmıştı.

Bu çok farklı bir “sahiplik” çeşidi. Neredeyse “mistik” olarak bile nitelendirilebilecek bu sahiplik özelliği ile, size “tabi olan” bir eşya, artık çok uzaklarda olsa bile size durumunu bildiriyor, ne yaptığından sizi haberdar edebiliyor. Aynı zamanda elinizde tuttuğunuz bir eşya tamamen size ait de değil; herhangi bir program yükleyerek veya yaptığınız sözleşme yoluyla, bir yerlere bağlı kalmak durumundasınız.